11 NUMARA

By fennayazar

1M 73.8K 160K

⌜17 NUMARA ADLI HİKAYE OKUNMADAN OKUNMAMASI ÖNERİLİR. BAĞLANTILIDIR VE 17 NUMARA ÜÇ KİTAPTAN OLUŞAN BİR SERİD... More

Bölüm 1: 17 Numara
Bölüm 2:Alâ Karademir
Bölüm 3:Katliam
Bölüm 4:Takip
Bölüm 5:Yakalandın
Bölüm 6:Red
Bölüm 7:Sarsıntı
Bölüm 8:Düşman Taraf
Bölüm 9:Günahkar
Bölüm 10:Gerçek
Bölüm 11:17 Numara Vakası
Bölüm 12:Karar
Bölüm 13:İtiraf
Bölüm 14:Vicdan
Bölüm 15:Ardımda Bıraktığım İzler
Bölüm 16:Hayal Alemi
Bölüm 17:İçindeki Katil
Bölüm 18:Av
Bölüm 19:Avcı
Bölüm 20:Zihnimdeki Karmaşa
Bölüm 21:Yıkıntı
Bölüm 22:Zehir
Bölüm 23:Güven
Bölüm 24:Bedel
Bölüm 25:Kanıt
Bölüm 26:His
Bölüm 27:Açık Yaralar
Bölüm 28:Ölüm
Bölüm 29: Hak etti
Bölüm 30: Çatlak
Bölüm 31: Katil Çetesi
Bölüm 32: Mektup
Bölüm 33:Defne Karaca'ya
Bölüm 34: Zihnimdeki Açık
Bölüm 35: İlk Kayıp
Bölüm 36: Seçim
Bölüm 37: Sanrılar
Bölüm 38:Zihnimdeki Yalancı
Bölüm 39:Sırtımdaki Bıçak
Bölüm 40: Kırmızı
Bölüm 42: Barış Atasoy
Bölüm 43: Çıkmaz Sokak
Bölüm 44: Camın Ardındakiler
Bölüm 45:FİNAL 1\2
FİNAL

Bölüm 41: İhanetin Ölümcül Bedeli

14K 1.1K 2.2K
By fennayazar

Hellö! Nasılsınız bakalım, özlediniz mi bizimkileri?

Kötü son mu yoksa iyi son mu tahminlerinizi bu satıra bırakabilir misiniz, bu sıra bunu çok merak ediyorum.

Bölümden sonra mutlaka profilime uğrayıp yeni kurgum olan Veyl'e bakın, düşüncelerinizi merak ediyorum❤️

Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın, bu çok önemli. Sınav haftanız olduğu için yazdıktan sonra biraz bekledim, size göre bir gün belirlemeye çalıştım. Umarım tutturabilmişimdir...

Bölüm 41

İhanetin Ölümcül Bedeli

Ellerimi kalın parmaklıklara tokat gibi geçirdiğim anda karanlığın içinde bir ışık yandı. Tam tepemdeydi, beni aydınlatıyordu ama yine de önümü göremiyordum. Ellerimi bir kez daha parmaklıklara geçirdim. Tavana kadar uzanıyor gibi görünüyordu ama bir tavan göremiyordum. Küçücüktü, içine sığabileceğim kadar genişliği vardı. Sanki her geçen saniye daha da daralıyordu, beni demir parmaklıkların arasında sıkıştırıp öldürmek istiyordu. 

Kim yapıyordu?

Kimdi beni öldürmek isteyen?

'Sensin.' diye yanıtladı bir ses, neresi olduğunu bilmediğim bu yerde yankılandı. Yankılar sonsuzluğa uzanıyor gibiydi, bir sonu yoktu. Aynı benim zihnim gibi, sonsuz karanlığa sahipti.

'Kimsin!' diye haykırdım, ellerimi bir kez daha parmaklıklara sertçe geçirdim. 'Çıkar beni buradan.'

'İstersen çıkabilirsin.' diye fısıldadığında sesi zihnimde yankılandı, karanlık bir ruh gibiydi. Konuştuğu sırada ellerimi parmaklıklara vurmak üzereydim. O anda öne doğru savruldum, dizlerimin üzerine sertçe düştüm. Parmaklıklar yok oldu. 'Söylemiştim.'

'Sen de kimsin?' diye öfkeyle sorarak ayağa kalktığım anda aydınlığımın hemen önünde bir beden belirdi. Yüzü karanlıkta kalıyordu, sadece güldüğünü görebiliyordum. Bir düşman mıydı, beni öldürmek için mi buradaydı?

'Ben kim miyim?' dedikten sonra histerik bir kahkaha patlattı. Saçları göğsünün altına kadar uzanıyordu, eski saçlarımı andırıyordu. Sesi de tanıdıktı, tanıdığım biri olmalıydı. "Ben senin zihnindeki sesim.'

Bir adım öne çıktığında yüzü aydınlandı. Üstünde sarı hasta forması vardı, saçları dağılmıştı ve yüzü, elleri kan izleriyle doluydu. Bütün bunlara rağmen gülüyor, karanlık gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Yüz ifadesinden bile o kadar güçlü, korkusuz görünüyordu ki afallamadan edemiyordum. Karşımda her şeyi başarabilecek, karanlığı avuçlarının içinde tutan ve onunla bir kukla gibi oynayan biri vardı.

Bu bendim.

Katliamdan sonraki bendim.

Barış'ları bulmadan önceki halimdi.

"Bütün bunlar senin yüzünden oldu!" diye bağırdım, ona çok öfkeliydim. "Susmadığın için oldu. Ben senin yüzünden Barış'ı..."

Cümlenin devamını getiremedim, dudaklarım bir anda mühürlendi. Ona zarar verdiğimi hatırladıkça dudaklarım mühürleniyordu. Ben Barış'ı merdivenlerden itmiştim, başından akan kanın zemini boyadığını görmüştüm. Anıl'dı o, Anıl sanmıştım. Beni kandırmıştı.

'Sen yaptın.' dedim, kaşlarım inanamıyormuş gibi çatıldı. 'Arden değildi, sen yaptın.'

Gülüşü daha da derinleşti, başını öne doğru hafif eğdiğinde bakışları daha karanlık bir hal aldı. Beni yok edebilecek tek kişi oydu ve ben onun beni yenebileceğini artık biliyordum. 

'Tabii ki ben yaptım.' Şimdi de başını hafif yana eğdi. 'Ben senin içindeki katilim Alâ, kimse seni benden iyi tanıyamaz.' Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. 'Kuruntu dünyan bana ait, ben ne dersem o olur. Benden asla kurtulamayacaksın Alâ, ölene dek benimle yaşayacaksın.'

Silahın soğuk namlusunu şakağımda hissettim. Gözlerim korkuyla irileşirken o bundan zevk aldı. Tetiğe bastı, merminin şakağımı deldiğini hissettim. Bedenim sağa doğru savrulurken ve başımdan akan kanın oluşturduğu gölün içinde yatarken zihnimdeki Alâ kahkahalar atmaya devam etti. Silahı önüme attı, bu benim kırmızı silahımdı. Yeniden karanlığın içine doğru yürüyüp gözden kaybolduğunda benim tepemdeki ışık da söndü. 

Zihnimdeki fısıltı yine yendi beni.

☽☼☾

Aldığım derin nefesle birlikte yattığım yerden kalktığımda kendimi en son bıraktığım yerde buldum. Merdivenlerin başındaydım, banyodan yansıyan ışık etrafımı aydınlatıyordu. Anlamsız bakışlarım etrafta dolandı, parmak uçlarım şakağıma doğru istemsizce uzandı. Gördüğüm rüyayı anımsayınca parmak uçlarım göz kapaklarıma gitti. Bütün bunların sebebi sensin Alâ, zihnindeki katil.

Uyuşmuş bir haldeydim, birkaç dakika boyunca öylece durdum. Ne düşündüğümü ve ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Sadece durdum ve çatık kaşlarımın altındaki kısık gözlerimi merdivenlerin ucuna diktim. Merdivenlerin ucundaki kan izlerine...

Barış...

Bayılmadan önce gördüğüm son anlar zihnimde bir flaş gibi patladılar. Her flaşta gözlerimi sıkıca kapattım, nefeslerim kesildi ve ben boğulmaya başladım. Hatırladıkça, önümde beliren uçurumdan aşağı atlamak için bir adım atıyor gibi hissediyordum. 

Barış...

Elim tırabzanlara uzandı, kendimi yukarı doğru çektim ve merdivenleri inmeye başladım. Son basamaktan inemedim, bir adım daha atamadım. Hemen önümdeki kan izlerine bakakaldım. Barış'ın kanıydı, buna ben sebep olmuştum.

Basamağı indim, dizlerimin üzerine çöktüm ve kana dokundum. Kan parmaklarıma bulaştı, neredeyse kurumak üzereydi. Ne kadar zamandır baygındım? Daha da önemlisi, Barış neredeydi?

Göz pınarlarımda biriken birkaç damla gözyaşı Barış'ın kanına damladı. Hala bir rüyada mıydım, sevgilim neredeydi? Herkes nereye gitmişti, beni neden yanlarına almamışlardı? Benden yine nefret mi ediyorlardı?

Derin bir nefes aldığımda biri omzuma dokundu. Korkuyla başımı çevirdiğimde Defne'yi gördüm, bana hüzün dolu bakışlar atıyordu. O Defne değildi, içimdeki katildi. Yine beni kandırmaya gelmişti. Beni kandırabilmek için Defne'yi, Asır'ı, Arden'i, hatta ailemi kullanıyordu.

'Kaçman gerek.' dedi. 'Hazır kimse yokken evden çıkmalısın, uzaklara gitmelisin. Hadi, zaman yok.'

Beni kolumdan tutup kaldırmaya çalışıyordu, dışarıdan ne kadar da masum görünüyordu ama. 

"Barış'a zarar verdim." dedim, onunla dertleşmek ister gibi. Birinin içimdeki yangını söndürmesini istiyordum ve zihnimdeki karanlıktan başka kimsem yoktu. "Ya onu öldürdüysem?"

'Şimdi bunu düşünmenin sırası mı?' diye hayıflanarak beni ayağa kaldırdı. 'Önce kaç, sonra Barış'ın nasıl olduğunu öğrenirsin.'

"Eğer ölürse..." dedim ve hıçkırıklarımın arasından titrek bir nefes çektim. "Yaşayamam." Elimi kalbime götürdüm ve bastırdım. "Canım çok yanıyor." Sertçe yutkunarak kendimi yatıştırmayı denedim. "Nefeslerim bile cehennem gibi, düşündükçe yakıyor."

'Bir adam için bu hale düşemezsin.' Karanlık Alâ'nın hisleri de yoktu. 'Barış kendi başının çaresine bakabilir. Onca şey atlattılar, bunu da atlatacaktır. Sen kendin için endişelen.'

"Artık umurumda değil." diyerek basamağa oturdum. Ne zaman elime aldığımı fark etmediğim kırmızı silahımı da yanıma bırakmıştım. "Barış'a bir şey olduysa kendimi asla affetmem. Yemin ederim öldürürüm kendimi, onsuz yaşamak istemiyorum."

'Aşık olmak aptallaştırır derlerdi de inanmazdım.' Şimdi Defne gibi değil, Aleyna gibi görünüyordu. 'Unuttun mu Alâ, sen ölemezsin. Ailene ne hesap vereceksin? Sen bu yüzden ölümden korkmuyor muydun?'

"Korkuyorum." Burnumu çekiştirdim. "Ama Barış'ın ölümü kadar değil."

Elimin tersiyle yüzümdeki ıslaklığı sildim. Görüşüm bulanıktı, hareketlerim uyuşuktu. Belki de ne yaptığımı bile bilmiyordum. Tek istediğim Barış'ı bulmak, ona sarılmaktı. İyi olduğundan bile emin olsam yeterdi aslında.

Merdivenden kalktım, kapıya doğru ilerlemeye başladım. Nerede olursa olsun bulacaktım, yanında olacaktım. Özürler dileyecektim, beni affetmesini isteyecektim. Hala geceydi, çok uzun bir zaman geçmiş olamazdı.

Kapının kulpuna uzandığım anda dışarıdan açıldı. Karşıma önce Anıl çıktı, yorgun görünüyordu ve bana sahici bir öfkeyle bakmaktan da geri durmuyordu.

Hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip içeri girdiğinde Koray'ı gördüm. Dudaklarını birbirine bastırdı, burnundan yavaşça solurken o da içeri girdi. Hiçbir şey söylemedi.

Ve hemen ardından Barış'ı gördüm, beni gördüğü anda dudağının kenarı tanıdık bir gülümsemeyle süslendi. Kendimi resmen üzerine attım, kollarımı boynuna sardım ve gözyaşlarımı omzuna akıttım.

"Çok korktum." Hıçkırıklara boğulmuştum. "Çok özür dilerim, lütfen affet beni. İstemedim, bunu yapmak istemedim Barış. Sana asla zarar vermek istemedim."

Elleri saçlarımda dolandı, bu tanıdık his beni paramparça etmeye yetti. Zaten kırılmıştım, parçalanmıştım ama şimdi daha ufak parçalara bölünmüştüm. Onun bir daha bana dokunamayacağını düşünmek, bunun sebebinin ben olduğumu bilmek beni mahvediyordu. Kendimi bir uçurumun kenarından aşağı sarkıyormuş gibi çaresiz hissediyordum. Kalbimde inanılmaz bir acı, sızı ve durmak bilmeyen bir hançerin hissi vardı.

"Biliyorum." dedi, sesi o kadar yorgun çıkıyordu ki sanki yabancı biri konuşmuştu. Sesi bile bu haldeyse, kendi ne haldeydi kim bilir. Nasıl ayakta duruyordu, neresi acıyordu, onun en çok neresini yakmıştım?

"Neren acıyor?" diye telaşla sorarak hafif geri çekildim. Ondan hiç uzaklaşmak istemiyordum, dokunabileceğim kadar yakınımda olsun istiyordum. Yokluğuna dayanamazdım, ben yapamazdım bunu. Kaçamazdım da, o olmadan kaçmanın bir anlamı yoktu. Koray'ı dinlemeliydim, nereye gideceksem Barış'la gitmeliydim.

Elim başına doğru gitti, kan akan yeri aramaya başladım. Dokunuşlarım narindi, canını yakmak istemiyordum.

"Önemli bir şey değil." diyerek elimi tuttu Barış, sıkıca kavradı. Ama sesi hala yorgundu, nefes alırken bile acı çekiyormuş gibi görünüyordu. Yüz hatları çektiği acının bir eseriydi, ne kadar gülmek isterse istesin hislerini ele veriyordu. Artık gülemiyordu bile.

"Sadece bayıldım."

Bunun doğru olduğuna o kadar çok inanmak istedim ki, Anıl konuşana dek buna çok hevesliydim. Ama Anıl beni daha da küçük parçalara bölmeye yeminliydi.

"Sadece bayıldın mı?" Buna inanamıyormuş gibi konuşuyordu. "Şu an ayakta durman bile mucize. Alâ'yı sakinleştirecek durumda değilsin, şimdi yatıp dinlenmen gerekiyor."

Gözlerimi yere indirip dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdım. Haklıydı, Barış'a bunu yapmaya hakkım yoktu. Bencillik yapıyordum, sakinleşmek için onu bu halde ayakta tutuyordum.

Hemen geri çekildim. Ondan bir adımdan fazla uzaklaşmak istemesem bile aramıza en az üç-dört adımlık bir mesafe koydum. Yüzüne de bakamıyordum artık, içinde kaybolmak istediğim gözler benim yüzümden yorgundu.

"Anıl yapma." dedi Barış, yalvarır gibiydi. "Konuştuk bunları."

"Evet konuştuk." diye çıkışarak merdivenlere yöneldi Anıl. "O yüzden şimdi eşyalarımı topluyorum. Sabahın ilk ışıklarında da siktir olup gidiyorum."

"Saçmalama." diyerek Anıl'ın peşine takıldı Koray. "Öylece gidemezsin."

"Gidemez miyim!" diye haykırdı Anıl, sesindeki öfke bir kırbaç gibi yüzüme çarpıyordu. "Kalıp ne yapacağım? Siz gözlerimin önünde geberip giderken izleyecek miyim? Bir dahaki sefere Kader'in yanından ya bir cesetle çıkarsam? Aklınız alıyor mu he? Her geçen gün daha fazla zarar görüyoruz ama farkında bile değilsiniz." Anıl öfkeyle bana döndü, nefesimin kesildiğini hissettim. "Onlara zarar veriyorsun, kendine bile zarar veriyorsun. Senden tek bir şey istedim Alâ, tek bir şey. Sadece tedavi olmanı, en azından ilaç alıp bundan kurtulmanı. Tedavi olman için illa birinin mi ölmesi gerekiyor!"

Hıçkırıklarımı dudaklarımın ardında tutmayı çok istedim. Duymamalarını, sessizliğimle onlara karşılık vermeye çok istedim. Dudaklarımın arasından firar eden bir hıçkırık, diğerlerine cesaret verdi. Anıl'ın lafları bedenime bir kırbaç gibi o kadar sert darbeler indirmişti ki ayaklarımın üzerinde durabilecek gücü kendimde bulamadım. Titreyen dizlerimin üzerine hıçkırıklarımı eşliğinde yığıldığımda zihnimde dolanıp duran kahkahalar evdeki sesleri bastırmaya başlamıştı.

Çok geçmeden bedenimi saran kollar, başımın yaslandığı göğüs ve saçlarımın arasına konan öpücükler birer ilaç gibiydi. Fakat o kadar hastaydım ki artık hiçbir ilacın beni iyileştirebileceğini sanmıyordum.

Tırnaklarım kontrolsüzce avuç içlerime battığında Barış buna engel olmak için hazırda bekliyordu. İki elimden de sıkıca kavradı, beni kendimden korumaya çalıştı. Bu ellerle itmiştim onu, bu ellerle mahvetmiştim. Şimdi ellerimi kanatmamam için bana engel olmaya çalışıyordu.

"Ağlama." dedi, sesindeki yorgunluk canımı daha ne kadar yakacaktı? "Lütfen yapma bunu. Dinleme Anıl'ı, iyiyim ben."

"Aynen iyisin." diye hayıflandı Anıl, onun öfkesini o kadar iyi anlıyorum ki kızamıyordum. Her kelimesinde haklıydı. "Ölüyordun be! Şu an ilaçlarla, serumla ayakta duran ben miyim? Alâ'yı yalnız bırakmamak için tedavini yarım bırakıyorsun. Aşkını anlıyorum ama kendi canını hiçe saymanı artık anlayamıyorum!"

Koray, Anıl'ı zoraki yukarı çıkardığında Barış'la yalnız kalmıştık. Anıl'ın cümleleri zihnimde yankılanıyor ve susmuyorlardı. Haklıydı, ben ona zarar veriyordum ve o kendi canını hiçe saymaya devam ediyordu. Bunu yapamazdım, yanında kaldıkça ona zarar vermeye devam edecektim. Yanında kalamazdım.

Ne kadar istesem de, onsuz yaşayamayacağımı düşünsem de onunla kalamazdım. Bu kez ben onu düşünmek zorundaydım. Onun için, ondan vazgeçmeliydim.

Başımı hafif geri çektim ve dakikalar içinde hasret kaldığım yüzüne baktım. Yüzünü ezberlemek istiyordum, her noktasını. Gidince, ondan uzak kalınca onu hayallerimde yaşatabilirdim. Belki zihnimdeki Alâ, bana Barış gibi görünür ve iyilik yapmış olurdu. Gerçek olmasa bile en azından beni kandırabilirdi. Bu şekilde yaşayabilirdim.

Yanağının hemen üstünde, kemik kısmında yara izi vardı. Düşerken yüzünü de çarpmış olmalıydı. Gözlerinin içi kan çanağına dönmüştü, kahverengisini yutup almıştı. Uzun kirpikleri yorgundu, kapanmak için an kolluyorlardı ama Barış açık tutmak için kendini zorluyordu. Dudakları beyaza çalıyordu, rengini kaybetmişlerdi. Gözlerinin altı mordu, yorgunluğunun izlerini taşıyorlardı. Üstündeki şık kıyafetlerin aksine saçları dağılmıştı. Göremesem bile kafasının arkasında büyük bir yara olduğunu biliyordum. Oradan akan kan zemine bulanmıştı, izler elimdeydi. Tamamen siyah giyindiği için üstündeki kan izleri belli olmuyordu.

Bir şey söylemek için dudaklarımı araladığım sırada Anıl'ın bağırışı laflarımı boğazıma dizdi. Sanki o konuştuğunda sırtıma bir mermi sokuluyordu, nefeslerimi kesiliyordu.

"Birinizi daha kaybedemem!" Sesindeki acı, evdeki herkesin canını yakabilirdi. O kadar derin ve gerçekti. "Barış'ı da Defne gibi kaybedemem!"

Barış'ın gözlerinin o an dolduğunu gördüm. Anıl, Defne'yle diğerlerinden daha yakın olmalıydı. Hassas noktalarından biriydi. Barış'ı Defne, beni de Asır gibi görüyor olmalıydı.

"Kaybetmeyeceğiz!" diye sanki sesini duyurmak ister gibi bağırdı Koray. "İkisini karşılaştırma. Alâ bizden biri."

"Ben de öyle olmasını istedim ama artık bizden biri değil!" diye öfkeyle karşılık verdi Anıl. "Defne bizden biriydi, biz sadece dört kişiydik. Onu da kaybettik, daha tamamlanamadan kaybettik. Onun Asır'a benzediğini biliyorsun. Asır nasıl Defne'yi ölüme sürüklediyse Alâ da Barış'a aynısını yapıyor. Kişiler farklı, olaylar farklı ama sonuç aynı olacak!"

"Bu hikaye farklı, onlar farklı!" diye bağırarak düşüncesine inandırmaya çalıştı Koray. Ama Anıl'ın kanmaya niyeti yok gibiydi.

"Sonuç aynı olduğunda Barış'ın mezarında da bana aynı cümleyi kurabilecek misin? Yine geç kaldığımızda bana aynı şeyleri söyleyebilecek misin?"

"Geç kalmayacağız!"

"Geç kaldığımızda beni de ölmüş bil." Anıl çileden çıkmıştı, sesi evi inletiyordu. "Ben Defne'nin ölümünden sorumlu olmayı henüz hazmedemezken bunu kaldıramam. Defne'nin mezarının başında şakalar yapıp iyi olduğuma inandırırken Asır'ın mezarına bakıp günahlarımı hatırlayamam. Bir dahaki sefere Defne'nin yan tarafında Barış'ın mezarını görmeyi kaldıramam. Barış öleceğine Alâ tedavi görsün istedim çok mu!"

Nasıl bir yüz ifadesine büründüm bilmiyorum. Barış'ın ellerimi kaldırıp kendi elleriyle birlikte kulaklarımın üstüne kapattığını hissettim. Onun yüzüne bakıyor olmama rağmen göremiyordum.

Anıl haklıydı, her cümlesinde haklıydı. Artık gerçekten gitmeli, Barış'ı ve onları kendimden korumalıydım. İçimizdeki düşmanı Anıl sanırken yanılmıştım, o bendim.

Barış'ın yüzüne odaklandığımda endişeyle parlayan gözlerinde hala bir umut olduğunu gördüm. Umut yoktu ve Barış bunu bilmeliydi. Ben son umutlarımızı onu merdivenden aşağı iterek yok etmiştim.

"Özür dilerim." dedim, sesimin net çıkması için çabalıyordum. Ellerimiz kulaklarımın üzerinde olduğu için sesler bana boğuk geliyordu. "Bunu çok daha önce yapmalıydım." Gülümsemeyi denedim. "Seni seviyorum ve Anıl gibi ben de ölümüne dayanamam. Seni kendimden kurtarmak zorundayım."

Başını hafif iki yana salladığını gördüğümde öne doğru uzandım ve dudaklarına bir öpücük bıraktım. Veda öpücüğü.

Dudaklarım onun dudaklarının üzerinde durdu, geri çekilemedim. Geri çekildiğim an her şey sona erecekti. Onu bir daha göremeyecektim, sesini duyamayacaktım, sarılamayacaktım, öpemeyecektim.

Barış yoksa yaşamanın ne anlamı kalacaktı?

Ellerimizi kulaklarımdan indirdikten sonra alnını alnıma yasladı. Yorgun nefesleri yüzüme çarpıyordu.

"Bugün 18 Kasım." dedi, kalbimde daha derin bir sızı hissettim. "En mutlu günümüz olmalıydı."

"Boş ver." dedim, sesimin gerçekçi çıkması için çabalıyordum. "Benim altı yaşımdan beri hiçbir 18 Kasım'ım en mutlu günüm olmadı zaten."

"Seni yeniden mutlu edeceğim." diyerek hafif geri çekildiğinde ve kalkmak istediğinde onu elinden çekerek buna engel oldum.

"Eğer hayatta kalırsan beni mutlu etmiş olursun."

"Eğer seni kaybedersem hayatta kalamam." dediğinde kendimi bir çıkmazın içinde bulmuştum. İşte bu adam dedim kendi kendime. Aradığım, hasret kaldığım adam bu adamdı. Beni asla yalnız, yarı yolda bırakmayacak adam bu adamdı. Kendinden bile vazgeçen, her şeyi karşına alabilen adamdı. Eksik parçamdı ve ben bulduğum eksik parçayı kırıp parçalamak ve hayatımdan çıkarmak zorundaydım.

"Bir yolunu bulana dek, yaşamayı öğrenene dek." dedim ve bu kez ben onun elini bıraktım. Ayrılan ellerimize derin bir hayal kırıklığıyla baktı. Ayağa kalktığımda o da hemen ardımdan kalktı ama onunki biraz zor ve meşakkatli olmuştu. Canı yanıyordu.

"Ya kendine zarar verecek olursan?" diye sordu ama sanki kendiyle hesaplaşıyordu. "Ya seni bulduğumda çoktan ölmüş olursan? Ya hiçbir şey yoluna girmezse ve biz kaybedersek?"

"O zaman da sen hayatta kaldığın için mutlu bir ölüm yaşamış olacağım. Beni sadece senin ölümün gerçekten öldürebilir."

"Eğer..." dedi, cümlenin devamını getirebilmek için derin bir nefes alması gerekmişti. "... tedavi olursan ikimiz de hayatta kalabiliriz."

Bunu duyduğum anda kaşlarım gevşemiş, göz kapaklarım yarıya kadar inmiş ve parmak uçlarım uyuşmaya başlamıştı. Bunu onun ağzından duymak, benim düşüncelerimi saldırgan bir hale getiriyordu. Her şeyi bilen, oradayken neler çektiğimi bilen adam gelmiş bana tedavi olmaktan bahsediyordu.

"Bunun imkansız olduğunu biliyorsun." diye dişlerimin arasından öfkeyle yanıtladığımda dik durmaya çalıştı. Bu onun göğsüne bir ağrı saplanmasına neden olmuş olacak ki eli aniden göğsüne doğru gitti. Aldığı derin nefes yarıda kesildi.

Endişeyle parlayan gözlerim onun üzerinde dolanırken ona destek olmak istedim. Ona doğru bir adım attığım sırada elini kaldırdı ve beni durdurdu. Ona yaklaşmamı istemedi.

"Özür dilerim." dedi, göz pınarlarında biriken tek damla yaş yanağına doğru süzülürken gözlerime bakamadı. "Lütfen beni affet."

"Anlamıyorum." dedim, ona yaklaşmak ve dokunmak istiyordum ama eli bir engel gibiydi. "Ne için?"

Geriye doğru bir adım attığında istemsizce seslere odaklanmıştım. Evin kapısının dışında bir hareketlenme oldu, keskin bakışlarım hızla oraya doğru döndü.

"Seni korumak zorundaydım." dedi ve bir adım daha geriledi. "Bunu kendim için yapmıyorum, yemin ederim kendim için değil Sevgilim."

"Barış." dedim ve ona yaklaşmak ister gibi bir adım attım. Tenimden keskin bir ürperti geçti. Boynumdan aşağı, sırtıma doğru akan soğuk terleri hissettim. Zihnimdeki bütün sesler sustu, beni o anda herkes yalnız bıraktı.

"Özür dilerim Sevgilim." dedi ve önce arkamda Anıl ve Koray'ın varlığını hissettim. Merdivenlerden indiler, birer tehdit gibi arkamda durdular. Hemen ardından ise, tam olarak kapanmadığını yeni fark ettiğim evin kapısı gıcırdayarak aralandı.

İhanet en çok, aşık olduğun insandan geldiğinde can yakar.

Önce Ömer'i gördüm, bana gerçek bir ağabey şefkatiyle bakan üvey ağabeyimi. Onu son gördüğümde bana gerçekleri haykırıyordu. Sonra kaçmıştı ve sessizliğe çekilmişti. Şimdi ise Barış'ın arkasındaydı, bana hüzün dolu bakışlar atıyordu. Sanki bir hayalden, kuruntudan ibaret gibiydi. Yoksa neydi benim acı dolu çığlıklarımı dudaklarımın ardında tutan?

Henüz Ömer'in varlığını idrak edememişken Ilgın içeri girdi. Anıl sırtıma bir hançer saplamıştı ama onu kalbime sokan Barış olmuştu.

Beni asıl şoka uğratan, kendimden geçmenin ucuna getiren ise akıl hastanesinden gelen görevlilerin ve polislerin içeri dalması olmuştu. O an bunun bir hayal veya kuruntu olmadığını anlamıştım. Kalbimin üstüne ateş mi basmışlardı yoksa biri uzun tırnaklarıyla tenimi yarıp kalbimi mi sökmüştü? Barış benim kalbimi mi parçalamıştı?

İnanması ne kadar da güçtü.

"Hayır!" diye resmen çığlık atarak gerilediğimde sırtım birine çarptı. Korkuyla arkamı döndüğümde Anıl'ı gördüm. Ellerini havaya kaldırmış, güvenli adam imajı çiziyordu. Hemen merdivenlere doğru geriledim, iki taraftan da olabildiğince uzaklaşmak istedim.

"Alâ Karademir." dedi Ilgın, kendinden gayet emin bir şekilde. "Yarım kalan tedavinizi tamamlamak üzere sizi Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesine götürmek için buradayız."

Hayallerim, umutlarım ve diğer bütün güzel hislerim avuçlarımdaydı. Bir yıldız gibiydiler, her köşesinde bir mutluluğum vardı. Ben ise bir tepedeydim, dik ve keskin bir tepe. Elimdeki camdan oluşan yıldız ellerimden kaydı ve tepeden aşağı düştü. Taş zemine çarptı, her köşesi bir tarafa sıçradı. Bütün mutluluğum, her bir kırıntısı yok oldu.

Sevgilim yok etti.

Barış yok etti.

Barış'a baktığımda başını hafif öne eğdiğini, gözlerime bakamadığını gördüm. Beni kalbimden bıçaklamıştı, beni mahvetmişti ama yüzüme bile bakamıyor muydu?

"Neden!" diye haykırdım, boğazım yırtılacak gibiydi. "Bunu nasıl yaptın, bana nasıl kıydın!"

Nasıl bir halde olduğunu bilmiyordum, Ilgın görevlileri geride durmaları için uyarmıştı. Ömer de sessizliğini koruyordu. Zaten tek görebildiğim, odaklanabildiğim kişi Barış'tı. Onun ihanetiydi.

"Barış sen ne yaptın?" diye büyük bir şokla sordu Koray, bütün bu olanlardan haberi yokmuş gibi.

"Bundan benim bile haberim yoktu." diye ekledi Anıl. Sevgilisi buradaydı, Barış' la iş birliği içindeydi ama haberi yok muydu?

"Bir yanlış anlaşılma olmuş olmalı." diyerek Ilgın'a yaklaştı Koray. "Alâ artık hasta falan değil, Ömer de bunu onaylayacaktır. Artık tedavi görmesini istemediğini söyleyecektir size."

Ilgın önce Ömer'e baktı, hemen ardından derin bir nefes alarak cebinden çıkardığı kağıdı gözler önüne serdi.

"Alâ Karademir, ileri derecede şizofren hastası. Her kim olursa olsun, insanlar için tehlikeli olan bir akıl hastasını hiçbir şekilde insan içine bırakmamız mümkün değildir. Alâ önce hastaneye gelmeli, testlerden geçmeli ve eğer ki insanlar için tehlike arz etmediğine üstlerim tarafından karar verilirse serbest kalabilir."

Bütün bunları dinlerken Barış'a bakıyordum. Hiçbir şey, hiçbir söylenen şu durumda umurumda değildi. Tek düşünebildiğim Barış'ın bana bunu nasıl yapabildiğiydi. Beni gerçekten sevdiğini sanıyordum, beni sırtımdan bıçaklamayacak tek kişinin o olduğuna inanıyordum.

"Yalan mıydı?" diye sordum, yüzüm ağlamaktan sırılsıklam olmuştu ve kendimi durduramıyordum. "Bütün sevgin, dokunuşun, öpüşün... Her şey yalan mıydı? Bugüne hazırlık mı yapıyordun?"

Barış o anda kafasını kaldırdı, dolu gözlerini gözlerime dikti. Öne doğru birkaç adım attı ve bana yaklaşmaya çalıştı.

"Bunu seni sevdiğim için yaptım." Bir adım daha attı. "Seni korumak için yaptım."

"Peki beni korurken nasıl öldürebildin?" diye sorduğumda bana şok olmuş gibi kocaman gözleriyle bakıyordu. Şimdi korkusuna inanmalı mıydım? Şimdi her tarafım delik deşikti, tek sağlam yerimin Barış'ın koruduğu kalbim olduğunu sanıyordum ama yanılmıştım. En büyük darbeyi kalbimden yemiştim.

"İyileşeceksin Sevgilim." dedi, beni ikna etmek ister gibiydi. "Sesler susacak, kötü hiç kimseyi görmek zorunda kalmayacaksın. Kendine zarar vermeyeceksin. İyileştiğinde biz yeniden birlikte olacağız, söz veriyorum çok mutlu olacağız. Sadece kısa bir süre, yemin ediyorum yanından bir dakika bile ayrılmayacağım. Birlikte iyileşeceğiz."

"İyileşmek?" dedim ve histerik kahkahamı hemen ardından patlattım. Bu herkesi gerdi, germeliydi de. "O hastaneye girdiğim anda ölürüm demiştim sana. Hatta o hastaneye geri döneceğime ölürüm demiştim sana. Ben sana her şeyi söylemiştim." Sesim her kelime de daha da yükseldi, daha da net bir hal aldı.

Barış titrek bir nefesi içine çekerken korku dolu bakışları kısa bir an Ilgın'a döndü. Ilgın bunu anlamış gibi hemen kafasını iki yana salladı. Sanki Ilgın ona sözler vermişti ve cümlelerim onu ürkütmüştü. Kendime zarar veremeyeceğime inanmıştı ve beni ihanetiyle karşı karşıya bırakmıştı. İnsanı öldüren tek şey kalbinin durması değildi.

"Endişelenmeyin, Alâ bundan sonra kendine bile zarar veremez."

Öyle büyük bir kahkaha patlattım ki bu kez herkes yerinden sıçradı. İhtimaller yüzüme tokat gibi çarpıyordu. Hastane koridorları, hastalar, çığlıklar, cam oda, beyaz önlükler, tehlike seviyelerine göre ayrılan renkli formalar, beynimi uyuşturan ilaçlar... Nefes alamadığımı hissettim. Sanki boğazıma bir şey takılmıştı ve bu beni öldürüyordu. Hastaneye gideceğime ölürdüm. Bu evden kaçamayacaksam bu evde ölürdüm.

Anıl dışında kimsenin bilmediği bir sırrım vardı. Hemen dibimdeki merdivende duran kırmızı silahın içinde gerçekten mermi vardı. Belki Anıl bile şu an silahın burada olduğunun farkında değildi. Kimse kendime zarar verebileceğimi düşünmüyordu çünkü elimde bir şey olmadığını sanıyorlardı. Ama ben kendime zarar verebilirdim, istersem şuracıkta geberip gidebilirdim. Zaten ölmüştüm değil mi? Barış kalbime bir hançer saplayarak beni öldürmüştü. Ben sadece bunu somut bir hale getirecektim.

Ufak bir hareketle silahı kavrayıp bana doğru harekete geçen Barış'a çevirdiğimde evde bir gürültü koptu. Herkes endişelenmişti, korkmuşlardı.

Korkmakta haklılardı.

"Barış'a zarar verirsen..." diye tıslar gibi öfkeyle konuşan Anıl'a bakmadım bile. Bunu düşünmeleri ne kadar da ironikti. Hatta beni incitmişti. Onların gözünde Barış'a bile isteye zarar verebilecek kadar vahşi biriydim. Ben onların gözünde akıl hastası, tehlikeli ve kendini bilmez hayalbazın tekiydim. Beni anladıklarını, aslında kim olduğumu bildiklerini sanıyordum. Yanılmıştım, beni yanıltmışlardı. 

Dudaklarıma samimi bir gülümseme yerleştirmeyi denedim. Barış'a gerçekten gülmek istedim. Herkesin aksine o korku dolu gözlerle bana bakmıyordu, onu öldürmemden korkmuyordu bile. Beni tanıdığını, gerçek beni bulduğunu sanıyordum. Bu yüzden olmalıydı bu gülümseme ama o zaman neden benim kalbimi söküp almıştı? Onu öldürmeyeceğimi biliyordu, kimse bilmese bile o bunun farkındaydı. Ben sevdiğim adamı öldürecek kadar kötü kalpli değildim ki.

"Senin için ölürüm." dedi Barış, sesindeki acı yüzüme tokat gibi çarptı. "Eğer ölmemi istersen ölürüm şimdi, burada. Ama bana bir söz ver Alâ, bana iyileşeceğine dair söz ver."

Elim öyle sert titredi ki bir an silahı düşürecek gibi oldum. Herkes tetikteydi, silahı hareket ettirdiğim an bana doğru atılacak gibiydiler. Önemli değildi, silahı elimden ancak ben istersem alabilirlerdi. Ben Kırmızı Silahlı Kız olmaktan vazgeçtiğimde alabilirlerdi.

"Benim iyileşmemin tek bir yolu vardı." Derin bir nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım. Yıkılmak için an kolluyordum ve şu durumda bunu yapmamalıydım. Dimdik durmalı, bunu güçlü bir şekilde bitirmeliydim. "Seninle birlikte olmak."

"Ben hep seninle olacağım." Bana yaklaşmak istediğinde tedbirliydim. Durduğunda silah tam kalbinin üzerindeydi, namlu sert göğsüne değiyordu. Bu kadar yakınımda olmasına rağmen silahtan hiç korkmuyordu. Ölmekten korkmuyordu ya da benim ellerimden ölmeyeceğine çok emindi. "Sana söyledim, bunu birlikte yapacağız dedim. Bunu daha kolay nasıl yapabiliriz bilmiyorum, seni kaybetmek istemiyorum. Bu geceyi mahvetmek istemedim ama korktum, seni ansızın kaybetmekten korktum."

"Ben kendime zarar vermiyorum." diye sertçe yanıtladığımda kaşlarımda öfkeyle çatılmıştı. "Size de isteyerek zarar vermedim. Anıl beni tehdit etmeseydi ona zarar vermeyi de düşünmeyecektim. Sadece seni o sandım!"

"Benim korktuğumun kendi canım olduğunu mu sanıyorsun?" diye sordu, sanki bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordu. "Bütün bunları benim canımı yaktığın için mi yapıyorum sanıyorsun?"

"Öyle görünüyor."

"Asla." Kuruyan dudaklarını çarçabuk ıslattı. "En çok senin için yapıyorum."

"Ben kendime zarar vermiyorum!" diye haykırdığımda bakışlarının donuklaştığını gördüm. Yine de göz pınarlarında biriken birkaç damla yaş yanağına doğru hızla süzüldü ve ıslak bir çizgi oluştu. Onunla birlikte herkes donuklaşmıştı. Sanki onlara 'Evde uzaylılar var' demiştim, öyle bir şok halindeydiler.

"Umarım bir gün beni affedersin Sevgilim." Ona sorgularcasına baktığımda elimdeki silaha uzanmak üzere olduğunu fark ettim. Dizine geçirdiğim tekme onu yığarken geri çekildim ve silahı çekip şakağıma dayadım.

Barış tek dizinin üzerine çökmüştü, gözleri şakağıma dayadığı silahın üzerindeydi. Şimdi gerçek bir korkuyla bakıyordu. Onun kalbini hedef alırken korkmamıştı ama kendimi öldüreceğim için korkuyordu. O zaman neden beni öldürmek için bu kadar hevesliydi?

Herkes harekete geçti, görevliler etrafımı sarmaya çalıştılar. Bazılarının ellerinde silahlar vardı, beni hedef alıyorlardı ve bu çok şaşırtıcıydı. Oysaki beni kurtarmaya çalıştıklarını sanıyordum, bunu söyleyip duruyorlardı ya.

"Alâ hayır!" Ömer öne doğru atıldığında görevlilerden birkaçı onu tuttu ve engel oldu, bana yaklaşmasına izin vermediler. "Yalvarırım benden nefret etmeye devam et ama kendine zarar verme. Sen benim ailemsin, seni de kaybedemem."

"Ailen olduğum şimdi mi aklına geldi?" diye sordum, başımı hafif yana eğdim. Artık ağlamıyordum, neredeyse gülecek haldeydim. "Ben hastane köşelerinde yalnızlıktan kendime hayali arkadaşlar yaratırken neredeydin Ömer? O zaman ailen değil miydim, neden o zaman beni kurtarmak için çabalamadın? Neden beni her geçen gün öldüğüm o hastaneye hapsettin!"

"Elimden tek gelenin bu olduğunu sanıyordum."

"Ama değildi." Buruk bir gülümseme dudaklarımda hakimiyet kurdu. Geçmiş zihnimde beni ziyaret ederken buruk gülümsemem yavaşça soldu ve hüzün dudaklarıma hapsoldu. "Senden nefret etmeyi bırakamıyorum." Gözlerim Barış'a döndü. "Seni de sevmeyi bırakamıyorum." Yeniden gülmek istedim ama olmadı. "Bu yüzden kaybettim."

Bu bir kabullenişti. Kaybettiğimi ve bir daha kazanmak için savaşamayacağımı anladığım andı. Öyle derin bir yara almıştım ki artık yaşamamın imkanı yoktu. Sevdiğim adamın gözlerinin içinde baktığımda gördüğüm ihanete dayanamıyordum. Beni öldürmek için attığı bütün adımlar boğazıma sarılan görünmez ipi altına alıyor ve sıkıştırıyordu. 

"Nefret." diye soludu Barış ve onun kaşlarının çatıldığını gördüm. "Benden nefret etmelisin."

"Deniyorum." Sesim ağlamaklı çıkmıştı. "Ama sanırım seni haddinden fazla sevmişim, bir türlü beceremiyorum." Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Umarım mutlu olursun, senden asla nefret edemeyecek bir kadını mahvettiğin için umarım hiç pişman olmazsın."

Barış'ın gözleri sürekli çaprazıma doğru kayıyordu. Şakağıma dayadığım silaha ürpertici gözlerle bakıyor, çoğu zaman nefes almayı bile unutuyor ve stresin içinde boğuluyormuş gibi görünüyordu. Bütün bunlar o kadar gerçekken nasıl bu kadar can yakıcı bir sonucu olabilirdi?

"Silahı bırak, buradan birlikte çıkalım. Gidelim, çok uzaklara gidelim ve yeni bir hayat kuralım. Söz veriyorum hastaneye gitmeyeceksin, eğer buysa seni ölüme sürükleyen..."

"Hayır." dedim ve lafını kestim. "Artık bu değil." Sesimden ne kadar yorgun olduğum anlaşılıyor muydu bilmiyorum ama ben çok yorulmuştum. Artık sonsuz bir uykuya ihtiyacım vardı. "Ben hiç ölmek istemedim Barış." Ve yaşlar yeniden gözlerimden akmaya başladılar, onları kontrol edemiyordum. "Hep yaşamak, savaşmak istedim. Ta ki..." Onun gözlerinin derinlerine uzun uzun baktıktan sonra devam ettim. "Sen beni öldürene dek."

Bu onda şok etkisi yaratmıştı. Resmen kalbinden vurulmuş gibi bir anda sendeledi, göz bebekleri o kadar çok büyüdü ki gözle fark edilecek hale geldiler. Onca yaşanan şeyden sonra, bütün cümleler bir yana bu mu onu yıkmıştı? Bütün cümleler buna çıkmıyor muydu zaten, bunu en başından bilmiyor muydu?

"Ben seni yaşatmak istedim!" diye haykırdığında sanki önümde görünmez bir duvar belirmişti. Sesi duvara çarptı, kalbime ulaşmadı. Artık kalbime ulaşacak bir cümlesi var mıydı, kendi elleriyle parçaladığı kalbim buna kanar mıydı bilmiyordum.

"Ben en başından beri zihnimle savaşıyordum." Silahın namlusunu şakağıma daha sert bastırdım. Herkesten, her şeyden soyutlanmayı başarmıştım ama Barış'dan soyutlanmayı bir türlü başaramıyordum. "Kendimi yenmek için ölümüne bir savaş içinde olduğumu sanıyordum." İçime çektiğim titrek nefesle birlikte silahı şakağımdan çektim. Barış'ın gözlerinde gördüğüm o saniyelik rahatlama dudağımın kenarında acı dolu bir gülümsemeye hayat verdi. 

"Beni yenenin kalbim olacağını nereden bilebilirdim?" Silahı kalbimi hedef alacak şekilde tuttum. "Avcının kalbimi söküp alacağını nereden bilebilirdim? Oysaki çok masum görünüyordu, beni koruyordu ve değer veriyordu. Duygularımla oynadı, beni kendine aşık etti ve kalbimi söküp aldı." Silah benim kalbimi hedef alıyordu ve ben kendi katilim olmaktan korkmuyordum. "Sanırım ben bu hikayede senin için her zaman Kurt olandım." Eteğimin ucundan tuttum ve göz ucuyla elbiseme baktım. Güzel göründüğümü sanıyordum ama Barış'ın gözünde sadece bir Kurt iken bunun hiçbir önemi yoktu. "Kostümü yanlış almışsın. Keşke daha gerçekçi davransaydın da bu kadar yara almama izin vermeseydin."

Barış'ın duygu geçişleri yoktu. Sadece şok olmuş görünüyordu. Bu görüntünün altından başka bir şey çıkmayacağını sandığım saniyelerde elini arkasına doğru attı ve siyah silahını çıkarıp şakağına dayadı. Koray ve Anıl bağırıyorlardı, araya girmek için büyük bir savaş veriyorlardı ama görevliler her yeri sarmışlardı. Polis bile vardı, herkes bu ana şahit olmak ister gibiydi. 

"Eğer kendine zarar verecek olursan bir saniye bile düşünmem peşinden gelirim."

Onun gözlerinde korku aradım, bunu yapamayacağına dair bir kanıt. Sadece beni vazgeçirmek için atılan bir adım olduğunu umdum ama hayır, Barış çok ciddiydi. Ona haykıran, durmasını isteyen Koray ve Anıl'ı duymuyor, görmüyordu. 

Barış ölemezdi.

"Eğer ölümüm seni mutlu etmeyecekse varlığımdan rahatsız olmayacaktın. Beni olduğum gibi kabul edecektin. Korkularımı önüme serip beni buna mecbur bırakmayacaktın." diye güçlü çıkmasını umduğum sesimle konuştuğumda kafasını hızlıca iki yana sallayarak beni reddetti.

"Bunu yapmayı istediğimi mi sanıyorsun?" diye sordu. "Yaşaman için çabalıyorum ve eğer buna izin verirsen beni bir gün anlayacağına inanıyorum."

Göz ucuyla kalbimi hedef alan kırmızı silaha baktım ve sonra onun şakağına yasladığı siyah silaha. Anıl'ın söyledikleri aklıma geldi. Sonumuzun aynı olacağıyla ilgili söylediği sözler zihnimde yankılandı. Birlikte yaşayamıyorsak birlikte ölürüz diyen arkadaşlarının sonu ve kendilerini öldürmek için hazırda bekleyen bizim sonumuz. Ben bu hikayenin Asır'ı olmayı hiç istememiştim ama herkes benim bu hikayenin Asır'ı olduğumu sanıyordu. Ben kendi peşimden Barış'ı sürüklemeyecektim. Ben onun benim ardımdan belki biraz yas tutup yaşamasını isterdim. Birlikte olamıyorsak ve bunun sorumlusu bensem sadece ben ölecektim. Suçlu bendim ya, bu yüzden bu haldeydik ya...

"Hiç kimsenin ihaneti seninki kadar canımı yakamazdı." dedim boğuk sesimle. Onun şakağına dayadığı silah bile kalbimdeki silahtan çok daha fazla canımı yakıyordu. "Size göre deli olabilirim, var olmayan insanlarla konuşuyor olabilirim ama emin ol ihanet benim de canımı yakabiliyor. Bana bunu yapacağına..." Kalbimi hedef alan silaha baktım ve omuzlarımı kaldırdım. "...bu silahı alıp beni kalbimden vursaydın canım çok daha az yanardı."

"Ben sana ihanet etmedim!" diye ısrarla haykırdığında gözlerim onun elindeki silahın tetiğindeydi. "Senin kalbini sevdim onu asla öldürmek istemedim. Korktum seni kaybetmekten, zarar görmenden korktum. Yalvarırım durdur bunu, bırak elindeki silahı. İkimizi de öldürme!"

Dolu gözlerimi bir süre kırpamadım, onun görüntüsü bulanık bir hal alana kadar dudaklarımdaki minik tebessüme hayat verdim. Sertçe yutkundum, elimin tersiyle yüzümdeki ıslaklığın bir kısmını almayı denedim. Gözlerimin buğusu akan yaşlarımın ardından kaybolduğunda onun korkuyla ve öfkeyle bütünleşmiş yüz hatlarına uzun uzun baktım. Bütün her şey bir yana son cümlesi sanki beni o anda öldürmeye yetmişti. Beni kendini öldürmekle suçlaması o anda ne kadar da yaşamak istemediğimi hatırlattı. 

Kafamı Koray ve Anıl'a doğru çevirdim. İkisinin önünde de görevlilerden, polislerden oluşan kalabalık bir duvar vardı. Feci bir haldeydiler, korku dolu gözleri Barış'ın üzerindeydi. Arkadaşlarını kaybetmekten o kadar korkuyorlardı ki bembeyaz kesilmişlerdi. 

İkisi de sanki onlara baktığımı anlamışlar gibi gözlerini üzerime çevirdiklerinde silahı hafif hareket ettirdim ve kaşlarımla Barış'ı gösterdim.

"Ona sahip çıkacaksınız değil mi, buna izin vermeyeceksiniz?"

İlk konuşan, idrak eden Koray oldu. "Yapma bunu." Gözlerinden akan yaşları o an fark ettim. "Onu yaralı bırakma."

"Söylemiştim." dedi Anıl, onu hemen başımla onayladım. "Yine de bunu yapamazsın." Öyle içten haykırıyordu ki sesi evde yankılanıyordu. "Bize bir kez daha aynı şeyi yaşatamazsın."

Omuzlarımı yine kaldırdım, başka çarem olmadığını anlatmak ister gibi. "Aynı şey değil." Gülümsedim ama bunun normal bir gülümseme olmadığını bu evdeki herkes çok iyi biliyordu. "Bu kez sizden biri değil..." Barış'a döndüm. "Hayatınızı mahveden bir akıl hastası ölecek." Derin ve titrek bir nefes aldım. "Ve sen eğer kendine zarar verecek olursan, yaşamaya devam etmezsen ben boşuna ölmüş olacağım."

Elinin titrediğini gördüm, bu ilk kararsızlığıydı. Kurduğum son cümle onun kalbine saplanmış gibiydi. Ölmem bir yana bunun boşuna olacağı düşüncesi onun vicdanıyla arasındaki bir sorun olacaktı. Ve vicdanı onu hayatta tutacaktı.

"Alâ." diye otoriter sesiyle araya girdi Ilgın, ona dönüp bakmadım bile. "Seni iyileştirebiliriz, yeniden hayata döndürebiliriz. Anıl bana çoğu şeyi anlattı, ben aslında senin nasıl biri olduğunu artık çok daha iyi biliyorum. Sen yaşamayı hak ediyorsun, zihnindeki karanlıktan kurtulmayı hak ediyorsun. Ve ben biliyorum ki sen bunu başarabilecek kadar güçlü bir kadınsın. Barış'ı ya da diğer herkesi şimdi bir kenara bırak, sadece kendine bak. Sen bunu hak ediyor musun, bütün yaşadıklarından sonra ölümü hak ediyor musun?"

En başından beri herkes ölümü hak ettiğimden bahseder dururdu. Sonra zaman geçti ve insanlar gibi ben de değiştim. Değişimi bana kabul ettiren onlardı ama onlar değişimimi bile beğenmemişlerdi. Benden hep daha fazlasını istemişlerdi, çok daha fazla değişmemi ve adeta kendimden vazgeçmemi istemişlerdi. Oysaki ben sadece beni sevmelerini ve ihanet etmemelerini istemiştim. Ve belli ki hiç kimse istediğini alamayacaktı.

"Hak edip etmediğimi artık bilmiyorum." dedim, sanki bir terapinin ortasındaymış gibi sakin bir sesle. "Tek bildiğim zaten öldürülmüş olduğum."

"Seni öldürdüğümü söyleme!" Barış'ın acı dolu sesi bir tokattan farksızdı ama etkilenmemiş gibi görünmek zorundaydım. Her geçen saniye olacakların ihtimaliyle karşımda yıkılan adamı son saniyelerimde bile sevmeye devam edeceğimi biliyordum. Güzel anlarımız zihnimde dolanıyordu, bu kez zihnimde kimse anılarıma müdahale etmiyordu. Beni öptüğü, sarıldığı, güven verdiği ve kurtardığı bütün anlar... Sadece o anları düşünerek bile kendime mutlu bir ölüm sunabileceğimi biliyordum.

Bütün bunlar, bütün bu yaşadıklarım eğer bir kuruntu olacak olsaydı canım daha fazla yanardı. Barış'la yaşadıklarımın hiç yaşanmamış olduğunu, diğer kuruntularım gibi olduğunu düşündüm kısa bir an. Ne kadar da acı vericiydi onun gerçek olmaması. Yıllar boyu kendime güzel bir his aradım ve bu hisse Barış'la birlikte sahip oldum. Bu hissin beni iyileştireceğine olan inancım tamdı, bu ana dek buna inanıyordum. Şimdi anlıyorum ki hiçbir his beni iyileştirecek kadar güçlü olmayacak çünkü ben asla onların istediği kadar iyileşemeyeceğim. Ne kadar denersem deneyeyim hep bir akıl hastası katil olarak kalacağım. Hayatım boyunca bunu yaşayamazdım, sürekli birinin beni sırtımdan bıçaklamasına katlanamazdım. Hep arkama bakmak zorunda kalmak beni çok daha fazla hasta ederdi. 

Her şeyi şimdi çok daha iyi idrak edebiliyordum. Bizim sonumuz da mutlu bitmeyecekti ve ben aptal bir aşık olduğum için bunu ancak görebiliyordum. Şimdi sesler değildi beni kandıran, kimse aklıma girip beni kendi yoluna sokmaya çalışmıyordu. İlk kez sadece kendimle baş başaydım ve Barış'ın bile beni öldürdüğü bu hayatta daha fazla nefes almama gerek kalmadığını artık biliyordum.

Herkes beni öldürmeyi deneyebilirdi ama bunu sadece Barış başarabilirdi.

Başarmıştı.

Şimdi herkes mutlu olabilirdi.

Kırmızı Silahlı Kız silahını bırakmaya hazırdı. Daha fazla Barış'ın acı içinde kıvranan yüzüne bakmak istemiyordum. Onu mutlu hatırlamak istiyordum ve bunun için zihnimdeki iyi anlarımıza sığınacaktım. 

"Benim için de yaşa Sevgilim." dedim, zihnimdeki gülümseyen yüzlerimize sığındım ve ona gülümsedim. Acı içinde kıvranırken bile ona gülümseyen ve mutlu bir şekilde ölene Alâ'nın görüntüsünü bırakmak istiyordum. Beni ölürken mutlu hatırlamalıydı, belki o zaman daha hızlı bir şekilde ayağa kalkardı. "Seni gerçekten çok sevdim."

Parmağım tetiğin üzerinde harekete geçtiğinde Barış buna engel olmak istercesine üzerime atıldı. Fakat onun elindeki silahı almak için hazırda bekleyen polislerden bir haberdi. Bana uzanmak için silahı şakağından indirdiği anda ardındaki iki polis tarafından yakalandı. Silahı yere düştü, gözleri dehşet bir şeye şahit oluyormuş gibi kocaman oldular. Anlamıştı, artık engel olamayacağını biliyordu ve bu onu mahvetmeye başlamıştı.

"Hayır!" diye haykırdı, onun ihanetinden sonra dudaklarımın arasından çıkan haykırışın aynısıydı. Polislerin kolları arasında debelendi durdu, bana ulaşmak için insan üstü bir çaba sarf ediyordu ama onu tutmak için bir düzineden fazla polis vardı. Sadece beni almak için onlarca polis, görevli kapıya yığılmıştı. Kapının dışındaki kalabalığı görebiliyordum, hepsi beni alt etmek istiyordu.

Herkes benden nefret ediyordu.

Herkes hayatımın son buluşuna şahit olmak istiyordu.

Anıl'ın ve Koray'ın da aynı çabanın içinde olduklarını gördüm. Sanki bir fotoğraf karesinin içinde sıkışmış gibiydim. Onların gördüğü sahnenin aslında Defne ve Asır'a ait olduğunu biliyordum. Onlara engel olmak o kadar çok istemişlerdi ki muhtemelen şu an bu yüzden bu kadar büyük bir çaba sarf ediyorlardı. Benim için olamazdı, bana bu kadar değer vermiyorlardı. Şu an hayatta olan kimse bana bu kadar değer vermiyordu. Değer veren herkes ölmüştü ve sıra bendeydi.

"Seni seviyorum!" diye bağırdı Barış, bir polisten kurtulsa diğeri tarafından yakalanıyordu. Asla kurtulamazdı ve asla onun kendisine zarar vermesine izin vermezlerdi. Beni de durdurmak istiyorlardı, gözümün içine bakıyorlardı ama asla yapamazlardı. Ben silahı asla indirmeyecektim ve bana adım attıkları anda kalbimi parçalayacak mermiyi yuvasından ateşleyecektim. 

"Alâ seni seviyorum!" Bir kez daha, çok daha gür bir sesle. Beni sevdiğine ikna etmeye çalışıyordu, bunun bir geri dönüş olabileceğine inanıyordu. Başımı hafif yana eğdim, onun gözlerinden akan pişmanlık kalbimin son kırıntılarına işlendi. Çok geçti, her şey için çok geçti. Bundan sonra bir geri dönüş olamazdı. Ben ne olursa olsun o hastaneye gitmeyecektim.

"Lütfen beni sensiz bırakma, lütfen yapma bunu!"

Titreyen dudaklarımın kenarlarını kıvırmaya çalıştım. Gözlerimden ısrarla akan yaşlar güzelim elbisemi bile ıslatmışlardı. Herkesi düşündüm, her şeyi gözden geçirdim ve tek bir sonuca vardım. 

Barış'ı çok seviyordum ama ne bu ihanetle yaşayabilirdim ne de buradan bir çıkış yolu bulabilirdim.

"Özür dilerim." dedim, sesimin güçlü çıkması için çabaladım. "Hayatınıza girdiğim için beni affedin." Gülümsedim, bu çok güçlü bir gülümsemeydi. "Şimdi hak ettiğim yere gidiyorum." Yaşayan insanların arasında beliren kuruntu insanları gördüm. Beni yanlarına almak için bekliyorlardı. Barış'a döndüm ve ona aşık olduğum ilk an gözlerimin önünde belirirken, "Seni seviyorum Sevgilim." dedim, son nefesimi buna harcadım.

Bir saniye sürdü.

Üzerime doğru atılmak için hazırda bekleyen polise zaman yetmeyecek kadar kısa bir saniye.

Hazırda bekleyen parmağıma ufak bir destek çıktım. Kırmızı silahtan çıkan tok ses evin bütün odalarında yankılanmış gibi bir ses kulaklarıma doldu. Kalbimde ise sadece bir saniyelik bir acı hissettim, göğsüm aldığı darbeyle öne doğru ani bir hareketle sarsıldı ve gözlerim boşlukta savruldu. Dizlerimin üzerine yığılana kadar bunun bir merminin yarattığı sızı olduğunu çözemedim. Zaten söylemiştim, beni öldüren bir mermi değildi. Bu yüzden canım da yanmıyordu, Barış'ın tek bir hareketi canımı ölüm gibi hissettirecek kadar yakmayı başarmıştı sonuçta.

Kırmızı silahı kavrayan elim güçsüz bir şekilde yere doğru savrulduğunda silahın tok sesinin üstünü Barış'ın acı dolu feryadı kapattı. O da dizlerinin üzerindeydi, bende. Nefes alamıyordum, saniyeler uzadıkça kalbimin gerçekten yanışına şahit oluyordum. Güçsüz elimi zoraki kalbime uzattığımda sıcak kanı hissettim. Kan bacaklarıma doğru aktı, zemine bulandı ve tam  olarak Barış'ın kuruyan kanının üstüne akıp onu kapattı. 

"Hayır!"

Birçok ses vardı ama sadece Barış'ın sesini seçebiliyordum. Etrafımda birçok hareketlenme, siluet olmasına rağmen ben sadece Barış'ın polislerin kolları arasında kıvranan bedenini görebiliyordum. 

Nefes alamadığım için bedenim bir atak geçirdi, öne doğru savruldum ama kırmızı silahın namlusunu zemine bastırarak kendimi düşmekten kurtardım. Yıkılmadan önce güçlü durmalıydım. Ölürken bile güçlü kalmalıydım.

Dudaklarımı araladım, sadece birkaç cümle kurmak istemiştim. Fakat dudaklarımı araladığım anda hazırda bekleyen kan birikintisi şiddetle yükselen öksürüğüme karıştı ve çenemden aşağı süzülmeye başladılar. Konuşamadım. Ona son bir cümle daha kuramadım.

Üzerime abanmaya hazır görevliler, Ilgın, Ömer ve birçok kişi daha...

Ağabeyime doğru baktım, son kez. Onun da görevliler tarafından tutulduğunu, bir çeşit krizin eşiğinde olduğunu gördüm. Eğer konuşabilseydim ona Derin'e selam söylemesini ve küçük Alâ'ya iyi bakmasını söylerdim. Eğer iki cümle kurabilseydim ikincisi bu olurdu.

Koray ve Anıl'a baktım, ikisi de polislerden kurtulmak üzereydiler. Koray'la direkt göz göze geldim, o an duruldu. Sanki bana bunu neden yaptığımı soruyor gibiydi. Ona bakarken kalbimdeki sızı kısa bir an uzaklaştı. Onu arkadaşım ve hatta sırdaşım olarak görmüştüm Onlardan biri olmak zordu çünkü hem yeterince iyi hem de yeterince kötü olmak zorundaydınız. Ben ne yeterince iyi olmayı başarabilmiş ne de kötülüğümün sınırını tutturabilmiştim. Bu yüzden bütün cümlelere ve yaşanılanlara rağmen onlardan biri olmayı gerçek anlamda başaramamıştım. Ben hep yalnızdım ve bunu ölümün kıyısındayken idrak edebilmiştim. Yine de onları kendimden biri olarak görmüş ve mutlu olmuştum. Onlar bunu görmeseler bile. 

Bütün bunlar en fazla bir dakika kadar sürmüştü ama bana sanki dakikalar kadar uzun gelmişti. Barış'ın polislerin kolları arasından kurtulduğunu gördüm, elleri bedenimi kavradığında sanki onun bana dokunmasını bekliyormuşum gibi kırmızı silahı bıraktım. Kollarının arasına yığıldığım anda gözlerim kayarak kapandı. Barış haykırdı, kollarının arasındaki bedenimi sıkıca kavradığını hissettim ve bu benim hatırladığım son güzel histi. 

Bu kez beni yenen zihnimdeki yalancı ya da yabancı değildi. Bu kez beni yenen ve belki de hiç yenmek gibi bir niyeti olmayan Barış olmuştu. Canım somut anlamda yanmıyordu, son ana dek sadece duygusal acı hissetmiştim. Bir kere daha aynı şey olsa yapar mıydım, kesinlikle yapardım. Çünkü insanı öldüren hiçbir zaman silahtan çıkan mermi olmazdı, önce ihanet öldürürdü insanı ve sonra somut şeyler girerdi araya. Barış'ı hiç suçlamak istemesem bile bu böyleydi ve ben Barış'la mutlu olamayacaksam onun bensiz mutlu olmasına razı olmuş bir şekilde ölüme adımımı atmayı kabullenmiştim.

Keşke dedim zihnim kapanırken, keşke ona ardımda birkaç cümle bırakabilecek vaktim olsaydı. Hiçbir şeyden haberi olmayan Alâ'nın süslü ve gerçek cümleleri belki ben öldükten sonra onu mutlu ederdi. Keşke, onu biraz daha sevecek kadar vaktim olsaydı. 

Keşke onun hayalindeki Alâ olmayı başarabilseydim de benim mutluluğum onu mutsuz etmeseydi.

Bu yüzden bazı ölümler yaşamaktan çok daha az can yakıyorlardı işte. Benim ölümüm herkes için bir hediye olacaktı ve bu hediye hayatlarının sonuna dek onları mutlu edecekti. 

Bölüm Sonu...

Final kapımıza dayandı.

Hani demiştim ya bu bölümü zihnimde birçok kez canlandırdım diye. Asla zihnimde canlandırdığım gibi yazmadım ve bu beni bir miktar yıkmış durumda. Yine de sevdim, yine de o istediğim sonuca ulaştım. 

Alâ'm, benim güzel kızım...

Bir dahaki bölüm Barış'ın ağzından yazılacak. Genelde bir kitapta başka karaktlerin ağzından yazmayı sevmem ama bunu yapacağım. Çünkü eminim siz de Barış'ın ağzından okumayı istersiniz, onu merak ettiğinize inanıyorum. Merak etmiyor olsanız bile ses çıkarmayın...

Bahsetmiştim, bu finalden önceki bölümün üçüncü parçasıydı. Şimdi asıl final bölümüne geçiş yapıyoruz ve tabii ki onu da bölerek yazacağım çünkü zaten bence son bölümler full ağır duygular içeriyor ve ben bunları parça parça aktararak hem kendimi hem sizi zihinsel olarak rahatlatmak istiyorum. Yazarken bile bazen nefesimin kesildiğini hissediyorum, ben çok fazla dalıyorum yazdığım dünyaya. Umarım siz de benimle aynı duyguları paylaşırsınız, çok güzel olur.

Yeni bir haber daha, yeni kurgum Veyl'in giriş bölümünü yayınladım. 11N final yapınca oraya ağırlık vereceğim. Oraya da uğramayı unutmayın, hikayemiz asla son bulmasın❤️

Hikayelerim hakkındaki gelişmeleri takip etmek için her mecrada 'fennayazar' olarak var olduğumu hatırlatmak isterim. Çıkın çıkın gelin.

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere

Continue Reading

You'll Also Like

HİLKAT By Z&R

General Fiction

2.1K 1.2K 7
Sessizliğe çığlık atanların sesi olsun. Bir şizofrenin hikâyesi...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

77.6K 2.7K 38
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
13.7K 990 15
ASKER&DOKTOR 🍂 (Muşlu bir asker adam ile Mardinli bir doktor kadının hikâyesi!!!) 🍂 Mardindi orası! Cahilliğin geliştiği ama aklın gelişmediği bir...
10.5K 672 104
Tüm Miraculous hayranlarını buraya çağırıyorum.Bu kitapta çoğunlukla miroculous 2. sezonun ueni bölümleri ve 2. sezonla ilgili şeyler olacak ama ar...