11 NUMARA

By fennayazar

1M 73.8K 160K

⌜17 NUMARA ADLI HİKAYE OKUNMADAN OKUNMAMASI ÖNERİLİR. BAĞLANTILIDIR VE 17 NUMARA ÜÇ KİTAPTAN OLUŞAN BİR SERİD... More

Bölüm 1: 17 Numara
Bölüm 2:Alâ Karademir
Bölüm 3:Katliam
Bölüm 4:Takip
Bölüm 5:Yakalandın
Bölüm 6:Red
Bölüm 7:Sarsıntı
Bölüm 8:Düşman Taraf
Bölüm 9:Günahkar
Bölüm 10:Gerçek
Bölüm 11:17 Numara Vakası
Bölüm 12:Karar
Bölüm 13:İtiraf
Bölüm 14:Vicdan
Bölüm 15:Ardımda Bıraktığım İzler
Bölüm 16:Hayal Alemi
Bölüm 17:İçindeki Katil
Bölüm 18:Av
Bölüm 19:Avcı
Bölüm 20:Zihnimdeki Karmaşa
Bölüm 21:Yıkıntı
Bölüm 22:Zehir
Bölüm 23:Güven
Bölüm 24:Bedel
Bölüm 25:Kanıt
Bölüm 26:His
Bölüm 27:Açık Yaralar
Bölüm 28:Ölüm
Bölüm 29: Hak etti
Bölüm 30: Çatlak
Bölüm 31: Katil Çetesi
Bölüm 32: Mektup
Bölüm 33:Defne Karaca'ya
Bölüm 34: Zihnimdeki Açık
Bölüm 35: İlk Kayıp
Bölüm 36: Seçim
Bölüm 37: Sanrılar
Bölüm 38:Zihnimdeki Yalancı
Bölüm 39:Sırtımdaki Bıçak
Bölüm 40: Kırmızı
Bölüm 41: İhanetin Ölümcül Bedeli
Bölüm 43: Çıkmaz Sokak
Bölüm 44: Camın Ardındakiler
Bölüm 45:FİNAL 1\2
FİNAL

Bölüm 42: Barış Atasoy

16.2K 1.1K 4.1K
By fennayazar

Hellö! Umarım bu bölüme sıkı hazırlanmışsınızdır. Şimdiden baştan sona kadar bir yıkım olduğunu söylemek istiyorum. Eğer böyle bir duruma girebilecek değilseniz lütfen daha sonra okuyun...

Finali 45 de yapacağız, buradan tekrar söylemek istiyorum

Medyadaki şarkının sözlerine bakın, ben 11N'e çok yakıştırdım

Yorumları ve oyları unutmayalım♡

Bölüm 42

18 Kasım

Barış Atasoy

Ölüm hayatıma birçok kez uğramıştı. Her seferinde canım daha ne kadar yanabilir ki dediğimde ise yine her seferinde canım çok daha fazla yanmıştı. Ölüm bana eskiden hiçbir şey ifade etmezdi. Bir katil olduğumda ve yeni bir kişiliğe büründüğümde duygularının çoğundan yoksun bir adam haline gelmiştim. Ölüm göz korkutmazdı, bir yere kadar. Yeni biri olduğumda ölüm beni ilk Cem ile sınamıştı, orada korkuyu iliklerime kadar hissetmiştim çünkü o bizden biriydi. Bir şeyleri değiştirmek isteyen tarafım o zaman ortaya çıkmıştı, Defne'yi ilk o zaman gerçekten dinlemeye başlamıştım. Bu hepimize bir ders olmuştu.

İkinci sefer çok daha ağırdı. Bana bir kez daha değişimi kabullendiren kadının öldüğünü duyduğumda ölüm beni hiç olmadığı kadar sarsmıştı. Defne ve Asır, bana ölümün aslında ne kadar da korkutucu olduğunu hatırlatmışlardı. Çünkü ne olursa olsun iyi sonlara inanır insan, bir şekilde herkes yolunu bulurdu değil mi? 11 Eylül yolumu asla bulamayacağımı anladığım gündü. Çünkü yol göstericimi kaybetmiştim. Hayatım boyunca iki kez değişime uğramıştım. Başlangıcı Asır, sonu ise Defne yazmıştı. Defne'nin yolundan ilerliyordum, sonunun olmayacağını bile bile buna inanmaya devam ediyordum.

Alâ'm, Sevgilim...

Yoluma davet ettiğim tek insan. Yıllar önce bile beni sevebilecek biri olmadığına kendimi inandırmıştım. Henüz Defne'yi almadan önce bile çünkü katil bir adamı kimse sevmezdi. Katil olduğum anda aşka dair bütün ümitlerimi yakıp yıktığımı biliyordum. Ta ki Alâ hayatıma karanlık sandığı ışığıyla girene dek. Onu ilk gördüğüm andan itibaren ve karanlığıyla suçladığım anlara rağmen ışığıyla içime aktığını biliyordum. 

Şimdi 18 Kasım, onun doğum günü. Acıları geride bıraktığıma çok inanmıştım, ölümü artık hayatımdan çıkardığıma kanmıştım. Ölüm beni kandırmıştı. Sevgilimi kollarımın arasına yığdığında ölümün kahkahasını kulaklarımda duymuştum. Hiçbir silah sesi beni bu kadar korkutmamıştı ve hiçbir ölüm beni bu denli yıkmamıştı.

Kollarımda ve kanlar içindeydi. Yüzü daha ben eve geri döndüğümde rengini kaybetmişti ama kollarımın arasındayken ona baktığımda bembeyaz kesildiğini gördüm. Benim yüzümden akıttığı gözyaşları yüzünün tamamını ıslatmıştı, dudakları bütün bu ıslaklığa rağmen kupkuru kesilmişti. Kısa saçları koluma doğru dökülmüştü, her dokunduğumda yaşamı hissettiğim saçları artık ölümü hissettiriyordu. 

Beyaz elbisesine baktığımı hatırlıyorum. Göğsünde, tam kalbinin hizasında sanki kara bir delik vardı. Oradan süzülen kanlar hevesle giydiği elbisesini kırmızıya boyamıştı. O kadar çok kan vardı ki, sıcak kanını parmak uçlarımda hissettiğim saniyelerde bütün hepsinin ona ait olduğuna inanmakta çok zorlandım. İnanmak istemiyordum, kendini kalbinden vurduğuna inanmak istemiyordum. Gözlerimle görmüş olmama rağmen bunun onun bir kuruntusu olması için yalvarıyordum.

Kuruntu olmayı dilerdim, en azından onun canını bu kadar yakmış olmazdım. Kuruntu olmayı dilerdim çünkü gerçek Barış onun ölümüne sebep olacak kadar aptaldı. Benim yüzümden kendini vurmuştu, onu kurtarmak isterken ölümüne sebep olmuştum.

Kollarımın arasında ne kadar kaldı bilmiyorum. Onu sıkıca sardığımı ve onun ardından hala atmaya devam eden aptal kalbimin içine sokmak istediğimi biliyordum. Gözlerini görmek ister gibi güzel yüzüne bakıyordum, kirpiklerinin hareket etmesi için yalvarıyordum. Bana tekrar hayran olduğum mavi gözleriyle bakmasını, bütün kötülüklerin içinde ve belki de yaşlı gözlerinin ardından umutla gülümsemesini istiyordum. 

Mutlu olduğumuz kısa anlar kalbime birer iğne gibi batıyorlardı. Zihnimde yankılanan birkaç kahkahasını ne kadar haykırırsam haykırayım bastıramıyordum. Bütün güzel anların katili olduğumu anladıkça kırmızı silahını alıp kafama sıkasım geliyordu. Sonra vicdanım devreye giriyordu, onun için de yaşamamı söylediği anlar yüzüme tokat gibi çarpıyordu. Kendim için yaşayamazdım zaten, eğer nefes alacaksam sadece onun için alacaktım.

Ben sevgilimi kendi ellerimle öldürmüştüm. 

Polisler, görevliler, Ömer, Ilgın, Koray, Anıl... Herkes onu benden almak istiyordu. Kollarımın arasında can veren sevgilimi sonsuzluğa uğurlamak için çok ısrarcıydılar. Herkes bir şey söylüyordu, beni onu bırakmam için ikna etmeye çalışıyorlardı ama ben onu bırakmak istemiyordum. Hissetmese bile öpücüklerimi yüzünün her noktasına bırakmak, saçlarıyla dans etmek istiyordum. 

"Barış." dedi Koray, sesi ağlamaklıydı. "Bırak artık onu." Elini omzumda hissettim. "O gitti."

Kafamı hızla iki yana sallarken, "Hayır!" diye haykırdım. "Gidemez." Daha sıkı sarıldım sevgilime. "Beni bırakamaz."

"Özür dilerim." dedi Anıl, önüme çöktüğünü göz ucuyla görebildim. Alâ'ya dokunmaya kalktığında sanki daha fazlası mümkünmüş gibi çektim içime doğru. "Buna ben sebep oldum, affet beni kardeşim."

Bazı şeyler biliyordum. Anıl'ın benden önce bunu yapmaya kalktığını ve Alâ'nın bu yüzden kendinden geçtiğini. Aslında bizi bu noktaya getiren bazı şeyler vardı, bu da onlardan biriydi. Ben kimseyi suçlamak istemiyordum, bu tamamen benim suçumdu. Ben yapmıştım, benim ihanetim onu sarsmıştı ve ölüme sürüklemişti. Sadece ben...

"Kardeşimi bırak!" diye haykırdı Ömer, sesi arkamdan geliyordu ve acı içindeydi. "Senin yüzünden oldu!" Biliyordum ama dile getiremiyordum. "Sana söyledim, hastane ona iyi gelmiyor başka bir yol bulalım dedim. Dinlemedin beni, bunun doğru olduğunu söyledin. Senin yüzünden öldü, senin yüzünden kendini öldürdü!"

"Beyler yeter!" diye bağırarak araya girdi Ilgın. "Doğru olan buydu, bunu öngöremezdiniz."

Doğru olmadığını biliyordum, kalbimde hissediyordum. Kanlar içinde, kollarımın arasında yatan sevgilimin katili bendim. İşte yeniden bir katildim, sevgilimin katiliydim.

"Bırak kardeşimi diyorum sana!" diye bağırdı Ömer, benden imkansız olanı istiyordu. "Onu hak etmiyorsun. Sana güvendim, onu koruyacağına inandım ama sonuca bak. Ölümüne sebep oldun! Bunca zaman onu öldürmen için sana inanıp sessiz kalmışım."

Ömer'le buradan gittiği gün konuşmuştum. Onu Alâ'yı koruyacağıma dair inandırmıştım. Aslında bunca zaman Ömer'in bir olay çıkarmamasının, gelmemesinin sebebi onunla konuşmamdı. Bunu kimseye söylememiştim, yanlış anlaşılmakta istememiştim. Yalan gibi görünebilirdi ama ben sadece bundan kimseye bahsetmemiştim. Sadece sessizliği sağlamak istemiştim çünkü Alâ'nın sessizliğe ihtiyacı olduğunu düşünmüştüm. Onu da becerememiştim.

"O sesini kesmezsen senin gırtlağını sökerim!" diye çıkıştı Koray, ona dönüp dur bile diyemedim. Kollarımın arasındaki sevgilimi son olduğunu bilerek izliyordum. "Onları rahat bırak!"

"Eğer ölen o olsaydı da aynısını söyler miydin?" diye öfkeyle yanıtladı Ömer. "Benim kardeşim öldü ve bu siz katillerin suçu. Ona bir aile vereceğini söylemiştin." Bu banaydı. "Yine yalnızdı, yalnız başına öldü ve sen en büyük korkusunun bu olduğunu biliyordun!"

Gözlerim hemen dibimizde kalan kırmızı silaha kaydı. En son Alâ'nın dokunduğu ve onu kollarımın arasına aldığım anda bıraktığı silah. Silahı ona kendi ellerimle almıştım ve onu kendi ellerimle öldürmüştüm. Yalnız başına onu korktuğu ve asla yapmak istemediğini söylediği ölüme yollamıştım.

Ömer haklıydı, onun yalnız başına ölmesine izin veremezdim.

Kırmızı silahı kavradığım anda kısa bir sessizlik oluştu. Namluyu şakağıma dayamıştım, gözlerim Alâ'nın kanlar içinde kalan bedenindeydi. Sebep olduğum son yüzünden akan gözyaşlarım onun soluk tenine damlıyordu. Artık kuruyan gözyaşlarının yerini benim sıcak gözyaşlarım alıyordu.

"Barış bunu sakın yapma." dedi Anıl, elleri sanki silahı alabilecekmiş gibi bana doğru uzanıyordu. Sesi ürkekti, bunu yapmamdan ne kadar korktuğunu biliyordum. Onları tanıyordum, ne düşüneceklerini bilecek kadar iyi tanıyordum. Bu yola üç kişi devam edeceğimize dair birbirimize verdiğimiz sözler zihnimde yankılansa bile onun üstünü sevgilimin son sözleri kapatıyordu. 

"Hala birbirinize sahipsiniz." dedim ve başımı kaldırıp bana korkuyla bakan Koray ve Anıl'a bakabildim. "Ben onu yalnız bırakamam, bu kez bunu yapamam çocuklar lütfen."

Ne kadar acı çektiğimi, onsuz devam edemeyeceğimi bunu yapmadan önce anlamalarını istiyordum. Onlara bunu borçluydum, Defne'den sonra ben de onları sessizce terk edemezdim. Birlikte çektiğimiz acılardan sorumluydum. 

"İyi tarafından bakın, sadece sevgilime değil Defne'ye de kavuşacağım. Bence o da beni özlemiştir." Gülümsemeyi denedim ama başarılı olabildim mi bilmiyordum. "Güzel bir hayat yaşayıp yanımıza gelirsiniz, olmaz mı?" Kolumun arasında sıkıca tuttuğum sevgilime baktım. "Onsuz yaşamak istemiyorum."

"Eğer yaparsan..." dedi Koray ve elini arkasına doğru attı. Silahını çıkardığını gördüğüm anda kalbimin teklediğini hissettim. Silahı aynı benim gibi şakağına dayadı. "Bir saniye bile düşünmem ben de ardından gelirim."

"Silahım yok ama..." diyerek ellerini kaldırdı Anıl. "Ardınızdan ölmenin bir yolunu bulurum."

Kafamı hızla iki yana salladım, Koray'ın elindeki silaha korkuyla baktım. Koray'ın başarılı bir adamdan bile çok daha fazlası olacağını biliyordum. O her zaman en iyisini yapardı, her zaman başarılı olurdu. Benim yüzümden ölecek olduğunu düşündüm bir an, bundan nefret ettim. Ben ölebilirdim, benim kollarımda yatan sevgilimden başka hiçbir şeyim yoktu. Onun için ölmeyi düşünmeme bile gerek yoktu. Anıl belki sahte, belki gerçek mutluluğunu etrafa saçmaya devam etmeliydi. Belki ona ihanet eden sevgilisini affetmeli ama yine de mutluluğun peşinden koşmaya devam edip yarım kalmış hayatlar için verdiğimiz sözleri tutmalıydı.

"Bunu yapmayacaksınız." dedim sertçe. "Ben hak ettim." Sesimin titremesine engel olamadım. "Onu yalnız bırakamam, anlayın beni." Başımı hafif eğip yüzümü Alâ'nın buz kesen yüzüne bastırdım. "Siz bizim için de yaşayın."

"Alâ da istemezdi." dedi Koray, beni ikna etmek ister gibi. "Bütün bunları yaşaman için yaptı, senin içindi. Senin için gitmeyi bile göze aldı, sensiz kalmayı. Kim ne derse desin Alâ bizden biri ve eğer yalnızlık onun için bir sorunsa ve sen bunu telafi etmek istiyorsan yanın çok kalabalık olacak."

"Benim yüzümden." diye tekrarladı Anıl, elini Alâ'nın eline uzattı ve tuttu. "Özür dilerim, bizden biri olmadığını söylerken ciddi değildim. Sadece korkmuştum."

Islak yüzler, susmayan vicdanlar, ölümün ucunda hayatlar...

Belki de üçümüz de aynı şeyleri hissediyorduk. Belki de bu yüzden hayata veda etmeye her seferinde bu kadar hazırdık. Bunca zaman hep birbirimize tutunmuştuk ama ben geri çekilip o dengeyi bozmaya mecburdum. Aşk ve arkadaşlık arasında seçim yapılmazdı. Bu ondan çok daha farklıydı. Yaşamak bedenle alakalı değildi, ruhla ilgiliydi. Ruhum, Alâ da kalmıştı. Bedenen onların yanında kalsam bile bir ölüden farksız olacaktım. 

"Anıl bunu yapma." dedi Ilgın, her şeyi duymuştu. "Ben hala seninleyim."

Anıl başını iki yana sallarken Ilgın'a baktı. Ilgın'ın ihanetinin ardından bile ikisinin de hala birbirlerine ne kadar aşık olduklarını görebiliyordum. Benim ihanetim çok daha büyüktü, bu yüzden onların ilişkisinde affedilemeyecek bir şey göremiyordum. Eskiden olsa görebilirdim ama şimdi hayır, aşkın her şeyi affetmesini diliyordum. Herkes bir şansı hak ederdi...

"Şansımızı yok etme!" diye haykırdı Ilgın, sesinden ağladığı belli oluyordu. "Yapmayın bunu, Defne için yaşayın bari. Bana anlattıklarınız, yaşadıklarınız boşa mıydı? Alâ için ölmeyin, Defne için yaşayın."

"Bunu nasıl karşılaştırırsın!" diye haykırdım, neredeyse elimdeki silahı ona doğru çevirecektim. Kendimi zapdettim, Ilgın'ın aslında iyi biri olduğunu biliyordum ama bu sözler... "Biri kardeşim oldu, biri sevdiğim kadın! İkisi için de ölür, ikisi için de yaşardım!"

"Ama ikisi de öldü!" diye hiddetle çıkıştı Ilgın, gözleri dolu dolu olmasına rağmen içlerinde öfkeyi gördüm. Anıl'ı kaybedecek olmanın yarattığı korku onu nefret dolu sözlere itiyordu. "Bu yüzden şimdi onlar için yaşayın!"

Yeniden Alâ'ya doğru döndüm, ona binlerce cümle kurmak istedim. Cümlelerimin karşılıksız kalacağını hatırlayınca ise hepsini içime attım. Ilgın'ı sadece birkaç kelimeyle parçalara ayırabilirdim ama sustum. Çünkü benden sonra Anıl'la bir hayatları olacaktı, son anlarımızda onlara bu hatıraları bırakamazdım. 

"Herkes dışarı çıksın." dedi Koray, sakinliğini koruyordu. "Hepiniz dışarı çıkın yoksa buradan ölümüzü çıkarırsınız."

"Koray!" diye araya girmeye çalıştı Ilgın. "Anıl dinleme onları, benimle gel. Eğer gidersen, beni bırakırsan seni asla affetmem. Bizi yarım bırakırsan seni affetmem!"

"Ben henüz seni affetmedim ki Ilgın." dedi Anıl, sesindeki hayal kırıklığını hissettim. "Beni kardeşlerimle yalnız bırak, şimdi düşünmem gereken onlar."

Polisler itiraz etti, görevliler Alâ'yı kollarımdan almak istediler, Ömer polislerin kolları arasında Alâ'yı benden almak için kıvrandı, hakaretler etti durdu, Ilgın ağladı...

İşin sonunda kimse bizi yalnız bırakmadı.

"Herkesi sessize alacak olursak." dedi Koray, eli Alâ'nın omzuna uzandı. "Seni korumamızı istedi, hayatta kalmanı istedi. Biliyorum çok zor, biliyorum onu hiç bırakmak istemiyorsun ama nefes almak zorundasın. Alâ çok güzel savaştı kardeşim, en çok da senin için savaştı. Sen olmasaydın belki de bu çok daha önce gerçekleşecekti, kendini suçlama."

"Beni öldürdün dedi." Hıçkırıklarımı dudaklarımın ardında tutmaya çalıştım. "Kalbini öldürdüğümü söyledi."

"Seni sevdiğini de söyledi." dedi Anıl, onun da eli benim omzumdaydı. "Son nefesinde bile seni sevdiğini söyledi. Onun için yaşamayacak mısın?"

"Yaşayamam." dedim ve kafamı iki yana salladım. Sevgilimi yeniden kendime doğru çektim, yüzünü yüzüme bastırdım. "Bırakın gideyim, beni bekliyordur."

"Seni beklemiyor." Koray, Alâ'nın saçlarını okşadığında ona baktım. Ağlıyordu ve bu pek rastladığım bir şey değildi. Onun da Alâ'ya ne kadar çok değer verdiğini biliyordum. Bu sadece benim kaybım değildi, hepimizin kaybıydı. "Eğer gidersen ve ben de peşinden gelirsem beni gördüğü an döver çünkü ben seni koruyacağıma dair ona sessiz bir söz verdim."

İkisinin de gözlerine uzun uzun baktım, Koray şakağındaki silahı indirmişti ve beni ikna etmeye odaklanmıştı. Anıl'ın gözleri umutla üzerimde geziniyordu, yüzü ağlamaktan sırılsıklam olmuştu. Yıllardır onlarlaydım, her kötü ve güzel anımda. Bir an bile onları tanıdığıma pişman olmamıştım çünkü biz yolunu bulanlardık. Birbirimize destek çıktığımız o anlar, birer katilken bile ve yedi kişiyken eğlendiğimiz anlar şimdi gözümde canlanıyordu. Asır, Cem, Akın, Ege, Anıl ve Koray... 

Şimdi ölüler kervanına katılmanın zamanı gelmişti. Ben sevgilimi bu kez yalnız bırakmayacaktım ve karşımdaki adamların ölmelerine izin vermeyecektim. Benden sonra yaşayacaklarına emin olacaktım.

"Eğer hepimiz ölürsek Defne için kim yaşayacak?" diye sordum, ikisinin de nefesinin kesildiğini gördüm. "Ben sevgilim için ölüyorum ama siz Defne için yaşamaya devam edeceksiniz." Derin bir nefes aldım ve Alâ'nın saçlarının arasına bir öpücük bıraktım. "Özür dilerim kardeşlerim."

Silahın tetiğine basacağım anda Anıl'ın ve Koray'ın bana doğru atılmak üzere olduklarını gördüm. Önce ölümün, sonra Alâ'nın beni kucaklamasını istiyordum. Sadece bir saniye sürecekti fakat öyle bir şey oldu ki tetiğe basamadım. Koray ve Anıl da üzerime atılamadılar.

Çünkü kollarımın arasına yatan Alâ'nın soluk ve güçsüz nefesi dudaklarının arasından sesli bir şekilde süzüldü. O an bütün nefesler kesildi, sesler sustu. Elimdeki silah o kadar hızlı düştü ki yere çarpana kadar düştüğünü idrak edemedim. Alâ'yı sıkıca kavradım, kendime doğru çektim ve nefeslerini yüzümde hissetmeyi bekledim. Sanki dakikalar geçti, saatler doldu ve ben hiç nefes alamadım.

"Yaşıyor." dedi Koray, gözlerim bir hışımla ona doğru döndü. Eli, Alâ'nın nabzındaydı ve şok olmuş gibi görünüyordu. "Ölmemiş, nabzı atıyor!"

O an nefes aldığımı hissettim. Nasıl ayağa kalktığımı, kapıdan dışarı fırladığımı hatırlamıyorum. Tek hatırlayabildiğim sesimi kısacak kadar çok haykırdığım, yalvardığım ve onu bir şekilde hastaneye yetiştirdiğimdi. Sedyeye bırakırken sanki kalbimi de onunla birlikte bırakmıştım. Ameliyathaneye alınırken dizlerimin üzerine çöktüğümü, başımı yukarı doğru kaldırdığımı ve sadece yalvardığımı anımsıyorum. 

Yaşaması için kalbimi bile vermeye hazırdım. Yeter ki Sevgilim hayatta kalsın, yeter ki mavi gözlerini açtığını görebileyim. Sonra isterse ihanetim için beni öldürebilirdi, onun elinden çıkacak her türlü işkenceye razıydım.

☽☼☾

Ne kadar zaman geçmişti?

Ameliyathanenin kapısının hemen dibindeki duvara sırtımı yaslamıştım, yere çökmüştüm ve birinin çıkıp iyi bir haber vermesini bekliyordum. İyi bir haber alana dek buradan ayrılmayı düşünmüyordum.

Sesler, insanlar... Etrafımda birçok şey dönüyordu ama hiçbirini göremiyor ve duyamıyordum. Sadece içten içe yalvarıyordum, onu benden almaması için evrene haykırıyordum. Elimden başka hiçbir şey gelmiyordu. Bu çaresizlik beni paramparça ediyordu.

"Biraz su iç." dedi Anıl, yanıma oturduğunu hissettim ama dönüp ona bakmadım. "Yedi saat oldu, en azından biraz su iç."

Yedi saat mi olmuştu? Oysa ki kollarımın arasına yığıldığı an sanki dakikalar önceydi. Öldüğünü sandığım, dakikalarımı başında ölmek için geçirdiğim o anlar... Belki de sırf bu geç kalınmışlık yüzünden onu kaybedecektim. 

"Beni suçladığını biliyorum." dedi Anıl, sesi titriyordu. "Ben bu kadar ileri gidebileceğini düşünemedim. Onun gözünün bu kadar korkacağını, kendini kaybedeceğini bilmiyordum. Eğer ben arkanızdan iş çevirmeseydim ve Alâ seni ben sanıp itmeseydi bütün bunlar yaşanmayacaktı."

"Yaşanacaktı." dedim, bu saatlerdir kullandığım ilk kelimeydi. "Ben bunu kendine zarar verdiği için yaptım, bana zarar verdiği için değil."

"Kendine zarar verdiğini bilmiyordu." dedi Anıl, birbirine bastırdığım dudaklarımın titrediğini hissettiğimde kaşlarımı çatarak başımı önüme eğdim. "Unutuyor gibiydi."

Alâ'yı birçok kez ölümün kıyısındayken bulmuştuk. Bazen küçük, bazen büyük denemeler. Son günlerde bu o kadar çoğalmıştı ki başka bir yol bulamamıştım. Bir gün onu ölü bulmaktan o kadar çok korkmuştum ki  elimdeki tek seçeneğin bu olduğuna inanmıştım. 

18 Kasım'ını hiç mahvetmek istemedim ama onun için bir dakikanın bile ne kadar tehlikeli olduğunu anladığımda ve bir sonraki 18 Kasım'ı göremeyeceğimizi fark ettiğimde bugünü mahvetmeyi göze aldım. Nereden bilebilirdim bunun son 18 Kasım'ı olmasına sebep olacağımı?

"Bir plan yaptım." dedi Koray, hemen önüme dizlerinin üzerine çöktü. "Alâ iyileşir iyileşmez onu buradan kaçıracağız. Evi, nasıl gideceğimizi ve izimizi nasıl kaybettireceğimizi planladım. Tek yapmamız gereken onu kimse görmeden buradan çıkarabilmek. Gerisi çocuk oyuncağı."

"Bir daha bize güveneceğini sanmıyorum." dedi Anıl, en az benim kadar umutsuzdu. "Tek başına kaçmaya çalışır, başarır da."

"Tek başına bırakamayız." Koray kafasını iki yana sallayarak bunu reddetti. "Tek başına kalırsa ölür, kendine zarar verebileceğini biliyoruz. İkna ederiz hem ben ona ihanet etmedim. Bana güvenecektir."

Keskin bakışlarım Koray'ın kısık gözlerine doğru döndü. Bunun doğru oluşu muydu beni öfkelendiren yoksa hala kabullenememiş olmam mıydı bilmiyordum. Sadece bunu duymaktan şimdiden çok yorulmuştum. 

"Öyle demek istemedim." diyerek yüzünü buruşturdu Koray. "Aslında ikinizinki de ihanet sayılmaz, hepimizin iyiliğini istediğinizi biliyorum ama Alâ bunu düşünebilecek durumda değil. Onun bakış açısına göre hareket etmek zorundayız." Elini ortaya doğru uzattı. "Alâ'yı da kaybetmeyeceğiz, bu yolda benimle misiniz?"

Elini önce Anıl uzattı, umudunu geri kazanmış gibi görünüyordu. Şimdi birlikte mahvettiğimiz hayatı birlikte kurtarmak için el ele vermemiz gerekiyordu. Benim tek istediğim sevgilimi yeniden kollarımın arasına almak ve onu buradan çok uzaklara götürmekti. Ondan daha fazlasını istemeyecektim. Dediği gibi, onu olduğu gibi kabul edecektim ve her an yanında olup kendine zarar vermesini engelleyecektim.

Elimi kaldırdım ve ellerinin üstüne koydum. Sonra ikisinin de kolları bana sarıldığında bu anın benzerini yaşadığımı anımsadım. Defne'yle vedalaştığımız zaman, benzer bir an yaşamıştık. Birbirimize on yıl sonra buluşma sözü verirken sarılmıştık ve vedalaşmıştık. Ya yine aynı sonu yaşarsak? Ya Defne'yi koruyamadığımız gibi Alâ'yı da korumayı becerememiş olursak?

O sırada hemen yanımızdaki ameliyathane kapısı kayarak açıldığında nasıl ayağa fırladığımı bilmiyorum. Hevesle, iyi bir haber dilenircesine kapıdan çıkan hemşireye baktığımda bana elindeki siyah poşeti uzattı.

"Alâ Karademir'in yakınlarısınız değil mi?" diye sordu, sadece gözlerime bakarak bile bir cevap almış gibi görünüyordu. "Eşyaları."

Siyah poşeti elime bırakacağı sırada biri önce davrandı ve çekip ellerinden aldı.

"Ben onun ağabeyiyim, tek yakını benim!" diye haykırdı Ömer. "Sadece bana bilgi vereceksiniz, sadece benimle konuşacaksınız!"

Gözlerim siyah poşetin içinden yere düşen kolyeye takıldı. Alâ'ya saatler önce verdiğim kolye şimdi kana bulanmıştı ve ayaklarımın ucundaydı. Ağzından akan kanların boynuna aktığını görmüştüm ama kolyenin kana bulandığını görememiştim. Umut ederek taktığım kolye onun kanına bulanmıştı.

Koray'ın ve Anıl'ın, Ömer'e öfkeyle çıkıştıklarını ve ortalığını karıştığını anlayabiliyordum ama tek kelime dahi edip durduramıyordum. Sadece yerdeki kolyeye uzanabildim, onu avucuma aldım ve sıkıca kavradım. Yeniden duvarın kenarına geçtim, kayarak yere oturdum ve kolye olan elimi dudaklarıma götürdüm. 

"Yaşayacaksın Sevgilim." diye fısıldadım kolyeye, sanki Alâ ile aramda aracı olabilecekmiş gibi umutla. "Umudun peşini bırakmayacağız."

Koray ve Anıl öyle büyük bir kargaşa çıkardılar ki görevliler Ömer ile birlikte onları dışarı attı. Kapının dibinde, kanlı kolye elimde kalakaldım. Kolyenin üstündeki kanı silmeyi düşündüm, sonra bunu Alâ ile birlikte yapabileceğimiz aklıma geldi. Uyandığında, kolyeyi yeniden boynuna takmadan önce bütün kötü anıları siler gibi silecektik. Sonra kolyeyi o güzel boynuna takacaktım, ölene dek de çıkarmasına izin vermeyecektim. 

Eğer iradesi olsaydı çıkarmazdı kolyeyi değil mi?

Eğer ölüm kalım savaşı veriyor olmasaydı ve doktorlar kolyesini ondan almasaydı asla boynundan çıkarmazdı. Sevmişti, gördüğü anda gözleri parlamıştı. Bana ne kadar sinirlenirse sinirlensin kolyeyi atmazdı. 

"Barış." Ilgın'ın sesini duydum ama dönüp ona bakmadım. Ona öfkeliydim, beni onu koruyacağına ve kendine zarar vermesine izin vermeyeceğine dair inandırmıştı. Belki de ona değil, asıl doktoruna danışmalıydım. Her türlü aptallık etmiştim ve bu aptallık yavaş yavaş herkesten nefret etmeme sebep oluyordu. Önce Ilgın'dan nefret etmiştim. Sevgilim kollarımın arasında ölüm kalım savaşı verirken söylediği sözler aklımdan çıkmıyordu.

"Sana ilaç getirdim." dedi, dizlerinin üstünde eğildi. "Aç karnına içebilirsin, seni sakinleştirecektir."

"Sakinim." dedim, kolye olan avucumu sıkıca kapattım ve ona baktım. Anıl'ın ona olan aşkından bahsettiği geçmiş, Defne ve Asır hakkında yazdıkları ve şimdiki zaman birleşince ortaya bambaşka bir Ilgın çıkıyordu. Ona her şeyimi anlattığım, içimi döktüğüm günleri düşününce kendime kızıyordum. Anıl'la aralarında her ne geçerse geçsin düşüncelerimi çalmasını asla kabullenemezdim. Sadece Asır ve Defne'nin hikayesini değil, benim ona güvenerek anlattığım her şeyi çalmıştı. Bütün bunlara rağmen beni asıl sinirlendiren Alâ hakkında ettiği sözlerdi. Defne ile ikisini kıyaslayıp sevgilimi bir hiç gibi görmesi kanıma dokunuyordu.

"Eğer sakin olsaydın bunu bilirdim." dedi ve elindeki ilacı ısrarla uzattı. "Önlem almak zorundayım, bunu içmelisin. Ne olacağını bilmiyoruz ve ben senin ne kadar ileri gidebileceğini de bilmiyorum. Biliyorsun, öfke problemlerin-"

"Öfkeli değilim." dedim sertçe, sadece benden uzaklaşmasını istiyordum.

"Eğer ilacı alırsan öfkeni kontrol edebilirsin. Bunu biliyorsun, yıllardır yapıyorsun. Şimdi de yapman gerek."

Ilgın'ın elini ittiğimde ilaç yere düştü. Bu tepkime derin bir iç çekerek elini cebine attı ve yeni bir ilaç çıkardı, bu seferki paketindeydi.

"Bana kızgın olmanı anlayabiliyorum, onun hakkında doğru konuşmadım. Çok korkmuştum, Anıl'ı kaybetmek istemedim. Bu yüzden o şekilde konuştum, yoksa niyetim asla ikisini kıyaslamak değildi."

"Kıyasladın ama." dediğimde dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini kaçırdı. Ameliyathanenin kapısına doğru baktı, belki de cevap bulmak için zaman kazanmak istedi. Burada olmasını istemiyordum, Alâ onun burada olmasını istemezdi.

"Git buradan." dedim, sesimin ne kadar sert çıktığı umurumda bile değildi. "Ne benim ne de Alâ'nın göremeyeceği kadar uzaklaş. Eğer gitmezsen-"

"Gitmezsem ne olur?" diye dik dik konuşarak lafımı kestiğinde sırtımı duvardan ayırarak ona yaklaştım. Bu hareketim nefesinin kesilmesine sebep oldu, göz bebeklerinin büyüdüğünü gördüm.

"Gitmezsen içimdeki katille karşı karşıya kalırsın ve inan bana onun bir kalbi yok."

"Barış-"

"Git!" diye yüzüne haykırdığımda hızlıca geri çekilmek isterken dizlerinin üstünden yere düştü. Ondan gözümü bir saniye bile ayırmadım. Hemen toparlandı ve yanımdan uzaklaştı, gözden kayboldu. O gözden kaybolunca ise sakinliğime geri döndüm, sırtımı duvara yasladım ve avucumu açtım. Umut dilenmeye devam ettim.

Beklerken özlemim o kadar ağırlaştı ki dayanamadım. Telefonumu cebimden çıkardım ve galeriye girdim. Galeriye girer girmez fotoğraflarımız beni karşıladı. Kendi canına kıymadan önce gülümseyerek kameraya bakan sevgilim, ona büyülendiğimi asla gizleyemeyen ben ve şaklabanlığı kesmek bilmeyen Anıl ve Koray. Bu fotoğraf karesinden sonra yaşanacakları bilseydim hep o anda kalmayı dilerdim. 

Fotoğrafları kaydırırken bambaşka bir fotoğraf gördüm. Gecenin bir yarısında, kollarımın arasında uyurken bir fotoğrafını çekmiştim. En masum olduğu an o anmış gibi gelmişti. Bütün kötü düşüncelerinden, kafasını kurcalayanlardan ve korkularından uzaktı. Kollarımın arasındayken o kadar masumdu ki bazen o gecelerin hiç bitmemesini istiyordum. 

"Asıl şunu atın dışarı!" diye haykıran Ömer'in sesini duyduğumda gözlerimi büyülendiğim fotoğraftan çekmek zorunda kaldım. Başımı kaldırdığımda ardındaki görevlilere beni gösterdiğini ve öfkeden delirdiğini gördüm. "Tek yakını benim diyorum neyini anlamıyorsunuz? Bu adam neredeyse kardeşimin ölümüne sebep oluyordu, onu atın dışarı!"

Görevlilerin şüphe dolu gözleri üzerime döndüğünde gerildiğimi hissettim. Beni buradan kimse çıkaramazdı. Beni Alâ'dan kimse uzaklaştıramazdı.

"Beyefendi." dedi görevlilerden biri, şimdi bana yaklaşıyordu. "Sizi dışarı almak zorundayım, lütfen zorluk çıkarmayın."

"Zorluk?" diye sorarak başımı hafif yana eğdim. "İsterseniz deneyin, belki becerirsiniz."

Görevliler birbirlerine baktılar, sonra da arkalarında kalan Ömer'e. Eğer buradan kalkacak, uzaklaştırılacak olursam kontrolümü kaybedeceğimi biliyordum. En uçtaydım, kontrolümü elimdeki kolyeyle birlikte sıkıca tutuyordum. 

"Çıkarın şunu!" Ömer bağırmaya devam ediyordu ve benim gözlerim Ilgın'ın yerde bıraktığı ilaca kayıyordu. Önce avuç içlerimin terlediğini hissettim, sonra göğüs boşluğumda bana nefes aldırmayacak bir yangın. "Kardeşimi bir daha görmesini istemiyorum, çıkarın!"

"Beyefendi..." diyerek koluma uzanan görevliyle birlikte kontrolümün ellerimin arasından kayıp gittiğini hissettim. Beni yukarı çekmek için harekete geçtiğinde ona tutunup ayağa kalktım ve boğazına yapışıp duvara ittirdim. 

"Sakın." dedim. "Bir kişi değil bin kişi olsanız da beni buradan çıkaramazsınız."

"Hey, hey..." Diğer görevli omzumdan tutup geri çekmeye kalktığında dirseğimi göğüs boşluğuna geçirip arkaya savurdum. Nefesi kesildiği için iki büklüm olduğunda elimi boğazına dayadığım görevliyi çekip onun üzerine doğru ittim. 

Kimsenin canını yakmak istemiyordum. Sadece beni rahat bırakmalarını istiyordum. 

"Katil!" diye bağırdı Ömer, aramızda yalnızca birkaç metre vardı. "Kardeşimi rahat bırak, defol git buradan."

Parmak uçlarımın uyuştuğunu hissettiğimde ellerime baktım. Kolye parmaklarıma dolanmıştı ama telefon yere düşmüştü. Uzanıp telefonu alacağım sırada Ömer'in bir kez daha kışkırtıcı şekilde bağırdığını duydum.

"Senin yüzünden oldu, kardeşim senin yüzünden ölecek. Bir katile güvenerek aptallık ettim, onu senin sahte  sevgin öldürdü!"

Her şey çok hızlı gerçekleşti. Beni zapdetmek için kollarıma yapışan görevlilerden kurtulup Ömer'in boğazına sarılmam sanki bir saniye kadar kısa sürmüştü. Ellerim öldürmek için sıkıyordu, zihnim öldürmemi istiyordu, kalbim ise durmam gerektiğini söylüyordu. Kalbim ameliyathanedeyse beni kim durduracaktı?

"Ömer!" diye haykırdı bir kadın, tanımadığım için durmadım. "Bırak onu!" Çığlık kıyamet. "Bırak dedim sana!"

Gözlerimin önünde can vermeye hazır Ömer, beni durdurmak için kollarıma yapışan görevliler ve bağırıp çağıran bir kadın.

Gaflete düştüm, gözlerim sese doğru döndü. Döner dönmez genç bir kadın ve kollarındaki bebeği gördüm. O an hatırladım, Ömer'in bir ailesi ve hatta çocuğu vardı. Alâ, Ömer'i bu yüzden öldürmemişti. 

"Bırak katil!" diye haykırarak Ömer'i tutan ellerimi itmeye çalıştığında gözlerim kollarında ağlayan bebeğe kaydı. Mavi gözleri, kahverengi saçları... Hiç kan bağı olmayan bir kadına ne kadar da benziyordu. 

"Bırak!" diye bağırırken tırnaklarını ellerime geçirdiğinde aldığım derin nefesle birlikte geri çekildim ve beni geri çekmek için uğraşan görevlilere engel olmayı kestim. Ömer nefes nefese yere yığıldığında kadın kollarındaki bebekle beraber yanına eğildi. 

Küçük Alâ bana bakıyordu, benim gibi o da beni izliyordu. Ağlaması yavaşça kesildi, sanırım babasını bıraktığım için korkmayı kesmişti. Şimdi dümdüz bir ifadeyle, aynı üvey halası gibi bakıyordu. Gerçekten benziyor muydu yoksa ben sevgilimi onun gözlerinde mi görmek istiyordum?

Arkamdaki görevlinin teki diz boşluğuma vurunca dizlerimin üzerine düştüm. Karşılık vermek isterdim ama küçük Alâ beni izlerken yapmak istemiyordum. Onun bizim gibi şiddeti hayatının merkezine koymasını hiç istemezdim. 

"Hey hey..." diye koridorun ucundan bağırdı Koray. "Dokunmayın lan."

Anıl ve Koray koridorun diğer ucundan koşturup yanımıza geldiler. Görevliler beni sıkıca tutuyorlardı, Ömer hala nefes nefeseydi, karısı ağlıyordu ve küçük Alâ benimle göz temasını kesmiyordu. 

"Bıraksana!" diye bağıran Anıl'a kısa bir bakış attım. "Bağırmayın."

İkisi de bunu anlamadılar. Sonra gözlerimle küçük Alâ'yı gösterdiğimde kaşları havalandı, bana ayak uydurdular. Buradan gitmek istemiyordum, sevgilimin çıktığını gözlerimle görecektim. Bunun için ne yapmam gerekirdi bilmiyordum ama öfkeme sahip çıkmam gerektiğini artık biliyordum.

"Üçünüzü de dışarı çıkarmak zorundayım." dedi arkamdaki görevlilerden biri. "Yeterince zorluk çıkardınız, karakolluk olmadığınıza dua edin."

"Beyefendi..." Koray beni tutan görevliye doğru uzanırken yüz hatlarının gevşediğini ve daha önce çok nadir gördüğüm bir ifadeye büründüğünü gördüm. Her zaman ters bakardı, zor durumda kalsa bile dik başlılığından ödün vermezdi ama şimdi yalvaracak gibi görünüyordu. "İçerideki bizim arkadaşımız, tuttuğunuz adamında sevgilisi. Sırf üvey ağabeyi istedi diye bizi ondan mahrum mu bırakacaksınız? Birinin iyi olduğunu görmek için illa onunla kan bağımızın olması ya da vasisi mi olmamız gerekir?"

"Evet." diye arka çıktı Anıl. "Belki çok uzun zamandır tanışmıyoruz ama hayatımızın bir parçası oldu. Hep iyileşmesini istedik, sonucun bu olacağını bilseydik her şeyi daha farklı yapardık. Biz zaten cezamızı çekiyoruz, bir ceza da siz vermeyin."

Küçük Alâ'ya bakarken annesinin gözlerinin üzerime döndüğünü fark ettim. Ona baktığımda gözlerinin ağlamaktan kızardığını ama bana öfkeli bakmadığını gördüm. 

"Kalsınlar." dedi kadın, adını hatırlamaya çalışıyordum ama Alâ'nın söyleyip söylemediğinden emin değildim. "Ameliyathaneden çıkana kadar kalsınlar."

"Derin!" Ömer öfkeyle çıkıştı ama kadın onu elinin tersiyle iterek ayağa kalktı. "Buna sen karar veremezsin."

"Veririm." dedi Derin, kızına baktı. "Alâ bu adamı seviyorsa bize de onu hissedecek kadar yakınında kalmasına izin vermek düşer. Senin öfken yüzünden arkadaşımın hislerinden mahrum kalmasına izin vermeyeceğim."

Ömer'in öfkeyle kızaran yüzü bana doğru döndü. Bunu kabullenmek istemiyordu ama Derin ona bir seçenek bırakmamış gibi görünüyordu. Görevlilere doğru baktı, başını hafif aşağı eğdiğinde kollarım serbest kaldı. 

Zayıf bir adam gibi görünmek o an için umurumda dahi olmadı. Derine'e teşekkür eder gibi baktığımda gözlerini yavaşça kapatıp açtı ve teşekkürümü kabul etti. Hemen ardından kısa bir sessizlik oluştu. Görevliler gitti, sese gelen insanlar uzaklaştılar. Ömer ve ailesi ameliyathanenin bir yanında, biz bir yanındaydık.

Sessizlik çok kısa sürdü.

Dakikalar sonra ameliyathanenin kapısı açıldı ve doktor dışarı çıktı. Hepimizin başında toplanması saniyeleri almıştı. Maskesini çıkardı ve aldığı derin nefesle birlikte gözlerini hepimizin üzerinde gezdirdi. Sonra benim gözlerime geri döndü, dudaklarını birbirine bastırıp bana doğru bir adım attı. 

"Çok zorlu bir ameliyat geçirdik, hasta çok kan kaybetmişti. Buraya geldiğinde kan kaybından kaybetmek üzereydik." Derin bir nefes daha aldı, dudağının kenarı kıvrıldı. "Yine de o çok güçlü çıktı, yaşamak için savaştı. Buradaki en büyük şansımız kurşunun kalbe varmadan önce göğüs kafesine saplanmış olması. Bu onun kurtuluşu oldu yoksa kurşun kalbe ulaşsaydı onu oracıkta kaybederdiniz." Ameliyathaneye doğru baktı. "Bir süre yoğun bakımda kalması gerekecek, geçmiş olsun."

Gülümsediğimi doktor bana daha büyük bir gülümsemeyle karşılık verince idrak edebildim. Koray ve Anıl kollarını bedenime sardığında öyle derin bir nefesi içime çekmiştim ki sanki yeniden yaşamaya başlamıştım. 

"Pes etmeyeceğini biliyordum!" Anıl elini kaldırdı ve Koray onun eline çaktı. "Bu kez kazanacağımızı biliyordum."

Doktorun önümüzden çekildiğini ve hemen ardından bir sedyenin kapıdan çıktığını gördüm. Sedye önümde kayarken önce çarşafın dışında kalan kan izleri geçmemiş parmak uçlarını, sonra çarşafın açıkta bıraktığı omuzlarını ve en sonunda yüzünü görebildim. Yüzünün bir kısmını solunum maskesi kapatıyordu ama geri kalan kısımları bana onun hala hayatta olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Uzun kirpiklerini ilk kez bu kadar hareketsiz görüyordum. Uyuduğunda bile gördüğü kabuslardan dolayı sürekli hareket halinde olurlardı. Şimdi zihni bedenini kontrol etmeyi tamamen bırakmış gibiydi.

Ellerimi sedyenin kenarına koyduğumu ve dışına düşen saçlarına dokunduğumu hissettim. Benim hissimden çok aslında onun hissetmesini istiyordum. Burada olduğumu, onun bir daha hiçbir yolla benden gidemeyeceğini ona fısıldamak istedim. 

Lakin onunla zamanım o kadar kısıtlıydı ki bunu sadece düşünmekle yetinmek zorunda kaldım. Hemşireler Alâ'yı yoğun bakım ünitesine götürdüler ve içeri girmemize izin vermediler. Ama cam vardı, onu dışarıdan izleyebiliyordum. Uyanana kadar onu izleyebilirdim, uyandığında ilk göreceği yüz olabilirdim.

Bir.

İki.

Üç.

Üç hafta oldu. Yirmi bir gündür sevgilimin gözlerini açmasını bekliyorum. Hala aynı noktadayım, hala beni bıraktığı yerdeydim. 

Alâ uyanmıyordu.

Doktorlar ve hemşireler bunun beklenmedik olduğunu fısıldaşıyorlardı.

Onun tedaviye artık yanıt vermediğini söylüyorlardı.

Üç haftada binlerce ihtimal, binlerce cümle, binlerce inkar duydum. Hiçbiri umurumda olmadı çünkü ben gözlerimin önünde uyuyan sevgilimin uyanacağını biliyordum. Belki de ondan bir kez daha özür dilememi bekliyordu, belki de uyandığında korktuğu yerde olmayacağını duyması gerekiyordu.

Odadan çıkan hemşirenin kolundan yakaladım, bu hareketim onun kaşlarının yay gibi gerilmesine neden oldu. Üç haftadır onunla ilgileniyordu, tenini siliyordu, serumlarını değiştiriyordu. Üç haftadır burada olduğumu biliyordu.

"Onunla konuşmak istiyorum." dedim, sesim yalvarmaktan farksızdı. "Beni duyacağını biliyorum. İzin verin, beş dakika bile olsa onunla konuşayım."

Kararsız gözleri koridorun diğer ucunda doktorla konuşan Ömer'e döndü. Ilgın ve küçük Alâ her gün geliyorlardı fakat sürekli burada duramıyorlardı. Anıl ve Koray da kantindeydi, onun dışında sürekli buradaydılar.

"Ağabeyi duyarsa çok kötü olur." dediğinde ellerimi önüme çekip birbirine bastırdım. "Sadece beş dakika."

Hafif aralık kapıdan içeri doğru baktı. " Koridorun sonundaki içeri girmeden önce giymen gereken kıyafetler var. Ben ağabeyini birkaç form doldurması gerektiğini söyleyerek aşağıya indireceğim, bu sırada içeri gir ama söz verdiğin gibi sadece beş dakika dur."

"Sadece beş dakika." dedim ve gülümsememe engel olamadım. Bu tavrım onu da gülümsetmişti. Hemen yanından ayrıldım ve koridorun sonuna ilerleyip odayı buldum. Hemşire, Ömer'in yanına ulaşmıştı, onunla konuşuyordu. İçeri girdim, kıyafetleri bulmam zor olmadı. Giyindim, içeri girmeye hazır bir haldeydim.

Kapıyı açtım, kafamı dışarı uzatıp koridora doğru baktım. Kimse yoktu, Ömer gitmişti.

Kendimi hemen odadan dışarı attım, koşturarak yoğun bakım ünitesinin önüne gittim ve kapıyı açıp içeri girdim. Önce perdeleri kapattım. Hemşire bazı zamanlarda perdeyi kapatıyordu, içeride ne yaptığını bilmiyordum ama kapattığımda sorgulanmayacağını biliyordum. İçerisi biraz karanlık oldu, ışık oldukça loştu ve koridordan yansıyan ışık artık yoktu. 

Derin bir nefes aldım, hazırdım. 

Arkamı döndüm ve ona doğru ilerledim. Yatağın yanına vardığımda önce elimi eline uzatmak istedim ama parmaklarım tir tir titriyordu. Sanki ona yaklaşınca bedenim reaksiyon göstermeye başlamıştı. Sıcaklamıştım, vücudumun bazı bölgelerinin uyuştuğunu hissediyordum, titriyordum ve sanki hiç konuşamayacakmış gibi hissediyordum. 

Kısaca, heyecanlanmış ve ürkmüştüm.

Üç haftadır öyle derin bri hasret besliyordum ki gözlerimin önünde olmasına rağmen bunun derinleşmesine mani olamamıştım. Görmek yetmiyordu, dokunmak ve öpmek istiyordum. Belki de sadece mavi gözlerinin açık olduğunu görmek...

Eline dokunduğum anda titremem durdu, bedenimdeki sıcaklık sanki uçtu gitti ve yerini bir serinlik aldı. Üç haftadır içimde harlanan yangının üstüne biraz su damlatmış gibi hissediyordum.

"Sevgilim." dedim, sesimin net çıkması için çok büyük bir çaba sarf ettim ama sanki her zamanki gibi çıkmamıştı. Haftalardır konuşmuyordum ve bu sessizliğin beni ona yabancılaştırmasından korkuyordum.

"Seni çok özledim." Sesim netlikten tamamen uzak ve güçsüzdü. Yatağın yanına, dizlerimin üzerine çökeceğim kadar güçsüz. Çünkü tek güçsüz olan sesim değildi, bendim. Bu süreçte bütün gücümü yitirmiştim. Onu kaybetme korkusu benden bütün gücümü çekip almıştı.

Elini sıkıca kavradım. Dirsek içinde bir sürü iğnenin izi, morluk vardı. Yüzü solgun, neredeyse bembeyazdı. Uzun kirpikleri ıslaktı ve bu ıslaklığın nedenini bilmiyordum. Ağlıyor muydu, ağlayabiliyor muydu? 

"Uyandığında beni affetmen için her şeyi yapmaya hazırım. Asla hastaneye girmene izin vermeyeceğim, bize yeni bir hayat inşa edeceğim. Buradan çok uzakta..." Duraksayıp bunun gerçekleştiğini düşündüm. "...belki de Finlandiya da. Gerçi artık nerede olduğu fark etmez çünkü bu kez mutluluğumu da yanımda götüreceğim. Birlikte güneşin batışını izleyebiliriz, bunu her gün tekrarlayabiliriz. Müzik dinleriz, artık beş yıl öncesinin müzikleriyle yetinmen gerekmez. Bütün şarkıları birlikte ezberler, birlikte dile getiririz. Dans ederiz, hatta bu kez sarhoş olmama bile gerek yok. Şeker Portakalı'nı okuruz..." 

Cümlenin sonunda sesimin boğuklaştığını fark edince susmak zorunda kaldım. Sertçe yutkundum, bütün boğukluğu yok etmek istedim. Beni duyduğunu biliyordum, hissediyordum. Sesimin güçlü çıkmasını, o şekilde duymasını istiyordum.

"Koray bahsetti." Elimin tekini çekip tersiyle gözlerimin üstündeki ıslaklığı sildim. "Senin Şeker Portakalı'n Defne mi Sevgilim?"

Şeker Portakalı kitapta ana karakterin hayali arkadaşıydı. Belki de kendiyle bağdaştırabileceği çok noktası vardı. Onunla konuşuyor, dertleşiyor ve dinliyordu.

"Seçebileceğin en güzel Şeker Portakalı'nı seçmişsin." Gülümsemeye çalıştım ama ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı. "Yine de lütfen Şeker Portakalı'nı takip etmek için biraz bekle. Onunla birlikte buluşalım Sevgilim, yalvarırım beni bu yolda sensiz bırakma."

Elimin tekini saçlarına götürdüm, parmaklarımı uçlarında gezdirdim. Uzamışlardı, hemen fark ediliyordu. Uyandığında saçlarının biraz bile olsun uzadığını görünce çok sevinecekti. 

"Bizi başka bir evrene bırakma Alâ Karademir." dedim ve uzanıp saçlarının arasına bir öpücük bıraktım. "Biz bu evrenin aşıklarıyız."

"Artık çıkman gerekiyor." dedi hemşire, odaya girdiğini bile fark etmemiştim. Çıkmak istemiyordum, uyanana kadar yanı başında durup elini tutmak istiyordum. "Ağabeyi birazdan yukarı çıkar, lütfen beni zor durumda bırakma. Seni içeri soktuğum öğrenilirse işimden bile olabilirim."

Kafamı yavaşça salladım, dizlerimin üzerinden kalktım ve Alâ'nın saçlarına bırakabildiğim kadar çok öpücük bıraktım. Geri çekildim ve kapalı gözlerine açılacağı anı hayal ederek büyük bir umutla baktım.

"Ben bir kurda aşık oldum ve inan bana asla bir Kırmızı Başlıklı Kız'a aşık olmazdım Sevgilim." Gözlerinin hemen yanından öptüm. "Ancak kırmızı silahlı bir kıza aşık olabilirdim ve onu içindeki kurtla birlikte sevebilirdim." Elini bırakmadan önce sıkıca tuttum. "Affet beni, affetmesen bile uyan ve cezamı kendi ellerinle ver."

Elinden öptüm ve ona son kez yakından bakarak elini bırakmak zorunda kaldım. Odadan çıktım, çıkmak sanki yıllarımı almıştı. O kadar zordu ki ondan uzaklaşmak, her adımda geri dönmek istedim. 

Dışarıda, camın önünde yerimi aldığımda odaya girmek için giydiğim kıyafetlerden arınmıştım. Koray ve Anıl yanıma gelmişlerdi, Ömer de yukarı çıkmıştı. Kimsenin o beş dakikadan haberi yoktu, olmayacaktı da.

"Barış." Anıl omzuma dokundu. "Sana yiyecek bir şeyler getirdik, sürekli geçiştiriyorsun. Üç haftadır yediğin şeyler benim iki günlük yemeğim oğlum. Bak sana bol kaşarlı bir tost yaptırdık, bunu yemezsen vallahi artık olay çıkartacağım."

"Evet." Koray da diğer omzuma elini yerleştirdi. "Sonrada ayarladığımız odada duş alırsın getirdiğimiz kıyafetleri giyersin. Alâ'nın uyanması yakındır, onun karşısına jilet gibi çıkmak istemez misin?"

Doğrusu güzel manipüle ediyorlardı.

"Tamam." Tostu aldım. "Ama buradan ayrılmayacağınıza söz verin."

"A ha!" dedi Anıl ve ellerini birbirine çarptı. "Cümle kurdu." Ona ters ters baktığımda sırıtarak geri çekildi. "Sesini özlemişim kardeşim."

Tostu yerken omzumu cama doğru yasladım, başka cümle kurmak istemiyordum. Midem artık pek fazla yemek almıyordu, tostu bile zor yiyordum. Canım da istemiyordu ama yemek zorunda olduğumu biliyordum. Sevgilim uyanacaktı, yanında güçlü durmalıydım.

Tostu zoraki bitirdikten sonra camın önünden ayrılma vaktim gelmişti. Hiç istemiyordum ama yapmam gerektiğini biliyordum. Alâ uyandığında karşısında güçsüz bir adam değil, aşık olduğu adamı görmeliydi.

"Bir dakika bile ayrılmayın." dedim, parmağımı ikisinin arasında gezdirdim. "Eğer bir şey olursa yanıma uçun, bir saniye bile geç kalırsanız yemin ederim gebertirim sizi."

"Merak etme." dedi Koray, koridorun sonunu işaret etti. "Eğer Alâ gözlerini açacak olursa dur şimdi değil, beş dakika sonra aç diyeceğim. Beni çok sever, dinleyecektir."

"Gözlerini beş dakika değil, bir saniye bile kapattıracak olursan-"

Koray parmağını dudaklarıma bastırdı. "Şşş." Kafasını hafif yana eğdi. "Tamam aşk adam."

Onun eline vurup ikisine de birkaç küfür mırıldanarak söyledikleri odaya ilerledim. O kadar hızlıydım ki dünya duş alma rekorunu kırabilirdim. Odaya girer girmez kendimi suyun altına attım. Suyun sıcaklamasını bile beklemedim, sıcaklamaya başladığında duş almayı bitirmiştim. Havluya sarındım ve yatağın üstündeki çantadan kıyafetleri çıkardım. Siyah pantolon ve beyaz gömlek vardı. Hemen giyindim ve saçlarımdan akan su damlalarını umursamadan odadan çıktım. 

Koşturarak koridorun sonuna ilerleyeceğim sırada Koray'ın ve Anıl'ın ellerini cama yaslamış bir vaziyette olduklarını gördüm. 

İlerleyemedim.

Koridorun bir ucunda onlara bakıyordum. Şok olmuş gibi görünüyorlardı. Ömer kapının önündeydi ve içeri girmeye çalışıyordu. Bir hemşire onu durdurmak için kapının önüne siper olmuştu.

Sanki o anda bütün sesler kesildi. Ne Ömer'in haykırışlarını duyabildim, ne de başka herhangi bir şey.

Tek bir ses duyabiliyordum.

Alâ'nın duran kalbinin sesini.

Bütün korkunç hisler o anda bedenimi sardılar. Kalbime batan sıcak iğnelerin hissi nefesimi kesti. Her nefeste binlerce sıcak iğne kalbime batıyordu ve nefeslerim benden çekilip alınıyordu. Ellerim, dizlerim ve sanki bütün dünya titriyordu. Koridordaki bütün ışıkların tek tek söndüğünü ve karanlığın içinde o sesle yalnız başıma kaldığımı sandım. Önümdeki görüntü titreşti, doktorların odadan çıktığını gördüm. Anıl ve Koray'ın üzerime dönen bakışları bana gerçekleri anlatmaya yetti. 

Öne doğru bir adım atmak istedim, kendi gözlerimle gerçeği görmek istedim ama sanki büyük bir yangının ortasında kalmıştım. Yanıyordum, kalbimi iğneliyorlar ve parçalamaya çalışıyorlardı. Duygularım beni mahvediyordu.

Ellerimi hissedemedim, sonra bacaklarımı ve en sonunda öne doğru uzattığım ayağımı. Yere yığıldım, dudaklarımın arasından firar eden acı dolu feryadı duyduğumu anımsıyorum. Sonrası silik silikti, duygularım gibi her şey parçalanmıştı. Kendimi o anda tamamen kaybettim. Öfkeyle kasılan bedenimin bir sinir krizinin eşiğinden atladığını hissettim ama gerisi tamamen boşluktu.

☽☼☾

"Ölmedi!" diye boğazımı parçalarcasına haykırarak yattığım yerde doğrulduğumda iki omzumdan da tutuldum. Anıl ve Koray iki yanımdaydılar, beni geri yatırmak için çabalıyorlardı. Ne zaman uyandığımdan emin değildim, bunun bir uyku sonrası tepki olup olmadığını da bilmiyordum. Tek bildiğim Alâ'nın ölmediği ve onu görmek istediğimdi ama kimse bana izin vermiyordu. Ellerimi yatağa bağlamaya çalışıyorlar, her seferinde sakinleşmem için iğne vuruyorlar ve kendimi tamamen savunmasız bir halde buluyorum.

Bu kez izin vermedim. Önce Anıl'ı omzundan sertçe iterek yere düşürdüm, ardından Koray'ın elinden tutup ters çevirdim ve ittirdim. İkisi de kısa süreliğine benden uzaklaşmış olsalar bile kendimi yatağın dışına atmayı başardım. 

"Ölmedi diyorum!" Ne kadar bağırırsam bağırayım sanki duymuyorlardı. "Niye inanmıyorsunuz bana?"

Koray ve Anıl temkinli bir şekilde bana yaklaşmaya çalışırlarken ağladıklarını fark ettim. Gözleri kan çanağına dönmüştü, mahvolmuş bir haldeydiler. Sanki Alâ ölmüş gibi davranıyorlardı.

"Kardeşim lütfen..." dedi Anıl, sesi konuşurken titredi. "Kendinde kalman için önce sakin olmalısın."

"Nerede?" diye sordum, kapıya doğru geriledim. "Alâ nerede!"

"Defne'nin yanında!" diye sertçe yanıtladı Koray, o an hareket dahi edemedim. "Ailesinin, arkadaşlarının yanında."

"Gidemez..." diye mırıldandım, kafamı iki yana salladım. "Şeker Portakalı'na benimle gidecekti!"

"Şeker Portakalı mı?" diye sorarak Koray'a baktı Anıl. "Koray bir şey yap."

"Bir şey yapın bir şey!" Ellerimi öfkeyle saçlarımdan geçirdim. "Nerede söyleyin, beni ona götürün!"

"Bir dakika-" Koray'ın lafını yarıda kesen odanın kapısının bir hışımla açılması olmuştu. Sırtımı duvara doğru verdiğimde kapının önünde dikilen Ilgın'ı gördüm, endişeyle bana bakıyordu. "Bir doz daha." Anıl ve Koray'a baktı. "Halâ kendinde değil."

"Kendimdeyim!" Ilgın'ın üstüne doğru yürüdüğümde sırtı kapıya yapıştı. "Alâ nerede söyle." Elimi istemsizce kapıya geçirdim. "Söyle!"

"Barış-" Anıl beni omzumdan çekmeye kalktığında yakalarına yapışmak isteyerek yaptığım bir tepki değildi. Kendime engel olamıyordum, karşıma geçen herkesi yere yığmak istiyordum. Sadece bana sevgilimin yerini söylesinler istiyordum, çok bir şey değildi. Herkes bana karşıydı, herkes beni ondan uzaklaştırmak istiyordu.

"Son kez soruyorum." dedim sertçe. "Alâ nerede?"

Anıl'ın kaşları çatılırken dudaklarını cevap vermeyeceğini belli eder gibi sıkıca birbirine bastırdı. Burnundan soluyordu, öfkelenmişti ama hiçbir karşılık vermiyordu.

"Tamam dur!" Koray araya girdi ve beni duvara doğru ittirdi. "Seni ona götüreceğim, yeter ki sakinleş. Onu göreceksin, gözlerinle olanı biteni göreceksin."

Kafamı ikna olmuş gibi salladım. Ne kadar çok salladığım ve nasıl bir ifade ile salladığım ise meçhuldü. Her şey çok hızlı ve keskindi. Sanki yuvarlanıyordum, sürekli bir yere çarpıyordum ve başka bir tarafa sekiyordum. Karmakarışıktım, çarptıkça beynim daha da dönüyordu. Haykırmak istiyordum ama haykıramıyordum. Sesimi duyurmak istiyordum ama kimse benim sesimi duymak istemiyordu.

"Şeker Portakalı." dedim saçımı sanki zihnimdeki düşünceleri ehlileştirebilecekmiş gibi çekiştirirken. "Benim de bir Şeker Portakalı'm var."

Koray'ın, Anıl'ın ve hatta Ilgın'ın bana korkunç bir şey görmüş gibi baktıklarını fark ettim ama anlayamadım. Kimseyi öldürmüyordum, bir vahşete ortak olmuyordum ama sanki yapıyormuşum gibi bakıyorlardı.

Odadan çıktık. Koray bir yanımda, Anıl bir yanımda ve Ilgın hemen arkamdaydı. Sanki beni kıstırmaya çalışıyorlardı ve ben sebebini bilmiyordum. Sadece sevdiğim kadını görmek istiyordum. Tek isteğim buydu.

Kaç kat indiğimizi bilmiyorum, saatler sürmüş gibi gelmişti. Koridorda ilerledik, ağlayan birkaç insanın yanından geçtik ve bir kapının önünde durduk. Beklerken gözlerim bir anlığına kapının yanındaki yazıya kaydı.

Morg.

"Yanlış yerdeyiz." dedim, gözlerimi bir korkak gibi geldiğimiz tarafa doğru çevirdim. "Beni niye buraya getirdiniz?"

Yanlarından ayrılıp geldiğimiz yöne gideceğim sırada kapının açıldığını duydum, gözlerim bir hışımla oraya doğru döndü. Kapıdan Ömer çıktı.

"Sen..." dedi beni görür görmez, üzerime doğru atıldı ve göğsümden sertçe ittirdi. Tepki vermem gerekirdi, engel olmam gerekirdi belki ama olamadım. Sırtım arkadaki duvara çarparken onun üstüme çullanmasına engel olan Barış ve Anıl'dı.

"Kardeşim senin yüzünden öldü!"

"Ölmedi."

"Öldü!"

"Ölmedi!" Doğrulup onu sertçe ittiğimde neredeyse yere yığılacaktı ama arkasındaki görevli onu tuttu. "Ölmedi lan ölmedi! Yalan söylemeyin, kandırmaya çalışmayın. Ölseydi hissederdim, ölmedi!"

Elimi kalbime doğru götürdüm, ölmemişti işte. Hala buradaydı, kalbimin içindeydi. Ne kadar parçalanırsa parçalansın içeride yaşamaya devam ediyordu. Ölseydi bilirdim, yokluğunu hissedebileceğimi biliyordum. Bağlanmıştım ona, koparmalarına izin vermezdim.

"Defol git akıl hastası." Ömer öfkeyle çıkıştı. "Kardeşimi görmene de asla izin vermem, git buradan."

Elim yakasına yapıştı, kurtulmayı denedi ama izin vermedim. "Sıkıysa gönder lan, sıkıysa izin verme." 

"Ölüsünü bile görmeyeceksin!" Gözleri kan çanağına dönmüştü. "Öldü lan öldü, senin yüzünden öldü benim kardeşim. Söz verdiğin gibi koruyamadın. Son sözlerinden biri katilinin sen olduğuydu. Hala ne yüzle onu görmek istersin?"

"İnanmıyorum." diye öfkeyle yüzüne haykırdım."Görmemi istemiyorsun çünkü ölmedi. Onu benden saklıyorsun, öldüğünü sanmamı istiyorsun."

"Siktir git lan." diyerek beni itmeye kalktı ama başaramadı. Koray ve Anıl beni geri çekmeye çalışıyordu, birkaç görevli daha yanımızda belirmişti ama hiçbiri umurumda değildi. Alâ ölmemişti, bunu biliyordum. O içeride değildi, beni kandıramazlardı.

Ömer'i yakasından çekip sola doğru ittim. Önümdeki tek görevliyi de hızlıca aşıp kendimi morgun soğuk duvarlarının arasına attım. Kapıyı arkamdan hızlıca kilitledim.

Kapıya vuruyorlardı, bir sürü ses vardı ama hiçbiri umurumda değildi. Hızlıca etrafa bakındım. Odanın ortasındaki sedyede üstü beyaz çarşafla örtülü biri vardı.

Oraya bakmadım.

Dolaplara yöneldim, kapakların kenarlarındaki isimleri kontrol ettim. Hepsinin ismini tek tek okudum, hiçbirinin Alâ olmadığından emin olmak istedim. Son birkaç tane kalmıştı ki künyelerden birinde yazan adı okuyamadım. Sanki o anda sesim içime kaçmıştı.

Alâ Karademir yazıyordu.

Hemen kafamı olumsuz düşüncelerimi savmak istercesine iki yana sallayarak künyeyi bıraktım.

"Hayır hayır." diye mırıldandım. "Orada değil, biliyorum. Kandırıyorlar beni."

Dolabı açmak için alel acele uzandım ama kapağı çekip açamadım. Kaldım öyle, içeride sevgilimin cansız bedenini görmekten korktum.

"Kandırıyorlar." diye tekrar ettim, derin bir nefes aldım ve yavaşça bıraktım. "Yaşıyor benim sevgilim, ölmedi."

Kapağı bir anda çekip açtığımda içinin boş olduğunu görmemle birlikte elimi yumruk yapıp havada savurdum. Ayaklarımın üzerinde arkaya doğru mutlu bir ifadeyle döndüğüm anda ise sanki bütün bedenim kaskatı kesilmişti.

Odanın ortasındaki sedyenin üzerindeki cesedin eli çarşaftan dışarı kaymıştı. Elinin içinde belirgin bir yara vardı. Derin bir kesik, tırnak izleri...

Kalbimin sesini o anda kulaklarımda duymaya başladım. O kadar hızlanmıştı ki nefeslerim sıkışmaya başlamıştı. O tanıdık titreme yeniden bedenime hapsoldu, her yer sarılmaya başladı. Korku bedenime hükmetti.

Öne doğru bir adım attım, ikincisini atarken neredeyse yere yığılacak gibiydim. Güçlü kalmak artık çok daha zordu.

Yaralı eli tuttum, o anda her şey netleşmişti. Tenini tanıyordum, dokunduğum elin ona ait olduğunu biliyordum.

Beyaz çarşafa uzandım, titreyen elimle yavaşça kaldırdım ve yüzünü açtım. O anda beni ayakta tutan tek şey onu son kez görecek olmamdı.

Alâ Karademir, sevgilim ölmüştü. Teni buz kesmiş, göz altları ve dudakları morarmaya başlamıştı.

Elimin tekini omzunun arkasından geçirdim, soğuk bedenini kendime doğru çekip diğer elimle yüzünü kavradım.

"Alâ..."

Başparmağımı soğuktan morarmaya başlayan dudağının üstünde gezdirdim. Her noktası buz tutmuştu.

"Sevgilim..." Bir kelimeden fazla konuşamıyordum. Cümleler boğazıma diziliyordu. Benim bedenim sıcakken onunkinin buz kesmesine, benim kalbim atarken onunkinin durmasına dayanamıyordum.

"Bunun bir oyun olduğunu söyle." diyebildim, elim yüzünün her noktasında dolanıyordu. Bir his bekliyordum, yaşadığına dair bir belirti. Belki kalbi atıyordu ama ben hissedemiyordum, deli gibi titriyordum ve hislerim tamamen yok olmuş durumdaydı. Kendi kalbimin sesinden onunkini duyamıyordum bile.

"Kaçmak için plan yaptığını söyle."

Elimi üzerinde hala sargı olan kalbine doğru götüreceğim sırada odanın kapısı kırılırcasına açıldı. Umurumda olmadı.

"Hayallerimiz vardı..."

Kolumda hissettiğim sızı her yeri yıkıp dökmem için bir işaret gibiydi. Yine de kollarımın arasındaki sevgilimi bırakmak istemedim. Sadece haykırabildim, canımın ne kadar yandığını anlatabilecekmiş gibi haykırmakla yetinmek zorunda kaldım.

Sonra bedenim uyuştu, beni yine aynı yere hapsedeceklerinin bilincindeydim ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Beni ayık tutmuyorlardı, sevgilimi daha fazla görmeme izin vermiyorlardı.

Benim yüzümden ölmüştü.

Benim ihanetim onu öldürmüştü.

Suçluydum.

Onunla birlikte ölmeyi hak ediyordum ve bunu istiyordum.

☽☼☾

Alâ Karademir

11 Aralık

Kulaklarımda patlayan mermi sesiyle gözlerimi bir hışımla araladığımda sanki ilk kez nefes alıyormuş gibi boğazımı yakarcasına derin bir nefesi içime çektim.

Sesin bedenimde yarattığı korkuyla yattığım yerden resmen fırlamıştım. Kalkar kalkmaz göğsümde beliren sancıyla yüzümü buruşturdum ve dudaklarımın arasından kaçan inlemelere mani olamadım.

Başım dönüyordu, görüşüm tamamen bulanıktı, nefeslerim kesik kesik ve ağrılarım sanki yıllardır bu yatağa hapsolmuşum gibi keskindi.

Kendimi yatağa geri bırakmak zorunda kaldım, doğrulup kalamadım. Önce sakinleşmem, yatarken görüşümü düzeltmem gerekirdi belki de. Sonra yavaş yavaş kendime gelirdim.

Elimi göğsüme doğru götürdüğümde sargıları hissettim. O anda olanlar bir bir zihnime dökülmeye başladı.

Barış'ın ihaneti.

Kırmızı silah.

Ölüm.

Ben ölmek istemiştim ama halâ hayattaydım. Kesik kesikte olsa nefes alıyordum, ğöğsümde ağrı olsa bile kalbim atıyordu.

Ölememiştim.

Görüşüm düzeldiğinde etrafıma bakındım. Yatağın etrafında beyaz bir perde çevriliydi, etrafı göremiyordum. İçerisi sessizdi, odada yalnız olmalıydım. Bir hastanedeydim, beni kurtarmışlardı.

O an idrak ettim.

Eğer hayattaysam kaçmam gerekiyordu. Yoksa kendimi yeniden öldürmeye çalışmak zorundaydım. Hayat bana ikinci bir şansı verdiyse bunu o hastanede geçirmeyecektim.

Başımı tutarak zoraki doğruldum, bacaklarımı yataktan aşağı sarkıttım ve yere bastım. Kalkmak için duvara tutunmam gerekmişti.

Ayakta durmak çok zordu, sanki her noktam zayıflamış ve gücüm çekilmişti. Ne kadar süredir baygındım bilmiyorum ama kendimi yarı ölü gibi hissediyordum.

Perdeye uzanıp çektim ve açtım. Açtığımda kapının yanındaki koltuğu gördüm, üstünde bir çanta vardı. Çantaya doğru yürüdüm, bu noktada kendimi koltuğa bırakmaktan alamadım. İçini açıp baktığımda kıyafetlerim vardı ve bu kıyafetler benim eski kıyafetlerimdi. Beş yıl öncesine ait kıyafetlerim.

Ömer getirmiş olmalıydı.

Üstümdeki hasta önlüğünden kurtulmam gerekiyordu. Çantadan siyah bir eşofman altı ve sweatshirt alarak zoraki giydim. Bir de beyaz spor ayakkabılarla siyah şapkayı da kafama geçirdim.

O sırada saçlarımın uzadığını fark ettim. Çok uzamamışlardı ama farkı görebiliyordum. Başkası göremezdi belki, uzamamış bile diyebilirdi ama buna takıntılı olduğum için fark edebiliyordum.

Ellerim saçlarımdayken donakaldım. Saçlarım hızlı uzardı evet ama birkaç günde gözle görülür bir uzama olmazdı. Birkaç haftadan fazladır uyuyor olmalıydım.

Acaba uyanamamış mıydım yoksa uyutulmuş muydum? Belki de kriz geçirmiştim ve beni ilaçlarla uyutmaya başlamışlardı.

Bu daha korkunçtu.

Hemen toparladım, kaçmak için hazır bir hale geldim. Açtım, susuzdum ama burada geçirecek bir dakikam bile yoktu. Çıkmalıydım gerisini sonra düşünürdüm.

Odanın kapısını yavaşça araladığımda epey ıssız olduğunu gördüm. Çıt çıkmıyordu, ışıklar loştu.

Şapkayı indirerek yüzümü iyice gizledim, kapüşonluyu da şapkanın üstüne geçirdim. Duvardan tutuna tutuna ilerlemeye başladım. Yangın merdivenine ulaşmalıydım, sonrası kolay olacaktı. Eğer düşmezsem, zihnim karanlığa kapılmazsa ve ayaklarım benimle işbirliği yapmaktan vazgeçmezse. Çünkü her an bayılacak gibiydim, canım yanıyordu ve ağrılarım attığım her adımın ardından bana şiddetli bir şekilde geri dönüyordu. 

Elimi yaramın üstüne bastırdım, diğer elimle duvardan iyice destek alarak koridorun sonuna kadar sağ salim yürümeyi başardım. Yangın merdiveni aradım ama göremedim, başka bir koridorda olmalıydı. Her koridor, başka bir koridora bağlanıyordu. Karmakarıştı, bu yüzden hastanelerden hep daha fazla nefret ediyordum.

Diğer koridora doğru saptım ve aşağı inen merdivenleri gördüm. En üst katlardan birinde olmalıydım, yukarı çıkan bir merdiven göremiyordum. Çatı katına çıkan bir merdiven olmalıydı ama onun koridorun hangi tarafında olduğundan emin değildim. 

Tırabzanlara tutunarak aşağıya inmeye başladım, merdiven inmek düz yolda yürümekten bin kat daha zordu. Bir kat indiğimde nefes alabildiğimden emin değildim. Yangın merdiveninden onca katı inmeye kalkarsam yarı yolda bayılabilirdim, asansörü kullanmam gerekiyordu.

Merdivenin hemen karşısında kapıları açılan personel asansörünü gördüğümde kendimi nasıl içeri attığımı bilmiyorum. İçinden yeni biri çıkmıştı, ben girdiğimde kimse yoktu. Direkt girişe inemezdim, orada çok fazla güvenlik ve polis olmalıydı. Bu yüzden ikinci kata indim, asansöre bindiğim kat dokuzdu. Gerçekten inmeye kalksam kesin benim baygın bedenimi biri bulurdu ve ben yakalanırdım.

İkinci kata indiğimde, kapı kayarak açıldığında başımı iyice öne eğmiştim. İçeri iki kişi girdi ama onların sadece ayaklarını görebildim. Kendimi dışarı attığımda derin bir nefesi içime çekmeyi de başarmıştım. Şimdi tek yapmam gereken bu kattaki yangın merdivenini bulmaktı.

Koridorda ilerledim, bu kat kalabalıktı. Yanımdan sürekli birileri geçiyordu, hemşireler koşturuyordu ve hastalar yakarışlarda bulunuyordu. Kalabalık olması dikkatten kaçmamı kolaylaştırıyordu.

İki koridor geçtim, işaretlere göre geçeceğim koridorun sonundaydı. Bu tarafta kalan merdivenlerin önünden geçeceğim sırada üst kattan yükselen bir yakarış kulaklarıma doldu. Bir adım daha atamadım, orada öylece kaldım.

Sesi tanıyordum.

Barış'ın sesiydi.

Kalbim o anda o kadar hızlı attı ki yere düşecek gibi oldum. Duvara yaklaşarak tutundum ve merdivene doğru eğildim. Barış'ın haykırışı normal değildi, acı doluydu. Sanki canı yanıyordu, ona bir şey yapıyorlardı. Onun canını yakıyorlardı!

Daha fazla duramadım, kendimi toparlayıp tırabzanlara tutundum ve yukarıya çıkmaya başladım. Üst kata çıkıp koridora doğru döndüğüm anda onu gördüm. Koridorun ortasındaydı, Anıl ve Koray onu zapdetmeye çalışıyordu. Ağlıyordu, haykırıyordu ve tamamen farklı biri gibi görünüyordu. Öfkeliydi ama bu sadece bir öfkeden ibaret değildi. Sinir krizinden bile öte gibiydi, kendine zarar veriyordu.

"Bırak!" diye haykırdığında avuç içlerimin terlediğini hissettim. Etrafında görevliler vardı, Ilgın bile yanındaydı. "Yalnız kaldı, bırak!"

Kim yalnız kaldı?

Onu bu hale getiren neydi?

"Öldüreceğim!" Öne doğru uzanmaya çalıştı ama Koray onun elini yakalayıp buna engel oldu. Önüne doğru baktığımda bir neşter gördüm. Kanlıydı... 

"Ben sebep oldum ben!" Yeniden neştere uzanmaya kalktığında avuç içinden akan kanı ve yerdeki kan izlerini fark ettim. "Benim yüzümden öldü Sevgilim."

Gözlerim o anda o kadar büyüdü ki yaşadığım şokla olduğum yerde sarsıldım. Barış benim öldüğümü sanıyordu ve kendini suçlu hissettiği için ölmeye çalışıyordu. Neden, ona kim öldüğümü söylemişti?

Üstümdeki kıyafetleri, odadaki bavulu ve en üst kattaki bir odada olduğumu anımsadım. Eşyaları bana getirebilecek tek kişi Ömer'di. O zaman....

Barış'a doğru bir adım atıp ona ölmediğimi, kendine zarar vermemesi gerektiğini söyleyecektim ki biri kolumdan hızlıca çekip sırtımı merdivenlerin yanındaki duvara yasladı. Elini ağzımın üstüne sıkıca bastırdığında ve onu gördüğümde düşüncelerimden emin oldum.

"Uyandın demek." dedi Ömer, kafasını çıkartıp koridora doğru baktı. "Yakalanmak mı istiyorsun?"

Elini tutup sertçe ittim. "Öldüğümü sanıyor." Kaşlarımı olabildiğince çatıp öfkemi yüzüme yansıtmaya çalıştım. "Ona nasıl böyle bir yalan söylersin, nasıl inandırmayı becerirsin?"

"İnan bana kardeşim, bunun için varımı yoğumu ortaya koydum." Omuzlarımdan tutup sırtımı duvardan ayırdı. "Senin canını bile ortaya koydum. O yüzden şimdi beni dinle, tek yapman gereken..." Elini cebine attı ve bir telefon çıkarıp uzattı. "Bunu alıp hastaneden en hızlı şekilde çıkman. Burada kalmak zorundayım ama sen en hızlı şekilde çıkmalısın. Sadece hastaneden uzaklaş, seni aldıracağım endişelenme." Yüzüme doğru yaklaşıp kararlı gözlerini gözlerime dikti.

 "Artık bir ölüsün Alâ Karademir."

Barış'ın benim ölümüm için attığı acı dolu haykırışlar kulaklarıma dolarken, Ömer'in suratıma çarptığı gerçek beni bütünüyle sarstı. Artık bir ölüydüm, yeni bir hayata sahip olabilecek kadar ölü. 

Ömer'in elini itip koridora doğru baktım, biri bana baksa belki görebilirdi ama kimse bana bakmıyordu. 

Onları bu acıyla nasıl geride bırakacaktım?

Barış'ı ölümümle nasıl baş başa bırakacaktım?

Bölüm Sonu...

Şimdi acaba bana sövmeye devam ediyor musunuz yoksa öfkeniz biraz soğudu mu merak ediyorum doğrusu. Kötü sonla ilgili o kadar çok yakarışta bulundunuz ki bir noktadan sonra şey dedim, ulan ben daha sonu yazmadım ki!

Yine de bütün olumsuzluklara rağmen -isyanlarımı İnstagram'dan beni takip edenler bilir- umarım bölümü beğenmişsinizdir. Barış'ın ağzından ilk kez yazıyorum ve biraz garipti, genelde diğer karakterlerin ağzından yazma girişiminde bulunmam çünkü. Barış benim göz bebeğim olduğu için onun ağzından yazdığım bir bölümün burada olması yine de beni mutlu ediyor. 

Şimdi sorular gelsin

Alâ'nın ölmüş olmasını ister miydiniz?

Sizce Alâ ölmediğini göstermeli mi yoksa kendi hayatını düşünüp kaçmalı mı?

Ömer'den böyle bir atak bekliyor muydunuz?

Morg sahnesinde bile hala Alâ'nın ölmemiş olduğuna inananlar var mıydı? 

Muhtemelen bu çok sorgulanacaktır, final olmadan bölüm içinde bu bölümün sorularına cevap bulacaksınız merak etmeyin.

Final tahminlerinizi buraya bırakın bakalım.

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere

İnstagram | fennayazar








Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 4.3K 2
*Kitap olduğu için bölümler kaldırılmıştır. Uluslararası Bir Aşk Hikâyesi, Ephesus Yayınları farkıyla artık raflarda! ❤ Kitabın Tanıtım Videosu: htt...
13.1K 965 15
ASKER&DOKTOR 🍂 (Muşlu bir asker adam ile Mardinli bir doktor kadının hikâyesi!!!) 🍂 Mardindi orası! Cahilliğin geliştiği ama aklın gelişmediği bir...
21.2K 1.7K 18
Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parmakla gösterilir. İşinde başarılı olmayı k...
İHTİLAL By Fatma Demir

Mystery / Thriller

793K 27.8K 63
"Benimle oynarken iyi düşün." diye hırladı. Sesi karnımı burkarken dudaklarıma kilitlenmiş bakışlarını görünce karanlığın verdiği cesaretle güldüm. "...