T-6

477 57 8
                                    

*bulunduğumuz masada en çok konuşan sendin sanırım. gerçi, şaşırmamıştım. konuşkan bir havanın olduğu belliydi. elimdeki çubuklarla birlikte önümde duran atıştırmalık yiyecekle oynuyordum. henüz birinci bardağımı yarılamamıştım bile. en yavaş giden bendim sanırım ama bundan huzursuz da değildim. içmekten pek hoşlanan bir tip değildim zaten.

bir yandan atışmalarınızı dinliyorken ismimi duyduğumda başımı sana çevirmiştim. şimdi tüm masa sessizleşmiş bana bakıyordu. gülen suratına bakarken elimdeki çubukları bırakmış başımı sallamıştım cevap niteliğinde hafiften.

bir tür geçiştirme olduğunu anladığını düşünüyordum. bahsettiğimiz hayali duvarları herhangibirinin aşmasına imkan yoktu çünkü. neye istinaden bunu söylemiştin orası belli değildi. eğer bu dudaklarıma bir göndermeyse durum daha da önemini yitiriyordu. öyle olabilir miydi cidden? sen dahil herkes yeniden neyle meşgulse ona dönerken bir süre daha seni izlemiştim. çok içten bir şekilde gülüyordun. gözlerinin içi de gülüyordu sanki sen gülerken.

o sırada yüzüme gelen, çorbadan çıktığından olsa gerek ıslak somonla birlikte kısa bir irkilmeyle somonun geldiği tarafa dönmüştüm. karşımda otuz iki diş sırıtan felixle birlikte çok da kaza olmadığını fark etmiştim. anlamayarak ona ve bakıştığı yanımdaki jackson'a baktım.*

neydi bu?

*iç çekerek jackson kolunu omzuma atmış olabildiği en gevşek haliyle konuşmuştu. kaşları falan bir ayrı oynuyordu.*

"sana soracağız onu, ne iş?"

*bileğinden ittirip kolunu omzumdan çekmesini sağladım öncelikle. tamam, bu şekilde daha iyiydi. yine de sinirleniyordum.*

ne, ne iş?

"bay müfettişten çekemiyoruz gözlerimizi, imalı bakışmalar, duvarlar?"

*bu kez sözü felix almış, jackson ise alaylı ifadesiyle kollarını göğsünde birleştirmişti. bir süre ciddiler mi diye ikisinde gezdirdim gözlerimi. ne alakaydı şimdi?*

uğraşmayın boşuna, buradan size eğlence çıkmaz.

*tekrar çubuklarımı elime alıp önümdeki salatadan çubuğuma aldığım domatesi ağzıma götürmüştüm. iştahsızdım bu aralar.*

"yok yok. var bir şeyler. anlatsana hadi, ne geçti aranızda?"

*gözlerimi salatadan ayırmazken sinirli bir nefes aldım. başımı kaldırdığımda onunla gözlerimiz anında buluşmuştu.*

herkesi kendin kadar aptal mı sanıyorsun?

*masa tekrar sessizleşirken ikinci defa dikkatleri üzerimde hissediyordum. karşımdaki adamın da ciddiyetsiz ifadesi bozulurken o da doğrulmuş meydan okuyarak bana bakmıştı. ne sanıyordu ki cidden? burada altın gününde olduğumuzu mu?*

"kelimelerini seçerek konuş. beni karşına almak istemezsin."

*sinirle güldüm ve tekrar aynı surat ifademle ona baktım.*

yoksa... öldürür müsün?

*önce başımı yana eğerek bakmış ardından saçlarımı gözümün önünden başımı sallayarak çekip ayağa kalkmıştım. herhalde odama gitmek için de izin istememe gerek yoktu. varsa da şu an bu hiç umrumda değildi. bu yüzden adımlarımı çıkar çıkmaz mavi koridoru takip ederek odama yönlendirmiştim. odamın önüne geldiğimde dijital makinanın üzerine elimi okuttum. eh, girişler serbestti elbette ama çıkışlar için aynı inceliği göstermiyorlardı, ne yazık.*

bad guys | taekookWhere stories live. Discover now