"Hayır." dedi Emir yeniden. "Sadece, Fatma babaanneyi ne kadar sevdiğimi biliyorsun." Anında gözlerim dolmuştu. Emir asla kan bağı olmadığı birinin ölümüne bu kadar üzülürken, Uygar'ı tahmin bile edemezdim. Üstelik bu kişi babaannesiydi. Sonraki 1 saat içinde, birlikte kurduğumuz ama kimsenin iştahı olmadığı için bir şey yemediği masadan kalkmış ve yine birlikte toplamıştık. Can'ın sesi çıkmıyordu. Aynı şekilde Melis'in ve Emir'in de. Bu sessizliği ben bozdum.

"Uygar'ın yanına gidemez miyiz?" Diğerleri de hevesle Emir'e baktığında başını iki yana salladı.

"Gelmeyin dedi. Zaten ortalık epey karışık, aklım sizde kalır dedi."

"Bu konuda ondan izin almak zorunda mıyız oğlum? Ne alaka?" Sinirle konuşan Can'a hak verircesine kafa salladım.

"Üstelik Fatma teyzeyi hepimiz çok seviyoruz. Cenazesinde biz de olmalıydık." Melis'e de aynı şekilde hak vermiştim, cenaze çoktan bitmiş olsa da. Emir bana döndüğünde, o gelmese de gideceğimi belli edercesine konuştum.

"Onun yanında olmak istiyorum." dedim sadece.

"Beni öldürecek." demişti ama çoktan ayaklanıp hazırlanmamıza da karışmamıştı. 2 saat içinde herkes 3-4 parça kıyafet almış, kimse çok oyalanmadan havaalanına varmıştık bile. Ben de Melis'in kıyafetlerinden bir iki şey alırken, Uygar'ın dolabından da ona birkaç parça almıştım. Sadece tişört ve pantolonlarının olduğu dolaba bakmıştım ve bunu yaparken bile oldukça utanmıştım. Havaalanında son kontrollerden geçerken Emir'in ehliyetinin olmaması ilk defa benim için bir sorun olmuştu.

Uçaktan indiğimizde hissettiğim mide bulantısına bir de baş dönmesi eklenmişti ve etrafta adeta mala dönmüş gibi dolanıyordum. Emir ve Melis bir şey hakkında konuşurken yanlarına ilerledim ve kendimi koltuğa bıraktım.

"Bilmiyorum ki. Ben arabada uyumuştum zaten."

"Uygar'ı da aradım ama açmadı. Ne yapacağız şimdi?"

"Neyi öğrenmeye çalışıyorsunuz?" dediğimde, ikisinin de bakışları bana dönmüştü.

"Ya buradan Uygarların evine doğru bir otobüs kalkıyor ama nerede ineceğimizi bilmiyoruz. Hangi ilçe, hangi mahalle ne denirse işte hiçbir şey hatırlamıyorum ben." Konuşan Melis'e baktım üzgünce. Cidden ben umutsuz vakaydım ya. Hiçbir şekilde onlara yardımcı olamıyordum.

"Can sen hatırlıyor musun?"

"Kanka o indiğimiz duraktan eve kadarki kısmı bile hatırlıyorum ama orayı hatırlamıyorum valla." Emir onun ensesine bir tane yapıştırken sinirle solumuştu.

"Onu nasıl hatırlıyorsun oğlum?" Can sırıttı.

"Uygar bana sinirlenip ortada bırakmıştı ya..." Bana doğru ilerleyip yanıma oturdu.

"Yenge bak şimdi. Ne oldu biliyor musun? Biz tatile gelecektik buraya ve normalde arabayla gelecektik ama ben şakasına lastiği patlatmıştım. O zaman da açık yer mi yoktu, zaman mı yoktu tam hatırlamıyorum ama arabasız kalmıştık. Uygar da işte yeni ehliyetini almış, ilk defa uzun yola çıkacak falan hevesliydi biraz. Onunla biraz uğraşayım diye lastiği patlatmıştım. Sonra biz uçağa kaldık tabii. Şansımıza da uçak bizden yarım saat önce kalkmıştı, bir sonrakine de bilet yoktu. Ondan sonrakine de bekleyemedik artık dedik bari otobüsle gidelim. Sonra otogara gittik. Tarihin en bok firmasıydı galiba. Hem kalkış saatini 2 saat uzatmış, hem de yol normalden daha uzun sürmüştü. Sonra da işte yol boyu kendini tutan Uygar, beni otogarda bıraktı ve arkasına bile bakmadan gitti."

"Bir şey merak ediyorum. Beni bırakıp gitmesi doğru muydu?" Merakla bana baktığında, onun bana yaptığı gibi elimi omzuna koydum.

"Ben bir şey merak ediyorum. Sen hayatının her döneminde bu çocuğu sinirlendirmek zorunda mısın?" Can sırıtarak bana baktı. Gerçekten çocuk artık sinir hastası olacaktı. İlk tanıştığımız zamanlar onun neden bu kadar çabuk sinirlendiğini anlamazdım ama şimdi hak veriyordum. Sabrı kalmamıştı.

Serseri //yarı texting//Where stories live. Discover now