T-1

2.4K 146 12
                                    

"kimsin sen?"

*bileklerim ve masa arasında bağ olmuş metalleri izliyorken sessiz kalmayı tercih etmiştim. şimdi neden burada olduğumu bilmiyordum. sorgu? çoktan bu aşamayı geçmiştik ve hükmüme karar verilmişti. hem de iki sene önce. otuz iki yıl... ufak bir hesap yaparsak, elli ikimde özgürdüm. gerçi özgürlükten ne anladığınıza da bağlıydı bu biraz. parmaklıklar ardı ya da değil, pek bir farkı yoktu. kendimi bilmiyordum, hiçbir şeyi bilmiyordum. bu şekilde özgür olmamın hiçbir değeri yoktu. eğer bugün cezam bitse sabahına önüme kanlı bir fotoğraf sunup gecesine dair hiçbir şeyi hatırlamadığım bir cinayeti işlediğimi önüme sürerler miydi bilmiyordum. bu biraz, kişilik bozukluğu gibiydi ama hayır, hiçbir testte bu yönde pozitif çıkmamıştım. tabii, tonlarca test uygulanmıştı. bunların içine IQ testleri bile eklemişlerdi ki bu durum epey komikti.

şimdi karşıma geçmiş beni benden iyi bilen bu adam -ki beni bilmek konusunda pek de yetenekli sayılmazdım zaten- kim olduğumu soruyordu.

bâriz belliydi adımı öğrenmek istemediği.

yerinden bir anda sinirle kalkmış çenemi kavrayıp parmaklarının izi çıkasıya bastırmıştı kalın kaşlarının altından kocaman olmuş göz bebekleriyle.*

"SENİNLE KONUŞUYORKEN SURATIMA BAK!"

*değişmeyen ifademe ek şimdi doğrudan istediği gibi gözlerine bakıyordum.

kızımı öldüren bir seri katilin karşısında ben olsam, daha fazlasını yapardım. fakat o bir polis memuruydu. insanlara yardım eder, kurallara uyar ve bir ton daha sıkıcı işler. insanları rastgele öldüren bir katil olmadığıma inandırmaya çalışıyordum kendimi. sürekli, sürekli ve sürekli... bir sürü boş vaktim vardı. görgü tanıkları hatta ve hatta kendi gözlerimle şahit olduğum hatırlamadığım gecelerden birine ait orada bulunduğum bir videoyu izletmişlerdi bana. kibarca tabii, hmhm. ama hatırlamıyordum. yemin ederim ki bahsedilen hiçbir gece, hiçbir cinayet hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.

çenemi bir hınçla ittirerek ileriye doğru attığında suratım yana savrulmuştu. karşımdaki adam bu kez kahkaha attığında bakışlarımı yeniden ona çevirdim. gülüşünü masanın karşısına doğru yürüyerek zorlukla durdurduktan sonra gülmekten yaşaran gözlerini silmiş yavaştan ciddileşen ifadesiyle birden yüksek bir sesin odada yankılanmasını sağlayarak masaya iki eliyle sertçe vurmuştu. irkilmemiştim bile. sıktığı dişleriyle yeniden konuşmaya başladı.*

"kim taehyung, 20 yaşında. boy 1.68 kilo 57. annesi veya babası yok, öldürmüş."

ben öldürmedim.

"kapat çeneni. 12 yaşındayken IQ'su 165'miş. ülkedeki mensa IQ akademisine küçük yaşta giren ilk üye. matematik olimpiyatlarını kazanan en genç insan. en şaşırtıcı özelliği ise... en genç seri katil. psikopati kontrol testinden puanı 38. en yüksek puan 40. 2017 aralık'tan 2018 nisan'a kadar toplamda 16 insan öldürdü. ama suç yerlerini kontrol edersen... parmak izi mi? yok. saç teli mi? yok. ayak izi? tükürük? tabii ki yok. en küçük bir şey bile yok. çünkü kim taehyung böyle cinayet işler."

*gözlerinden duyduğu nefreti açıkça görebiliyordum. nefretin ardından hissettiği yüksek dozdaki acısını da görüyordum. bunları bana neden anlatıyordu hiçbir fikrim yoktu. cevap vermemi gerektirecek bir durum da göremiyordum.*

"piyano... piyano konusunda çok yetenekliydi. yurt dışında önemli bir burs almıştı ve son akşam yemeğimizde bana en sevdiğim yemekten yapmıştı. neden? neden o olmak zorundaydı?"

*elleriyle masaya vurdu bir defa daha. gözleri titriyordu ve boynundaki damar açıkça ortaya çıkmıştı. aynı düz ifademle kısık bir tonda konuştum.*

kim bilir.

*sanırım bam teline basmıştım. masanın etrafında toplamda bir saniyede dolanıp bana ulaşmış, düz parlak saç tellerimin arasına elini daldırıp sıkı sıkıya tutarak yüzümü kullanabildiği tüm gücüyle masaya vurduğunda son anda yana dönerek alnımın yalnızca sol kısmının çarpmasına sebep olmuştum. diğer türlü olsaydı sanırım burnuma veda etmek zorunda kalacaktım.

derimin altına ulaşan acıyı henüz tam hissedememişken ikinci defa aynı yere vuran tenimle adam bir şeyler diyerek bana bağırıyordu. hafifçe bağlı ellerimi kendime çektim ve dişlerimi sıktım.

üçüncü defa yediğim darbeyle yüzüm buruşurken nefesimi hızlandırmıştım. dördüncüsüne kendimi hazırlıyorken saçlarımdaki parmakların hissi kaybolmuş, gürültüden dolayı müdahale edildiğini anlamıştım. kafamı masadan kaldırmadan hafifçe çattığım kaşlarımla kendime gelmeye çalışıyordum. parmaklarımı masaya bastırırken yüzümü düzeltmiş yutkunmuştum. birkaç saniye içerisinde başımı hafifçe masadan uzaklaştırmış gözlerimi aralamıştım. yüzümden kanın akmakta olduğunu hissedebiliyordum. başımı tamamen kaldırdığımda kontrol etmek için yanımda duran adamda gezdirdim gözlerimi bir tur. bu kişiyi tanıyordum. müfettiş bay jeon. doktor olmadığına emindim ama elini yaramda dolaştırıyordu. baş parmağıyla hafif hafif dokunuyorken durumun ne kadar kötü olduğunu kontrol ediyor olmalıydı. rahatsız hissetmiştim. yine de yüzümü geriye çekmek adına bir harekette bulunmamış kesik kesik aldığım nefeslerle gözlerimi kapatmıştım.

biraz sonra doktor geldiğinde anında taktığı eldivenleriyle yarama temas ettiğinde yüzümü bir anlık buruşturmuş ardından düzeltmiştim. acıtmıştı bu.*

"nasıl oldu?"

*sorduğu soruya cevap vermedim. nasıl olduğuna göre tedavi yöntemini değiştirecek değildi, boş konuşuyordu. alnımı bir pamukla temizledikten sonra gerekli pansuman için malzemeleri çıkarmıştı. sorgu odasında pansuman yapıyor olması komikti. gözlerimi o, malzemeleri hazırlarken açtığımda seninle göz göze gelmiştik. gözlerimi ayırmayı bırak sen çekmedikçe inatla gözlerimi kırpmıyordum bile.

haber vermeden doktorun alnıma sürdüğü can yakıcı şeyle beklemediğimden tıslamış, hâlâ masaya kelepçeli olan bileklerimi oynatmıştım. gözlerini çeken taraf böylelikle ben olduğumda bu defa ilgimi tamamen doktora vermiştim.*

bad guys | taekookWhere stories live. Discover now