bu ihanetinize karşılık -onlar yerine bana uyarı verdiğin için sen de ihanet edenlerdendin kusura bakmamalıydın- daha da hırslanmış ve son dakikalarımızı gâyet iyi bir yükselişle zaferimle doldurmuştum.

tanrım. uzun zamandır fiziksel olarak bu kadar yorulmuyordum ama her yanım ter içinde kalmışken yine de dinç hissetmiştim. yorgun bedenimi yere bırakıyorken göğsüm hızla inip kalkıyordu ve saç diplerimin ıslaklığı bu sâyede kendilerini daha çok göstermişlerdi.*

'yoruldun mu?'

*duyduğum sesinle beraber başımı sana doğru çevirdiğimde sorduğun soruya yanıt bâbında başımı salladım. buna karşılık yine gülümsemiş ve gözlerimi kapayıp kendi kendime gülmeme sebep olmuştun. kesinlikle birkaç gündür çok daha fazla gülümsüyordun ve gülümsüyorken ne kadar şirin göründüğün hakkında zerre kadar fikrin yoktu. artık sana düşmekten sağlam hiçbir tarafım kalmıştı mesela? tanrım.*

'sen de vazgeçme benden, dedin ya?'

*daha az önce yattığın yerden bir çırpıda kalktığında ve söylediğin şeyi de ben anlamayınca gözlerimi araladım ve bakışlarımı meraktan parlayan gözlerine çevirdim. ciddi görünüyordun? yattığım yerden hafifçe doğruldum ve derin bir nefes alıp tam karşında senin gibi oturur pozisyona geçtim.*

'kim vazgeçti ki başka? evli miydiniz ya da sevgilin miydi? nasıldı... nasıl tanıştınız? neden vazgeçti, hiç özlüyor musun? tekrar gelir mi?'

*göz bebeklerimin hafifçe büyüdüğünü, kaşlarımın ise istemsizce biçimsizleştiğini hissediyorken aklımdan geçen tek şey "ne?" sorusu olmuştu. ne sorduğunu anlamak için gözlerimi kırpıştırıp yüzüne doğru yaklaştım ama ifadende herhangi bir değişiklik yakalayamadığımda bir kademe daha arttı şaşkınlığım. bunu konuşalı neredeyse üç gün olacaktı ve üç gündür... tanrım, üç gündür bunu mu düşünmüştün?

dudaklarımı birbirine bastırdım ve bakışlarımı senden çekip felix'in gülüşlerinin sebebine bir bakış attım. sonra gökyüzüne yönelttim bakışlarımı. bu süreçte yanaklarımın içini kemiriyordum. çünkü neredeyse kahkahayı basacaktım. ama üzülürdün. ya da utanabilirdin. her ne kadar o görüntü bile hoşuma gitse de seni zor durumda bırakmayı istemiyordum.

gökyüzündeki bakışlarımı da sahanın tel örgüsüne indirdiğimde dudaklarımı yalamış ve derin bir nefes almıştım. tamam. yersiz kahkahamı yollamayı başarmıştım. şimdi ise bir açıklamaya ihtiyacım vardı.

aslına bakarsak birçok kazık yemiştim gerçekten de. ailevi ilişkilerim pek de sağlam olmamıştı hiçbir zaman. ama oturup da "aman tanrım beni terk ettiler, yapayalnızım." gibi düşünceler edinmemiştim hiç. aileme bağlanmamam gerektiğini zaten öğretmişlerdi bana. onlardan ayrılmak da bir o kadar kolay olmuştu.

sadece... bu eksiği arkadaşlıklarım ile kapatmaya çabalamıştım ve sanırım, tek hatam da bu olmuştu. saftım. hep saf ve masum çocuk olmuştum. kullanmak zor değildi yâni beni. çok sevdiğim arkadaşlarımın beni bir başıma bırakmalarına şaşırmıyordum. çok seversem, eğer onları çok seversem bir sorun kalmaz diye düşünmüştüm. ama ne kadar çok seversem o kadar çok kaybetmiştim. o kadar çok maruz kalmıştım iki yüzlülüklere. ah... zaten onlar değil miydi beni bu hâle getiren? jeon jungkook, âdi ve ayran gönüllüydü herkes için şimdi. yakın davranıyorsa altından bir bit yeniği hep çıkmıştı. hiçbir zaman uzun süreli ilişki yaşamazdı. çünkü diyorlardı ya, ayran gönüllüydüm. herkesin duygularıyla oynamak bir sorun değildi. çünkü zamanında benim duygularım bile sayılmamıştı. ben onlara en azından acıyı yaşatıyordum.

yüz ifademin değiştiğini anladığımda kendime gelmek için gülümsedim ve bakışlarımı seninkilere çevirdim. sen gerçekten kendime yaptığım en büyük iyiliktin ve bir kez olsun, senin canını yakmayı düşünmemiştim bile. benden kaynaklı değildi ama bu. buna fırsat vermeyecek kadar bağlamıştın beni kendine. farkına varmam çok uzun sürmüştü ama sen, o küçük çocuğun elini tutan ilk kişiydin.*

bad guys | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin