Herabrienna'nın gözünden
Olayların başlayalı sadece birkaç dakika olmuştu. Haberi alır almaz babam, ritmine yetişmekte zorlandığım hızlı adımlarla eve yöneldi. Kapının eşiğine geldiğimde, o çoktan odaya girmiş, kütüphaneden aldığı ve masanın üstünde açık bir vaziyette duran kitaba eğilmiş inceliyordu. İki ellerini yana açıp masaya koymuş bir şekilde destek alırken, yüz ifadesini arkasında durduğumda göremedim. Ağırlığını bir sağ bir sol ayağına verişinden çıkardığım sonuç, oldukça ciddi bir mesele ile ilgilendiğini gösteriyordu.
Yavaş adımlar atmak bile hafif kalırdı. Onu rahatsız etmemek için resmen parmak ucunda ilerledim. Ellerim, önümde birleştirmiş ve parmaklarımla oynuyordum. En sonunda masanın köşesine geldim. Kısa boylu olmanın verdiği dezavantaj yüzünden, kitaba bakabilmek için masanın kenarından tutarak parmak uçlarımı daha da kaldırmam gerekti.
Karşımdaki kitap, iki sayfası ile büyük bir haritaya benziyordu. Yer yer siyah çizgiler, kesik kesik kırmızı çizgilerle çalışıyordu. Yırtık olan kenarlara minik bir el yazısıyla notlar alınmıştı. Çizgilerin arka planında, sanki bir şeyi ölçmek için kullanılan yuvarlaklar ve düz çizgiler, daha soluk renkliydi ve ince bir kalemle yapılmıştı. Onların arasında ise ne olduğunu anlayamadığım, fakat canavarlar benzettiğim tuhaf resimler bulunuyordu. Hatta deniz olduğunu tahmin ettiğim zigzaglı bir alanın tam ortasında, yan yana duran, küçükten büyüğe giden, kesik daire biçimleri vardı. Aslına bakılırsa bunlar beni korkutmuştu. Bir deniz yılanı canavarın benziyordu.
"Kesik kesik olan çizgiler, çizgi birleştirmeye oyunu gibi."
Parmak uçlarım ağrımaya başlasa da bunu belli etmeden masa kenarına tutunmaya devam ettim. Babam, gözlerini kitaptan ayırdı ve bana baktı. Her ne kadar ciddi ifadesi olsa da içten bir sıcaklık vardı sesinde.
"Keşke oyun olsaydı kızım."
Bana, cidden bunu istiyor gibi gelmemişti. Sesinde daha çok... Bir alay tonu vardı. Hatta belki de demeden önce gözlerini devirmişti. Kızaran el parmak uçlarıma baktığımdan bu olayı göremedim
Bir yandan ayaklarım, bir yandan ellerimin isyan eşiğine daha fazla dayanamadım. Topuklarına tekrar yer ile buluşurken ellerimi de masadan çektim. Artık kitabı göremesem de, oradaki her bir detay zihnime kazanmıştı bile.
Babam aniden başını kitaptan kaldırarak irkildi. Sanki bu cadı konusunda atladığı bir konu, aklına yeni gelmişti. Hızlı bir şekilde kitabı kapatarak masada bıraktı. Arkasını döndü ve birkaç adımda odanın diğer tarafındaki kocaman, geniş bir masanın yanına gitti. Masanın arkasına geçerken artık yüzü bana dönüktü. Olduğu yere diz çöktü ve alt tarafta, gürültüyle çekmece olduğunu tahmin ettiğim bir bölmeyi açtı. Hazine sandığındaki altınları parlaklığından oluşan ışık gibi bir parlama oluştu yüzünde. Tek fark, bu parlama sarı değil, simsahtı.
"İşte burada. Neyse ki ondan almayı unutmamışım."
Der demez ellerini bölmeye daldırdı. Tekrar çektiğinde gözlerim neredeyse yerinden fırlayacak gibiydi.
Tamam, doğruyu söyleyim ilk başta bir kılıç bekliyordum. Ama bu sefer babam beni yanıltmıştı. Elinde tuttuğu silah, daha doğrusu silahlar, daha önce hiç karşılaşmadığım bir türdü.
Altın sarısı bir çemberin etrafında dör tane, küçük, beyaz kılıçlar diziliydi hepsi de birbiri ile keskin olma konusunda yakışnasıyla birlikte sarı bir ışıkla hafiften parlıyordu. Eğer şaşkınlığım o anda bana biraz izin verebilseydi, beyaz bir kılıcın, sarı sarı parlamasını nasıl mümkün olduğunu soracaktım.
Babam kılıç olan şaşkınlığımı anlamış olacak ki güldü ama ona baktığımda, o da gözlerini kılıçtan alamıyordu.
"Bunu sana yıllar sonra verecektim Herabrienna."
İşte o an, vücudumdaki ver bir molekülün heyecandan haykırdığını duyar gibiydim.
Bir silah! Ama ben daha dokuz yaşındayım!
'Ben' kelimesiyle anladım ki, o haykıran benim iç sesimmiş.
"N-Nasıl?"
Babam, yüzümdeki şaşkınlık ifadesinden içimdeki sesi duymuş gibiydi. Kızmak için değilde,ciddiyetini belli etmek için çattı kaşlarını. Birkaç saniye baktıktan sonra yuvarlak dizilen kılıçlara döndü.
"Dediğim gibi, bir gün senin olacak. Ama buna hem sen, hem de kılıç hazır değil."
Kılıcı yeniden çekmeceye, eski yerine koydu.
"Ama yine de onu küçümseme. Hiçbir kılıcını yapamadığını yapabiliyor o."
Meraklılık katsayılarımın git gide arttığını, sağ ayağımla hızla ritim tutmaya başladığımda çıkan sesle farkettim.
"Peki...'ondan almayı unutmamışım' dedin. Kimden?"
Babam ya bu soruyu duymadı ya da cevaplamak istemiyordu.
O sırada kapının sesi duyuldu. Babamın arkasında uzun, ince nir gölge oluştu.
"Efendim."
Dedi Enderman, babamla ikimiz ona bakarken. Konuşmasına başlamadan önce saygıyla eğilmişti
"Kılıcınızın keskinleştirilme işlemi tamamlandı. Her zamanki yerine kondu. İsterseniz on-"
"Gerek yok."
Cidden babamın zihin okuma gücünün de olduğunu düşünmeye başlamıştım. Aslında böyle birşey gerçekten varsa şaşmam. 'dünyada en fazla güce sahip olan kişi' olarak adını rekorlar kitabına yazdırmanın zamanı çoktan gelmişti bence.
"Baba. Ben de seninle gelmek istiyorum"
Babamın beyaz gözlerinin ciddiyetle parlaması beni bir parça korkutsa da, pes etnek gibi bir niyetim yoktu.
"Bu senin içim çok tehlikeli Herabrienna."
Elimden geldiğince bende onun kadar emin olmaya çalıltım. Ama bana doğru bakan beyaz gözler bunu zorşaştırıyordu.
"Cadı her ne diyecekse benimle ilgili bir konu hakkında konuşacak ama."
"Bu gelmen gerektiğin anlamına gelmiyor. Konu kapandı."
Birşey diyecek olsam da babam arkasını döndü. Kapıya yaklaştıkça, enderman yana kayarak ona yol verdi. Efendisi gidince tekrar yüzünü bana döndü. 'eh işte ne yaparsın' der gibi omuzlarını kaşdırıp indirdi. Babam, ona seslenince mecburen o da benden ayrıldı.
Babam beni benden iyi tanıyordu evet. Ama hâlâ bilmediği huylarım vardı.
Adımlarımı kapıya yönlendirdim ve ilk önce kapı eşiğinden başımı çıkardım. Babam, merdivenlere çoktan yönelmiş, sonuncusunu da geride bırakmıştı bile.
Onu çıkış kapısına kadar duvarların, mobilyaların arkasına saklanarak takip ettim. Bir ara ayağım takılıp düşmek üzere olmam beni neredeyse ele verecekti. Son anda koltuğun arkasına tutundum ve düşmemeyi başardım. Yine de fazla ses çıkarmış olmalıyım ki, babam bana bakınca hemen yere çömelip saklandım. İçimden tuttuğum süre ile üç dakika geçmişti. Yavaşça kalkıp eski baltığım yere yeniden baktım. Gördüğüm tek şey, yeni yeni dağılmaya başlayan siyah sis oldu. Babam, benim şu an kullanamayacağım gücünü kullanmıştı.
Işınlanmak.
Nedenini bilmiyorum. Ki şu an bunu düşünecek durumda da değilim.
Tam şansımı kapı ile çıkarak deneyecektim ki, bir Blaze'in önümden geçmesiyla koltuğun arkasındaki yerimi yeniden aldım. Kısa bir süre onun Blazzy olduğunu düşümdüm. konuşma seslerinden biriyle buluştuğunu anladım. İki ses ayırt edebildim. Ama hiçbiri Blazzy'ye ait değildi.
Az olan mesafemi koruyarak ayağa kalkıp seslerin geldiği yöne baktım. Blazzy ortalıkta değildi, önümden geçen Blazei de ilk defa görüyordum. Bir iskelet ile el kol harekterini kullanarak telaşla konuşuyorşardı. Blaze'in arkada bişey göstermesi işime geldi. İkisi de olduğum yerin aksi yönüne bakarken, parmak uçlarımda koşarak çıkış kapısına vardım.
Üzgünüm baba... Sana karşı gelmekten nefret ediyorum ama...
İnatçı bir kız olabilirim. Ama babamı yeniden kaybetmek gibi bir niyetim yoktu. Kapının yan tarafında duran koyu yeşil pelerini kaptığım gibi başıma geçirip dışarı çıktım.