"Sadece...47...Gün..."
"Sessizce kalkarsam gürültü ile otururum. "
Ayaklarımız toprağa değdiğinde önümde duran bir yığın insana el salladım. Arkamı döner dönmez kafama bir şapka geçirmiş, Güray'ın verdiği güneş gözlüğünü takmıştım.
"Bu kadar ünlü olduğunu tahmin etmemiştim." diyen Asır ile kısa bir bakış attım.
"Ben size demiştim." diyerek hafifçe güldüğüm sıra erkekler sağ taraftan şehre doğru giden bir yola saptılar.
En arkaya geçmiş, sessizce yürürken Mimi'den bir ses geldi.
"Ağ erişimi sağlandı, güncelleme yapılıyor. Lütfen bekleyiniz... Yaklaşık...28 saat sürecek..."
Gözlerim kocaman açıldı. 28 saat mı? Yuh, ne yapacaksın 28 saat?
Elimi cebime soktuğum sıra biri uzanıp elimi tuttu. Elimin tersiyle elini ittirmek istediğimde Yiğit ile göz göze geldik.
Kaşlarım şaşkınlıktan dolayı havaya kalkmıştı. Yüzündeki tedirgin ifade ise bir kilometre öteden anlaşılabilirdi. Bu adam silahlı adamlarla dövüşürken bile bu kadar gergin gözükmüyordu.
"Ne yapıyorsun?" dedim sessizce. Önümüzde muhabbet edip yürüyen erkeklere bakıp.
"Konuşmak istiyorum." dediğinde yüzüne baktım tekrardan. Gerçekten konuşmak istediği belliydi ama şu an sırası mıydı cidden?
Başkalarının önünde ilişki mevzusu konuşmak ve kendimi saftirik gibi göstermek istemiyorum.
"Şimdi mi?" dedim boştaki elimle öndekileri göstererek.
"Tamam o zaman." diyerek biraz hızlandı ve önüme geçti. Elimi bırakmamış, kendi elini beline koymuş ve önden önden yürümeye başlamıştı. Omzu üstünde geriye bakınca gözlerine şaşkınca baktım. "Böyle yürüyelim."
Hiçbir şey dememe izin vermeden önüne döndüğünde gözlerimi kırpıştırdım. Eli içerisindeki elimi hareket ettirdiğimde daha sıkı tutmuş, elimi çekiştirerek beni kendine yaklaştırmıştı.
Sanırım Yiğit de istiyordu. Böyle çocuksu, ergence ama hoş olan şeyleri.
Gözlerimi etrafta gezdirdim ve baş parmağıyla okşadığı parmaklarımı aklımdan çıkarmaya çalıştım.
Uzun bir süre yürüdükten sonra şehre inmiş ve şehirden de bir otobüs durağına yürümüştük.
En son Koray arkasını dönünce telaşla elimi aniden çektim.
Yiğit havaya kalkan eliyle önce etrafa bakmış ve sonrasında gergince ensesine koyup ensesini kaşımıştı.
"Bundan sonra bir otele gideceğiz. Yaklaşık 15 dakikalık yol. " diyen Koray ile eski bir otobüs gelmiş ve bizi şehrin işlek kısmına götürmüştü. Sırtımızda devasa çantalar, diğer insanlardan farklı görüntümüz dikkat çekiciydi. Ama sanırım herkes bizi kamp yapmaya gelmiş, gezen turistler olarak sanmışlardı.
En son bir otelin önüne geldiğimizde başımı geriye atıp binaya baktım. Oldukça yüksekti.
Rezervasyon için sırada beklerken Polat geri gelip bize baktı.
"En fazla 4 kişilik odaları varmış, en az bir. " dediğinde alt dudağımı ısırıp etrafa baktım. Sadece kalacak bir yer. Havuz mavuz, restoran falan yoktu. Gergince etrafa bakındığım sıra Polat tekrardan geri geldi.
"Bir kişilik oda kalmamış. 4 kişilikten ise sadece bir tane var. Gerisi iki kişilik. " dediğinde gözlerimi kıstım. Yiğit bir şey demek için öne çıkmıştı ki ondan önce davranıp kendimi öne attım.
"Biz Onur ile kalırız. Değil mi Onur?" diyerek dönüp Onur'a baktığımda gergince gülüp gözlerini kaçırdı.
"Bence biz beraber kalmayalım. Ben çok rahat bir insanımdır. Ozan ile kalın siz. Daha öncesinde uzun bir süre kalmıştınız zaten. " dediğinde gözlerimi kırpıştırdım.
"Doğru kaldık." dedi bir de Yiğit.
Bir ayağımla diğer ayağımın üzerine bastığım sıra Polat tekrardan yanımızdan ayrılmıştı. Gergince ellerimi ovuşturdum. Zaten Yiğit'in kuyruğuna basmış basmış , bir de onu gaza getirmiştim. Şimdi aynı oda da kalma fikri... Ateşle barut gibi.
Dilimi azı dişlerime dayarken Polat elinde anahtarlar ile geldi. Asansöre sığmadığımız için bir ikisi merdivenleri çıkmıştı. Birkaç tanesi ise asansöre bizden sonra binmek istediklerini söylerek beni Yiğit ile baş başa bırakmışlardı.
"Onlara bir şey söylemedin değil mi?" dedim merakla.
Sırtımdaki çantayı çıkarıp almak için bana yaklaştığında bir adım geri gittim. Elini belime attı. Belimdeki kilidi açtı ve nazikçe çantayı çıkarıp eline aldı.
"Hayır. Anlatmadım." dediğinde emin olmak istercesine gözlerine baktım ama o çok ciddi bir ifadeyle asansör kapısına bakıyordu.
"Neden böyle davranıyorlar o zaman?" dediğimde omuzlarını hafifçe havaya kaldırmış ve sonrasında ise aynı uyuşukluk ile indirmişti.
"Bilmem. Psikoloji üzerine ders almıştık, kendileri fark etmişlerdir." dediğinde dışarı sesli bir nefes verdim.
Açılan kapı ile Yiğit önden önden yürümeye başlamış ve sonrasında bir kapının önünde durmuştu.
108.
Kapının anahtarını kilide sokup çevirirken, garip bir ihtiyaç ile ,etrafı kolaçan ettim. Sanki biri bizi görür falan. Başımız derde girer...
Ayaklarımı sürüyerek odaya girdiğimizde çantaları bir kenara bıraktı ve odayı gezinmeye başladı. Merakla onu takip ediyor, bastığı yerlere basarak ne yaptığını izliyordum. Önce ne perdenin arkasına, sonra televizyonun kablolarına, tabloların altına... Birçok yeri inceleyip de arkasını döndüğünde yüz yüze geldik.
Ani hareketi ile bir iki adım geriye gidip ellerimi belimde birleştirdim.
Kahverengi gözlerinde gezinip duran garip bir adam vardı. Yaramazdı sanki. Tekrardan çocuk olmaya meyillenmiş, gizliden gizliden yaşını atmaya başlamış gibiydi.
Üzerime bir adım atınca telaşla boş odaya baktım. Kimse de yoktu ortalıkta.
"N-ne oldu?" dedim ellerimi birbirine sürterken. "Bir şey yok muymuş?"
Alt dudağımı ısırıp biraz daha uzaklaşma çabasına girdiğimde biraz daha hızlanıp dibimde bitmişti.
"Tertemiz."
Kaşlarımı çattım.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" dediğimde hafifçe gülümsemişti. Belli belirsiz , dudaklarının kenarında çıkan çizgilere, kırışmış göz kenarlarına baktım.
"Pişman olmamaya." dediğinde kalbim tekler gibi oldu. Zorla yutkundum. Gözlerinin kahvesinde kaybolmak için yanıp tutuşan deli bir yanım vardı.
Üstelik mıknatısın iki özdeş ucu gibi, o bana yaklaştı beynim benden uzaklaşıyor gibiydi. Aklımı, tam anlamıyla , benden alıyordu.
"Geri bas." dediğimde gülerek elini belime koydu.
"Neden?"
Kaşlarımı çattım. Biraz daha yaklaşırsa kalp krizi geçireceğim. İnsan hızlı nefes alıp vererek ölebilir mi acaba? Yiğit biraz daha yaklaşırsa bunu da öğrenmeden ölmeyeceğim sanırım.
"Çünkü...çünkü..." dedim kendi kendime. Bir sebep bulmak neden bu kadar zor geliyordu şu an? Belki de çok yakınımda oluşundandı.
"Çünkü sen de benden hoşlanıyorsun."
Gözlerim gözlerini bulduğu sıra elini çeneme koymuştu. Şaşkınca yüzüne baktım. Hafif nasırlı olmasına rağmen yumuşak parmağı nazikçe tenim üzerinde gezindi.
"Bu bir itiraf mıydı?" dediğimde yüzünde tatlı, çocuksu bir gülüş oluştu. Hiç uyduramamıştım onun asker tipine. Eğreti durmuştu sanki. Ama tatlıydı işte.
"Nasıl oldu bilmiyorum ama oldu." dedi gergince. Gerginliği beni de gerdi.
"Biraz uzaklaşır mısın?" dediğimde kaşlarını çattı.
"Neden?"
Belimdeki eli inatlaşırcasına sıkılaşmış, kalbim kapıya dayanmış, yarın yokmuşcasına kapıyı yumrukluyor ve beynim asla ama asla açmayı planlamıyor gibiydi.
"Sonuç olarak bir erkek ile bu kadar yakın olmak..." diyerek durumu çarpıtarak atlatmaya çalışacaktım ki gülerek sözümü kesti.
"Koskoca Mina Çavuş'un 24 yaşında erkek arkadaşı olmayacak mı?"
Beni can damarımdan vurduğunu anlamıştı. Kendinden emin bakıyordu gözlerime. Derince nefes alıp verdim.
"Emin misin?" dedim gözlerimi kısarak. "Kolay bir kadın değilimdir. Diğerleri gibi hiç değilim. Kurallarım yok, kurallar da yok. Sonuçta ben ünlüyüm, beni kısıtlayamazsın." dediğimde yutkundu.
"Bari sarılmasalar?" diyerek tek kaşını kaldırdığında kolları arasından çıkmak istedim ama sımsıkı tutup beni iyice kendine çekti. "Tamam, tamam. Sadece sana güveniyorum." diyerek alnını omzuma koydu.
Bu hareketi ile kalbim çok hızlı atmaya başlamıştı.
"Yiğit." dedim.
"Hmm..." dedi alnını omzuma sürterken.
Gergince yerimde sallandım. Heyecanlandığım için ...
"Geri çekilir misin?" dediğimde kafasını kaldırıp yüzüme baktı.
"Neden?" dedi kırık bir ifadeyle.
Omuzlarına ellerimi koyup sertçe ittirdim. Lavaboya koşarken bağırmayı eksik etmemiştim.
"Çişim geldi!"