20 ''Lilith'in Çocuğu''

Start from the beginning
                                    

Aras bana kıyafetleri uzatana kadar gerginliğimin yersiz olduğunu düşünmeye başlamıştım. Oysa bana uzattığı kıyafetlerin onun ölü kardeşine ait olduğu ihtimali bile kanı damarlarımda dondurmuştu.

''Aras ben...'' derken ne diyeceğimi anlamış gibi sözümü kesti.

''Kardeşimin artık bu kıyafetlere ihtiyacı yok, sense hasta olmak istemiyorsan giyinsen iyi edersin,'' dedi.

Beni bu ruhsuz odada kafamdaki bir dünya karmaşayla bırakmadan önce tek söylediği buydu. Kapıyı arkasından kapatıp gıcırdayan merdivenlerden indiğini duyabilmiştim. Ama şu anda sadece boşluğa bakıp öylece dikiliyordum. Soğuk. Vücudumun ısısı her zaman düşüktür ama bu üşüme hissi daha başka.

Üzerimdeki nemli pantolon ve tişörtümü çıkartıp bir köşeye koyduğumda Aras'ın verdiği kıyafetlerle son kez bakıştım. Belki de nesnelere ve insanlara bu kadar anlam yüklememeliydim. Kıyafetlerin kime ait olduğu neden bu kadar önemliydi? Her olayda her lanet detayı düşünecek kadar obsesif bir insandım. Bu defa kafamdaki sesleri bastırıp sadece yapmam gereken şeyi yaptım. O kıyafetleri giydim.

Kırmızı, yumuşacık ve sıcak hissettiren bir pijama takımıydı. Üzerinde bir yılbaşı ağacı vardı ve ''Mutlu Noeller'' yazıyordu. Hayat bazen ironik olabiliyordu. Mutluluk diye bir şey gerçekten var mıydı? Penceredeki yansımama bir an için gözüm takıldı, odada ölü bir kızın kıyafetleriyle beni gösterecek bir ayna olmadığı için şanslıydım. Orada tek başıma daha fazla durmak istemediğime karar verdiğimde aşağı indim.

Aras da ıslak kıyafetlerini değiştirmiş, eşofman takımlarını giyinmişti. Onu şöminenin önünde diz çökmüş ateşi yakmaya çalışırken buldum. Geldiğimde omuzlarından geriye dönüp bana üstünkörü bir bakış attı ama gözleri bu özensiz bakış için fazla uzun üzerimde kaldı. Kardeşinin kıyafetlerini giymem için ısrar etmiş olsa da şimdi bu gergin halinden tereddüt içerisinde olabileceğini düşündüm. Ancak o bütün o tahminlerimi yıkıp sessizce tekrardan önüne döndü ve işine kaldığı yerden devam etti.

Çok geçmeden alevin o güzel renginin açığa çıkmasıyla Aras'ın yanına gittim. Onun gibi diz çöküp şömineye iyice yaklaştım. Oksijen yetersizliğinden dolayı her zaman fazla üşüyen ellerimi alevlere doğru uzatıp bu sıcak hissin verdiği hazla gözlerimi yumdum.

''Yağmuru sever misin?''

Bu soruyla tekrardan gözlerimi araladığımda onun bana değil de doğrudan ateşe baktığını gördüm.

''Neyi sevip sevmediğimizin bir önemi yok. Dünya sen durmasını istiyorsun diye durmayacak, savaşlar ve açlık sen istiyorsun diye sona ermeyecek,'' diye mırıldandım. ''Yağmur da sırf sen sevmiyorsun diye yağmayı bırakacak değil.''

''Sen ve şu uzun felsefik cümlelerin...''

Çökmüş omuzlarının, yere eğik kafasının ve alnına dökülen saçlarının alevlerin ışığıyla nasıl da aydınlandığını gördüm. O anda onun bu ruhsal buhranda takılı kalmış hali tıpkı bir aynaya bakmak gibi hissettirdi. Kafasını kaldırıp gözleri gözlerimi bulduğunda cılız bir şekilde gülümsedi. Bu gülümseme, her şeyini kaybetmiş bir adamın almaya devam ettiği darbelere karşı takındığı lakayt bir gülümsemeydi.

''Aç mısın?'' diye sorduğunda konuyu değiştirmek istediğini anladım.

Omuz silkindim, şu anda bir şeyler yemek ve içmek aklımın en uç noktasından bile geçmemişti.

YASAK MEYVEWhere stories live. Discover now