Bölüm 14

257 24 5
                                    

Merhabalar, öncelikle hepinizden özür diliyorum. Normalde cuma günü  yayınlıyordum ama kardeşimin üniversite sınavı vardı ve bugün de benim doğum günümdü. O yüzden çok yoğun günler geçirdim ve ancak şimdi yayınlayabiliyorum. Bundan sonra da cumartesi günleri yayınlamaya başlayacağım. Eğer erken yazıp tamamlayabilirsem cuma günleri de yüklerim. Tekrar kusuruma bakmayın, iyi okumalar diliyorum. Haftaya görüşmek üzere!




Önceki bölümde...

"Onu sevmiyorum baba. Hiç de sevemeyeceğim. Ve bana bunları yaşattığın için seni hiç affetmeyeceğim." Söylediklerine aldığı cevap atılan adımlar kapanan bir kapının sesiydi. İşte yine yalnız kalmıştı. Daniel burada, kendi evinde kalabalığın içinde bile yalnızdı. İstediği oluyordu, klanının başına geçecekti. Peki neden memnun değildi? Neden nihai amacına bu şekilde yaklaşıyor olduğu halde bu kadar mutsuzdu? İçindeki eksiklik ve yanlışlık hissini atamıyordu. Ama başından beride istediği bu değil miydi? Sophie'nin gözlerinin içine bakarak onu kırdığında da amacının bu olduğunu ve bu amacın bazı sonuçlar doğurabileceğini bilmiyor muydu? Kimi kandırıyordu ki? Buraya gelirken babasının istediğinin bu olduğunu ve başka bir kadınla evleneceğini pekala biliyordu. Bilmediği ve tahmin etmediği şey hisleriydi. Lanet olsun, ne ara hisleri davranışlarını etkiler hale gelmişti? Hepsi Sophie ile yaşadıklarından sonra olmuştu. Şimdi Sophie de oradaysa nasıl olacaktı? Nasıl yanında nişanlısı -gelecekteki karısı- ile nasıl onun karşısına çıkacaktı? İlerleyerek masasının etrafından dolandı ve sandalyesine oturdu. Başını ellerinin arasına alarak gözlerini kapadı ve oraya gittiğinde Sophie'nin orada olmamasını diledi.



Sophie'nin prensle tartışmasının üzerinden bir hafta geçmişti. Geçen süre boyunca Bruce'la sadece yemeklerde karşılaşmışlardı. Bir kere de koridorda denk gelmişlerdi. O zaman da kendisine kafası karışmış olarak bakmış -en azından Sophie öyle düşünmüştü- ama tek kelime söylemeden yanından ayrılmıştı. Açıkçası Sophie de onunla konuşmaya istekli değildi. Kendisinden uzak durması, kraliçenin ailesine ve sevdiklerine zarar verebilme ihtimalini azaltıyordu. Ama itiraf etmeliydi ki onun bu haline üzülmeden de edemiyordu. Annesi tarafından bu şekilde kim bilir ne kadar zamandır yönlendiriliyordu... Neden babasını dinlemeyi seçmemişti hiç? Ya da hemen annesine inanmıştı? Kraliçenin oğlunu etkileme boyutu Sophie'yi hem hayrete düşürüyor hem de korkutuyordu. Sürekli kafasında dönen soru ise kralın nasıl böyle bir insanın gerçek yüzünü göremediğiydi. Belki de görmezden gelmek onun için daha kolaydı, bilemiyordu. Saraydaki hayatın, klanlarındaki yaşamına benzemeyeceğinin bilincinde olarak buraya gelse de duyduklarına, gördüklerine ve yaşadıklarına tahammül edemez seviyeye gelmişti. Bazı istisnalar dışında herkes ve her şey o kadar sahteydi ki... Sıkıntıyla içini çekti ve çevirileri rahatça yapabilmesi için odasına konulmuş masanın arkasındaki sandalyesinde geriye yaslandı. Gözlerini kapattı ve derin derin nefesler alıp iyi şeyler düşünmeye çalıştı. Ayak bileği eskisi kadar rahatsızlık vermiyordu. Artık bastonu tutarken eskisi gibi parmakları beyazlamıyordu. Ama her şekilde ayağı yüzünden kısıtlandığı için sıkıntısından ölmek üzereydi. Ata binemiyordu, çiçekleri zaten yok olmuştu. Kalan son böğürtleninin yanına uğramak da içinden gelmiyordu. Kraliçe bütün hevesini içinden çekip almıştı sanki. Fransa kralının cevabı hala ellerine ulaşamadığı için çeviri işini de yapamıyordu. Onu tek heyecanlandıran şey klan liderlerinin yarın geleceğiydi. Bu abisi ve Elizabeth'i görmek demekti. Bir gün daha beklemesi gerekliydi. İçini çekerek başını yan tarafa çevirdiğinde el yapımı oklarının ve yayının olduğu koltuğa başını çevirdi. Bunu evinden getirmişti. Seyisleri Matthew ve Daniel ile yapmışlardı. Daniel... Ah onun gelebileceği ihtimalini hiç düşünmemişti. Kral herkesin karısı, yoksa da ailesi ile gelmesini istediğini söylediğinden onun gelebileceğini düşünmemişti. İçine düşen şüpheyi dağıtmak istercesine olabildiğince hızlı bir şekilde ayağı kalktı. Yayının askısını sırtına takarak odanın kapısına yöneldi. Uzun zamandır antrenman yapmıyordu. Biraz çalışmak ona da iyi gelecekti. Annesi onun kendisini savunmayı da bilmesini istediğinden babasından, abisinden ve klanlarındaki kumandanlardan eğitim almasını sağlamıştı. Annesine birçok şey için ne kadar teşekkür etse azdı. Keşke annesi de bugünleri görecek kadar aralarında olabilseydi. Merdivenleri bu düşüncenin verdiği hüzünle inerken eskisi kadar zorlanmıyor olmak onu mutlu ediyordu. Artık kimseye ihtiyacı olmadan kendi başına merdivenleri inip çıkabiliyor, ihtiyaçlarını giderebiliyordu. Rita'nın elinden geleni yaptığını ve bunu yaparken de hiç şikayet etmediğini biliyordu bilmesine ama başkasına muhtaç olma fikri canını sıkıyordu. Kraliçe olsa kendisinin 'dağlı' olduğunu, bu yüzden de hiçbir şeyden anlamadığını söylerdi. Asıl hiçbir şeyden anlamayan kendisiydi. O kadar kibirliydi ki kimsenin onu sevmediğini, sadece sahip olduğu güçten korktuklarından dolayı saygı duyduklarının farkında değildi. Ya da belki de farkındaydı ve böyle olmak hoşuna gidiyordu. Buna da şaşırmazdı. Daha fazla kraliçe hakkında düşünmek istemediğini fark ederek gözlerini kapattı. Derin bir nefes alarak tekrar açtığında uşaklar giriş kapısını iki taraftan açtılar. Sophie reverans yaparak onlara teşekkür ettiğinde uşaklar bakışlarını kaçırarak başlarını salladı. Bu da saraya geldiğinde garip buldğu şeylerdendi. Uşakların işinin bu olduğunu ve yaptıklarının normal olduğunu bilmesine rağmen Sophie kendisini onlardan üstün görmezdi. Ama kraliçe soylu olan insanların uşaklarla gerekmedikçe iletişim kurmamasını tercih ettiğini belirttiğini Rita ile kendisine iletmişti. Bizzat kendisi söylememişti. Kendini bu kadar büyük görmesinin sebebini asla anlayamıyordu. Bu kocaman dünya ünvanlardan ibaret değildi. Hepsinin belli bir ömrü vardı ve geriye sadece doğa kalıyordu. Ama bu sadece fark edenler içindi. Katharina gibi insanlara bunu anlatmak imkansızdı. Zaten uğraşılmaya değmeyen bir insandı. Ah Tanrı aşkına yine kraliçeyi düşünüyordu! İlerleyerek güzel şeyler düşünmeye çalıştı. Merdivenlerden dikkatli bir şekilde inerek ilerlediğinde sarayın büyük kale çitlerinin gözcü kulesindeki askerlerden biri bağırdı. "Gelen atlılar var! Gelen atlılar ve araba var!" Sophie gerilerek kapıya doğru hızlıca ilerledi. Gözcü kulesinin basamaklarını tahta bastonundan destek alarak çıkmaya başladı. "Leydim nereye gidiyorsunuz? İçeri girmeniz gerekli, kim olduklarını bilmiyoruz!" Sophie onları dinlemeden basamakları çıkarken kalbi hızla atıyordu. En son böyle cümleler kurulduğunu duyduğunda klanlarında savaş çıkmıştı. Kuleye çıktığında nefes nefese kalmıştı. Bir askerin elinden dürbünü kibarca alarak gelenleri izledi. Dürbünü elinden indirdiğinde donmuş kalmıştı. "Leydim, iyi misiniz? Leydi McAlister ne oldu?" O an askerlerin sesi adeta kalın bir perdenin arkasından geliyor ve Sophie'ye ulaşamıyordu. 

Böğürtlen MevsimiWhere stories live. Discover now