Birlikte evden çıkacağımızda beni yürümeye zorlayan elini sıktım ama Aras'ın durmaya niyeti yoktu. Ta ki annesinin söylediklerini işitene dek.

''Ecrin bu hikayedeki en temiz kişi elbette... Peki ya bu temiz kız, senin gibi tamamıyla kire batmış bir adamla ne yapıyor?''

Aras, omuzlarından geriye dönüp öfkeden başka bir duygu taşımayan gözlerini annesine dikmişti. Elimi tutan parmakları gevşediğinde yanımdan ayrılıp Eylül'e doğru yürüdü.

''Sakın benimle oynama anne,'' dedi kulağına eğilerek. ''Mağlup olacağını biliyorsun.''

Büyük adımlarıyla yanıma geldiğinde beni bileğimden kavradı ve birlikte asla 'ev' diye adlandıramayacağım o yeri terk ettik. Bahçedeki taş yolda yürürken bir süreliğine de olsa sığındığım bu adamın bana asla bir sığınak olmayacağını hatırladım. Daha fazla kırılamayacağımı sandığım bir anda, küçük bir darbeyle beni nasıl da parçalara ayırdığını. Belki de beni yaralayan tüm o insanlardan daha fazla suçluydum, onlara beni acıtabilecekleri gücü asla vermemeliydim.

Bileğimi sıkıca tutan parmaklarının arasından çektiğimde yürümeyi kesip bana döndü, öfkesi henüz dinmiş değildi. Ama o hoş renkli gözlerinin üzerindeki kalın ve kavisli kaşlarını artık çatmıyordu. Daha çok neden duraksadığımı anlamaya çalışır gibiydi.

''Suda boğulmadan kalamayacağım konusunda haklıydın,'' dedim cılız sesimle. ''Ama dipteyken de batabilirmiş insan. En dipteyken bile daha kötüsü varmış.''

Göğüs kafesimdeki koca boşlukta artık sızlayamayacak bir kalbi taşıyordum, çok fazla acıdan körelmiş bir kalbi.

''Bana bak,'' dedi Aras yüzümü avuçlarının arasına aldığında. ''Ölürsek ölürüz ama önce yaşayacağız demiştim sana. Bunu birlikte atlayacağız, sen ve ben.''

''Sen ve ben mi? En başından beri seninle olmadığım için beni suçladın... Ama eğer benimleysen neden bu kadar yalnız ve bir başına hissettim? Neden hala öyle hissediyorum?''

Aras'ın yüzümü kavrayan gevşedi, sıkıntılı bir iç geçirdiğinde nefesi buz kesmiş tenimi ısıtmıştı. Eğilip alnını alnıma yasladı, elleri belimdeki boşluğa yerleştiğinde böylesine hissizleşen bir kıza göre oldukça fazla şey hissettim. Beni tutan elleri olmasa yere yığılacakmışım gibi bacaklarım güçsüzleşti.

Bileğimi nazikçe kavrayıp hastane odasındaki o gece gibi göğsüne götürdü, bir zamanlar yalnızca benim varlığına inandığım o kalbe.

''O acı yüklü, yeşil gözlerinle bana her baktığında, sana dokunduğumda çekingence başını her boynuma gömdüğünde, öpmekten asla sıkılmayacağım dudaklarınla bana her gülümsediğinde bu kalp böyle çarpıyor.'' Elimi kavrayan elinin altındaki göğsünün hızla attığını biliyordum.  ''Bizim dışımızdaki herkes cehenneme gidebilir. Verda, annem, baban, herkes. Önemli olan yalnızca ikimiziz, sen ve ben.''

Hiç kimse için aralamadığım gardımı onun için sayısız defa indirmiştim; kimsenin, kendimin dahi yapamadığını başarmış, beni tekrardan hayata dönmeye inandırmıştı. Ve yaşamak için bir nedenim olduğunu göstermişti bana... Peki ya ben bu hikayenin kötü sonunu böylesine net görebiliyorken kendi adımlarımla o faciaya gitmeye razı mıydım? Uzaktan bakıldığında bile gerçek olamayacak kadar güzel görünen bu adama böylesine yakınken o nihai sonu gerçekten umursuyor muydum?

''Korkuyorum ve acı içindeyim,'' diye itiraf ettim.

            Belki de ilk kez ona karşı gerçekten ne hissettiğim konusunda böylesine açıktım. Korktuğumun ne olduğunu söylememe gerek yoktu, aslında bunu ben bile bilmiyordum ama beni kendisine doğru çekip dudaklarını dudaklarımın kenarına bastırdığında korktuğum şeyi bildiğine şüphem yoktu.

YASAK MEYVEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin