J-10

375 45 0
                                    

*gözlerimizin arasında yarım metrelik mesafenin bile olmadığını düşünecek kadar birbirimize odaklanmışken herhangi bir yorumda bulunmadan yâhut odağımı tümüyle sana hapsederek söylediklerini dinliyordum. birincisi katil olduğuna inanmakta güçlük çekmiyordum. inanmanın zor olduğunu söylemiştim elbette; fakat bu, senin katil olduğunu kabullenmediğim anlamına gelmezdi. bir katil olduğun apaçık bir gerçekti. diğer kurbanlarını bir kenara itsem ve yalnızca şefin kızını ele alsam bile bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirdim, sen soğukkanlı bir katildin ve ahbap olmak için yanlış kişiydin.

cümlelerinin ilk kez bu kadar özgürce dudaklarından döküldüğüne şahitlik ediyordum. ne bir suçluluk duygusu ne de en ufak bir kendini beğenmişlik yoktu ifadende. tam olarak kendini destekliyordun. bir hiç uğrunaydı sanki her şey. fakat bu, benim zihnimde bir tohumun filizlenmesine yol açacak kadar yeni bir bilgiydi. ne yani, keyfin için mi öldürüyordun onca insanı?

üzeri kapalı tehdidine karşılık bile verememiştim. gözlerini arayan gözlerim, mantıklı birkaç kırıntı bulabilmenin peşine düşmüştü o sırada. ama yoktu. gözlerinde bulabileceğim hiçbir şey yoktu. yalnızca kendi yansımamı görüyor, yüz ifademin nasıl da karmaşık olduğunu seçebiliyordum. sen yoktun. işe bak. yine dönüp dolaşmış ve aynı noktaya gelmiştim. birkaç hafta veya birkaç günün içerisinde boşa kürek salladığımı, sana karşı olumlu ya da olumsuz hiçbir duygu beslemediğimi ve benim için yokluğunun tek gerçek olduğunu yeniden kavramıştım. kim taehyung, benim için sâhiden yoktu.

hangi ara fiziksel olarak bu yakınlığı elde etmiştik hatırlamıyordum ama kullandığın mimikler ve âniden yükselen sesin, kaşlarımı çatmama ve gözlerimi kırpıştırmama sebep olmuştu. hayır. korkmak değildi bu.

bir kere korkuyor olsam, bir katil tarafından hiç de üstü kapalı olmayan şekilde tehdit ediliyorken arkama bile bakmadan topuklayarak gösterirdim bunu. ben ölmekten korkmuyordum ki, bir katil tarafından öldürülmek düşüncesi beni yaralasın. gelişine yuvarlandığım bu yokuş, bir oyundan ibâretti. yolumun üzerindeki yardım kitleriyle devam ediyor, önüme çıkan yüksek engellere hırslı gözlerimi dikip kendimce bir kavga başlatıyordum. belki de... ben de yoktum. belki de sana karşı dâima değişen bu görüşüm, bundan kaynaklanıyordu. jeon jungkook da yoktu ve seninle karşılaştığım bu arafı, uzun yıllar sonra boğazımdan geçen sıcak bir çorbaya benzetmiştim.

başımı eğdim ve karanlığın yeniden hükümlük tasladığı odaya sıkıntılı bir nefes bıraktım. bazen düşüncelerim yüzünden öylesine yoruluyordum ki istemsizce beynim kendiliğinden devredışı kalıyordu. ama tuhaftır, senin yanında işler farklıydı.

senin yanında gerçekten düşünmek istemiyordum fakat bir o kadar da düşünüyor oluşum su götürmez bir gerçekti ve... ve biraz da sarpa sarıyordu zihnimin içindekiler. misâl şu an gözlerimin önünde az önceki gülüşün belirmişti. eh, bu epey alâkasızdı ama şimdi? belki de bazı kırılma noktalarına odaklanıyordum istemsizce.

çocuklar gibi gülümseyen bir seri katil.

dudaklarımı birbirine bastırdım. görüşüm karanlığa alıştıkça bakışlarımı bedeninde gezdirmeye başlamıştım. uyumak istediğini düşündüm. belki ben de uyusam iyi olurdu. söylediklerine hiçbir şekilde karşılık vermemiş oluşuma takılmıyordum bile.

ben kendime bile karşılık verememiştim ki seni düşüneyim. koltuğun ucuna kadar kayıp bir elimi alnına uzattım. öncesine göre daha iyi bir sıcaklık alan dokunuşumu, çok geçmeden kesmiş, önce bir elimi eline sarıp sonra da aynı işlemi bir ayağına yapmıştım. önemli olan noktalar onlardı ve rahatsızlık verecek bir soğukluk hissetmeyince yatağın ucunda kalan örtüye uzanıp üzerine hafifçe örtmeye karar vermiştim. hemen sonra ben de koltuktaki yerimi aldım, göğsümde bağladığım kollarım ve yatağa yasladığım ayaklarımla rahat olduğumun hissiyâtıyla gözlerimi kapattım.*

bad guys | taekookWhere stories live. Discover now