Bölüm 48

1.4K 68 7
                                    


YEŞİM ÖZGÜR

Kilitli kapılar ardında koşturmak ve dışarıyı hayal etmek yoruyordu.

Susuzluğumun gölgesine dayanmıştı düşüncelerim. Dudaklarımdaki kuruluk kalbime benzemek için çabalamıştı sanki. Benzersiz bir yorgunluk vücudumun her köşesine uğramıştı. Eksikliğini hissettiğim duygular karşımdaymış gibi hissediyordum.

"Yolun sonuna geldim."

Yitirilmiş ümitler gibi geri dönülmez bir arafa sürüklenmiştim. Acılarım bir filmde son bulmuşken biri filmi başa sardı. Dayanabileceğim türden değildi bu. Çok fazlaydı.

Yıllar önce yapmam gerekeni yapacaktım. Daha fazla acı çekmeyecektim. Adımımı uçuruma doğru attığımda Oğuz'un gözlerindeki çaresiz korku arttı. Sinsi gözyaşlarım sonumu getirecekti bu kez.

Acının tüm boyutlarını yaşadım.

Kayıp, ihanet, fiziksel acı... kayıp. Bir kayıp daha.

Elimi , kökleri terden yapış yapış olmuş saçlarımda gezdirdim. Solgun tenime hapsettiğim acı geri kalan her şeyi alıp götürüyordu.

"Buna asla izin vermem." Oğuz'un cümlesinden sonra ruhsuz bir şekilde güldüm. Ruhsuz bir gülüş, ruhsuz bir kızın ta kendisiydi. Dünya üzerinden silinen kızın, ölü kızın.

CEMRE ARSAY

İstanbul'un soğuk rüzgarlarını tenimde hissettim. İçimde tekmelediğim tüm duygularımı savurdum rüzgarlara. Onlar gitmesi gereken yolu biliyordu. Benim ihtiyacım olan şeyi biliyorlardı.

Bahçedeki soğuk bakışlar, rüzgara özeniyormuş gibi çınladı kulaklarımda. Kaşlarımı çattığımda gülümsedi. Onun evindekinin aksine küçük bahçemizde yerde oturuyordum. Yanıma doğru geldiğinde çimenlerin üzerine uzandım. Soğuk hava içimi titretse de aldırmadım. Yanıma geleceğini biliyordum. Yanıma uzandığında bu sefer gülümseyen ben oldum.

"Küçükken yıldızların üzüldüğümüzde bizimle konuştuklarını sanırdım. Tüm derdimi anlatırdım. Babamın beni neden bıraktığını sorardım. Sonra kendi kendime cevaplardım. Babamın beni kaybetmekten korktuğu için gittiğini söylerdim. Sırf bir gün acımı yaşamasın diye ilk başta beni bıraktığını düşünürdüm. Belki de yıldızların öyle düşünmesini istiyordum." dedim. İçimden gelenleri söylediğimde gözlerime baktı. Derin bakışlarında kaybolabilirdim.

"Yine yıldızları kandırmak ister misin?" diye sordu. Önüme dönüp güldüm. "Bu çok çocukçaydı." dedim.

"Belki yıldızları kandırdığımızda kendimizi kandırmamız daha kolay oluyordur." dedi. Gülümsemem yüzüme yayıldı. "Pekala, sen başla." dedim.

Yüzünü gökyüzüne dönüp gözlerini kapatıp açtı. Ne yaptığını anlayamamıştım. "Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş. Yeni öğrendim." dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi açtım.

Gözleri beni bulduğunda şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım. "Sıra sende."

"Yüzümdeki tüm yaşanmışıklar, geleceğim için yaktığım ateşin içinde kaybolsun. Artık kimseyi kaybetmek istemiyorum o yaşanmışlıklarda." dedim. Hissettiğim endişenin sözlerime yansıması şeklinde olmuştu bu.

"O gelecekte gözlerine bakabilmek için tüm geçmişimi bağışlayabilirim." dedi gözlerime bakarak. Nefesini yüzümde hissetiğimde yakıcı ateşin sıcaklığı soğuğun üzerini örttü.

Yüzü bu kadar yakınken, nefesini hissedebiliyorken "Bin defa ölmek nasıl bir şey?" diye fısıldadım. Sevmek nasıl bir şeydi? Kitaplarda anlatıldığı gibi dünyanın merkezi değişiyor muydu? Filmlerdeki gibi canın yanıyor muydu uzak kaldığında? Nasıl bir şeydi bu aşk dedikleri? Kelimelerin kifayesiz kaldığı derin bir hüzün bulutu mu? Boşluk mu? Mutluluk mu? Sarhoşluk mu?

kötü KIZLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin