Bölüm 29

172 12 6
                                    

Merhabaaa, ben geldim! Yine biraz geçe kaldı biliyorum ama ancak düzenleyebildim. Bölümü normale göre biraz daha uzun yazmaya çalıştıım. Senga ve Bruce için nasıl ilerliyor bilemiyorum ama Sophie için bir şeyler zorlaşırken Daniel da aynı şekilde zorlanıyor. Bakalım bu bölümümüz hakkında neler düşüneceksiniiz? Yorumlarınızı bekliyoruum. İyi okumalar, haftaya görüşmek üzere!




Önceki bölümde...

Kral ayağa kalktı. "Bizim savunmamız Fransa'ya birkaç asker gönderdikten sonra zayıflayacak kadar güçsüz mü Bruce?" Sophie ikisinin bu konuşmaları karşısında rahatsız hissederek oturduğu yerde kıpırdandı. Çünkü sesleri yükselmiş ve sertleşmişti. Burada bulunması doğru değildi. O sadece çeviriyi yapardı o kadar. Eteğini düzelterek ayağa kalktı. "Efendim, izninizle çıkabilir miyim? Cevabınızı tamamladığınızda hızlı bir şekilde çevirebilirim." İkisinin öfkeli bakışları kendisine dönünce konuştuğuna pişman oldu. Charles sakin bir sesle sordu. "Hayır Sophie, gitmeni istemiyorum. Senin fikrin ne?" Sophie boğazını temizledi. "Benim fikrim mi? En doğru kararı siz verirsiniz majesteleri, ama ben prense katılıyorum. Uygun bir dille asker gönderemeyeceğimizi açıklamalısınız. Çünkü yaşanan olaylar şu an ülkemizin de bir karışıklıkla yüzleşeceğini gösteriyor." Kralın gerginliği gözle görülür bir şekilde azaldığında Bruce, Sophie'ye desteği için gülümsedi. "İkiniz de çıkabilirsiniz. Cevabımı yazdığımda size bildireceğim." İkisi de krala selam vererek eğildiler. Sonra Sophie'nin hiç beklemediği bir şey oldu. Bruce elinden tuttu ve elini öperek kolunu kendi koluna yerleştirdi. Kral bu gördükleri karşısında gülümserken Sophie şaşkın, Bruce da bir hayli mutlu görünüyordu.




Akşama doğru herkes odasına çekilmiş, saraydaki ilk gece için özel olarak düzenlenen balo yemeğine hazırlanıyordu. Sophie üzerine en beğendiği zümrüt yeşili elbisesini giymişti. Belini saran elbisesinin iplerinin arkasından sıkılması gerekiyordu, bunu da kendi başına yapamadığından yardımcısı Rita bağlamıştı. Daha fazla yardımcı olmak için ısrar etmişti fakat Sophie onu kibarca reddetmiş, diğer işlerini halletmesi için gitmesine izin vermişti. Zaten her zaman yardım aldığı tek konu buydu. Diğer leydiler gibi saçını ve yüzlere sürülen boyaları başkalarına yaptırmak yerine kendisi yapmayı tercih ediyordu. Bazı leydilerin iç çamaşırlarını bile başkalarının yardımıyla giydiğini duydukça şaşırmadan edemiyordu. Bir insan kendini neden bu kadar aciz göstermeyi tercih ederdi asla anlamıyordu. Elbisesinin dirseklerinden sonra gelen fırfırlarını düzelterek aynaya doğru ilerledi. Saçlarını at kuyruğu yaparak tepeden toplamıştı. Buklelerini böğürtlen kremiyle şekillendirip taramıştı. Şimdi daha hacimli görünüyorlardı. Yüzünü ve dudaklarını hafifçe renklendirmiş, kuruyan ellerine kendi yaptığı kremini sürmüştü. Ellerine bakarken aniden yüzü kızardı. Gündüz kralın odasından çıktıktan sonra o kadar utanmıştı ki, bunu tarif etmesi mümkün değildi. Bruce, babasının önünde durup dururken elini öpmüş ve o şekilde odadan ayrılmışlardı. Odadan çıkar çıkmaz elini çekmişti ve bir bahane uydurup onun yanından ayrılmış, abisinin yanına gitmişti. Ne hissettiğini bile bilmiyordu. Bir isim koyamıyordu. Ama doğru gelmeyen bir şeylerin olduğu kesindi. Bruce ile yaptıkları anlaşmadan artık o kadar da emin değildi. Bugün konuşamamıştı ama sanırım daha fazla yapamayacaktı. Kraliçenin tavrının keskinliği de Bruce'un bu davranışları da bu kararı almasında etkiliydi. Anlaştıkları şey klan toplantısı boyunca birbirlerine yakın davranmak ve Bruce'un annesinin tavırlarındaki değişikliği fark etmesini sağlamaktı. Prens, Sophie'nin Leydi Susan hakkında söylediklerinden sonra şüphelenmiş, annesinin gerçek tepki ve davranışlarını görmek için yardım istemişti. Sophie ise bunu Leydi Susan için yapılmış bir iyilik olarak düşünerek kabul etmişti. Çünkü korkunç ve talihsiz ölümünün ardından bile sevdiği adam tarafından suçlanmıştı. Ama şimdi yaşananlara baktığında hissettiği değişik duygular onu daha fazla devam etmemesi için adeta zorluyordu. Başını ellerinin arasına aldı. Bu geceyi atlattıktan sonra prensle en uygun zamanda konuşacaktı. Kapısının aniden açılmasıyla ürkerek sıçradı. Başını çevirdiğinde Senga'nın odasına girdiğini gördü. Bu ne hadsizlikti! Kaşları sinirle çatıldı. "Siz ne cüretle bu şekilde odama girmeye cesaret ediyorsunuz Leydi Fergusson! Burada ne işiniz var?" Senga, Sophie'nin asla giymeyeceği, kırmızı, göğüslerini ortaya çıkaran kabarık ve parlak bir balo elbisesi giymişti. Kapısını kapatarak ilerledi ve yanına geldi. "Leydi Sophie, odanıza gelen her misafiri bu şekilde mi karşılarsınız?" Sophie dikleşti. "Eğer o misafirler, hadsiz odama hadsiz bir şekilde kapıyı tıklatma nezaketini göstermeden girerlerse aynen bu şekilde davranırım. Siz benim ailem değilsiniz." Sesindeki soğukluk adeta bir bıçak gibi keskindi. "Hmm... Aslında aile sayılırız. Yani yakında aile olacağız. O yüzden bence bir kusur yok. Daniel sizin aile dostunuz, ben de onun karısı olacağım. Biliyorsunuz, nişanlıyız." Sophie'nin yüzünde tek bir mimik bile kıpırdamıyordu. "Bu da size odama bu şekilde girme hakkını vermiyor. Ayrıca hayattaki tek başarınız biriyle nişanlanmak olacak ki, sürekli bunu söyleyip duruyorsunuz. O yüzden biliyorum. Ne söyleyecekseniz söyleyip çıkın odamdan ve bir daha asla bu şekilde gelmeyin!" Senga gülümseyerek Sophie'ye doğru bir adım daha attı. "Ben biriyle değil, Daniel Sinclair ile nişanlıyım. Hani sizin benim yerimde olmayı çok istediğiniz o liderle." Sophie ister istemez yüzünde oluşan o şaşkın ifadeyi silerek soğuk bir şekilde gülümsedi. "Bu düşünceye nasıl kapıldınız bilmiyorum ama benim çok başka düşüncelerim, çok başka hayallerim var. Sizin gibi stratejik ilişkilerden doğan evlilikler bana göre değil. O yüzden nişanlınız ve size mutluluklar dilerim." İlerleyerek kapıyı açtı. "Şimdi çıkın odamdan ve bir daha gelmeyin." Senga dönerek ilerledi ve tam Sophie'nin önünde durdu. "Sizi bir daha Daniel'ın yanında görmek istemiyorum." Başka hiçbir şey söylemeden odadan çıktı ve Sophie'ye bir kere daha bakmadan ilerledi. Sophie kapıyı kapatıp yaslandı. Elleriyle ağzını kapatarak kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Gözlerine biriken damlaların akmaması için yukarı baktı. Nasıl bir günah işlemişti de bunlar başına geliyordu? Yaşadığı acı yetmezmiş gibi şimdi de aşık olduğu adamın nişanlısı gelip onu adeta tehdit ediyordu. Daha fazlası olamaz dedikçe hep daha fazlası oluyordu. Bu bir hafta nasıl geçecekti? Ne yapacaktı? Odasından çıkmamak yatağın içinde kaybolmak istiyordu. Kalbi sancıyordu. Daniel nişanlısının yanına geldiğini biliyor muydu acaba? Neler söylediğini, neler yaptığını... Kapının sert bir şekilde çalınması Sophie'yi bir kere daha yerinden sıçratırken kendini toparlamaya çalışarak elbisesini düzeltti. Kapıyı yavaşça açtı. Gelen Bruce'tu. "Buyrun majesteleri, bir şey mi diyecektiniz?" Bruce adeta büyülenmiş şekilde Sophie'yi inceliyordu. Sophie'nin güzelliğini tanımlamak mümkün değildi. Elbisesinin üzerine oturuşu, belinin kıvrımlarını sarışı, yüzünün duru güzelliği, saçlarının ahenkle sallanışı ve bütün bunların birleşmesi onu büyüleyici kılıyordu. "Çok güzelsin." Sophie içinde bulunduğu durumdan ötürü çok iyi düşünemiyordu. "Efendim?" Prens gülümsedi. "Çok güzel olduğunu söyledim. Etkilendiğimi itiraf etmek zorundayım." Sophie yaşadığı ve hissettiği duygu değişimleri yüzünden iyice garip bir ruh haline bürünmüştü. "Ben... Teşekkür ederim efendim." Prens kolunu uzattı. "Yapma Sophie baş başayız. Böyleyken benimle resmi bir şekilde konuşmana gerek yok. Hadi gel, aşağı inelim. Babam ilk danstan sonra onlara bizim eşlik etmemizi ve seni balo salonuna benim indirmemi istedi." Sophie aklı başında düşünemiyordu. Az önce yaşadığı durumun etkisinden çıkamamıştı. En iyisinin prens ne derse onu yapmanın olacağına karar vererek koluna girdi ve Bruce'un kendisini yönlendirmesine izin verdi.  

    Kral ve kraliçe hiçbir masraftan kaçınmamış balo salonunu da adeta küçük bir saraya çevirmişti. Tavandaki büyük avizelerin arasından sarkan sarmaşıklar canlı çiçeklerdi ve balo salonuna büyüleyici bir hava veriyordu. Salonun başında kral, kraliçe ve prensin oturması için boyutları farklı üç tane taht ve önlerinde büyük, dikdörtgen bir masa buluyordu. Sağ tarafta ise müzisyenler için ayrılmış farklı bir platform vardı. Geniş salonun ortası dans eden insanlar için boş bırakılmış kalan yerlere de davetlilerin oturması için büyük daire masalar konmuştu. Masaların üstünden farklı ülkelerden getirilmiş çiçeklerden oluşan görkemli vazolar, altınla kaplanmış tabaklar, bardaklar, çatallar, bıçaklar ve kaşıklar bulunuyordu. Yemekler ise görülmeye değerdi. Her masada tavuklar, fırında özenle pişmiş bütün domuz yahnileri, et yemekleri, tercih edenler için ördek ve kaz etleri, farklı farklı çorbalar, sebzeli yemekler, çeşitli içkiler ve içecekler bulunuyordu. Hizmetçiler ise balo salonun birçok noktasında servis yapmak için bekliyordu. Misafirlerin hepsi bu özenle hazırlanmış masada yerini almış kral, kraliçe ve prensin gelmesini bekliyordu. "Nerede kaldı bu kız?" Alec'in homurdanması karşısında Elizabeth onu sakinleştirmek için elini tuttu ve okşadı. "Birazdan burada olur sevgilim. Sakin ol lütfen." McAlister ve McLeodlar diğer klanların aksine aynı masada oturmak istediklerini dile getirmişlerdi. Diğer klanlar ayrı ayrı masalarda oturuyorlardı. "O artık yetişkin bir kadın Alec. Bu kadar stres yapmayı bırakmalısın. O ne yapacağını ve nasıl davranacağını çok iyi biliyor." Alec gözlerini devirerek Ian'a baktı. "Karın canımı sıkıyor Ian." Jennifer gülümsedi. "Ian'ın karısı tam olarak karşında Alec. Ona bakarak söyleyebilirsin sanki." Ablası ve kocası sürekli böylelerdi. En iyi bu şekilde anlaştıklarını kabul ediyordu ve bu didişmeleri Elizabeth'i gülümsetiyordu. "Karımı rahat bırak Alec. Bak, Sophie geliyor işte. Sadece yalnız gelmiyor." Ian sırıtarak başıyla balo salonunun kapısını işaret etti. Onların gelişini fark eden sadece Ian değildi. Bütün salonun bakışları ikisine kilitlenmişti. Daniel da o masalardan birindeydi. Sophie her zamanki gibi çok güzeldi. Göz kamaştırıyordu ve herkesin dikkatini çekiyordu. Yeşil elbisesinin içinde adeta bir peri gibiydi. Ama prensleydi. Sinirle oturduğu yerde dikleşti. Lanet olsun, bu ne demekti? Neden birlikte geliyorlardı? Bu normal değildi. Hiç normal değildi. Sophie'yi o pisliğin yanından almak için içinde yanıp tutuşan o hisle çok zor savaşıyordu. "Ne oldu aşkım? Kaşların çatılmış sanki. Canını sıkan bir şey mi var?" Daniel elini tutan Senga'ya ters bir şekilde bakarak elini sertçe çekti. Nasıl olduğunu anlamadığı şekilde Senga yanında belirmiş ve Sinclair masasına oturmuştu. Onu ne kadar göndermeye çalışsa da gitmemiş, babasının böyle olmasını özellikle istediğini belirtip zorlamıştı. Laird Fergusson da bunu onayladığını gülümseyerek belli etmişti zaten. Gözleriyle ikisini takip ediyordu. Prens belli ki Sophie'yi masasına kadar götürecekti. Sinirle yumruklarını sıktı.

Böğürtlen MevsimiWhere stories live. Discover now