Bölüm 28

201 16 6
                                    

Merhabalaaar, yeni bölümümüzle geldiiim. Bu sefer daha uzun yazmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz. Her cephede çok farklı olaylar oluyor ve her şey çok karışık. Bir de minik bir ipucuuu, bu bölümde tanıdık dostlarımızı göreceğiz. Sevdiğimiz, güzel insanlar. Diğer yandan Fransa'da da işler karışık ve kralın bir karar vermesi gerekiyor. Bakalım neler olacak? Yorumlarınızı bekliyoruum. Haftaya görüşmek üzere, sizi seviyoruum.



Önceki bölümde...

"Sana emrediyorum Bruce, hemen onun elini bırakacaksın." Bir fısıltıdan ibaret olan ama buz kadar keskin ve soğuk ses tonu Sophie'nin bütün vücudunu ürpertirken Sophie prensin gözlerine bakarak daha fazla zorlamaması gerektiğini anlatmaya çalıştı. Ama belli ki o da annesine çok benziyordu. "Majesteleri, elimi çekmeme izin verin lütfen." Yüzündeki inatçı ifadeden vazgeçmeyeceği çok net bir şekilde belli oluyordu. Sophie'yi duymadığı da. "Geçmemize izin ver anne. Babam bizi bekliyor. Eğer geç kalırsak bizi burada neden tuttuğunu ona sen anlatmak zorunda kalırsın." Kraliçe yüzündeki korkunç öfkeyle bir adım geri çekildi. Bruce ilerlerken Sophie de onu takip etti. Birkaç adım ilerlemişlerdi ki Bruce durup arkasına döndü. "Bir daha sakın bana emir vermeye kalkma. Ben senin askerin ya da hizmetçin değilim." Annesinin cevabını beklemeden babasının odasına ilerledi.




Çok yakında bir yerlerde...

"Ben de bu durumdan hoşnut değilim M-" Karşısındaki elini kaldırınca hemen konuşmasını kesti. "Bana öyle seslenmeyeceksin. Burada değil." Uysalca başını salladı. "Özür dilerim, dikkat edeceğim. Dediğim gibi benim de hoşuma gitmeyen bir durum bu. O yüzden siz ne isterseniz yapmaya hazırım. Tekrardan yanınızdayım. Biliyorum affedilecek şeyler yapmadım. Ama bu yoldan, sizin yolunuzdan bir daha dönmeyeceğime söz veriyorum. Zafer bizim olacak, size inanıyorum." Karşısındaki gülümseyince o da gülümsedi. "Bir daha bana ihanet etmeye kalkarsan seni affetmem. Kendi haline de bırakmam. Kendi ellerimle öldürürüm. Şimdi madem böyle bir bağlantı oldu ve bu durumdan rahatsızız, o zaman bunu sonuna kadar kullanacağız. Ve sen dediklerimi yapacaksın. Beni dikkatlice dinle..."



Saraya gelen diğer misafirlerin yanı sıra McLeod ve McAlisterlar sarayın bahçesinde kurulan panayır yerine geniş oturma odasında şöminenin başında oturmayı tercih etmişlerdi. Artık daha fazla insana tahammülleri yoktu. Buraya gelmelerinin en büyük sebebi kraldan başkası değildi. Alec'in hamile karısını, Ian'ın ise karısını ve daha küçücük olan bebeklerini klanlarından dışarı çıkarması başka türlü mümkün değildi. Az önce yaşadıkları gergin an ise hepsinde klanlarına geri dönme isteği yaratıyordu. Alec, kardeşini geri götürmek istiyor, Elizabeth ise Sophie'nin kararına saygı duymaları gerektiği konusunda ısrar ediyordu. Ian ve Jennifer'ın ise tarafları belliydi. Asla bir sonuca varamadıkları içinse hiçbiri daha fazla bu şekilde herkesin girip çıktığı ortak bir salonda bahsetmek istemiyordu. Connor'un ağlaması hepsinin dikkatini çektiğinde Elizabeth kalkmak üzere olan ablasını durdurdu. "Ben ilgilenirim Jenny." Yavaşça eğilerek beşiğinde huzursuzca ağlayan yeğenini kucağına aldı. Kucağında Connor'la, Alec'in desteğiyle tekrar koltuğa oturdu. "Ne düşündüğünü biliyorum McAlister. Ama Connor'u taşımak ağır kaldırmak demek değil. O küçücük baksana." Connor, Elizabeth'in kollarında uzanmış, sakinleşmiş bir şekilde kocaman gözleriyle ona bakıyordu. Elizabeth bir eliyle yeğeninin sırtını ve başını destekleyerek tutarken diğer elini onun çenesine götürerek okşadı. "Nasıl güzel bir çocuksun sen... Sana aşığım küçük adam." Öksürük sesini duyunca gülerek başını kocasına çevirdi. Eliyle kocasının sakallı çenesini okşadı ve onun dudaklarına kısa bir öpücük kondurdu. "Bu benim için yeterli bir cevaptı. Ayrıca çok yanlış düşünüyorsun sevgilim." Eliyle karısının karnını okşadı. "Çok güzel bir anne olacağını düşünüyordum. Connor'un da çok çapkın olacağını. Baksana sen kucağına alır almaz sustu." Elizabeth'in gözlerine şu sıralar hızla dolan yaşlar parıldarken Ian ve Jennifer gülümsediler. "Connor böyle bir ailesi olduğu için çok şanslı." Elizabeth ablası ve Ian'a gözlerinde parlayan bir mutlulukla baktı. "Bizim bebeğimiz de çok şanslı olacak. Onu şimdiden çok seven bir teyzesi ve amcası var." Onlar cevap veremeden oturma odasının kapısı yavaşça açıldı. Hepsinin başı kapıya çevrildiğinde önce kızıl saçlar göründü. Sonra da arkasından iri bir erkek girdi. "Elizabeth!" Kendisine koşan küçük kız Elizabeth'in gözlerinin bir kere dolmasına sebep olurken küçük kız onun kucağındaki bebeği görünce tam yanında durdu ve gözleri büyüyerek sordu. "Yoksa bu Jennifer'ın bebeği mi? Ne kadar büyümüş! Senin karnın da aynı Jennifer'ın eski hali gibi kocaman olmuş!" Ellerini heyecanla ağzına kapatarak şaşkınlığını gizleyemedi. "Senin karnına bu bebeği Alec mi koydu yoksa? Benim bir kardeşim daha mı olacak?" Onun heyecanla, art arda sorduğu bu sorular önce hepsini gülümsetse de kendi bebeğiyle ilgili olan bu soru Elizabeth'i utandırdırırken Alec'in de gülmesine sebep oldu. Elizabeth boşta olan eliyle kocasının karnına hafifçe vurdu. "Amy daha yeni geldik ve herkesi sorguya çekmeye başladın. Lütfen sakinleş ve kibar bir çocuk gibi herkese selam ver." Abisinin bu keskin ses tonu karşısında Amelia yüzünü buruşturdu. "Tamam Colin." Elizabeth, Connor'u alması için kocasına uzatırken Alec endişeli gözlerle bebeğe baktı. "Sana verdiğim şey bir bebek Alec, bir canavar değil. Bana öyle bakacağına Connor'u kucağına al da minik kelebeğime sarılabileyim." Ian ve Jennifer bilerek müdahale etmemeyi tercih etmiş ve geçen sene kardeşi Amelia'nın kaçırılmasından sonra onu bulan Alec ve Elizabeth'in sayesinde ilişkilerinin ilerlediği dostları McCuaig lideri Colin McCuaig ile selamlaşmak için ayağa kalkmışlardı. "Ben nasıl alabilirim onu? O... O küçücük." Elizabeth gülümsemesini bastırmaya çalıştı. "Tam olarak şöyle..." Connor'un başından tutarak onu yavaşça yanında oturan kocasının kollarına bıraktı. Connor'ın küçük ağız mendilini kocasının omzuna yerleştirdi. "İşte böyle sırtından ve bacaklarının altından iki elinle tutacaksın. Başı da omzuna dayalı olacak ve şimdi yavaş yavaş sırtını okşayabilirsin. Biraz gazı var gibi görünüyor." Alec'in kocaman ellerinin arasında Connor o kadar küçük kalıyordu ki onun endişelenmesine şaşmamalıydı. "Bak, çok güzel tutuyorsun işte." Gülümsemesini daha fazla saklayamadan başını Amelia'ya çevirdi ve kollarını açtı. Amelia da kollarını açarak Elizabeth'in karnına dikkat ederek sarıldı ve yanına oturdu. Gözlerini onun karnına dikti. "Dokunabilir miyim?" Elizabeth gülümseyerek başını salladı. Küçük kızın karnına dokunması odadaki herkesin dikkatini çekmişti. Ian ve Jennifer eski yerlerine otururken Colin McCuaig ise tekli koltuğa oturdu. "Jennifer'ın karnı daha küçük değil miydi? Seninki biraz daha büyük." Elizabeth artık onun bu söylediklerine şaşırmamayı öğrenmişti. "Herkeste farklı olabiliyor. Bilemiyorum Amy. Ama seni çok özlediğimi biliyorum." Onun mis gibi kokan saçlarını öperek kokladı. Amelia da gülümseyerek tekrar ona sarıldı. "Bize selam vermek yok mu acaba küçük hanım?" Ian'ın gür sesi karşısında Amelia hemen ayağa kalktı ve onun kucağına atladı. Amelia, Ian ve Jennifer'la konuşurken Elizabeth, Colin'e döndü. "Laird McCuaig kusuruma bakmayın, sizinle düzgünce selamlaşamadım. Alec de öyle." Colin gülümsedi. "Leydi McAlister ömrüm boyunca sizinle ve Laird McAlister'la ilgili bir şeye alınacağımı ya da kusura bakacağımı düşünmüyorum. Siz bana en kıymetli çiçeğimi geri getirdiniz." Elizabeth kibrca gülümsedi. "O hepimizin çiçeği." Amelia'nın kıkırdayarak gülümsemesi hepsinin dikkatini onun üzerine çekti. "Alec çok komik görünüyorsun. Connor üstüne kusmuş." Alec kucağındaki bebekle panikle ayağa kalkarken herkes gülmeye başladı.


    Sevgili Dostum Charles,

Öncelikle desteğin ve iş birliğin için teşekkür etmek istiyorum. Ne yazık ki sana daha güzel haberler veremeyeceğim. İsyanların bitmesini beklerken daha da büyüdü ve artık halk bu isyanlar karşısında krallığı suçlamaya başladı. Halk arasında kraliyetin değişmesi gerektiği söylentileri dolaşıyormuş. İşin daha da kötüsü bunun için Bazı topluluklar kurulmaya bile başlanmış. Hızlı bir şekilde bu toplulukları dağıtmaya ve halkın fikrini değiştirmeye çalışıyoruz. Eğer istediğimiz gibi gitmezse korkarım infaz gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacaklar. Hiç istemediğim bir şey fakat zorunda kalırsam uygulamaktan çekinmeyeceğimi de hepsine açık bir şekilde belirttim. Bu noktada sizin askeri desteğinizi almak çok kıymetli olacak. İskoçya gibi güçlü bir krallığın da yanımızda olduğunu bilmek belki halkı biraz daha sakinleştirecek ve normale döndürecektir. O yüzden sevgili Charles, en yakın zamanda cevabını sonra da desteğini bekliyor olacağım.

                                                                                                                                  

                                                                                                                                               Sevgilerimle,

                                                                                                                                        Fransa Kralı II. Gabriel 


Kralın masasının karşısındaki ikili koltukta oturan Sophie ve Bruce mektubu okumayı bitirince endişeli gözlerle krala baktılar. "Ne düşünüyorsun Bruce?" Prens gergin bir şekilde ayağa kalktı, mektubu katladı ve kralın masasının üstüne bıraktı. Bizim ülkemizde de şu an isyanlar ve suikastler söz konusu. Dün gece Sinclair'in başına ne geldiğini biliyorsun, konuştuk. Ülkemiz bu haldeyken Fransa'ya asker göndermek hiç de mantıklı bir seçenek değil. Ayrıca bu duyulacak ve savunmamızın eksik olduğu açık bir şekilde düşmanlarımıza belli olacaktır. Mantıklı olan hiçbir şekilde asker gönderemeyeceğimizi makul bir şekilde anlatarak krala belirtmektir." Kral düşünceli görünüyordu. "Olası bir savaşta Fransa'nın desteğinin çekilmesini istemeyiz." Bruce şaşkınlıkla babasına baktı. "Ciddi olamazsın baba. Biz şu anda yaşıyoruz. Olası bir savaşı düşünerek şu an savunmasız kalamayız." Kral ayağa kalktı. "Bizim savunmamız Fransa'ya birkaç asker gönderdikten sonra zayıflayacak kadar güçsüz mü Bruce?" Sophie ikisinin bu konuşmaları karşısında rahatsız hissederek oturduğu yerde kıpırdandı. Çünkü sesleri yükselmiş ve sertleşmişti. Burada bulunması doğru değildi. O sadece çeviriyi yapardı o kadar. Eteğini düzelterek ayağa kalktı. "Efendim, izninizle çıkabilir miyim? Cevabınızı tamamladığınızda hızlı bir şekilde çevirebilirim."  İkisinin öfkeli bakışları kendisine dönünce konuştuğuna pişman oldu. Charles sakin bir sesle sordu. "Hayır Sophie, gitmeni istemiyorum. Senin fikrin ne?" Sophie boğazını temizledi. "Benim fikrim mi? En doğru kararı siz verirsiniz majesteleri, ama ben prense katılıyorum. Uygun bir dille asker gönderemeyeceğimizi açıklamalısınız. Çünkü yaşanan olaylar şu an ülkemizin de bir karışıklıkla yüzleşeceğini gösteriyor." Kralın gerginliği gözle görülür bir şekilde azaldığında Bruce, Sophie'ye desteği için gülümsedi. "İkiniz de çıkabilirsiniz. Cevabımı yazdığımda size bildireceğim." İkisi de krala selam vererek eğildiler. Sonra Sophie'nin hiç beklemediği bir şey oldu. Bruce elinden tuttu ve elini öperek kolunu kendi koluna yerleştirdi. Kral bu gördükleri karşısında gülümserken Sophie şaşkın, Bruce da bir hayli mutlu görünüyordu.

Böğürtlen MevsimiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin