"Sadece...29...Gün..."
"Ölüm, umudun kıyısında müziksiz dans..."
Yüreğimi armağan ediyordum. Yüreğimi göklere salıyordum. Yüreğimi azad ediyordum...
Benim olan her şeyden vazgeçiyordum işte. Umutlarımdan, unutamadıklarımdan, anılarımdan, anılarımda yaşayan insanlardan.
Böyle böyle ölüyor, böyle böyle siliniyordum 'hayat' deden kitaptan...
Devam ediyordum işte. Sonunda bu oyunun kaybeden tarafı olduğumu bile bile oynamaya devam ediyordum.
Yüreğim, nefesim gibi titreyen ellerimi kaldırıp omuzlarına koyduğumda geri çekilmişti. Eldivenlerden dolayı tenini hissedemeyişim canımı sıksa bile kahverengi gözlerini görmek tüm sorunları silip atıyordu kafamdan.
"Filmlerde bu sahneye hep küfür ederim Yiğit." dediğimde yüzünde ufak bir tebessüm oluştu. "Şimdi sırası değil gerizekalılar, kaçsanıza!" diyerek de kendimi taklit ettiğimde gülerek yere eğildi ve düşmüş şapkamı başıma taktı.
"Sanırım, sana her renk yakışıyor." diyerek elimi tutmuş ve sonrasında Onur'un kırdığı dolap içerisinden bir silah almıştı.
Hızlıca odadan çıkıp etrafı kolaçan ettik. Aklıma gelen madeni paraya benzeyen siyah mıknatıs ile Yiğit'in elini bıraktım.
"Bir dakika bekle!" hızla geri dönmüş, koşarak demir kapıya gelmiş, kilidin üzerindeki siyah şeyi almıştım. Tekrardan saate taktıktan sonra dışarıdan gelen gürültüyle telaşla arkama baktım.
Belimdeki silahı çıkartmış, sessizce koridora çıkmıştım ki birkaç kişiyle dövüşen Yiğit'i gördüm. Birinin kolunu tutup bükmüş ve diğer eliyle boğazını kavradığı gibi sırtını duvara vurmuştu. Sonrasında ise elinde tuttuğu silahıyla karşısındakini vurmuştu.
Elimdeki silahı sıkıca tutup ilerlerken Yiğit'in arkasından gelen silahlı adamı görmem ile hızlıca silahı ona doğrulttum.
Savaşta adam öldürmek günah olsaydı şehitler cennete VIP gitmezdi.
Silahı doğrultur doğrultmaz ateş etmem ile adamın sırtı duvara çarpmış ve yere düşmüştü. Yiğit, telaşla dönüp arkasına baktığında önce yerdeki adamı, sonrasında ise elimdeki silahı görmüştü.
"Bir şey yok, tatlım." diyerek elini kaldırdı ve adamın cesetine bakan gözlerimi durdurmaya çalıştı. Eli adamın önüne geçmiş, görüşümü engellemişti. "Çok iyiydin. Onu vurmasaydın ben vurulacaktım." diyerek beni rahatlatırken elini elime uzattı ve tuttuğu gibi hızla koşmaya başladı.
"Eğer, vurmak zor geliyorsa..." diyerek koridorun ucuna gelince durdu ve köşede bekledi. "...şarkı söyle. En sevdiğin şey, dikkatini dağıtır. Tıpkı ormandaki gibi." derken etrafı kolaçan ediyordu. Gözlerinin içine baktım. Hem işini yapıyor hem de beni koruyordu.
Ve sanırım yakışıklı olmayı da başarıyordu.
Sol tarafa yöneldiği sıra aklıma Lui geldi. Elini çekiştirip durmasına sebep olduğumda hızla dönüp bana baktı.
"Ne oldu gidelim?" dedi elini yanağıma koyarak. Nefes nefeseydi.
"Nereye gidiyoruz?" dediğimde eliyle arkayı gösterdi.
"Çıkışa." dedi gözlerimin içine bakarak.
"Olmaz, bana yardım eden biri var. Giriş kapısını açarsak onlar da askerlere yardım edecek." dediğimde kaşlarını çatarak gözlerime baktı.
"Yaramazlık yapmadığına emin misin Mina?" dediğinde gülerek elimi yanağına koydum ve biraz yüzüne yaklaştım.
"Eminim." dedikten sonra elimi kulağıma attım ve Yiğit'i diğer tarafa çekiştirdim.
"Mimi, giriş kapısını nasıl açacağız?" diyerek koşmaya başladım.
"Sağa dönün." hızlıca sağa döndüğümde Yiğit silahını çıkarıp elimi bıraktı.
"Kiminle konuşuyorsun?" dedi.
Düşmek üzere olan şapkamı düzeltip etrafa bakındım.
"Mimi ile, daha sonra açıklarım." dediğimde bana şüpheli bir bakış atmış ve kıçımı kollamaya devam etmişti.
"Sol ve sonra tekrar sağ. Büyük bir kapı, tekrardan siyah mıknatısı koymalısın." dediğinde derince bir nefes aldım.
Koridorun sonuna geldiğimde hızla sola döndüm. Karşıma çıkan bir adam ile koridora girdiğim gibi çıkmıştım. Yiğit'in göğsüne çarptığımda bir iki adım sendeledik.
İşaret parmağım ile koridoru gösterip ağız burun eğdim. Elinin tersiyle beni kenara ittirip silahını doğrulttu.
"Bayıltsa-" dediğim sıra ateş etmesiyle gözlerimi sıkıca yumdum.
"Umudum kalmadı korkuyorum..." diyerek şarkı söylemeye başladığımda birden uzanıp elimi tutmuş ve koşmaya başlamıştı. Elimi gözüme siper ederek cesetleri görmemeye çalıştım.
Hadi ama ben şarkıcıydım. Hemşire falan da değil. İnsan pat diye alışamıyordum öldürme gerçeğine.
Giriş kapısına geldiğimiz sıra önümüze bir anda çıkan adamı Yiğit kolundan tutup sırtı üstünde döndürmüş ve yere fırlatmıştı. Böcek görmüş gibi ayaklarımı kaldırarak kenara çekildiğim sıra duvarın içinden fırlayan şeytan yüreğimi ağzıma getirdi.
"Hay sıçayım babanın ocağına!" dediğimde şeytan gülerek yüzüme baksada Yiğit kaşlarını çatarak yanıma geldi. Şeytanı görmüyormuş gibi yapıp gözlerimi başka tarafa çevirdim.
"Ne oldu?"
"Hiç öylesine. Adamdan korktum." diyerek uzanıp elini tuttuğumda şeytan da diğer tarafıma geçip uzun tırnaklarını incelemeye başladı. Sanki şu an en mühim şey uzamış çirkin tırnaklarıydı.
"Öylesine, diyecek kadar öylesine bir varlık değilim." dediğinde gözlerimi devirerek koşmaya devam ettim. Karşımıza çıkan kapı ile yan taraftan gelen silah sesleri kaşlarımı havaya kaldırdı.
Hızlıca tekrardan saatten siyah mıknatıslı şeyi çıkarıp devasa kapının kilidine yapıştırdım.
"Kombinasyonlar deneniyor..."
"Yani, değdi mi şimdi?" diyen şeytan kaşlarını çatarak yanıma geldi ve sırtını kapıya yasladı. "Şu çirkin adam için günlerini boşa harcadığını değdi mi?" dediğinde dönüp etrafı pür dikkat kollayan Yiğit'e baktım.
Yüzündeki kendinden emin ifade, ustaca tuttuğu silahı, keskin bakışları...
"Sanırım ölsem de gelip burada onu izleyebilirim." dediğimde dilini üst dişleri üzerinde gezdirerek sırıttı.
"Çok sıkıcısın..."
Tek kaşını kaldırarak yüzüne baktığımda o da kızıl gözlerini gözlerime çevirdi.
"Doğru; aşk, hiç âşık olmamışlar için biraz sıkıcıdır."
Gözlerindeki kızıllık yoğunlaştığı sıra Yiğit elini omzuma koydu.
"Neye bakıyorsun?" dediğin gülümseyerek omuzlarımı silktim.
"Hiç, hiç sadece dalmışım." diyerek gözlerimi kaçırdım.
Yiğit kaşlarını çatarak yüzüme baktığı sıra gürültüyle açılan kapı ile atakta bekleyen Lui ve ekip arkadaşları hızlıca içeri girdi.
"You did it!"(yaptın!) diyerek gülen Lui kolunu omzuma sarıp sevinçle beni salladığında Yiğit hızla gelmiş, Lui'yi tuttuğu gibi geri itmişti.
Lui önce bana sonrasında ise Yiğit'e bakıp tek kaşını havaya kaldırdı.
Arkasını dönüp silahlı adamlara Çince bir şeyler söylediğinde adamlar koşarak binanın içine dağılmışlardı.
"İsn't he?"(Bu o değil mi?) dediğinde başımı gülümseyerek sallamıştım. Yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı. "No way."( Olamaz.) diyerek geri geri gitti ve Yiğit'e baktı. "I'm more handsome." ( Ben daha yakışıklıyım.) dediğinde gergince elimi enseme attım.
"He is know English."(O ingilizce biliyor.) dediğim omuzlarını silkti.
"Not problem."( Problem değil. ) diyerek Yiğit'e bakıp gülümsedi. "You are so lucky dude. I loved this girl but she already chosed you." (Çok şanslısın dostum. Bu kızı sevdim ama o çoktan seni seçti.) dedikten sonra göz kırpıp uzaklaştı.
Yiğit adamın üzerine yürümeye çok niyetli gözüküyordu ki sımsıkı tuttuğum eli ile bana döndü.
"Bunu daha sonra konuşacağız." diyerek dönüp kızgın bir ifadeyle yüzüme baktı. "Şimdi kaçmamız gerek." dedikten sonra açılan kapıdan dışarı koşmaya başladık.
"Peki diğerleri?" dediğimde elindeki silahını düzeltti ve arkayı kolaçan edip merdiven olan bir kısma yöneldi.
"Bizim de bir planımız vardı tabii ki. Endonezya'ya geri dönüyoruz." dediğinde gözlerim kocaman açıldı.
"Ama biz Mimi ile burada çok iyiydik..." demiştim ki belimden tuttuğu gibi duvara çıkarttı.
Kendisi de duvara tırmandıktan sonra aşağı atladı ve atlamam için kollarını bana doğru uzattı.
"Bu Mimi meselesini de konuşacağız." diyerek elimi tutmuş ve koşmaya başlamıştı.
Deli gibi koşarken nefesim kesilmeye başlamıştı bile. Arkamızdan gelen silah sesleri nefesim kesilmesine rağmen çok daha hızlı koşmama sebep oluyordu çünkü işte...*** korkusu...
"Araba falan yok mu?" dediğimde başını iki yana salladı.
"Arabalar diğer tarafta. Ekip onlarla gelecek." dediğinde Yiğit'in elini tutup durdurdum.
"Bekle o zaman." diyerek soluklandım ve elimi kulaklığıma götürdüm. Böyle yapınca duyduğundan değil de takıntı olmuştu.
"Mimi, şu anki konuma arabayı getir."
"Anlaşıldı."
Yiğit kaşlarını çatarak önüme geldi. Ellerini beline koydu, yüzünü yüzüme doğru eğdi.
"Seninle çok uzun bir konuşma yapmamız gerekecek küçük hanım." dediği sıra arkadan gelen lüks arabanın sesiyle doğrulup geri döndü.
Araba önümüzde durup kapılarını açınca gülerek Yiğit'e baktım.
"Hadi bin! Bin!" diyerek ellerimi omuzlarına koydum ve ittirdim. O ise sinirle bağırıyordu.
"Çoook uzun bir konuşma!"