74. Bölüm

1.3K 121 28
                                    

Emir'den...

"Anne etüt dedim kütüphane dedim hani. Niye dinlemiyorsun beni?" Birkaç saniye sessiz kaldığında peşinden gittiğimi anladığını sanmıştım ama konuşmaya devam etti.

"Ya valla tek değilim diyorum sana... Kütüphanenin terasından atacağım kendimi şimdi ikna olacaksın o zaman..." Onu gizlice dinlemek hoşuma gitmediğinde birkaç adımda yanına ilerledim. Terastaki masalardan birine koyduğu kahveyi aldım ve meyve suyunu önüne bıraktım. 

"Neyse ben kapatıyorum... Tamam geç kalmam." Birkaç saniye sustuktan sonra sinirle fısıldayarak konuştu. "Kütüphanenin her köşesinden fotoğraf atacağım anne tamam." Derin bir nefes verip telefonunu sertçe masaya koydu. Kısa ve sessiz bir ıslıkla arkama yaslandığımda bana döndü. 

"Bu ne sinir ya?" Omuz silkti ve önüne döndü. Parmağıyla işaret ettiği yöne baktım. Elimde tuttuğum kahvesini gösteriyordu. 

"İkidir kahvemi ziyan ediyorsun yalnız." Bardaktan bir yudum aldığımda kaşları şaşkınlıkla havalandı. 

"Ziyan etmem ben korkma. Meyve suyunu iç sen." Paketi sallayıp pipeti çıkardı. Ben zaten çalkalamıştım ama neyse. 

"Bunu yapmak zorunda değilsin." dedi, bir yudum alırken. 

"Bir daha kimsenin kollarına bayılma diye yapıyorum." Güldü sadece.

"Ne düşünüyorsun?" dedi, dakikalar sonra. Elindeki vişne suyunu bitirmiş, ağzındaki pipetle oynuyordu. 

"Şu sıralar karşıma çok çıkıyorsun." dedim. Derin bir nefes aldı usulca. "Nereye baksam ordasın." dedim daha açıklayıcı olmasını umarak. "Bunca zaman nasıl karşılaşmadık o halde? Üstelik sürekli aynı ortamlardayız." Okulda, kantinde, kütüphanede... Her yerde o vardı bu aralar. O zaman 4 yıla yakın süredir aynı okulda olduğum birini nasıl görmemiştim?

"Ben çok göze batmamaya çalışmıştım aslında." dedi. Kaşlarım çatıldı. 

"Senden kaçmıştım desek daha doğru olabilir." dedi mırıldanarak. Birkaç kere dizini titrettiğinde, stresiyle başa çıkamamış olacak ki ayaklandı ve tam karşımda dikildi. Göz göze gelmek için başımı hafifçe kaldırdığımda, gözleri ademelmama kaydı ve yutkundu. 

"Beni bir kere gördün diye her yerde görüyorsun tamam mı?" dedi bir anda sinirlenerek. "Sadece arkadaşlarına odaklandığın, çevrende başka kimseyi umursamadığın için benim varlığımdan hiçbir zaman haberin olmadı. Şimdi bir kere karşılaştık diye beni sürekli görmen normal." Sesi titriyordu, tıpkı elleri gibi. "Aç bilimsel açıklaması varsa oku işte ben ne anlatıyorsam." Birden arkasını dönüp gittiğinde arkasından şaşkınlıkla bakan beni bırakmıştı. 

Tam 10 dakika boyunca söylediklerini kafamda tarttım. Pekala, beni daha önceden tanıyordu. Ama onun farkında olmamam neden sinirini bozmuştu onu anlamamıştım. Daha önce bir şeyler yaşayıp yaşamadığımızı düşündüm. Eğer daha önce ufacık bir sohbetimiz bile olsa onu unutabileceğimi düşünmüyordum. İnsanın içine işleyen bir tarafı vardı. Açıkçası onu merak ediyordum. Acilen tanışmamız lazımdı. İçeri gidip gitmeme konusunda kararsız kaldığımda, az önce bildirim gelen telefonumu elime aldım. 

Uygar : Hava soğuk donacaksın terasta, içeri gel.

Uygar : Mola bitecek birazdan. 

Telefon Bade'deydi anlaşılan. 

İçeri gitmek için ayaklandığımda Ela'nın masada unuttuğu meyve suyu kutusunu elime aldım ve terastaki çöpe attım. Kütüphaneden içeri adım attığımda içerinin sıcaklığıyla, dışarda ne kadar üşüdüğümün farkına vardım. Üzerimdeki sweatle bu kadar üşümüşsem, Ela o incecik tişörtüyle donmuş olmalıydı. 

Serseri //yarı texting//Where stories live. Discover now