J-43

107 10 5
                                    

*bu hayatı hiçbir zaman ciddiye almamıştım. insanları, acıları, gerçekleri ya da kuralları, hiçbir şey o kadar da mühim değildi gözümde. çok küçük yaşımda bunun ayırdına varabilmiştim. herkes ve her şey bencildi. senin de onlara karşı çok daha fazla bencil olman gerekiyordu, aksi takdirde köle oluyordun. zayıf ve acınacak bir insan, dönüştüğün şey tam olarak buydu. neyse ki ben, jeon jungkook, buna izin vermemiştim. çocukken her şeyle yeni tanıştığım dönemde biraz yalnız kaldığım olmuştu ama bana boyun eğdirmelerine asla izin vermemiştim. bu yönden ayrılıyorduk.

çocukken seni kendine nasıl terk ettiklerini ve anne babanın dahî seni acımasızca itelemesini anlattığında üzülmemiştim. tamam, senin için yaprak döken bir tarafım her zaman vardı. ama o an, gözlerimin içine pırıl pırıl gözlerinle bakıyorken öfkeliydim yalnızca. seni, kalbinin ışığını, eşi bulunmaz zekânı nasıl olur da yadırgarlardı? nasıl olur da böyle kirli bir zihniyetle senin gibi tertemiz bir akıldan korkarlardı? tümüyle cahillikti bu. ama cahil oldukları için onları affetmeyecektim. ben bu dünyada kimseyi affetmeyecektim. akıllarında durmaksızın akan bir bencilik nehri vardı. gerçekten, ihtiyaçları varsa herkes kendi sikik var oluşunu affedebilirdi.

kendi kendime gülüyorken dudaklarım aralandı ve yaklaşık bir saattir olduğu gibi titreyerek biraz daha sokuldum sana. düşünmeyi reddediyordum. o günden beri, psikiyatristin bakışlarını gözlerimin önünden silemediğim o günden beri zihnimin kapılarını mühürlemiştim. çünkü göğsümün içinde dehşet bir savaş dönüyordu, yalnız kaldığım an nefesim kesiliyordu ve tek yaptığım dolu gözlerimle titremek oluyordu.

şimdi de seni uykuya teslim etmiştim ama korku içerisindeyken gözlerimi bile kırpamıyordum. bir elimle sürekli yanağını seviyorken bir yandan da yüzümü sana biraz daha yaklaştırabilmek için çabalıyordum. tenime çarpan her soluğunla ben de nefeslenirken birkaç saniyelik bir kesintide bile bedenim baştan aşağıya titriyordu. gözlerimin içinde biriken yaşları tutmayı akıl edemeden bir anlık korkuya kapıldığım oluyordu. berbattı. içime tohumu ekilen bu korku büyüdükçe daha da berbat ediyordu her şeyi.

dudaklarımı birbirine bastırdım ve o an, dudaklarıma çarpan yeni bir soluğunda kaskatı kesilmiş olan bedenim biraz gevşeyebildi. titreyen elimi göğsüne bastırıp kalp atışlarını hissediyorken o gün tanrı'ya dua etmeye başlamıştım. durmaksızın, dakikalarca, saatlerce, elimden bu hissi almasın, zihnimin içinde dönüp duran sesin bir an olsun kesilmesin diye yalvarmıştım. sonra uyuyakalmıştım. bir anlıktı, belki beş dakika bile sürmemişti ama gözlerimi açtığım an, zihnimde şimşekler çakmıştı. nasıl olur da uyuyup kalırdım? delirmiştim ben. kendime söz vermemiş miydim, seninleydim daima. daima seninle kalacaktım, sen de daima benimle kalacaktın.

korkudan ötürü tutmuştum nefesimi. elimi titreye titreye yanağına götürüp dokundum sonra. dünyanın kirinden haberin yokmuş gibi, sanki seni hiç incitmemişler gibi huzurla uyumaya devam edip de bana soluklarını armağan ettiğinde göğsümün ortasında bir bıçak yarası açılmıştı. kendimi tutamayıp ağlamaya bıraktığım yerden devam ediyorken yüzümü çaresizce uzaklaştırmıştım senden. uyandırmak istemiyordum. beni bu hâlde görmeni hele hiç istemiyordum. güçlüydüm. güçlü duracaktım daima. güçlü olduğumu görmen lazımdı. bu kadar kolay yenilmeyeceğimizi sana kendim kanıtlayacaktım.*

jimin, yok yere telaşlandırıyor taehyung'u. eğer doğru düzgün uyaracaksan uyar onu yoksa ben ağzının payını vereceğim.

*jimin'in evinde, jimin'e duyduğum öfkemi yoongi hyunga emir verir gibi dillendiriyorken yoongi hyung, buna hiç güceniyor gibi görünmüyordu. aksine yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı ve beni başıyla onaylıyorken bir an için odadaki büyük olan benmişim de küçük olan oymuş gibi hissetmiştim.

bad guys | taekookWhere stories live. Discover now