Bölüm 17

256 18 1
                                    

Bir bayram gününden hepinize merhabalar!   Bu bölümü diğer bölümlere göre daha uzun yazabildiğimi gururla söylemek istiyorum. Sizin yorumlarınız ve desteğiniz benim beni motive ediyor. Bunun için teşekkür ederim. Ama düzenlediğim için ancak bu saate yetiştirebildim. Affınıza sığınıyorum. Olaylar gelişirken her şey daha heyecanlı bir hal alıyor. İnanın yazarken ben bile heyecanlanıyorum. Büyük buluşmaya çook az kaldı. Sizce Senga'nın amacı ne? Sarayda neler yapacak? Daniel, gelecekteki karısına alışabilecek mi? Sophie ise bu durumu öğrenince neler hissedecek? Çok daha fazlası için haftaya görüşmek üzere! Sağlıklı ve musmutlu bayramlar diliyoruum. 



Önceki bölümde...

Elizabeth, Sophie'nin saçlarını okşadı. "Seni çok özledik Soph. Ve küçük bir sürpriz yapmak istedik." Yüzündeki yaramaz ifade Sophie'yi gülümsetti. "Hadi gel, sana yardım edeyim birlikte içeri girelim. Sonra neler yaptığını konuşabiliriz." Tam eğilerek yerden Sophie'nin bastonunu alacaktı ki bileğini tutan sert elleri yüksek sesli bir homurdanma takip etti. "Eric'in sana ne söylediğini çok iyi biliyorsun. Lütfen beni yorma sevgilim, olur mu?" Eric, McAlister Klanı'nın doktoruydu. Şifa yetenekleriyle ünlüydü ve Elizabeth'e hamileliğinin ilk aylarında olduğunu ve çok fazla eğilip kalkmamasını, ağır şeyler kaldırmaması gerektiğini söylemişti. Ama Elizabeth her seferinde bunu unutuyor, Alec'i istemeden de olsa kızdırmayı başarıyordu. Kocasına gülümseyerek başını salladı ve Alec, Sophie'ye bastonunu verirken o da boş olan koluna girerek ona destek oldu. Onlar yavaş yavaş sarayın büyük kapısına doğru yürürken arkalarındaki McAlister arabaları da ilerliyordu. Hepsi ilerleyen günlerde sarayda yaşanacak olan olaylardan habersizdi.



Derenin yanına kamp kuralı iki saat oluyordu. Artık hava kararmış ve adeta güneşin yokluğunu hisseden rüzgar daha şiddetli esmeye başlamıştı. İskoçya'da sonbahar böyleydi. Sonbaharda gündüz daha ince kıyafetler giyebiliyorken gece bu kıyafetlerle dışarıda kalmak imkansızdı. Bu yüzden Daniel hazırlıklı bir şekilde gelmişti. Askerleri kamp çadırlarını kurduktan sonra ateş yakmışlardı. Sandviçlerini yemişler, üzerlerine kalın Sinclair renklerini taşıyan sarı ve kahverengi battaniyeleri sarmışlardı. Daniel ve Louis ise ateş başında ısınan insanlardan uzakta bir ağacın yanında kaşları çatık bir şekilde konuşuyorlardı. "İzler derede kesiliyor, yani karışıyor efendim. Ben de bir anlam veremedim. İzlerini yok etmek için çok uğraşmış olmalılar ya da sonradan gelen hayvanlar bu izleri karıştırmış olmalı. Ama birkaç klan bu yolu izlemiş olmalı, belki de onların izidir. Fergussonlar bizden önce yola çıkmışlardı mesela." Daniel, Louis'in tahminin doğru olma olasılığının bulunduğunu biliyordu. Ama içi bir türlü rahat etmiyordu. Çünkü hiç at arabası izi yoktu. Sadece at izi vardı. Saraya giden klanların yanında genelde at arabası oluyordu. Bu gece tetikte olmakta fayda vardı. Eğer Senga'nın midesi iyi olsaydı gece kamp kurmayacak ve sabah sarayda olacaktı. Ama onu bu halde yola çıkaramazdı. "Askerlere her ihtimale karşı kampın etrafında daire oluşturacak şekilde nöbet tutmalarını söyle. Dört saatte bir değiştirirsiniz. Ben de yanınızda olacağım." Louis başını salladı. "Tamam efendim, şimdi bir nöbet planı oluşturacağım." Selam vererek yanından uzaklaştı ve ateşin etrafındaki bütün askerleri yanına çağırdı. Ateşin başında bir tek Senga ve Angus kalmıştı. Daniel istemese de onların yanına gitmek zorunda olduğunu biliyordu. İlerleyerek ikisinden de uzak bir yere oturdu. "Hoş geldin!" Senga'nın kahverengi gözleri ateşin ışığıyla parıldıyordu. Daniel sadece başını sallamakla yetindi. "Ben, seninle özel olarak konuşabilir miyim?" Daniel bu cümleyi duymamış gibi duran Angus'a ters ters baktı. "Gidip nöbet için askerlere destek ol Angus." Angus şaşırmış gibi görünerek baktığında Daniel'ın sabrını zorluyordu. "Ben de mi nöbet tutacağım? Bu yolculuk beni çok yordu. Uyumayı planlıyordum." Tek kaşı sinirden seğiren Daniel sıkılı dişlerinin arasından konuştu. "Sen de nöbet tutacaksın Angus, herhangi bir ayrıcalığın yok. Ben bile nöbet tutarken senin yatmana izin vereceğimi düşünmüyorsun değil mi? Kalk ve Louis'in yanına git." Adam başka hiçbir şey söylemeden yanlarından uzaklaşırken Senga yerinden kalkarak yanına yaklaştı. "Ben yalnız uyumak istemiyorum. Ormanda bu şekilde uyumak kabus görmeme sebep oluyor. En azından uykuya dalana kadar yanımda durur musun? Evleneceğimiz belli olduğu için birkaç saat yanımda durmanın bir sorun yaratacağını düşünmüyorum." Daniel ne diyeceğini bilemez şekilde kalmıştı. Asla onunla uyumak istemiyordu. Yanında olmak istemiyordu. Yalnız kalmayı hiç istemiyordu. Ama Senga ona reddetmesi için hiçbir fırsat bırakmamıştı. Gerçekten de evleneceklerdi ve yakında hep birlikte olacaklardı. Bu garip karşılanmazdı. Ayrıca gerçekten de hiç iyi görünmüyordu. Gözlerinin altı ateşin loş ışığında bile siyah görünüyor, iyi bir uykuya ihtiyacı olduğunu belli ediyordu. Hayır diyemezdi. "Tamam." Ağzından tek çıkan kelime bu olmuştu. Senga daha fazlasını duymak için beklese de reddedilmeme zaferiyle yetinmeye karar verdi. "O zaman ben şimdi çadıra gidiyorum, sen de gelirsin." Daniel başıyla onayladıktan sonra gelecekteki karısı yavaşça ayağa kalkarak yanından uzaklaştı. Ah lanet olsun! Daniel kabul etmek istemese de bu kadın onun karısı olacaktı. Her gün ondan nefret eder gibi davranamazdı. Davranışları hoşuna gitmese de onunla geçinmeyi öğrenmek zorundaydı. Sophie onun için güzel bir anı olarak kalmalıydı. Artık onu aşmalıydı ve hayatına devam etmeliydi. İstemeden sıktığı yumruklarını açarak çadıra doğru ilerledi ve örtüyü açıp içeri girdiğinde gördükleri karşısında gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Hızla arkasındaki örtüyü kapattı. "Neden bu haldesin Tanrı aşkına?" Senga sadece beyaz iç geceliğiyle karşısında duruyordu. Göğüsleri geceliğinin başındaki ipli kısmından taşarcasına ortadaydı. "Elbiseyle yatmayı denedin mi hiç?" Oluşan sessizlik ona devam etme cesaretini verdi. "Demek ki yatmadın. O zaman beni anlayabileceğini düşünmüyorum. Şu battaniyeyi uzatır mısın? Donarak ölmek istemiyorum." Daniel ona verecek bir cevap bulamamıştı. O yüzden sadece battaniyeyi uzatmakla yetindi. Senga battaniyeye sarınarak uzandı. "Çadırı başımıza yıkmak için mi ayakta durarak örtüyü zorluyorsun? Yanıma oturabilirsin, seni yemeyeceğim." Daniel kaşlarını çatarak onun yanına oturdu. Çadır onun için çok dardı. O yüzden istemese de kadının yanında durmak zorundaydı. Ama oturmak da belinde korkunç bir ağrı yaratıyordu. O yüzden uzanarak kadına arkasını döndü ve biraz uyumaya karar verdi.

Böğürtlen MevsimiWhere stories live. Discover now