J-39

92 14 2
                                    


"bana mı asılıyorsun?"

beni alt etmeden önce sorduğun sorunun bir gün gerçekten de bizi tam da böyle bir konuma taşıyacağını kim bilebilirdi ki? tanışmamızın üstünden bir gün bile geçmeden boynuma bir cam parçası dayamıştın. beni korkutmak istemiştin. sadece o günle de kalmıyordu bu. sonrasında da beni korkutabileceğini, yıldırabileceğini sanmıştın defalarca kez. fakat korkmamıştım. senden bir an olsun korkmamış ve vazgeçmemiştim.

birbirimizi tanımıştık. aylar geçirerek birbirimizi, kişiliklerimizi tanımış ve anlamıştık. bence bunu başarmıştık. bu yüzden bu kadar dürüsttük, bu yüzden risk almak beni biraz bile korkutmamıştı o gün.

şimdi de korkmuyordum. sevmeyi öğreniyordum, bana sevmenin nasıl olacağını öğretiyordun ve bu zamana kadar öğrendiklerimle şunu söyleyebilirdim ki sevgimizin içerisinde korkuya hiçbir zaman yer yoktu. işin içine korku girseydi eğer, boynuma cam parçası dayadığın gün en ufak bir korku zerresi kalbime uğrasaydı belki de o günden sonra yüzünü bir daha görmeyecektim.

ama korku yoktu. şüphe yoktu. ve inanmak. bizi kurtaran şey, inanmaktı. bunu seninle aylar geçirdiysem de fark edememiştim ama bugün, bugün gerçekten de bunu idrak ettiğim gündü. başından beri sana inanmalıydım. sevgime nasıl inandıysam sıra sendeydi. geç bile kalmıştık bunun için ama bazı şeylerin bir zamanı olduğunu da senden öğrenmiştim nasılsa.

elimde değersiz bir kağıt parçası tutuyordum şimdi. kimilerinin umurunda olmayacağı, kimilerinin ise uğruna masum canlar aldığı. bir zamanlar bu kağıt parçası da yaşıyordu sonuçta, onun canını da bir başkası almıştı.

ah... nasıl bu kadar kırgın hissedebilirdim ki? aklım almıyordu. sanki içimden bir parçanın telafisiz kaybını hissediyordum. bir daha asla dolmayacaktı o boşluk. çünkü bir daha asla geri gelmeyecekti onca yıl.*

'bir tane ev düşündüm. tek odalı ve küçük. seninle benim evimizmiş.'

*zihninin içinin bir denize benzediğini düşünüyordum. o gün, bana deniz kıyısında bir ev hayal ettiğini hevesle anlatıyorken dudaklarım kıvrılmış bir hâlde gözlerinin içindeki parıltıları izliyordum ve tek düşündüğüm ne kadar da sevimli olduğundu. sonra. sonra...*

'dört tane de çocuğumuz.'

*nereden çıktığını bile anlamadığım dört tane çocuk işlemiştin benim zihnime kendi ellerinle. hakkını yememek lazım, parmaklarını yanlış saymadıysam bu dört çocuğa tamı tamına yedi çocuktan inmiştik. daha çocuk düşüncesini bile atlatamamışken üzerlerine kurduğun hayalleri dizmiştin peşinden. boyama yapacaktın. ben de onlarla oyun oynayacaktım, ha? kavgacı da yapmıştın beni, kendi çocuklarımla kavga etmeyeceksem kiminle edecektim bir kere? ve sikeyim ki o an sahiden bunu düşündürtmüştün bana. hayatımın en büyük şaşkınlığı da beraberinde gelmişti böylece

asla... asla bir sevgili hayali kurmamıştım. asla aşık olacağımı düşünmemiştim. evlilik denilen şeyi bir kez bile merak etmemiştim ve çocuk... çocuklar. kendimi biraz olsun bile tanıyorsam çocuk sahibi olacak en son kişi bile değildim. kendimi... tanrım, kendimi bir baba olarak hayal etmek öyle zordu ki... fakat o gün tam da bunu hayal ederek uyumuştum. şaka gibiydi çünkü uykuya dalmadan önce içimde büyük bir heves yeşermişti. hatta dört bile azdı, bence gerçekten yedi çocuğumuz olmalıydı.

zihninin içindeki o denize kapılmıştım sayende. beni dalgalarının arasında sıkıca sarmıştın ve o gün, gözlerindeki ışıltılara bakıyorken oradan çıkmak istemeyeceğimi hatırlatmıştım kendime.

ama bu kadar derin düşüncelere dalmamıştım o gece tabii. bunları şu an düşünüyordum. o gece... o gece tam olarak muazzam bir geceydi.*

taehyung, neler dediğinin farkında mısın sen?

bad guys | taekookWhere stories live. Discover now