Bölüm 32

2.1K 119 0
                                    

YEŞİM ÖZGÜR

İliklerime kadar hissettiğim saf nefreti geriye bırakırsak pek bir şey kalmıyor. Büyük bir nefret, biraz hırs ve alışmışlıklardan oluşuyorum. Hayatımdaki rutinlere ara verdiğim doğru. Her gün intikam almak için adını bile bilmediğim adamların arkasından koşmuyordum ama ruhumdaki alışmışlık hep aynı yöndeydi. Ben atacağı adıma bakan biri değildim çünkü geride bıraktığım adımlarımı saymayı bırakamamıştım. Bu beni bir boşluğa sürüklüyordu. Bunu hissedebiliyorum.

Oğuz, sanki bir hikayenin önsözü gibi gereksiz ama yazarın gözünden bakınca anlamı paha biçilemez. Ben şimdiye kadar ona okuyucunun gözünden baktım. Çünkü ben bir yazar değilim. Düşüncelerimi bağırarak, kırarak, yok ederek ifade ederim. Kafamda bıraktığı soru işaretini bir kenara itmek istesem de pek başarılı olamıyorum. 

Sinem'in bana engel olmasını o an istemedim çünkü buna pişman olmayacağımı sanıyordum. Başka birilerinin hayatını mahvetmek sadece benim acımı büyütecekti. Hakan'ın lokantanın mutfak bölümünde olduğunu biliyordum. Sadece onunla yalnız kaldığım bir yerde yüzleşip içindeki korkuyu körüklemek istiyordum. Madem onu öldürmeyecektim o zaman tatmin olacağım kadar acı çekmeliydi. Sinem hesabı ödedikten sonra dışarı çıktım. En azından karısıyla tanışmıştım. 

Oğuz meraklı gözlerini bana çevirdi. Soracağı soruları az çok tahmin edebiliyordum. Aniden bastıran baş ağrısı gerginliğimi arttırırken Pınar'ın meraklı bakışları da bende yoğunlaştı.

"Yarın bir daha gelip asıl hedefe odaklanmayı düşünüyoruz." dedi Sinem benim adıma. Ona konuşabildiğimi hatırlatan bir bakış attım. Benim yerime konuşanları sevmezdim. Ama Sinem'i seviyordum ve pek parlamaya niyetim yoktu.

"Hedef kayması mı oldu yani?" dedi Eren. Polyanna'yı bu kadar çok sevmesi ve ona özenmesi sinirimi bozmuştu.

"O adamla karşılaştın mı?" dedi arabaya doğru ilerlerken Oğuz. Sorusuna cevap vermek istemesem de kelimeler ağzımdan döküldü. "Onunla karşılaşmadım. Yüzüne baktığımda ne hissedeceğimi bilmiyorum." dedim. Düşüncelerimi ona söylemek beni rahatsız etmişti. Susmam gerekiyordu ama içimden gelmiyordu.

"Hissettiğin nefret doğal olacaktır. Her zaman yanındayım." dedi. Onu terslemem gerekiyordu. Ya da acınası bir şekilde gülebilirdim ama yapmıyordum işte. Lanet olası ağzım ona bakarken açılmadı bile. Belki de artık yaralarımı kırarak, yıkarak yok etmek yerine konuşarak kapatmayı istiyordum. 

Eve geldikten sonra ılık bir duş alıp rahatladım. Üzerime bol sayılabilecek şeyler geçirip salona doğru ilerledim. Pınar yemek hazırlarken Cemre de ona yardım ediyordu. Gruptaki tek beceriksiz ben değildim. Pınar, hem kızıyor hem de Cemre'nin beceriksizliğine gülüyordu. Onu gülerken görmek gerçekten de güzeldi. Çünkü nadiren gülerdi ve gülümsemesi insanın içini ısıtırdı. 

"Yardım edebilirim." dedim mutfak tezgahına doğru ilerlerken salonda oturan Sinem kafasını sallayarak "Zehirlenmek istemiyorum." dedi. Yüzümü buruşturdum. Bunu onların yanında söylemek zorunda değildi.

"Bir tane Cemre yeter." Pınar'ın sözlerinden sonra salona geçip Sinem'in yanına oturdum. Gözlerimi duvarın yanındaki piyanoya diktim. Özlemiştim. Kendimi geliştirebildiğim tek alandı belki eskiden. Rüya piyano tuşlarına aşık gibiydi. Zaten piyano dersi almamızı o istemişti. Benden daha güzel çalardı. Gözlerimle her tuşa dokundum. Ve Rüya'nın çaldığını hayal ettim. En sevdiğimiz parçayı çalıyordu. 

Canon.

Bir vefa gibi hissettim. Onu hatırlamak için çalmam gerektiğini hissettim. Her şeyi bırakıp sadece onu düşünmek istedim. Ani bir kararla koltuktan kalktım ve piyanonun başına geçtim. Tüm düşüncelerim bir anda toz oldu. Tuşlara dokunduğum anda Rüya'yı hatırladım. Canonu çalmaya başladığımda salonda bir sessizlik oldu. Herkesin bakışlarını üzerimde hissettim. Uzun bir süre parçaya odaklandım. Yıllar önce çaldığım gibiydi her şey. Tek fark o zamanki gülen gözlerimden şimdi yaşlar akıyordu. Ne zaman akmıştı gözlerimden bilmiyorum. Engel olamamıştım. 

Parçayı bitirdikten sonra ayağa kalktım ve kafamı kaldırdım. Rahatladığımı hissetmiştim. Arkamı döndüğümde herkes hayretle bana bakıyordu. Kızlar da ilk defa dinlemişti beni. Pınar elinde tuttuğu patatesi hayava kaldırıp "Sana altın patates veriyorum." dedikten sonra güldü. Bende gülümsemiştim.

"Bence sırf yemek konusunda beceriksiz dedik diye bize ders verdin." dedi Sinem. Ellerini üç defa birbirine çaktı. 

"Rüya' nın en sevdiği parça." diye açıklama yaptım. Eren kirli sakallarına dokundu ve koltuğa oturdu. Oğuz ise hala bana hayretle bakıyordu. Ben ruhumun derinliklerine gömdüğüm bir kuşu serbest bırakmış gibi hissediyordum. Sanki uzun zamandır yapmam gereken bir şey vardı ve ben bunu bugün hatırlamıştım. 

Pınar ve Cemre'nin hazırladığı akşam yemeğinden sonra dışarı çıkmak istedim. Belki biraz etrafı dolaşabilirdim. Kızlara haber verdikten sonra kot ceketimi giydim. Saçlarımı özensiz bir topuz yapmıştım. Sahile doğru ilerlemeye başladığımda ayaklarımın beni lokantaya götürmesi beklediğim bir sondu. Yavaş yavaş ilerledim. Sabah karşılaştığım kadın lokantayı kapatmak için hazırlanıyordu. Küçük kızı da annesinin dibinden ayrılmıyordu. Gözlerimi kısarak baktım. Bir şey yapmak istemiyordum. Adımlarım ters yöne doğru hızlandı. Rüya'yı serbest bıraktığım bu gece onun katilini görmek istemiyordum. Sahile gelip denize baktım. Hayal edemeyeceğim bir sürü şey yaşamıştım. Rüya'nın ölümü hayatımda bir milattı. Ben orada takılıp kalmış gibi hiç ilerleyemiyordum. 

Birden bir ses oldu. Hızla arkamı dönerken gerilmiştim. Olmasını istemediğim bir şey oldu. Farklı hissetmiştim. Katil karşımdaydı. Üstelik korkunç bir halde değil, düşünceli, karısını ve kızını seven, onların mutluluğu için uğraşan bir adam vardı karşımda. 

"İyi misiniz?" dedi gözlerime bakarak. Ondan nefret ettim. İliklerime kadar nefret ettim. Parçalamak, öldürmek istiyordum. Yok etmek istiyordum. Dişlerimi sıktım. Sakinleşmem gerekmezdi onu öldürebilirdim. Düşüncelerim toz bulutu gibi dağılıyordu. Midemde hissettiğim buruk acı tüm vücuduma yayılmıştı. 

"Bu saatlerde burası biraz tehlikeli olabiliyor, isterseniz eşim sizi otelinize kadar eşlik etsin." Kulaklarıma inanamıyordum. Eğer yüzünü hatırlamıyor olsam Eren'in yanlış adamı bulduğunu düşünürdüm. Nasıl değişebilirdi bu kadar? Şerefini hangi köpeğin yemek kabında bulmuştu? Hafızasını kayıp etmişti de vicdanı mı gelmişti? Oysa her şeyi hatırladığını hissediyordum. Unutamazdı. Yıllar önce katlettiği kızı unutamazdı.

"Seni tanıyorum." 

Kaşlarını çattı. Gözlerime biraz daha yakından baktığı takdirde beni hatırlayacaktı. Bir adım yaklaştım. İçimdeki nefreti gözlerimde birleştirdim. Ona geçmesini istiyordum, nefretimin ona geçmesini ve yok olmasını istiyordum. Sessizlik hissedilir derecedeydi. 

"Sende beni tanıyorsun. Hafızanı biraz zorla." dedikten sonra keyifsizce gülümsedim. "Belki de ipucu vermeliyim. Bir kızın vardı değil mi?" dediğimde gözleri büyüdü. Bir adım uzaklaşırken yutkundu. Kendini ele vermişti sonunda. Yıllarımın katili korkmuştu. "Hayatını mahvettiğin bir kız da vardı."

"Ben, üzgünüm." dedi. Dişlerimi daha fazla sıkamadım ve sertçe ittim onu. Ellerim titriyordu. Ne kadar kolay söyleyebiliyordu?  Ben her gece vicdan azabından kıvranırken,sırf Rüya'yı istemediği bir yoldan gitmek zorunda bıraktığım için pişmanlıktan ölürken onun sadece üzgün olması öfkemi arttırdı. "Üzgünsün öyle mi? Kızınla vakit geçirirken öyle değildi ama! Ona nasıl bakıyorsun? Kendi kızının gözlerinde öldürdüğün kızın gözlerini görmüyor musun?" dedikten sonra bir daha ittim. Bu sefer yere düştü. Yüzündeki ifade Yusuf gibi değildi. Gerçekten üzülüyordu. Ne yazık ki bu benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. 

"Ben geldim Allah'ın belası! Hayatını cehenneme çevirdiğin kız şimdi seni kendi cehenneminde yakacak! Lanet grubunuzdaki herkes benim cehennemimde yanacak ve o çukurlara tüm sevdiklerinizle beraber düşeceksiniz!" 






kötü KIZLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin