JM.2

98 20 14
                                    

- / jimin

'büyümüşler.'

*sesini nihâyet duyduğumda her zamanki gibi şaşırtmamıştın. alayla gülüp gözlerimi devirmiş ve bahçenin bir diğer tarafına geçmek için papatyaların yanından sandalyemi geriye çekmiştim biraz, peşinden de hak ettiğin birkaç kelimeyi ortaya atmıştım.*

duymuyor musun sen beni? siktir git! dedim. çık bahçemden.

*umursanmış mıydım peki? elbette hayır. karşımda aptal gibi dikildikçe sinirlerim geriliyordu ve ayağa kalkıp uyluğuna bir tane geçirmeden rahatlayamazmışım gibi geliyordu. ama şu işe bakın ki min yoongi şanslı günündeydi! neden? çünkü jimin'in sikik bacakları işe yaramıyordu!*

'jimin ben buraya... buraya senden af dilemeye geldim.'

*yine yine yine yine yine yine yine yine. öyle aptaldın ki. tanrım, o kadar akılsız bir heriftin ki söylediğin bu ahmakça lafların seni affetmek şöyle dursun, beni sinirden delirttiğini hâlâ anlayamamıştın. kas kafalının tekiydin. kaç kez tekrarlamıştık bu sahneyi? kaç kez senin aptalca günah çıkartmalarına maruz kalmıştım? umurumda değildi ne yaptığın. sikimde değildin işte. kıt beyinli.

sinirle sandalyemin tekerleklerini sıkıca tuttum ve dudaklarımı seni yüzüncü kez kovmak için araladım. fakat beni hareket etmekten alıkoyacak, sivri dilimi ilk kez kendi rızamla susturacak bir şey olmuştu.

sen. bana dikleniyordun.

bana yakınıyordun, hem de kendin için.*

'her şeyini kaybettiğini düşünüyorsun ama her şeyini kaybetmiş bir adam görmek istiyorsan aynaya değil bana bak. beni gör.'

*neredeydi hani jimin beni affet nolursunlar? neredeydi önümde gözyaşı döküp ne kadar pişman olduğundan bahsetmeler? sırf dizlerimi kaybettim diye önümde küçülmeler? işte, ilk kez hatanı tekrarlamıyordun, min yoongi.

senin hatan beni acının kendisiyle yalnız bırakmaktı. sen, bana ömrümün sonuna dek acı içinde olacakmışım gibi davranmıştın ve ben, bana acınmasından, acı çekmekten, buna mecbur bırakılmaktan nefret ederdim.*

'gör artık, sikeyim ki ben seni kaybettim. sen bunun nasıl bir şey olduğunu nereden bileceksin? seni tutamadan kaybetmenin ne demek olduğunu nasıl bileceksin? sorsan da anlatamam. anlatamıyorum. senin de pek anlamaya çalışır gibi bir halin yok zaten. acını küçümsüyor değilim. sadece, demek istediğim şu ki... benim çiçeklerim bile yok.'

*başımı eğip şaşkınca gülmüştüm kendi kendime. aslına bakarsak belki yanağımdaki yağmur damlalarının arasında kamufle olmak isteyen gözyaşlarımın burnumu sızlatarak geldiklerini haber etmelerinden dolayı da yüzümü saklamış olabilirdim. çok ağlayan biri değildim. şimdi de ağlamayacaktım ama etkilenmiştim ne yazık ki ve gözlerimin doluluğunu bile görmeyi hak etmeyecek kadar acınası bir heriftin artık sen. nihâyet.*

geri zekâlı.

*kendimi toparlamam saniyelerimi almamıştı. başımı kaldırıp yeniden sana döndüm ve sandalyemi hareketlendirdim.*

çünkü sen çiçekleri bile hak etmiyorsun, yoongi. duyuyor musun beni?

*dibine kadar ulaştığımda tanıdık simânı şöyle bir süzmüştüm çaktırmadan. saçlarının rengi değişmişti, ilk gördüğümde fark etmiştim tabii bunu. yakından da eh işte görünüyorlardı. saçını ayırış şeklini değiştirmiştin ve diğer türlü hâlinden daha iyiydi. salak herif, üç yıl önce tam bir süt çocuğu gibi görünüyordun.*

çirkinleşmişsin. senden daha iyilerine lâyığım ben.

*bakışlarımı üzerinden ayırıp sandalyemi kaldığım yerden ilerletmeye devam ettim ve aralık bıraktığım kapıma doğru döndürdüm.

uzun süre sonra omzularımda bir hafifleme hissediyordum. içine döken sen olabilirdin ama nihâyet gözünün açılmış olması, biraz olsun yalnızlığımı dağıtmıştı. hem, tabii ki de senden daha iyilerine lâyıktım ama aramak için hiç uğraşasım yoktu.

omzumun üzerinden başımı arkaya doğru çevirdim ve bağırdım.*

ne dikiliyorsun orada aptal! içeri gel ve bana yemek yap. çok açım.

bad guys | taekookDonde viven las historias. Descúbrelo ahora