kötü KIZLAR

By dermanhas

218K 11.1K 536

Önce ruhundaki lekeyi temizle! Tüm yaptığın yanlışlar için bir mum yaksaydın alev olur muydu tüm hayatın? ... More

Tanıtım
Bölüm 1
Bölüm 2
2011 Baharı
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
SON 3
SON 2
SON

Bölüm 40

2K 88 3
By dermanhas



YEŞİM ÖZGÜR

Gözlerimin önündeki bu buğulu görüntü geçmişimi bir film sahnesi gibi hatırlatmıştı zihnime. Yalpalanmış düşünceler aklıma uğrayıp gidiyordu. Kesin bir görüntü görmemenin vermiş olduğu endişe içimi kaplarken acıyı hissettim. Daha yoğun ve daha derin bir acıydı bu.

Yeşile hasret bir ağacın yaşadığı duyguydu hissettiklerim. Belki de bu tarifsiz acıyı özlemiştim. Beni kendi vicdan mahkememde yargılıyordu.

Buğulu görüntü yavaş yavaş gözlerimi terk ederken etrafıma bakınmaya başladım. Bir çiftliğin yeni döşenmeye başlanmış ahırı gibiydi burası. Samanlar etrafa saçılmış ama tek bir tane at bile yoktu.

Atların kapatıldığı bu hapishanede mahsur kalmış olmanın verdiği memnuniyetsizlikle bağırdım.

"Süper senaryo, kimsin bilmiyorum ama aklın varsa beni öldürürsün. Çünkü buradan sağ çıkarsam kendi sonunu getirmiş olursun." Demir parmaklıkların tepesinde çok az bir boşluk vardı ama o da tahtalarla özenle kapatılmıştı. Her kim beni buraya hapis ettiyse kaçmamam için özel bir çaba harcamış gibi duruyordu. Ayağımı sertçe demir parmaklıklara geçirdim. "Duydun mu beni Allah'ın belası!" Sinirden çıldıracağımı hissettim. Saçlarımı tutup çektim.

Samanların bulunduğu yere oturduğumda sakinleşmeye çalıştım ama olmuyordu. Oğuz'un attığı mesajın ciddiyetini şimdi daha iyi anlıyordum. Beni kaçıranın Hakan olduğunu düşündüm ama Cemre katilin başkası olduğunu söylemişti. Kafamdaki sorular kendini yavaş yavaş yorgunluğa bıraktı. Üstelik acıkmıştım. Sabah kahvaltısında da doğru dürüst bir şey yememiştim. Şu durumda bile acıkabildiğim için kendimi tebrik ettim. Boşboğazın tekiydim.

Bir süre geçtikten sonra çiftliğin kapısının gıcırdayarak açıldığını duydum. Ayağa kalkıp sinirle sesin geldiği yöne doğru baktım. Yaz olmasına rağmen giyilmiş kahverengi botların çıkardığı sese odaklandım. Ardından yavaş yavaş görüntü belirdi.

Gözlerime inanmak için iki defa kırpıştırdım. Karşımdaki kişi akıl hastanesinde olması gereken Onur'dan başkası değildi. Saçlarının kısacık kesilmiş olduğunu gördükten sonra kafasındaki yaraya odaklandım. Eski halinden eser yoktu. Gözlerindeki ifade avına odaklanmış bir avcı gibiydi. Ama benim hiçbir zaman av olmayacağımı ona göstermem gerekiyordu.

"Seni buradan sağ çıkarmayı düşünmeyecek kadar akıllıyım merak etme!"dedi sakince ben hala şaşkın bir şekilde ona bakarken.

"Sen..."

"Beni kapattığınız tımarhaneden nasıl kaçtığımı merak ediyorsun sanırım." Dedi yavaşça. Bu merak ettiklerimin arasındaydı.

"O delikten nasıl kaçtığının bir önemi yok. Bu sefer gideceğin yer parmaklıkların arkası değil toprağın altı olacak. Seni kendi ellerimle öldüreceğim." Dedim sinirle.

"Aptal arkadaşların ve senin ortak yönlerinden biri gereksiz özgüvene sahibi olmanız. Güç bende olduğu halde, seni şuan öldürebilecek olmama rağmen bana meydan okuyorsun. Bu gözlerimi yaşartıyor."

Ellerimi sertçe demir parmaklıkları aşmak istercesine çarptım. "Sen zavallının tekisin, asıl gücün ne olduğunu bilmeyecek kadar zavallısın!" diye bağırdım. Ona öyle büyük bir nefretle bakıyordum ki bakışlarımla öldürebilirdim.

Ellerini sallayıp arkasını döndü. "Neyse, seninle konuşmak istediğim bu değildi. Sana bir kaç saat daha kazandırcak olan şey 'Cesaret'. Eğer Sinem korkaklık edip tek başına gelmezse seni o an öldüreceğim. Ama eğer uğruna her şeyi göze alıp seni benim kucağıma atan arkadaşın tek başına gelirse yani sana karşı olan borcunu öderse..." Bir anda gülmeye başladı. "Sanırım o zaman da seni öldüreceğim." Dedi.

Bana doğru yaklaştığında yüzüne tükürmekten başka bir şey yapmadım. Bu onu sinirlendirmemişti. Cebinden peçete çıkardıktan sonra suratını temizledi. "Bana temiz olmayı öğreten ölümüne sebep olacak olan arkadaşındı." Deyip gülümsedi.

Sevdiğin biri uğruna ölmek... Kulağa güzel geliyordu. Yolda kaza geçirdiğim için veya geçmişte denediğim intihar girişimlerim gibi boşu boşuna ölecek olmayacaktım. Ölümüm anlamlı olacaktı. Hayatımın en zor dönemlerini geçirdiğim, beni toparlayan, eğlendiren biri için ölecektim. Sinem için.

Bu korkacağım bir ölüm şekli değildi. Rüya'nın yanına gitmek ilk defa bu kadar yakın geliyordu. Onun gibi cennete gidemeyeceğimi bildiğim halde bu ihtimal beni sevindirmişti.

Kapının açıldığını ve birinin daha geldiğini duydum. Yine de Sinem olmaması için dua ettim.

Gelenin Onur'un şoförü Harun olduğunu gördükten sonra gülmeye başladım. "Sana ihanet eden bir adamı kurtardığına inanmamıştım. Şimdi de ona yardım ediyorsun. Nasıl bir adamsın sen? Pardon adam mı dedim?" dedikten sonra tekrar güldüm.

"Birazdan beynine sıkacağım için seni duymamayı tercih ediyorum." Dedi ve bakışlarını Onur'a çevirdi. Şuan ikisinin de çenesini kırmayı ne çok isterdim.

"Seninki gelmiş, tek başına" Sinem'in beni kurtarmak için tek geleceğini biliyordum. Asıl şaşırdığım şey Cemre'nin ve Pınar'ın buna nasıl izin verdiği olmuştu. Onu tek başına yollayacak kadar aptal olmalarına inanamıyordum.

Harun'un yanında gelen iki tane yabancı adam beni ahırdan çıkarırlarken çırpınmaya başladım ama başarılı olamıyordum. Sağ tarafımda duran adamın boyu iki metre vardı ve oldukça güçlüydü. Solumdaki ise biraz daha çelimsiz olmasına rağmen ona da karşı koyamamıştım. "Bırakın beni!" diye bağırdım. Klasik kaçırılan herkes güçsüz görünmemek için aynı şeyleri söylerdi.

Çiftiliğin ahırının kapısına yaklaştığımda tanıdık mavi gözleri içimi acıtacak kadar pişmanlıkla baktı yüzüme. Ağlamaktan şişmiş gözlerine bakıp lanet okudum. Benim yüzümden acı çekmişti. Sinem'in koyulaşan mavi gözleri tehlikenin habercisiydi. Bana doğru koşmaya başlayan Sinem'i tutan diğer adamlara bakıp lanet okudum.

Onur her şeyi düşünmüş ve planlamıştı. Gözleri Sinem'i görünce parladı. Dudakları hafifçe yukarı kıvrıldıktan sonra Sinem'in yüzünde oluşan nefrete odaklandım.

"Bırak onu! Geldim işte, hesabın benimle onu rahat bırak!" diye bağırdı. Ne yazık ki sarf ettiği sözlerin hiçbir değeri yoktu Onur'un gözünde.

"Her zamanki gibi ne kadar aptal olduğunu gösterdin. Gerçekten sen geldiğinde onu bırakacağımı düşündün mü?" diye dalga geçti gülerek. Yavaş yavaş konuşması beni çileden çıkartmıştı. Sinem onu tutanlardan kurtulmaya çalıştı ama o da tıpkı benim gibi çaresizdi.

"Şerefsiz, yalancı. Tüm hayatın boyunca tanıdığın herkese yalan söyledin sen. Beni batırdığın bu bataklıktan çıkmak seni öldürmem gerekiyordu. Senin hiçbir şeyi hak etmediğin gibi ölümü de hak etmediğini bilsem bile seni öldürmeliydim."

"Evet, işte bu yüzden pişman olmamam için sizi öldürmem gerekiyor. Beni tıktığın o yerde her gün, her saat, her saniye bunu planladım. Tıpkı senin yıllardır yaptığın acımasız planın gibi." Derken sesi yükselmişti Onur'un. Sinem'in yanına gidip yüzüne baktı.

"Kendini çok akıllı sanıyorsun değil mi? İşte seni böyle tuzağa düşürdüm, önce gözünün önünde arkadaşını sonra da seni öldüreceğim." Onur'un çıldırmış gibi bağırmasının ardından Sinem ayağını Onur'un kasıklarına geçirdi. "Şerefsiz!" diye bağırdı.

Çıkan bu ses tüm düşüncelerimi kaybetmeme sebep olurken Sinem'in suratı hızlıca yana savruldu. O şerefsiz az önce Sinem'e tokat atmıştı.

Sinirden titreyen ellerimi sıktım. "Bırak onu Allah'ın belası. Öldüreceğim, seni kendi ellerimle öldüreceğim." Diye bağırdım. Sinem'in yüzüne baktım. Acı çektiğini anlamıştım ama Sinem bunu belli etmemek için çaba harcıyordu.

Çiftliğin diğer kapısında bir hareketliliğin olmasının ardından içeri zorla bağırarak getirilen kızlara baktım. Onur kafasını çevirdiğinde keyfi yerine gelmişti.

"Misafirlerimizin geldiğini neden söylemiyorsun Harun?" dediğinde tekrar çırpındım. "İşte sizi alt etmek bu kadar kolay, biriniz hata yaptığında balık sürüsü gibi hepiniz atlıyorsunuz."

Pınar öfkeden çıldırmış gibi onu tutan adamın elinden kaçmaya çalışıyordu. Sinem'i yalnız göndermeyeceklerini biliyordum ama onların da yakalanması durumu iyice zorlaştırmıştı.

Endişe içinde Eren ve Oğuz'u aradı gözlerim. Yoklardı.

Neler olduğunu anlayamamıştım. Oğuz'un çoktan gelip buna bir son vermesi gerekiyordu ama yoktu.

Onur bakışlarını Cemre'ye yöneltip yanına doğru yürümeye başladı. "Suzan'dı değil mi?" dedikten sonra Cemre öfkeyle suratına baktı. Ona karşı olan öfkesi sadece beni kaçırdığı için değildi. Eren'i vurdurtan da Onur'du. Bu yüzden Cemre'nin öfkesi hissedilir derecede fazlaydı.

"Madem anlaşmamıza uymadın, korkaklık yaptın." Dedi Onur arkasını dönerek. "O zaman bende planlarımda küçük bir sapma yaratacağım. Diğerlerini ahırlara kapatın ve kilitleyin." Dedikten sonra beni tutan adamların önüne geçti. "O hariç."

Bu cümleden sonra başıma hiç iyi şeyler gelmeyeceğinin farkındaydım. Korku dalgası vücuduma yayılsa da belli etmemek için kendimi sıktım. Pınar içeri girdikten sonra "Ne istiyorsun lan bizden? Allah'ın belası!" diye bağırdı.

"Sana da sıra gelecek, elleri bağlı birine vurmak neymiş göstereceğim sana da." Dedikten sonra ruhsuz bakışları beni buldu. Cemre'nin endişe dolu bakışları yoğunlaşırken "Eğer onu dokunursan buradan asla sağ çıkamazsın." Dedi büyük bir özgüvenle. Onur ellerini havaya kaldırdı. "Ben dokunmayacağım."

Sinem ve ben hariç diğer kızlar demir parmaklıkların ardındaydı. Sinem'in yanında duran adam yanıma gelmesine izin vermiyordu. Bu korku dalgası çoktan tüm vücudumu ele geçirmişti. Sessiz bakışlar eşliğinde herkes ne olacağını beklerken sağ kaburgama inmiş sert bir darbeyle yere düştüm.

İşte o zaman ne yapacaklarını anlamıştım. Herkesin gözü önünde beni öldüresiye dövecekti. Sinem'in vicdanını yerle bir edecek bu fikrin sahibi Onur'du. Ama bir şeyi atlamıştı. Beni asla fiziksel acıyla korkutamazdı.

"Arkadaşın senin hayatın için ne kadar fazla acıya dayanabilecek bakalım." Dedi Sinem'e dönerek. Sinem kafasını iki yana sallayıp korkuyla baktı. Mavi gözlerinde olan bu ifade beni ürkütmüştü.

"Hayır, tamam beni öldür!" diye bağırmıştı.

Ben acıya kendimi hazırlamışken "Beni öldürmen gerekiyor." Dediğim anda mideme gelen bir tekme ile iki büklüm oldum. Yıllar önce yediğim dayakların yanında devede kulak kalırdı bu acı.

Diğer bir başkası suratıma yumruk geçirdiğinde Pınar "Yapma." Diye haykırmıştı. Harun kaburgalarıma bastığında acı tüm hücrelerimi sızlatıyordu bu tarifsiz acı.

Asla pes etmeyecektim. Fiziksel acı beni öldürse bile arkadaşım için her şeyi yapardım. Tıpkı onun şuan yaptığı gibi. Kendi ölümünü istediği gibi.

Tıpkı yıllar önce yaptığım gibi acıdan kurtulmak için hayal gücüme sığındım. Yeşil bir bahçede kahvaltı yaptığımızı hayal ettim. Oğuz'un gözlerimin derinliklerine baktığını hayal ettim. Bambaşka bir yerde gerçek anlamıyla mutlu olmak, kahkahalardan başka bir ses duymamak. Hayalim sırf gülümsediği için karşısındakinden nefret eden bir kıza göre fazla gelmişti.

Acı. Sinsi bir uyuşukluğun vermiş olduğu endişe ile beraber uğramıştı bu sefer. Yine de güçlü olmalıydım. Her zamanki gibi.

"Yapabildiğinin en iyisi bu mu?" dediğimde sert bir yumruk dudağımdaki kanı da beraberinde getirmişti.

"Daha iyilerini görmüştüm." Dedim nefes nefese.

Her nefes aldığımda kaburgamda hissettiğim acı alışılmış bir hale geldiğinde ayağa kalktım. Pınar'ın derin iç çekmelerini duyabiliyordum. En azından fiziksel şiddet gören bendim. Şuan onların yerinde olup bu sahneyi izlemek istemezdim. Bacaklarımın daha fazla dayanamaması sonucu kendimi yerde buldum. Sonunda yere düşsem bile ayağa kalkabilmiştim. Kendimle gurur duyup bunun devam ettiğini düşündüm.

Kendi kendime düşmüştüm ve artık güçlü görünemeyecek kadar zayıflamıştım. Kafamın içindeki uğultuların durduğunu sandım. Gözlerim kararmaya başladığında yanı başıma düşen Harun'u gördüm. Bu görüntü beni dalmış ve kararmakta olan gözlerimi yaşartmıştı.

Her zamanki gibi gelmişti.

"Oğuz." Dedim son kez nefes alıyor gibiydim. Elini nazikçe başımın altına koyup gözlerime baktı. "Geldin." Dedim.

"Seni asla bırakmayacağımı söylemiştim." Deyip gülümsemeye çalıştı. "Asla." Deyip çenesini başıma dayadı ve hızla nefes alıp verdi. Ellerimin yavaşça yana düşmesini izledim. Üşümeye başlamıştım.

Gecenin vermiş olduğu soğukluk değildi bu. Gri bulutlarla beraber bir sis vardı etrafımda. Gözlerim umutsuzca daha ileriyi görmek için çabalıyor ama başarılı olamıyordu. Sessizlik aklıma ürkütücü senaryolar getirmek için kendini hissettiriyordu. Yabancı bir his tüm hücrelerime işlerken ruhumu kavuran bir acı geziniyordu üstümde. Kendimden vazgeçiyordum. Başka bir diyara gitmek için elveda diyebilmeliydim bir kez. Belki de hakkım yoktu buna. Her zaman en kötüsünü hak eden özgürlüğüne düşkün bu kız siliniyordu dünyanın üzerinden.

...

Yağmurun ardından camda oluşan buğuya yazdığımız isimlere bakıp kıkırdadık. Eylül ayının son günleriydi. Bu günlerin adını yağmur günleri koymuştuk. İki haftadan beri planladığımız geceydi bu. İki kişilik pijama partimiz için her şey hazırdı. Annem ve babamın şehir dışına çıktığı günlerde olduğu gibi bugün de Rüya bizde kalacaktı.

Klasik her genç kızın birleşince yaptığı şeyi yapıp romantik bir film izledik. Rüya filmin sonunda gözyaşlarına engel olamamıştı. Ben her zamanki gibi ağlamamıştım.

Okuldaki kızların dedikodusunu yaptıktan sonra hayallerimizden bahsetmeye başlamıştık.

"Hiç duygusal değilsin, hatta açık konuşmak gerekirse koca bir buz dağının temellerini atmış gibisin. Bu yüzden karşına çıkacak olan insanlar senin tam tersin olur. Tıpkı benim gibi." Deyip gülümsedi. "Ama bence ileride seni koruyacak, mutlu edecek, sana yakışan birini bulacaksın." Dedi Rüya tüm samimiyetiyle.

"Kimsenin beni korumasına ihtiyacım yok. Hatta ben onu korurum." Deyip güldüm.

Bu sözlerin bana ait olduğu kafamın içinde dönüp duruyordu. Siyah bir toz bulutu bu düşüncelere karışıp daha yakın bir zamana gitti. Bir yıl öncesine.

Elindeki mısırı salona getirirken yarı etmiş olan Sinem'in mavi gözleri beynimin içinde parladı. Cemre oturduğu yerden gözlerini devirirken "Bu kutsal mısır getirme görevini vereceğiniz en son kişi Sinem olmalıydı." Diye hayıflandı.

Pınar mısır tabağını hızla çekip "Film izlerken yiyecek kadar var en azından." Dediğinde Sinem gülümsemişti. "Sen hakkını fazlasıyla yedin." Deyip tabağı sehpaya bıraktı.

"Şanslısınız ki ben getirdim. Eğer Yeşim mutfağa gitseydi tabağını bile bulamazdınız." Deyip kıkırdadı. Kızların attığı kahkahalar kafamda odağını kaybetmiş gibi dolanıyordu.

Gözlerim yavaş yavaş açılırken Oğuz'un yumuşak sesine odaklandım.

"Yeşim, beni duyuyor musun?" Onu duyuyordum ama cevap veremeyecek kadar yorgundum. Tüm kemiklerim sızlıyordu. Kalbim çenemde atıyor gibi hissediyordum.

Sızlayan parmaklarımı nazikçe tutan eline kaydı gözlerim. İçimi titretecek şekilde huzur vericiydi. Ondan kaçmak istemiyordum. Belki de ihtiyacım olan en son şey ondan kaçmak olurdu. Dudağını parmaklarıma götürüp her birini teker teker öptü. Son parmağımı öperken "Seni seviyorum." Diye fısıldadı. Bu fazlasıyla romantik bir durumdu. Ben romantizmden nefret etsem bile bu anı bozmak istemedim.

Başını kaldırıp bu sefer dudağını alnıma bastırdı. "Seni çok seviyorum. Bir daha kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim. Asla." Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.

Onun benden başka birini sevmesi durumunda çok mutlu olacağını biliyordum. Mükemmel biriydi ve sanki lanetlenmiş gibi beni sevdiğini söylüyordu. Buna engel olmayı isterdim, onun gerçekten de mutlu olmasını, daima gülümsemesini isterdim. Ya da tamamen kendimi kandırıyordum. Benden başka birisini sevmesini istemezdim.

Kapının açılma sesini duyduktan sonra Oğuz biraz uzaklaştı ama hala ellerimi bırakmamıştı. Cemre'nin gözleri alevle parlıyordu. "Sonunda kendine gelebilmişsin." Bu tepkisi beni şaşkına çevirirken Oğuz'unda benden kalır tarafı yoktu. Cemre'nin bu anlamsız öfkesine o da anlam verememişti.

Cemre ise rahat bir şekilde ellerini ovuşturup kendi yatağına oturdu. "Herkese nasıl güçlü kalınması gerektiğini öğreten, fiziksel acıya gülüp geçen kıza bak sen!" dedi alayla. Kaşlarım benden bağımsız bir şekilde havaya kalkmıştı. "İki yumrukla öteki dünyaya gidiyordun resmen!" diye yükseltti sesini.

Oğuz kafasını çevirip "Cemre." Dediğinde daha da sinirlendi. "Bu kadar çabuk terk edebiliyorsun demek bizi! En ufak bir kaçma şansı bulduğunda direk bırakmak istiyorsun." Dediğinde ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Daha fazla direnmediğim için azarlıyordu beni.

"Bazen Rüya'yı bizden daha çok sevdiğini düşünüyorum. Sırf onun yanına gitmek için kendini nasıl bıraktığına daha önce şahit olmuştum."

Haklıydı. Vazgeçmek, pes etmek bana yakışan şeyler değildi. Sırf Rüya'nın peşinden gitmek içindi belki. Ne kadar bencil olursam olayım bu fazlaydı.

"Bu çok acımasızca. Sırf kendi acından kurtulmak için, hemde bunun nasıl kavuran bir acı olduğunu bildiğin halde aynısını bize bırakmayı düşünmen. Sen çok bencil bir insansın Yeşim." Dediğinde dişlerimi sıktım. Kapıyı sertçe çekip çıkmıştı. Gözlerimi kapıya diktim ne nefesimi hızla verdim.

"Çok fazla korktu." Dedi Oğuz. Usulca kafamı sallamaktan başka bir tepki vermedim. Söylediklerinde haklıydı. Kendi küllerimden kurtulmak isterken onları bir yangının içinde bırakamazdım.

Boğucu bir hava hakimdi. Belki de hissettiklerim havayı öznelleştiriyordu bana göre.

"Onur'a ne oldu?" dedim sakince.

"Göz altında, yakında mahkemeye çıkacak. Eren en ağır cezayı alması için elinden geleni yapacak. Onu öldürmeme izin vermediği için bunu bana borçlu." Diye ekledi.

"Sana teşekkür etmem gerekiyor." Dedikten sonra yutkundum. Bunu yapabileceğimden şüpheliydim. "Hayır, gerekmiyor. Bu halde olmanın sebebi gecikmiş olmam." Dediğinde üzüldüğünü hissettim. Yeşil gözlerinde üzücü bir ifade vardı.

İkimizinde gözleri yeşildi. Ama gözle görülür bir farklılık vardı. Onun gözbebeğinin çevresinde elaya benzeyen bir çember vardı. Karanlıkta daha da ortaya çıkan bu renk oldukça güzeldi. Benim gözlerimin rengi ise turkuaza yakın bir renkti ve saf bir yeşilden oluşuyordu.

Yatağımda biraz doğrulmaya çalıştığımda acı içinde inledim. Oğuz ani bir hareketle üzerime doğru geldiğinde gözlerim onu buldu. "Kollarını bana dola." Dediğinde ne yapmak istediğini anlamasam da itaat ettim. Beni yavaşça ve sarsmadan doğrulttuğunda ona minnettar olmuştum ama bunu söylemedim.

"Su ister misin?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim. "Bana hizmet etmekten vazgeç." Deyip ona vurdum ama bu onun değil benim canımı yakmıştı. Tekrar yüzümü buruşturup inlediğimde "Kendine acı çektirmekten vazgeç."

"Sanane bundan." Diye tersledim. Yapımımda kesinlikle odun kullanılmıştı. Büyük bir odundan oluşuyordum.

"Sen iyice kendine gelmişsin bakıyorum." Dedi ve dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı.

"Neden pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun sen?" dedim tek kaşımı kaldırarak şüpheyle.

"Perşembeye kadar iyileşmen gerekiyor." Dedi elindeki ilaçları uzatarak. "Nedenmiş?" diye sordum. Ayağa kalkıp sırf beni sinir etmek için ağır ağır sürahiye uzandı. Bardağa su doldurduktan sonra "Bayan psikopatın doğum gününde evde kös kös oturmak istemezsin değil mi? Sana bakmak zorunda olduğum için bende evde oturmak zorunda kalırım."

"Bana bakmak zorunda falan değilsin." Dedikten sonra söylediği asıl olaya odaklandım. "Perşembe günü Pınar'ın doğum günü mü?"

"Bakıyorum da arkadaşına taktığım ismi baya benimsemişsin." Deyip güldü. Bayan psikopat dediğinde Pınar'dan bahsettiğini anlamıştım.

25 Haziran. Pınar'ın namı diğer psikopat ve sadist arkadaşımın doğum günüydü.

Doğum günlerinden nefret eden ve sürekli özel bir şeyler olmaması için çabayalan Pınar genellikle uyumayı tercih etse de onu zorla dışarı çıkartırdık. Bir keresinde doğum gününü deniz kıyısındaki bankların birinde küçük pankeklerden birine mum dikerek kutladığımızı hatırlıyorum.

Pınar gösterişten nefret eden bir kızdı. Onu mutlu etmenin tek yolu sadece sade olan bir hatırlatmaydı. Doğum günü onun için özgür yaşam felsefesinin yok sayıldığı tutsak dünya zırvalığına geldiği için yaşanması gerekmeyen hatta takvimden silinmesi şart bir gündü.

"Cemre beni bir bardak suyun içinde boğabilecek kadar öfkeli. Sinem ise suçluluk duygusu zımbırtısı yüzünden yanıma bile gelemiyor. Ucuz ve sade plan yapacağım tek bir kişi kalıyor." Deyip dudağımı büktüm.

"Beni son seçenek olarak görmen gurur kırıcı."

"Olmayan şeylerin kırılabildiğini sanmıyorum." Dediğinde gözlerini devirdi. "Bazen gerçekten de çok sinir bozucu bir insan olabiliyorum." Dedim söylediğim aptalca şeyin farkına varıp. Özür dilemesem bile aptalca olduğunu vurgulamak için "Bu söylediğim saçma şeyleri hastalığıma ver." Deyip biraz daha yatağa gömüldüm.

"Sorun değil, bu 'herkesten nefret ediyorum' moduna alıştım" dedi. Sözleri beni güldürmüştü.

Öğleden sonra Pınar'ın sipariş ettiği pizzaları yerken Cemre'nin öfkesi hala tazeliğini koruyordu. Delici bakışlarının ardında yatan bir başka duygu ise kıskançlıktı. Rüya'yı kıskanmasına anlam veremedim. İkisininde yeri farklıydı ama bunu ona anlatacak gücü kendimde bulamamıştım.

Biraz nefes almak için odamdan çıktığımda Sinem beni yakalamıştı. Gözlerinde gördüğüm utanç ve pişmanlık sanki diğer duyguları silmiş ve gözlerine yer edinmişti. Saçlarının dağınık görüntüsü ve gözlerinin altındaki uyumadığını haykıran torbalar hala kendini sorumlu tuttuğunun habercisiydi.

"Berbat görünüyorsun." Dediğinde gülmeye başladım. "Diyene bak." Diye karşılık verdim. Koluma girmek istediğinde ona öldürecekmişim gibi baktım. Ayakta duramayacak halde olsam bile kimseye dayanarak yürüyemezdim. Küçükken hasta olduğumda da babamın beni kucağına almasını veya annemin elimi tutmasını reddederdim. Çünkü birinin yardımına alıştığınızda hep onun geleceğini düşünüp hata yapmaktan çekinmiyordunuz. Kendi hatalarıma sahip çıkmayı ve tek başıma ayağa kalkmayı öğrendiğimden beri bunu sürdürüyordum.

Bahçeye çıktığımızda çimenlerin üzerine oturmayı tercih ettik. Yaz sıcağı oldukça kavurucu bir şekilde yakıyordu.

Sinem ellerini önce bacaklarında birleştirmişti daha sonra bu durumdan da rahatsız olup çimenleri koparmaya başladı. Gözlerimi ona diktiğimde yaptığı şeyin farkına varıp durdu.

"Zarar vermeden duramıyorum." Dedi ifadesiz bir biçimde "En yakınıma bile." Dediğinde onu susturmaya çalıştım.

"Şşş, bu senin suçun değildi. Ben kendi vicdan mahkememe çıktım. Yıllar önce yaptığım hatadan dolayı yargılandım." Aslında ne kadar kötü olduğumuzu iddia etsekte yeri geldiğinde kırılmaktan ve kırmaktan korkan çocuklar gibi masum olabiliyorduk.

Korku. Şiddetinde ve dozunda olduğu sürece gerekli bir kavramdır. Hayatta bir çok korku var. Bir film izlerken akla gelen doğaüstü güçlerin yarattığı korku veya lunaparkta sırf adrenalin olsun diye binilen korku tünelinde yaşadığınız korku. Ama bence yaşanılan korkuların en büyüğü kaybetme korkusu.

Eren vurulduğunda Cemre'nin gözlerine hakim olan bu korku hissedilir derecedeydi. Her daim uyanık kalabilecek, akıldan hiç çıkmayacak bir korku.

Sinem'in yaşadığı da aynısıydı. Bir de üzerine eklenen pişmanlık ve suçluluk duygusu vardı tabi.

"Cemre de sende bana karşı çok iyi davranıyorsunuz. Bu durumda suçlu olan tamamen benim! Bunu anlamayacak kadar kör müsün? Zarar veriyorum Yeşim." Bağırmaya başladığında afallamıştım. Yaşadıklarının zor geldiğinin farkındayım ama bu çok saçmaydı.

Ellerini sinirle havaya kaldırdığında kendine vuracağını bile düşündüm. "Sanki kendi yolum doğruymuş gibi sana öğütler verip duruyorum. Allah aşkına çıldırmış gibi davranıyorum. Herkes ne kadar aptal olduğumun farkında. Siz bile bazen bana katlanamıyorsunuz."

"Saçmalama!" diye çıkıştım. "Benim adıma konuşmaktan vazgeç!"

"Hiçbir işe yaramıyorum."

"Yanımda olman yeterli. Bana destek olman yeterli." Dedim tüm samimiyetimle.

"Yetmiyor işte, anlamıyorsun." Deyip elleriyle suratını kapattı. Hangi ara bu noktaya geldiğimizi anlayamamıştım. İçinde neler yaşadığını veya aklından neler geçtiğini bilemediğim için onu anlamıyordum. Bu doğru, onu anlayamıyorum.

"Ben kendi içimde boğuluyorum." Dediğinde ona sarılmak istedim ama izin vermedi. Bu beni bir anlığına duraksatmıştı. "Pınar'ın sözleri, Oğuz'un bakışları... Kendimi senin yanında değersizmişim gibi hissettiriyor. Senin bu halde olmanın sebebi benim. Bunu her baktığımda gözlerinde okuyabiliyorum." Dediğinde öfkem bir dağa tırmanır gibi artmıştı.

Sinem bahçe kapısını sertçe çarpıp dışarı çıktığında gözlerimi sımsıkı kapattım.

Kemiklerimin sızlamasına aldırmadan içeri koşar adımlarla girdim ve gözlerimi Pınar'a diktim.

"Sen niye ayaktasın? Dinlenmen gerekiyor Yeşim."

"Neden işler istediğin gibi gitmediğinde bu büründüğün kişiliğin dışına çıkıyorsun? Neden bu kadar suçlayıcısın? Neden hep en kötüsü olmak zorundasın Pınar?"

Sözlerimin fazlasıyla ağır geldiğini bildiğim halde kendimi dizginlememiştim. Sinem'in yüzü akılma geldikçe daha çok bağırmak istedim. Pınar'ın olmayan duygularını düşünecek halde değildim.

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Buna bir son vermen gerekiyor." Dediğimde Eren ve Cemre de salona girmişti. Şaşkın bir şekilde yeni başladığımız kavganın içinde bulmuşlardı kendilerini.

"Aylık günah çıkartma seansınızı benim üzerimde kullanmaya alıştınız iyice." Mavi gözleri parladığında daha da çok sinirlendim.

"Hiç kimseyi kafana göre yargılayamazsın. Kendini yeyip bitirdiği halde Sinem'e karşı nasıl bu kadar acımasız olabilirsin? Aklım almıyor. Artık senin yaptıklarını aklım almıyor. Korkunç bir insana dönüşüyorsun."

Elindeki bardağı yere çarptığında irkildim ama gözlerimi onunkilerden ayırmadım. Yanıma yaklaşıp dişlerini sıktığını gördüm.

"Sırf meydan dayağı yiyen ben olmadım diye korkunç olan ben mi oluyorum yani? Veya yapmam gereken bir şeyi yapmadığım için suçlu olmadığım için mi? Siz kendi üzerinize bulaşan kanları temizleyin diye rahat bir uyku çekin diye yaptığım onca şeyden sonra korkunç bir insana dönüşüyor olmam kaçınılmaz bir durum olmalı."

Sözlerinin arasından çekip çıkardığım bir cümleyi değiştirdim. "Sen önce kendi ellerindeki kanı temizle." İşte bu kilit cümle anında içime çıkmaz sokağa girmiş biri gibi geri dönülmez bir şekilde acı geçişine sebep oldu. Ne söylemiştim ben böyle?

Bir adım daha atıp yanıma yaklaştığında gözlerimi kapatmak istedim ama bunu yapamadım. Gözlerindeki yakıcı ifade içimi eritiyordu. Ben kendi çıkmaz sokağımda kaybolmuştum.

Bir şeyler söylemeliydi ama gözlerindeki ruhsuz ifadeyle suratıma bakıp gitti. Gitti.

Pınar ilk defa söylenen bir cümleye karşılık vermeden gitmişti. Sızlayan kemiklerimin acısı bin kat artmış gibi hissettim. Belki de kalbim kemiklerimden daha çok acıyordu. İkisinin acısını karıştırıyordum. Öfkemi kusmam gereken asıl kişi odasından çıktığında gözlerimi kapattım.

Eren tekli koltuğa otururken Cemre yanıma gelip dudağını büktü. "Bu aralar biraz fazla üzerine gittik." Dediğinde koltuğa oturdum.

"Berbat bir insanım." Deyip nefesimi verdim.

"Sorun değil. Kendini toparlayacaktır. Her zaman böyle yapar." Cemre'nin bu anlayışlı hali garip gelmişti. Biraz önce bağırıp çağırmıştı ama şuan oldukça sakin görünüyordu.

CEMRE ARSAY

Bahçe kapısından çıktığımda kaldırım üzerine çökmüş eliyle yüzünü kapatmış oturan Pınar'ı gördüm. Saçlarını hırpaladığını yüzüne düşen dağılmış bir kaç tutam saçtan anlayabiliyordum.

Yanına oturduğumda başını kaldırmadan oturmaya devam etti.

"Suçlamalarınız bitmedi galiba." Dedikten sonra başını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. "Devam et."

Bu dağılmış hali beni duraksatmıştı. Ona kötü davranmak istemiyordum. Bazen kötü davranmaktan kaçındığınız insanlar asıl kötü davranılmayı hak eden kişiler olabiliyor. Peki bunu nasıl anlayacağım?

Kaşlarımı çattım ve gözlerinin içine baktım. Tıpkı onun yaptığı gibi kesintisiz bir şekilde ona bakıyordum. "Özür dilerim." Dedim kısık bir sesle.

Başını çevirdi ve sesli bir şekilde uzun bir nefes verdi. Dudaklarını birbirine bastırdığında kendini frenlemeye çalıştığını görmüştüm.

"Sorun değil. Duymaya alıştığım şeyler." Bu söyledikleri gerçekten kötü hissetmeme sebep olmuştu.

"Pınar, bazen ağzımdan çıkanları düşünmeden söylüyorum."

"Düşünmeden söylediklerin asıl hissettiklerindir." Dedikten sonra gitmek için ayağa kalktı. Onu durdurmak istedim ama ne diyeceğimi bilmiyordum. Artık birilerine zarar vermekten bıkmıştım. En yakınımdakilere verdiklerim en büyükleriydi belki.

Kafamı geriye yatırıp gözlerimi kapattım. Neden hayatımda hiçbir şey düzgün gitmiyordu ki? Keşke filmlerde ve kitaplarda olan mutlu sonları sevebilseydim diye düşündüm. Eğer onları sevseydim umut edebilirdim ama şimdi bomboş bir şekilde yaşıyordum hayatımı. Umut etmek sadece hayalleri olan kişilere özgüydü. Hayatın köşesinde unutulmuş bir kıza özgü değil. Adımlarımı hızlandırmadan eve girdim. Kimseyle konuşmak istemiyordum.

Odama geldiğimde bavulumdan düşmekte olan bir çerçeve gözüme takıldı. Okulun arka sokağında çektiğimiz bir fotoğraftı. Sinem kolunu benim omzuma atmıştı. Pınar'da yaralı olan yanağını Yeşim'in omzuna bastırmış bir şekilde poz vermişti. Yüzünün yarısının görünmesine rağmen oldukça güzel görünüyordu. Yeşim'in saçları dağılmış örgüydü. Bu halini seviyordum. Nedensizce gülümsediğimde fotoğraftaki bir başka ayrıntı dikkatimi çekmişti. Gözlerine inanamamak bu oluyordu. Okulun arka sokağında parkın yanında yaklaşık bir yıl önce çektiğimiz bu fotoğrafta bankın üzerine ayağını atmış bir şekilde bize bakan birisi vardı.

Gözleri bu uzaklıktan bile fark ediliyordu. Mavinin uçsuz bucaksız bir tonu. İçimde yanan alev anında körüklendi. Kafamda kurduğum tüm planlar parktaki bankın yanında duran adam sayesinde yönünü kaybetmişti. Bu Eren'di. Eren.


Continue Reading

You'll Also Like

846K 23.2K 80
Cinsel içerik, şiddet vb olaylar içeriyor çok sık olmamak kaydıyla lütfen bunu bilerek okuyun!! Kısa bir bilgilendirme daha arkadaşlar ana karakterle...
517K 24K 20
Yasmîn, annesiyle birlikte Zemheroğlu konağında çalışmaktadır. Zemheroğlu Mardin'in en köklü aşiretidir. Yasmîn'in babası bir gece ansızın annesini...
1.2M 28.3K 41
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
187K 11.8K 22
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...