Bölüm 12

272 23 3
                                    

Merhabalar, yine geç yükleyebildim. :( Yarın veli toplantım var ve çok erken kalkacağım. Ama bölümü ertelemek istemedim. Bölümün sonu hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı bekliyorum! Şimdiden iyi okumalar, haftaya görüşmek üzere!



Önceki bölümde...

Kapısının tıklatılmasıyla ellerini indirdi ve girmesini söyledi. "Gir." Gelen, askerinin yanında bekleyen bir ulaktı. Kraliyetten geldiği üniformasından belli olan bir ulak. Daniel sırtını dikleştirerek ulağa oturması için masasının önündeki koltuğu işaret etti. Ne olmuştu da kral bir ulak göndermişti lanet olsun! Ulak önce eğilerek selam verdi, sonra oturdu. Arkasından askerlerden biri kapının yanından konuştu. "Efendim lordumuz şu an kalede değil o yüzden size yönlendirdim." Daniel kafasını salladı. "Tamam, ben hallederim. Misafirimize içecek bir şeyler hazırlayıp getirin. Uzun yollardan gelmiş. Sen çıkabilirsin." Askeri başını salladı ve selam vererek dışarı çıktı ve kapıyı kapattı. "İskoçya Kralı Teàrlach Stiùbhairt'in bizzat ilettiği mesajdır efendim." Ulak kibarca zarfı uzattı. Daniel zarfı alarak mührü kırdı ve parşömen kağıdını çıkardı.


Daniel mesajı okuduğu zaman ertesi gün başına açılacak olan derdi asla bilmiyordu.




Yemek masası Sophie'nin beklediği gibi değildi. Beklediğinden çok daha gergindi. Sanki eliyle tutabilecekmiş kadar yoğun ve hissedilebilirdi. Kralın kaşları çatık sürekli kraliçeye öfkeli bir şekilde bakıyor, kraliçe soğuk ve ifadesiz yüzünü koruyor, prens ise ikisi asla umurunda değilmişçesine oturduğu yerde Sophie'ye göz kırpıyordu. Sophie bu hareket üzerine hemen kraliçeye baktı. Ama neyse ki o kendisine bakmıyor, saraydaki görevlilerden birine kızgınca bakıyordu. "Size daha kaç kere işinizi doğru yapmanızı söyleyeceğim? Yemekler sıcak yenir, bu şekilde değil!" Tabağını eline alıp ileri ittirdi. Yahninin olduğu tabağın üzerine fırlatılan tabak sert bir ses çıkararak yemek salonunda yankılandı. "T-tabi e-efendim. H-hemen ilgileniyorum. Ö-özür dilerim." Orta yaşlı adam yemekleri hızla toparlayarak uzaklaştı. Elizabeth'in babası Kont James Lawrence'ın yaşlarında görünüyordu. Ve yüzündeki mahcup ifade Sophie'yi bile o kadar çok incitti ki o zavallı adamı hayal edemiyordu. Yüzündeki üzücü ifade kraliçenin kendisine seslenmesiyle sert ve soğuk bir ifadeye büründü. "Biraz daha iyi misiniz Leydi McAlister?" Sesindeki yapmacıklık o kadar barizdi ki Sophie'nin midesi bulandı. "Biraz daha iyiyim, teşekkür ederim majesteleri." Kralın bakışları da üzerindeydi. "Bruce bahçenin ezildiğini ve çiçeklerin koparıldığını söyledi. Neden böyle bir şey oldu? Kim buna sebep oldu?" Kral Sophie için kritik olan bu soruyu çok ani sormuştu. Bütün gözler onun üstündeydi. "Hastalanmışlardı." Kral kafası karışmış bir şekilde baktı. "Hastalanmışlardı efendim. Yaprakları soluyordu, sararıyordu. Bazı böcekler yüzünden." Tüm gün bulabildiği tek yalan buydu. Kraliçe tatmin olmuş ve çok hafif de şaşkın görünüyordu. Ama bu şaşkın ifadesi çok hızlı bir şekilde kayboldu. Bruce ise şaşkın ifadesini gizlemeye çaba göstermeden sorgularcasına kendisine bakıyordu. Sophie bakışlarını hızla kaçırdı. "Doğru budama, temizleme ve ilaçlama ile düzelebilirdi. Ama hepsi ezilmiş gibiydi. Kim yaptı bunu ve sen nasıl izin verdin? Kızım sen geldiğinden beri bu bahçeye emek veriyorsun. Sadece bir tane böğürtlen fidanı kalmış. Bahçıvana onu korumasını ve bakmasını söyledim." Charles, Sophie'yi zorluyordu. "Efendim kurtarılma aşamasını çoktan geçmişlerdi. Onları kökünden kazımaktan başka şansımız yoktu. Ben de ayağımdan dolayı çok ilgilenemedim maalesef. Tabi bahçıvanlarınız ilgilenmiştir eminim. Ama bazen her şey için çok geç oluyor." Gözlerindeki hüznü saklayamamıştı. "Ama bir tane fidanın kaldığını söylediniz, ben de onunla ilgilenmeye devam ederim. Zaten az bir zamanım kaldı. Yakın zamanda sizin güvenli ellerinize emanet olacak." Kral düşünceli ve hala şüpheli görünüyordu. O sırada yemek servisi de başlamıştı. Sırayla hepsinin tabakları önüne geldiğinde kral bıçağıyla yahnisini doğrarken konuştu. "Kulübede olma sebebin de bahçeni görmek ve sanırım bu değişik budama yöntemiyle orayı temizlemek. "Evet efendim. Sadece ayağım canımı çok yaktığı için kulübeden çıkamadım ve istemeden de olsa sizi telaşlandırdım. Beni affedin lütfen." Kral başını salladı. "Senin iyi olman hepimizin en öncelikli isteği. Ama bahçen için üzgünüm. Acaba demekten vazgeçemiyorum. Doğru yol bu muydu onu da bilemiyorum. Ama sen gittikten sonra da fidanını yaşatacağımıza emin olabilirsin."

Yemekten birkaç saat sonra Katharina yorgun olduğunu söyleyerek yanlarından erken ayrılmış, Charles da ondan yarım saat sonra kalkmıştı. Sophie kralın kendisine inanmadığının pekala farkındaydı. Sadece inanmış gibi yapıyordu. Ama şu durumda Sophie için bu yeterliydi. Bu olayın daha fazla sorgulanmadan kapanmasını istiyordu. Ah yüce Tanrı Sophie evine gitmek istiyordu. "Neden doğruyu söylemedin? Annemin acımasızca hala sağlıklı ve canlı olan bütün çiçeklerinin sökülmesi emrini verdiğini? Bana öyle bakmana gerek yok. Her şeyi gördüğünü biliyorum." Sophie ne söyleyeceğini bilmiyordu. Rita'nın anlattıklarını söyleyemezdi. Bruce annesine inanmıştı ve ona inanmaya da devam edecekti. O yüzden çabalamanın bir faydası yoktu. "Neden bahsettiğinizi bilmiyorum. Ama her şeyin bu şekilde gelişmiş olması benim için en güvenli yol." Bruce kafası karışmış bir yüz ifadesiyle kaşlarını çatarak baktı. "Kadınları anlamak zor. Ama sen akıllı bir kadınsın, bunu biliyorum. Elbet bir sebebin vardır." Sophie başını sallamakla yetindi. Bir eliyle masaya tutunarak diğer eliyle de bastonundan destek alarak ayağa kalktı. "Benim odama çıkmam zaman alacaktır. O yüzden yavaş yavaş gideyim. Size iyi geceler majesteleri." Ayağı el verdiği ölçüde reverans yaptı. "Yakında abinin buraya gelecek olması seni mutlu edecektir." Sophie olduğu yerde durup prense döndü. "Bir hafta sonra geleneksel klan toplantısı için gelecekler. Bütün klanlar gelecek. En azından babam hepsini davet etti. Sen de yazışmaları biliyorsun. Bu yüzden de toplantı erken bir zamana çekildi." Sophie sevinçten zıplayabilir, etrafında çılgınca dönebilir ve prense bile sarılabilirdi. Ama yüzünde engel olamadığı gülümseme ile kalakaldı. "Aileni bu kadar seviyorsun demek. Yüzün ışıldıyor. Seni daha önce bu şekilde hiç görmemiştim." Sophie o kadar mutluydu ki onun söylediklerini tam olarak anlayamıyordu. "Siz bana o kadar güzel bir haber verdiniz ki, ne isterseniz yapabilirim!" Ağzından çıkan sözlerin kendisi de farkında değildi. Ama prens gayet farkındaydı. "O zaman seni yukarı ben götüreceğim. Yani Rita değil, ben yardımcı olacağım. Sen de bana belki babama neden gerçekleri söylemediğini anlatırsın."

   "Sessiz ol seni aptal. Şimdi bizi duyacaklar!" Adam onu duymuş gibi değildi. Öpüşlerini derinleştirerek bir eliyle kadının eteğini sıyırmaya ve bacaklarına ulaşmaya çalışıyordu. "O yaşlı bunak çoktan uyumuştur. Bizi duyması çok zor, kaleden uzaktayız." Bu cümleleri kesilen nefesiyle tamamlayan adam hala kadının bacağına ulaşamamış bir küfür savurmuştu. "Lanet olsun, içine bu kadar şey giymek zorunda mısın!" Kadın kıkırdadı. "Yakında böyle kokmuş kulübelerde değil kaledeki yatağımızda olacağız. O moruk da hak ettiği yeri boylayacak. Onu ellerimle öldüreceğim." Sonunda kadının bacağına ulaşmış olmasının verdiği sevinçle inledi. Julia kendisini kocasının baş kumandanı Kevin'in kollarına bırakırken her şeyden habersiz olan Alasdair Sinclair gerçekten de yatağında uyuyordu. 

Böğürtlen MevsimiWhere stories live. Discover now