Herabrienna'nın gözünden
-UZUN BİR BÖLÜME HAZIRLANIN-
Babam işe konuşmanın verdiği moral, Hunter'ın sözleri ile pek kısa sürdü.
"Burada saha fazla kalmak istemiyorum."
Demişti Hunter, çıkışı kapayan büyük kayayaya doğru giderken. Tabii bu benim umrumda değildi artık.
Sadece durdum. Hiçbirşey demedim. Hunter'ın dediklerinde bir doğruluk payı vardı. Biz hâlâ düşmanız. Ve gidişata bakılacak olursa hepte öyle olacağız.
Dürüst olayım, beni kurtardığı zaman içimde minik bir kıvılcım varlığını başlatmıştı. Belki bir ihtimal arkadaş olabileceğimiz düşüncesinin kıcılcımıydı bu.
Fakat bu kıvılcımda moralim kadar kısa sürdü.
Bakışların üzerimde olduğunu hissettim aklıma gelen ilk kişiye, Blazzy'ye göz ucuyla baktım. Ateşin yanmasını andıran gözleri, bu sefer bir kor gibiydi.
Ardından tekrar Hunter'a baktım. Girişi ve ışığı kapatan büyük kayayı itmeye çalışırken, sağ ayağı toprak zeminde kaymasıyla, düz bir çukur oluşturuyordu. Zorlanması, gözlerini sımsıkı yumup dişlerini sokmasından belliydi. Birbirimizin yardımıyla girişi kapattığımız taşı, yine birbirimizin yardımıyla kapatabileceğimiz, çıkardığı zorlanma sesleri ile apaçık ortadaydı.
Yavaş adımlarla yardım için yanına gidecekken, yolumu Blazzy kesti. Babamın çakması taklidini yapan sert bakışıyla bakıyordu bana.
Ama o babam değildi.
Sessiz bir tartışma oldu aramızda. Ne o, ne de ben konuştum. Bakışlarımız, kelimelere tercüman oldu. Fakat en sonunda bu sessiz savaşı kazanan bendim.
Blazzy birkaç adı da sağ tarafa geri çekildiğinde, yoluma devam edip Hunter'ın yanına gittim. Geldiğimi gördüğümde, bir süre bana bakmasını ardımdan, kayarak tek yapamayacağını anladı ve yardım teklifimi kabul etti.
Hunter gibi iki elimi birden yuvarlak, ağır taşa koyduğumda, Blazzy nin oldu un u düşündüğüm bakışları hissettim üstümde. Yine de aldırmadan, gözlerimi sımsıkı yumup tüm gücümle ittirmeye başladım.
Dakikalar süren uğraşlarımız meyvesini verdi. Taş kapı aralamaya, santim santim olsa da ilerlemeye başladı. En sonunda incecik ay ışığı içeri süzüldü.
Derin nefesler alıp vererek soluklandı Hunter. Hafif eğilmiş, ellerini dizlerine koymuş, başını da düşürmüş bir vaziyette,kanatlarını hafif aralamıştı. Ben de tekrar Blazzy nin yanına döndüm. Yüz ifadesinin biraz da olsa yumuşamasından anlaşılıyordu ki, o da buna pek memnun olmuştu.
Nefeslerini tekrar düzene sokunca doğruldu Hunter. Simsiyah, kendinden, çok olmada da büyük melek kanatlarını birazdaha açmıştı. Özgürlüğün kokusunu almasıyla kafesten çıkacak bir kuş gibiydi sanki.
Hiçbirşey demedi. Ne bir kelime, ne bir cümle. Kendi adımı etrafında dönerek karanlık geceye doğru birkaç adım attı.
eşine geldiğinde, simsiyah kanatlarını bu sefer sonuna kadar açtı. Bu kanatlar kendinden birazdaha büyük olmasıyla, ay ışığını kaya gibi tekrar kesti. Dizlerini kırarak hafif eğildikten sonra, tekrar dikleşirken gökyüzünde uçarak kayboldu. Böylece ışık tekrar gösterdi kendini.
Hunter gitmişti.
Blazzy e baktım. Gitmesiyle birlikte yüzünde bir rahatlık ifadesi vardı. Haksızda sayılmazdı. Doğrusu... Ben de aynı durumdaydım.
"Artık tamamen amaca odaklanabiliriz."
"Prenses... amaç derken?''
Anlaşılan Hunter ile birlikte, Blazzy'nin de aklı uçmuştu.
"Cadı, altın yapraklar. Şimdi bunlar sana bişeyi ifade ediyor mu?"
Anlaşılan Blazzy,unutkanlığını komik buldu. Hunter yanımıdaykenki yüz ifadesinden eser kalmayacak şekilde hafifçe gülümsedi
"O çocuk bende akıl bırakmadı. Haklısınız."
Belki benimde yüzümde ufak bir gülümseme belirmişti olabilir.
En sonunda çıktık mağaradan. Tekrar ay ışığına kavuşabilmemle birlikte, mutşuluğumda eski yerine geldi.
Çöl önceden, sğınak için geldiğimiz geniş alanın ortasına bakıyordum. Sap tarafımızdaki ormanlık alan, gecenin süren devamlılığımdan dolayı ağaçlar karanlık bir hal almıştı. Ormanlığın hemen arkasında, artık yavaş yavaş veda eden ay ışığı, arkadan vurarak siyah renkteki ağaçların arkasında beyaz bir ton katıyordu. Üst taraftan, tahminen kuş olduğunu düşündüğüm bir gölge grubu uçuştu. Sonradan kuşların bu saatte uyuduğunu, onların yarasa olabileceğini hatırladım. Tıpkı babamın bana öğrettiği gibi.
O zamanlar babam siyah gözlüydü, Birine dı. Ben ise hatırladığım kadarıyla üç ya da dört yaşlarındaydım.
Savaş yılından hemen önce...
'Her tatlı şeyin bir tuzu vardır' der babam. İşte o anı kelimesine kelimesine açıklıyordu bu söz.
Dümdüz bir şekilde, yine geç saatlerde uykumun olmadığı bir zamandı. Babam odamın kapısını yavaşça aramamıştı. Bana, uyumadan her zaman dediği lafı 'iyi geceler' demek için.
Ben ise hemen gözlerimi kapamıştım. Günün soğukluğundan dolayı yorganımıbburnuma kadar da çekmiştim.
Fakat babamı nasıl kaldırabilirim ki? Kıkırdadı. Ayak ucunda bir ağırlık hissedince, dayanamayıp ben de gülerek ele verdin kendimi.
Babamın siyah gözleri ay ışığında gri bir ton kazanmıştı.
"hiçbir zaman vazgeçmeyecektim değil mi?"
Demişti bana gülerek.
"Belki. Bilmiyorum. Hey.. Bu şaşırymacalı bir soru mu?"
"Hayır prensesim. Ama büyümek, güzelliğine güzellik katmak için uyuman gerek."
"Baba"
Artık oturur pozisyona geçmiştim.
"Uyuyamıyosam bu benim suçym değil ki."
"Hım..."
Demişti babam.
"Gel bakalım"
Ayağa kalkmasıyla birlikte ben de ayaklarımı soğuk zeminle buluşturdum.
"Baba? Nereye?"
"Sen gel benimle. Ama yorganı da al. Dışarısı soğuk."
Şaşkınlığım, mutluluktan mıydı yoksa uykudan mı bilemiyordum.
"D-dışarı mı çıkacağız?"
Babamın gülümsemesi büyüdü.
"Evet kızım. Ama sessiz ol. Annen dün fazla yoruldu biliyorsun. Dinlenmeyi fazlasıyla hak etti."
O günün öncesinde annem Lena, gerçekten de çok yorulmuştu. Evin tamir gerektiren kısımlarda babama çok yardım etmişti.
"Görev anlaşıldı efendim"
Ardından yorganı sırtladığım gibi, babamın elini tuttum. Daha doğrusu minik elimle tutmaya çalıştım. Hep beraber, annemi uyandırmamaya dikkat ederek dışarı çıktık. Odanın önünden geçerken ona bakım sarılarak uyumak istemiştim. Simsiyah saçlarının dağılmasın komik bulduğumdan, kıkırdama neredeyse bizi ele verecekti.
Babam bir elini omzuma atarak düşen yorganı taşınmadan destek oldu. Omzumda yorgan olduğuna, dışarı çıkar çıkmaz memnun olmuştum. Babam yine haklıydı. Soğuk bir rüzgar, tüm evin çevresini esir almıştı.
Çimenlere uzanmıştım. Babamda yanıma uzanırken,yorganı kendinden çok benim üstüme örtmüştü. Ben de onun omzuna başımı vererek, yorganı ona da vermiştim. O babam, elbette beni düşünüyordu. Ben de onun tek evladıyım. Ve beniö de onu düşünmem gayet normaldi.
Babam,omzuna yattığım elini başıma koymuştu. Her ne kadar benim de annem gibi saçlarım dağında da, babamın okşamalarıyla adeta taranmıştı.
Huzurluydum. Hemde herşeyden çok. Zamanı durdurup o anı sonsuza kadar yaşamak istiyordum. Ama zamanın bile değiştiremeyeceği şey var.
Benim babama karşı olan sonsuz sevgim ve bağlılığım.
Gökyüzündeki yıldızlar, bize göz kırıyor gibi yanıp sönüyordu. Mutlu anıma şahit oluyorlardı.
"Baba, yıldızlar üşümez mi?"
O zamanki yaşımla hayal gücümün eşsiz karışımını sonucu çıkan bir soruydu bu. Babamın kahkahasını o zaman anlam verememiştim. Ama şimdi çok iyi anlıyorum.
"Hayır canım kızım. Üşümezler"
Sorunun devamı gelmedi. Hâlâ başımda hissettiğim elin gururuyla gökyüzünü izlemeye devam etmiştik baba-kız.
Ve az önce yaşanan olay gibi, yan tarafımızda olan ağaçlardan bir yarasa sürüsü geçmişti.
İrkilmiştim. Babamın yanında olduğunu hatırlayıncaya kadardı bu.
"korkma prensesim. Sadece yarasa"
Ve yarasaların akşam uçtuğunu bu şekilde öğrenmiş olmuştum...