"Sadece...36...Gün..."
"Bu oyunu sevdim, ölen çıkıyor."
Koluma bandaj sararken pizzama kısa bir bakış attım.
Arabayı her zamanki uçurumun başına getirmiş, dikkatle şehri izliyordum. Eğer yaşadığımı duyurursam Çin'in başı derde girerdi. Ama bir işler karıştırdığımı Yiğit duyarsa ne olurdu?
Ona yaramazlık yapmayacağımı söylemiştim.
Sırtımı koltuğa yaslayıp koluma baktım. Ben yaramazlık yapmamıştım ama. Bana yaramazlık yapılmıştı. Hem de çok kötü bir şekilde.
Dingin, insanı rahatlatan bir şarkı çalmaya başladığında gözlerim saate döndü.
"Biraz gergin gibisin?" dediğinde derince nefes alıp gülümsedim.
"Oldukça gerginim Mimi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ama düşündükçe bir garip oluyorum. Kendimi geri çekemiyorum. Bir şeyler yapmak zorunda gibiyim. " dedim huzursuzca. "Bir fani olmadığın için sana söyleyebilirim bence. 36 gün sonra öleceğim. Büyük bir ihtimalle sağlık sorunları nedeniyle olmayacak. Bu yüzden yapmam gereken, yapmam gerektiğini hissettiğim her şey için elimden gelenin en iyisini yapmak istiyorum."
"O zaman bir anlaşma yapalım mı Efendim?" dediğinde tek kaşım havaya kalktı.
"Nasıl bir anlaşma."
Arabanın kapıları birden kilitlenince kaşlarımı çattım. Elimi kapı koluna attığımda Mimi'nin sesi arabanın hoparlöründen gelmeye başlamıştı.
"Bir ölüm-kalım anlaşması." dediğinde sessizce güldüm.
"Şaka mısın? Ben bunu yıllarca önce yaptım. Bir daha olmaz."
Ellerimi yumruk yapıp sallarken Mimi'den yüksek bir ses geldi.
"Anlaşıldığı üzere siz iyi bir insansınız. Bu yüzden size güveniyorum ve yardım edeceğinize inanıyorum."
Kaşlarımı çatarak doğruldum ve pizzadan bir dilim aldım.
"Neye yardım edeceğim?"
"Üreticime."
Yediğim pizza genzime kaçınca üç dört kez öksürdüm.
"Ne?"
Şaşkınca elimi ağzıma götürüp yutkundum. Üretici mi?
"Saatin yazılımı, yapımı ile ilgilenen kişi. Kendisi genç bir bilim insanı. Saatin portatifi sunuldu, yazılımdan bahsedildi ve Türkler için özel olarak üretildiği tüm seminer boyunca anlatıldı.
Seminer sonrasında ise üretici yaklaşık 2 gün sonra protatif saat ile kayboldu.
Bunun üzerine gizli bir ekip asıl saati alıp kaçtı. Varsayımlara göre üretici Çinli birkaç bilim adamı tarafından kaçırılmıştı.
Bunun üzerine en iyilerden olan bir askeri ekip Endonezya'ya üst kurmaya gönderildi. Endonezya'da , Çin ve Türkiye arasında gizli bir üst olacak ve köprü görevi görecekti.
Endonezya'daki askerlerin gidişiyle asıl saat için geri gelen Çinli bir ekip ise saatin sende olduğunu görerek seni kaçırmış bulundu.
Türkiye polis raporlarına göre, şoförünüz saatten ve sizi gördüğü son andan polise bahsetmiş. Raporların garip bir tarafı jet ile sizi alan ekip yöneticiniz Orhan Özyurt tarafından bizzat istenmiş.
Başka bir rapor, kaçırılmadan sonra, sahte hazırlanmış bir ölüm kaydı var. Siz artık bir ölü olarak gözüküyorsunuz."
Elimi şakaklarıma koydum.
"Mimi , Endonezya'ya gelen akseri ekip Yiğit'ler mi? Ayrıca kaçırmaları gereken adam da üretici dediğin kişi mi?"
"Doğru! Ancak verilerde uyuşmazlık saptandı. Çin polisinin bu gizli işten haberi yok. Sanırım gizli bir birliğin yönettiği bir iş. Çok daha önemlisi, üreticinin nerede tutulduğunu hâlâ saptayamadım."
Elimi alnımdan çekip etrafa baktım.
"Peki sen benden neyin yardımını istiyorsun?"
"Üreticiyi kurtarmanı istiyorum."
Gülerek etrafa baktım.
"Delirdin mi? Ben daha kendi kıçımı kurtaramıyorum. "
Sıkıntılı bir iç çekişin ardından dilimi üst dişlerimin üzerinde gezdirdim.
"Askerlere de yardım edebilirsin."
Kaşlarımı çatarak saate baktım. Gerçekten zekiydi. Nereden , nasıl vuracağını iyi biliyordu.
"Zaten öleceksin..."yan tarafımdan gelen ses ile sıçrayarak geri çekildim. "...boşver diğerlerini, son günlerinin keyfini çıkar."
Gözlerimi devirip doğruldum. Hafif pis bir gülüş ile uzanıp kutu kolamı kafama dikledim.
"Sanane benim keyifli son günlerimden?"
Gülerek dilini üst dişleri üzerinde gezdirdiğinde gözlerimi şehre çevirdim. Ortalığı karıştırmak, Yiğit'e yardım etmek, üreticiyi kurtarmak...
Ben daha dün öğrendim tuvaletin sifonunu çekmeyi.
Tekrar kolayı kafama dikledim.
"İstesem de yapamam Mimi. Ben bir asker değilim, hacker değilim, dövüşmeyi falan da bilmiyorum." dedim gergince. Biraz da mantıklı düşünmek lazımdı. Daha saatin neler yapabileceğini bile bilmiyordum. Oysa bana yalandan banka hesabı açmış, milyonlar atmış, arabamı sürmüştü.
"Mina, kendine güven. Bence sen zeki bir kızsın."
Ne bu şimdi? Psikolojimle oynayıp beni güçlendirme çabası mı?
"Saçmalama Mimi. Bunun zekayla alakası ne? Yaptığımız en küçük hatada kellemiz uçar. Hadi artık kellemiz önemli değil, hata yaparsak askerler de bundan etkilenebilir."
Ve ben bunu asla istemem. Onlar başarabilirlerdi.
Yanımdan gelen kısık gülüş sesiyle kaşlarımı çatarak şeytana döndüm. Yüzünde alay dolu bir ifadeyle gökyüzüne bakıyordu.
"Neden güldün?" dedim merakla. "Sen güldüğünde güzel şeyler olmuyor."
Alınmış gibi elini kalbine koydu. Bu sefer de Rus bir adamın kılığına girmiş gibiydi.
"Olmayan kalbimi kırıyorsun..."Dedikten sonra sırıttı. "Askerler, biraz canları acıyacak gibi."
Oturduğum yerden hızla doğrulup elimi uzatmıştım ki siyah bir duman olup etrafa dağıldı. Uğursuz bir kahkaha sesi yankılandı etrafta.
Elimi saçlarıma götürdüm. Bir silah, bir saat ve bir de ben... Ne yapabiliriz ki?
"Sadece dediklerimi yapsan bile yeter Mina. Gerisini ben halledeceğim."
Elimi kalbime götürüp sırtımı koltuğa yasladım. Huzursuzluk. Çok büyük bir huzursuzluk vardı yüreğimde. Onlara bir şey olacak ihtimalinin yarattığı acı his. Ben hep ölümümü yakın bildiğimden, onlarınkinin benimkinden daha yakın olabileceğini hiç düşünmemiştim. Ya öyleyse?
Sıkışan kalbime bastırdım elimi. Demek bu yüzden bir aile kurmak istemiyorlardı. Arkada kalanın hâli çok daha çaresizdi. Ölseler haber bile alamayabilirdim...
Birkaç damla yaş, aheste aheste süzüldü yanaklarımdan. Elimin tersiyle silip doğruldum.
"Tamam." dedim boğuk çıkan sesimle. "Onları da üreticiyi de kurtaralım Mimi."
Arabanın birden çalışmasıyla sağa sola baktım.
"Ama ondan önce bir şey yapmamız gerek."
Bağırarak dönen araba ile derince bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Yaklaştığımız her kırmızı ışık yeşile dönmüşken yüzümde aptal bir gülümseme oldu. Mimi harika bir şeydi.
Lüks bir kuaförün önünde durduk.
"Beni burada tanırlar Mimi." dediğimde arabanın hoparlöründen geldi sesi.
"Merak etme, telefonlarını açamayacaklar bile."
Derince bir nefes alıp otomatik açılan kapıdan aşağı indim. Ona güveniyordum. Beni hiç yüzüstü bırakmamıştı.
Beyaz spor ayakkabılarım zemine birkaç defa çarptı ve sonrasında kapı otomatik olarak açıldı.
Kasadaki erkek birine bağırdı.
"Diànnǎo wúfǎ zhèngcháng gōngzuò."
Kaşlarımı çatarak Mimi'ye baktım.
"Ne dedi bu?" dediğimde ekran bir yazı açıldı. "Bilgisayar çalışmıyor, dedi."
Gülerek etrafa baktım. Önüme gelen biri ile hafifçe gülümsedim.
"Hi." (Merhaba.) dediğimde adam gülümsemiş ve eğilerek selam vermişti.
"Hi, wellcome."( Merhaba, hoşgeldiniz.) dedi ve eliyle içeriyi gösterdi. Ellerimi elbisemin eteğine sürttüm ve biraz daha ileri adımladım.
Yanından geçtiğim insanlar arada bir dönüp bakıyor, karakterimi sorguluyorlardı. Haklılardı da aslında. Üzerimde elbise, altımda spor ayakkabı, kolumda bandaj , saç baş dağınık falan...
Geçip rahat bir koltuğa oturdum ve gözlerimi çocuğun aynadaki aksinde gezdirdim.
"Did you think about? What would you like? (Düşündünüz mü? Ne istersiniz?) dediğinde aynadaki çirkin aksim ile karşılaştım.
Uzunca kendime baktım. Yapmadığım ne kalmıştı?
"Midnight blue and light blue?" (Gece mavisi ve açık mavi.) dedikten sonra omuzlarımı silktim. "Let's mix."(karıştıralım.)
Başını sallayıp önce saçlarımı güzelce taradı. Ben ise hiçbir şeyi umursamadan kafamı geriye atıp uyukladım. Çünkü birinin saçıyla oynayışı annemin gece başımı okşayışına benziyordu. Uykumu getiriyordu.
.
.
.
Kendime geldiğimde birkaç kişinin kendi arasında tartıştığını duymuştum. Gözlerimi kısıp sağlam elimle esnerken açılan ağzımı kapattım. Aynadan saçımı kurutan adama baktığımda özenle işini yapıyordu.
Bacak bacak üstüne atıp saate baktım. Neredeyse akşam olacaktı. Sesler biraz daha yükseldiğinde gözlerimi aynaya çevirdim. Saçlarım...güzel olmuştu. Dipleri gece mavisi ve ara ara açık mavi vardı. Uçları da açık maviydi.
Yiğit beğenir miydi acaba?
Sesler giderek arttığında sinirle dönüp baktım. Sanırım Mimi telefonları hacklemişti ve insanlar çalışmayan telefonları yüzünden yaygara çıkarıyorlardı.
Birinin elleri omuzlarıma konduğunda hızla dönüp aynaya baktı.
"Finally is done "( Sonunda bitti.) diyerek gülümseyen adama baktım. "Did you like that?" ( Beğendin mi?) dediğinde biraz öne eğildim ve saçlarımı geriye ittirdim.
"Yes, it's look so fantastic." (Evet, harika gözüküyor.) dediğimde memnuniyet ile gülümsemiş, göğsünü gururla kabartmıştı.
Oturduğum yerden kalkıp kasaya ilerledim. Sahte kartımla ödeme yaptığım sıra bir kız merakla önüme geçti.
"Excuse me." (Afedersiniz.) diyerek çekingen bir ifadeyle gözlerime baktı. "You are look like Mina Çavuş. " (Mina Çavuş'a benziyorsunuz.) dediğinde bir iki kişi de dönüp bize bakınca gülümsedim.
"Didn't hear that? She is dead." (Duymadın mı? O öldü.)