Bölüm 46

119 12 2
                                    

Merhabalaaar, ben geldim. Biraz geç oldu kusura bakmayın. Gün içinde biraz yoğundum o yüzden bu saate kaldı. Çok konuşmadan size iyi okumalar diliyorum. Yorumlarınızı heyecanla bekliyoruum. Haftaya görüşmek üzere!  



Önceki bölümde...

"Alec biliyorum şu an çok farklı problemlerimiz var. Ama bunu sana söylemek zorundayım. Klanım, babam ya da herhangi bir güç savaşı umurumda değil. Ben bir hata yaptım ve çok pişmanım. Bu saatten sonra eğer işler ters gider ve klanımda kabul edilmezsem sen izin verdiğin takdirde sizinle birlikte olmak istiyorum. Sophie'yi istiyorum. Onu kırdım, çok kırdım biliyorum. Ama onu kırdığım her noktadan iyileştireceğim, söz veriyorum. Onu çok seviyorum ve geri kazanmak istiyorum." Alec bir süre konuşmadı. "Ne değişti? Yaklaşık bir yıl önce kardeşimi klanın ve baban uğrunda bıraktın. Geride bıraktığın yıkım yüzünden Sophie kendi evinden uzaklaşmak istedi ve buralara gelmek zorunda kaldı." Daniel'ın bakışları derin ve acı doluydu. "Sevginin ve gerçek ailenin olmadığı bir yer evin olmuyormuş. Aile için de kan bağına gerek yokmuş. Biraz zor yoldan öğrendim ama öğrendim. Şimdi Sophie'yi asla bırakmak istemiyorum. Eğer o da beni isterse elimden gelen her şeyi yapmaya hazırım. Bunun için senin onayını almak istiyorum." Alec tam konuşacaktı ki Ian ikisini de dürterek susmalarını işaret etti. "Şunu izleyin." Fısıldayarak söyledikleri karşısında hepsi başını uzakta bir yerdeki hareketliliğe çevirdi. "Onlar yoksa..." Daniel, Alec'i onayladı. "Evet, onlar. Üvey kardeşim Angus Fletcher ve eski nişanlım Senga Fergusson." İkisi fısıldayarak konuşuyor ve sürekli etraflarına bakıyorlardı. Ne konuştuklarını duyamıyorlardı ama endişeli bir halde konuştukları belliydi. Alec, Daniel'a döndü. "Her koşulda klanımızda sana yer var. Kardeşim seni kabul ederse de onu destekler ve senin burnunu sürtmesine zevkle yardım ederim. Ama önce şu işleri bir çözelim." Daniel gözleri parlayarak başını salladı. "Ama önce şu ikisinin neyin peşinde olduğunu çözelim."



Üçü dikkatle ikisine yaklaşarak dinlemeye ve ne konuştuklarını anlamaya çalıştılar. "Seni aptal! Nasıl bana onun buraya geldiğini daha şimdi söylersin? Ne yapacağız? Ya her şeyi söylerse? Ya itiraf ederse? Ya bizim de ismimizi verirse? Hiç neler olacağını düşündün mü?" Senga sinirli bir şekilde konuştuğu için sesinin tonunun yükseldiğini fark etmiyordu. Angus sert bir şekilde onun kolunu tuttu. "Sessiz ol! Bizi duymalarını mı istiyorsun? Daha hiçbir şey olduğu yok. Ama sen böyle devam edersen herkes öğrenecek. Düşünmeliyiz... Kral henüz onunla konuşmadı ama bugün konuşacağını duydum. Elizabeth'i ziyaret etmiş. Lanet kadın sonunda bir işe yaradı. Onun sayesinde McAlister'ın da dikkati dağışdı." Alec duydukları karşısında öfkeyle ileri atılacaktı ki Daniel ve Ian onu kolundan tutarak yerinde tuttular. "Ama bu sadece geçici bir çözüm, elbet zindanlara gidecek. Başka bir şey yapmalıyız. Baban ne diyor?" Senga sıkıntıyla ellerini ovuşturdu. "Daniel inanmış gibi görünmüyor ve her şeyi reddediyor. Babam tabi ki sonuna kadar bastıracak ama bunu hemen çözmem gerekiyor. Laird Sinclair'i inandırırsak her şeyi başarmış olacağız. Lanet olası Sophie McAlister bile bana ilk seferinde inamıştı." Bu sefer Ian ikisini tutmaya çalışmış ama bu sırada çıkan küçük seslere engel olamamıştı. Senga ve Angus çıkan sesler karşısında telaşla etraflarına bakındılar. "Biri mi var?" Angus ona cevap vermeden bakınmaya devam etti. "Saraydan bu kadar uzakta kim olabilir? Herkesin sarayda olması gerekiyor." Bir iki adım ilerleyerek üçünün bulunduğu yere yaklaşınca her biri bir ağacın arkasına saklandılar. Nefes bile almıyorlardı. "Kimse yok gibi görünüyor. Sincap ya da başka bir hayvandır ama daha fazla riske girmeyelim, çok zaman geçti. Zaten dönmemiz gerekiyor, hadi yürü." Angus ve Senga sessizce konuşmaya devam ederek uzaklaşırken üçü de sinirlerine hakim olmakta çok zorlanıyordu. "Yüce Tanrı sen bana hakim ol da ben şunları oracıkta öldürmeyeyim!" Alec sinirle volta atıyor, Daniel nasıl böyle planlı bir şekilde kandırılmaya çalışıldığı ve Sophie'nin kendisinden nasıl uzaklaştırıldığını hazmetmekte zorlanıyor, Ian ise ailesinin içinde bulunduğu bu zor durum karşısında ne yapacaklarını ve nasıl ilerleyeceklerini düşünüyordu. "Tamam, durun. Sakince düşüneceğiz. Onlar biraz ilerlesin, peşlerinden saraya gidip her şeyi krala anlatacağız. Bahsettikleri kişi eğer tahmin ettiğimiz gibi zindandaki adamsa Senga ve o adamı yüzleştirmeliyiz. Sonra her şey ortaya çıkınca yüzlerine konuştuklarını duyduğumuzu her şekilde söyleyip intikamımızı alabiliriz. Ama eğer öfkeyle hareket edip şimdi yanlarına gidersek her şeyi inkar ederler. Elimizde kralın ve herkesin şahit olacağı kanıtlara ihtiyacımız var." Ian'ın doğruyu söylediğini ikisi de biliyordu. Ama bu yaşadıkları karşısında sakin kalmak çok zordu. "Beni kandırmaya çalışmış, babamı kandırmaya çalışmış. Babası ve bu lanet kadın bizi zor durumda bırakmayı bilerek planlamışlar. Aptal Julia ve oğlu da işin içinde. O yüzden Julia buraya gelemediği için çok bozulmuştu. Bunu ödeteceğim, hesabını soracağım. Sophie'ye bile benden uzak dursun diye yalan söylemiş." Yumruk yaptığı elini hırsla alnını yasladığı ağaca vurdu. "Benim karımın ve kardeşimin adını ağzına aldığı ana pişman edeceğim onu. Hepsinden tek tek intikamımı alacağım." Ian da en az onlar kadar sinirliydi. Ama daha mantıklı düşünebilecek durumdaydı. "Hadi artık, kendinizi toplayın. Hemen saraya dönmemiz gerekiyor."

   Sarayın büyük, ihtişamlı kapıları gürültüyle açılırken içeri girenlerin ekose kumaşlarının rengi Sinclairlerinkinden başkası değildi. Alasdair Sinclair yanında karısıyla birlikte saraya girerken suratındaki ifadeden çok fazla şey anlayabilmek mümkün değildi. Liderlerinin babasının geleceğini duyan Louis hızla avluya inmiş ve onları karşılamıştı. "Hoş geldiniz efendim." Alasdair atından inerek karısının da inmesine yardımcı oldu. "Çok da hoş bir şekilde gelmedim Louis. Oğlum nerede? Nasıl oldu? Kimin yaptığı belli oldu mu?" Louis anlık bir şekilde afallasa da sonradan toparladı. "İyi efendim, oğlunuz gayet iyi. Merak etmeyin." Alasdair etrafına bakındı. "Nerede o?" Tam da o sırada sarayın arka kapısından gelen Angus ve Senga ilerleyerek onların yanına geldiler. "Ahh hoş geldiniz efendim! O kadar sizinle konuşmayı dilemiştim ki Tanrı dualarımı kabul etti." Alasdair anlamaz şekilde bakınca Julia ilerledi. "Ne konuşacaktın kızım? Bir sorun yok değil mi?" Son cümlesini söylerken oğlu Angus'a bakmıştı. "Aslında bir sorun var efendim. Ama siz yeni geldiniz. O yüzden içeride siz dinlendikten sonra konuşsak daha iyi olacak." Angus annesine hafifçe gülümsedi. Bunu fark eden Alasdair hızla ona döndü. "Bir sorun varken neden gülümsediğini öğrenebilir miyim Angus? Oğlum vurulmuşken ve durumlar bu haldeyken mutlu olunacak ne varsa bizimle paylaşmanı istiyorum." Angus bu sert cümleler karşısında ne diyeceğini bilemezken Julia araya girdi. "Bizi gördüğü için mutlu olmuştur canım. Başka ne olmuş olabilir. Hepimiz Daniel için çok üzüldük, biliyorsun." Alasdair asla inanmış görünmüyordu ama bunun üzerine başka bir cümle de söylemedi. "Eminim benim için çok üzülmüşsündür Julia. En derinden hissediyorum." Bu alaycı cümleler karşısında Angus, Julia ve Senga gerilerek ona doğru bakarken Alasdair kollarını açtı. "Oğlum!" Senga ve Angus onların sarayın dışından gelmeleri karşısında endişeyle birbirlerine baktılar. Daniel, Alec ve Ian'ın yanından ilerleyerek babasının yanına doğru ilerledi ve yıllardır babasından görmediği sıcaklığı en derinden hissederek sarıldı. Babası geri çekilerek oğlunu inceledi. "Nasılsın? Bir şeyin yok değil mi?" Daniel gülümsedi. "İyiyim baba, merak etme. Ama seninle konuşacağımız çok önemli işlerimiz var."  Alec ve Ian bir baş selamıyla lideri selamladılar. Senga tam da o sırada ileri atıldı. "Ama önce ben sizinle konuşmak istiyorum efendim." Alasdair tek kaşını kaldırarak ona baktı. "Ben önce oğlumla konuşmayı tercih ediyorum. Hadi içeri geçelim."

   Aradan geçen bir saat sonunda Alasdair, Daniel, Alec ve Ian her şeyi konuşmuşlardı. Daniel, Sophie'ye duyduğu sevgiyi ve gelecekteki ikisi hakkında planladıkları dahil olmak üzere hiçbir şeyi atlamadan olduğu gibi anlatmıştı. Babasının yüzünden her zamanki gibi hiçbir şey okunmuyordu. "Biliyorum bu anlattıklarımız çok fazla geliyor. Ama sana yemin ederim baba hepsi doğru. Kendi kulaklarımızla duyduk." Alasdair tam cevap verecekti ki bulundukları küçük oturma odasının kapısı aniden açıldı. Kralı kapıda görünce hepsi kalkarak selam verdiler. "Bana gözükmeden, benim haberim olmadan toplantı mı yapılıyor burada?" Dördünün de yüzündeki ciddi ifadeye daha fazla dayanmayınca güldü. "Şaka yapıyorum! Yüzlerinizi görmeniz gerek! Hoş geldin Alasdair. Zannediyorum ki oğlunun başına gelenler seni endişelendirdiği için buradasın." Babası başını salladı. "O yüzden buraya geldim ama çok başka şeyler duydum. Duyduklarımın hepsine de inanıyorum. Oğluma inanıyorum. Sizin de duymanız iyi olacaktır. Lütfen gelip oturun majesteleri." Kral kapıyı kapatıp kafası karışmış bir şekilde ilerleyerek otururken Daniel babasına gözleriyle çok şey anlatarak baktı ve sadece hafifçe gülümsedi.

Böğürtlen MevsimiWhere stories live. Discover now