Bölüm 38

143 11 5
                                    

Merhabalaar! Bu sefer normale göre bir tık daha kısa bir bölümle geldim. Ama sadece bir tık. 🫰🏻Olayları bölmemek adına bu şekilde yazmak zorundaydım. 🙈 Umarım beğenirsiniiz. Hemen hemen herkese yer vermeye çalıştım. İyi okumalar diliyorum, haftaya görüşmek üzere! 🌸








Önceki bölümde...

Uğultulu sesler başının ağrımasına sebep oluyordu. Kaşlarını çatarak yüzünü buruşturdu. "Uyanıyor galiba!" Bu Elizabeth'in sesi olmalıydı. Yoksa yanılıyor muydu? "Sizi buraya almamam gerekiyordu. Bakın yüzünü buruşturuyor, hastamı rahatsız ettiniz!" Huysuz doktoru David yine formundaydı. "Hayır David, rahatsız olmuyorum. Gitmesinler..." David başını onaylamaz bir şekilde salladı. Gözlerini yavaşça açmaya çalıştığında ışık gözlerinin içine dolarak elleriyle yüzünü kapatma isteği uyandırdı. Sağlam olan elini gözlerine götürmek için kaldırdığında aklına yaşadıkları geldi. Hızla doğrulmaya çalıştığında Jenny ona engel oldu. "Dur canım, hemen kalkmamalısın. Daha yeni kendine geliyorsun. Daniel iyi, lütfen beni engellemeye çalışma." Sophie o zaman istemsizce Jenny'nin ellerini tutmaya ve ayağa kalkmaya çalıştığını fark etti. Sakinleyerek ellerini indirdi ve yan tarafa bakmaya çalıştı. ama o tarafta Elizabeth oturduğundan Daniel'ı göremiyordu. "Ani hareket ettiği ve göğsünü zorladığı için dikişi açılmış ve bu yüzden göğsü kanamış." Bunu söyleyen Elizabeth'di ve sesi sitem ile kızgınlık doluydu. "Özür dilerim Leydi McAlister ama sakin kalmam mümkün değildi. Size anlattım..." Jennifer gözlerini devirerek bakışlarını ikisi arasında gezdirdi. "Evet dua edin, bu yaşadığınızı başka kimse duymasın. Yoksa başta Alec olmak üzere çok sinirleneceklerdir ve klanlar arası yeni bir savaş çıkmasını istemeyiz, değil mi?" Sophie tam konuşacaktı ki Ian'ın sesi duyuldu. "Neden klanlar arasında savaş çıkıyormuş sevgilim?" Ian, Alec ve Louis içeri girdiler.



Odada bulunan herkesin gözü önce Ian'a sonra da Jenny'ye döndü. "Ben de buradayım! Yüce Tanrı, sanki Leydi Jennifer da benim gibi göğsünden okla vurulmuş ve ölümden dönmüş gibi davranıyorsunuz..." Daniel'ın gücenmiş numarası yaparak arkadaşlarına söylediği bu cümleler karşısında hepsinin dikkati dağıldı. Bir anda odayı bu koca devlerin sevinç nidaları doldurdu. Yani... Sevinç olduğunu düşünmek istiyorlardı çünkü oluşan uğultu hepsinin şaşkınlıkla bakakalmasına sebep oldu. "BU NE GÜRÜLTÜ? KİM HASTALARIMI BÖYLESİ BİR SESLE RAHATSIZ EDEBİLİR?" Yükselen sese David'in verdiği tepkiyi hiçbiri sorgulayamazdı. Klan liderleri ve Louis bile sert bir sesle uyarıldıktan sonra David'e hak vermişlerdi. "Biz... Özür dileriz, liderimizin uyandığını görünce tepkimizi kontrol edemedik. Söz veriyorum, hastalarınızı rahatsız etmeden sevineceğiz." Ian ve Alec birbirlerini dürtükleyerek güldüklerinde bir kere daha David'in azarından kaçamadılar. "Siz McAlister ve McLeod liderleri! Sizin çocukluğunuzdan beri tanırım!" kaşları çatılmış, burnuna düşmüş gözlüklerinin üstünden bakıyordu. "Çocukken böyle şeyler yaptığınızda neler olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Büyümeniz, eşlerinizin ve çocuklarınızın olması hiçbir şeyi değiştirmez. Şimdi ya sessiz olursunuz ya da bu güzel leydiler dışında hepinizi bu odadan eski yöntemlerimle kovalamak zorunda kalırım. Son beş dakikanız kaldı. Sonra herkes hastalarımı rahat bırakacak, haberiniz olsun." Son cümlesini söyledikten sonra hışımla yana, kendi odasına geçti. Onun bu haklı ve yaşlı huysuzluğu karşısında hepsi gülmemek için kendilerini çok zor tutuyorlardı. Alec ve Ian hariç. Onların suratı gözle görülür şekilde bozulmuştu. "İkiniz de küçükken David'in neler yaptığını söylemeyecek değil mi?" Elizabeth bunu ağzından kaçan hafif bir kıkırdamayla sormuştu. Alec karısının yanına ilerleyerek durdu ve onun omzunu okşadı. "Hayır, sevgilim anlatmayacağız." O sırada Jennifer, Sophie'nin yatakta doğrularak oturmasına yardım etmişti. Geçen yarım saat boyunca önce Daniel'ın uyanma sürecini, -Senga ile olanları atlayarak- olayların nasıl geliştiğini ve neler yapılacağını birbirlerine anlattılar. Daniel'ın akşam gerçekleşecek olan plana katılmak istemesi karşısında hepsi ona aklını kaçırmış gibi yaptı ve bunun için izni David'den almasını söyleyince yüzünde oluşan ifadeye epey güldüler. En sonunda artık gitme vakitlerinin geldiğine kendileri karar verdiler. David'le bir daha yüzleşmek istemiyorlardı.

Charles masasında oturmuş, düşünceli bir şekilde elindeki dolma kalemi çevirip duruyordu. Adam her ne kadar inandırıcı görünse de emin olamıyordu. İsminin Finn Fletcher olduğunu söylemişti. Bu bir tesadüf olamazdı. Saraydaki dostlarının yardımıyla Daniel Sinclair'in üvey kardeşi Angus Fletcher ile bir bağı olup olmadığını öğrenmeye çalışmış ve gerçekten de tahminlerinin doğru olduğunu anlamıştı. Finn Fletcher, Angus Fletcher'ın kardeşiydi. Bu adam kardeşine destek olmayı hiç mi düşünmemişti? Ya da anneleri Julia neden ısrarla tek oğlu olduğunu söyleyerek küçük oğlunu kendi kaderine terk etmişti? Bu basit bir anlaşmazlık mıydı? Ya da bir baş kaldırı mı? Bu iş gittikçe garip bir hal alıyordu ve Charles bu garip tesadüf karşısında çok huzursuzlanmıştı. Bu iş bir an önce sonuçlansa iyi olacaktı. Aksi takdirde krallığı çok büyük bir karışıklık bekliyordu.

Senga gördüklerinden sonra çok öfkelenmiş ve ne yapacağını şaşırmıştı. Her şeyi yakıp yıkma isteği o kadar baskındı ki kendini çok zor tutmuştu. Önce hemen babasının yanına gitmek ve olanları anlatmak istemişti. Ama sonra sakinleşmek için odasına dönüp içeride volta atıp durmuştu. Bu şekilde hareket etmek akıllıca olmazdı. Ama sonra ise çok iyi bir şey yaptığını anlamış, kendisine verdiği güzel fikirden sonra ona bir kere daha hayran olmuştu. İyi ki o an yaşadığı öfkeyle hareket edip de eline geçen bu fırsatı kaybetmemişti. Yapacağını çok iyi biliyordu. Sadece biraz beklemesi ve yaşanacakları izlemesi gerekiyordu. Kimse ona bunları yaşatamazdı. İkisine de yaptıklarını ödetecekti. Özellikle Daniel... Bu yaptığına, özellikle o söylediklerine çok pişman olacaktı. Gülümseyerek odasının penceresinden batan güneşi izledi. "Çok yakında sevgili nişanlım Daniel, çok yakında... Çok mutlu olacağız."

Sophie ve Daniel akşam yemeklerini yemişler, öylece oturuyorlardı. İkisi de çok gergindi. Akşam herkes bu plan için saraydan ayrılacaktı. Sophie çok huzursuzdu. Sevdiği insanların bu şekilde tehlikede olmaları onu çok korkutuyordu. Böyle zamanlarda aklına hep annesi geliyordu. Annesinin başına gelenlerin sevdiği birkaç insanın da başına gelmesine dayanamazdı. Endişeyle ellerini ovuşturarak gözlerini karanlık pencereye çevirdi. Daniel da onun hissettiklerini paylaşıyordu. Ama Daniel, ondan farklı olarak Sophie için de endişeleniyordu. Sophie kendisinden başka herkesi o kadar çok düşünüyordu ki, bu onun sağlığını da etkiliyordu. Daniel onu sarıp sarmalamak ve asla bırakmamak istiyordu. Gözü parmağındaki yüzüğe indi. Ama önce bu sorunu halletmeliydi. Burada olmazdı, biliyordu. O yüzden Senga ile babalarıyla konuşmak için dönmeyi beklemeleri gerektiğini sakince konuşacaktı. Şu odadan bir kurtulabilirse her şeyi halledecekti. Ama aynı zamanda bu odada sonsuza dek Sophie'yle kalabilirdi. "Bir şey mi oldu? Canın mı yanıyor?" Sesli bir şekilde içini çektiğini Sophie konuşunca anladı. "Evet biraz canım yanıyor. Yanıma gelirsen belki kendimi daha iyi hissederim." Sophie'nin endişeli yüzü bir gülümsemeyle aydınlanınca Daniel da istemsizce gülümsedi.

Böğürtlen MevsimiWhere stories live. Discover now