J-25

187 29 4
                                    

*geri çekilmen uzun sürmemişti. canını acıttığımı belirten sesine takılmıyordum. çünkü hak etmiştin. dudaklarımızı ayırıp hafifçe geri çekildiğimde ise dudağındaki kanı çatık kaşlarıyla temizleyen bir adet sen vardı karşımda. eğer benimkilere de yönelip baş parmağınla dudağımı temizlemeseydin bu görüntüye gülümserdim bile.

haklı ifademi korudum. sorduğun soruya cevabım sıfır şüphe ile evetti. sahip olduğum her şey, o oyunların içinde saklıydı. ve göz göre göre buna hakaret etmiştiniz.

ben de kaşlarımı çatıp cevap verecekken buna izin vermeyip kollarını boynuma doladığında ve konuşmaya devam ettiğinde, göğsümün sıkışmaya başladığını hissedebiliyordum.

anlamlı tavsiyeni uygulamadığım için özür dilerim, taehyung. ama canım pahasına odaklandığım oyunda durup da elini çekmeyi düşünmem nasıl mümkün olabilirdi? hah.

bedenimi kontrol etmeksizin, beni dokunuşlarınla kendine çekiyorken itiraz edecek sesi neden bulamadığımı sorguluyordum. susup kalmıştım.

gerçi... hemen sonra dudaklarımı konuşmak için hareket ettirmeme bile gerek kalmayacak o hamleyi yapmış olman, büyük bir etkendi. benim aksime, öpmüyordun. ama bile isteye dudaklarımızı birleştirdiğin apaçıktı. ve bu, o anlık beni sakinleştiren bir hamle olmuştu.

tenlerimiz huylanmama sebep olacak kadar yumuşakça birbirlerine değiyordu ama ikimiz de bunu istiyor gibi, bozmuyorduk.

taa ki. felix, âniden araya dalana kadar.

bana kalsa o konumumuzu saatlerce koruyabilirdim. ama beni iten ve o hoş havayı bozan sen olmuştun ki bu acelen beni güldürmüştü. koltukta beni yalnız bıraktığında, arkama yaslanıp göz ucuyla sana bakmaya başlamıştım hatta. gülümseyerek.

tüh... yine yanlışlıkla yumuşamıştım senin yüzünden. tanrım.*

*eğer yeni bir içme arkadaşı edinecek olsam bu, kuşkusuz lee felix olurdu. tanrım, bu nasıl bir kafaydı böyle? bir akşam ne kadar eğlenceli olabilirse o kadar eğlenceli oluyordu. bilmiyorum, belki de keyfim oldukça yerinde olduğu için şimdi ne yapıyorsak yapalım, gözüme oldukça keyifli görünüyordu.

içim ferahtı, keyiften kastım tam olarak buydu. huzurlu hissediyordum ve bu, hangi saatten itibâren olmuştu iyi biliyordum. misâl o imkânsız yenilgiyi bile unutuvermiştim ve bu, yenilginin imkânsızlığı kadar imkânsızdı.

gözlerim seni buldu istemsizce. baygın bakışlarının altında, aynı sarhoşluğu taşıyan pembe dudaklarına takılıvermiştim.

ah... adamım. omzuma yediğim kurşun, bunun yanında boncuk kalırdı. bu nasıl bir etkiydi böyle?
benim gülümsemem, bana müsaade deyip kıvrımlarımı terk ediyorken üzerimden ayrılan hoş bakışlarını da kaybetmiştim. üzüyordun. adam akıllı bakışmıyordun bile benimle.

tamam, buna neden takıyordum itiraf etmenin vakti gelmişti.

yâni eh işte bir çocuktun.

eh yâni, fena değildin.

yâni... iyiydin işte.

tanrım tamam.

hoşuma gidiyordun.

hem de fazlasıyla.

dertli bir soluğu içime çekiyorken, felix'in konuyu değiştirip sunduğu fikre sessiz kalmış ve dudaklarımı büzmüştüm. ne istiyorlarsa yapabilirlerdi, ben derin bir üzüntü duymakla meşguldüm şimdi.

bad guys | taekookWhere stories live. Discover now