49. Şeytan ile Anlaşma: Sadece 💯 Gün

Start from the beginning
                                    

      Kafam göğsünde bir yerde dururken sırtımı okşayan eli tüm düşüncelerimi dağıtıyordu.

     "Ne yapmışım?" dedim ben de yarım ağız sırıttırken.

     "Delisin, orman kızısın, gökten düşmüşsün, ünlüsün, peşinde psikopatlar var." derken eli sırtımda gezinmeye başlamıştı. "Bugün çıkmamız gerek. Öğleden sonra. Bir müddet geri gelmeyeceğiz ve kimse de geride kalamaz. Lütfen  bir yaramazlık yapma." dediğinde sinirle doğruldum.

     "Ya ne yaramazlığı? Ben ne zaman yaramazlık yaptım? 24 yaşında koskoca kızım." dediğimde tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Tamam sincap ile heyelana sebep olmuş olabiliriz..." dediğimde diğer kaşını da kaldırdı. "Tamam seni elektrikli şok tabancasıyla çarpmış olabilirim..." dediğimde güldü. "Tamam gemide konser vermiş de olabilirim ama bunlar yaramazlık değildi. Talihsizlikti."

     "Gökten düşmene de 'tahlihsizlik' diyebilir miyiz?"

     Kaşlarımı çatarak doğruldum. Bunun iki anlamı  vardı. Birincisi, bana şu an  baş besalı demeye getiriyordu ; ikinicisi gökten düşmem onun için bir talihdi?

     Ama hangisi?

     Gözlerimi kısarak yüzüne baktığımda gülümseyerek kollarını belime saracaktı ki doğruldum.

    "Biz ne yapıyoruz ya?" dedim kendi kendime. "Sevgilim falan da değilsin ki." diyerek yataktan aşağı inmeye çalışmıştım ki ayak bileklerimi tuttuğu gibi kendine çekti.

     Yüzüm yatağa çarparken attığım çığlık battaniyelerin arasında boğulmuştu. Şaşkınca ellerimi yatağa dayadım ama Yiğit beni kendine çekiyordu...ayaklarımdan.

      "Ya sen deli misin birader?" diye bağırdığımda gülerek karşılık vermişti.

     "Senden kaptık bir şeyler. "

      Yüz üstü yattığım yerden başımı çevirip arkama baktım. Pis pis sırıtıyordu bir de.

     "Bordo falan dinlemem!" diyerek doğrulmaya çalıştım ama elinin birini belime dayadı. Yapıştığım yataktan kalkmak için dirensem de bir türlü başaramayınca bu sefer ayaklarımı sallayarak vurmaya çalıştım.

     Erbabını yediğim, seni çok pis yapacağım şimdi. Sen bekle.

     Sinsi, uyanık bir ninja gibi. Tüm nihai gücümü topladıktan sonra ani bir hareketle ayağımla karnına vurdum ve belime bastıran elinden kurtuldum. Sanırım benden böyle sert bir darbe beklemiyordu. Beklese zaten o bir bordo bereliydi. Sabaha kadar yatakla öpüşebilirdim.

     Onun bu boşluğundan faydalanıp üzerine atlatıp. Sırt üstü yatağa düştüğünde gülerek gözlerine baksam da nefes nefese kalmıştım. Beni çok yormuştu zalim.

   Karnının üstüne oturmuş, onu yenmiş olduğum gerçeği ile, göğsümü kabartmışken gülümseyerek gözlerime baktı. Kaşlarımı çattığım sıra ellerini başının altında toplamış, güzel bir film izler gibi, beni izlemeye başlamıştı.

 
     "Bilerek mi yenildin?" dediğimde hafifçe gözüken beyaz dişlerine , göz kenarlarındaki kırışıklıklar eşlik etti.

       "İnat edip savaşacağını biliyordum." dediğinde gözlerimi devirdim. Kalkıp gitmek için hareketlenmiştim ki ellerini hızlıca belime koyup durdurdu.

       "Birkaç saat sonra gideceğim." dedi yüzü düşerek. "Uzun bir süre yanında olamayacağım."

      Gözlerindeki tedirgin ifade ilk kez gün yüzüne çıkmıştı. Korkuyordu. Beni burda bırakmaktan, başımın belaya girmesinden. Belki de tek başıma kalmamdan.

     Hafifçe gülümsedim.

     "Biliyorsun." dedim gülümseyerek. "Ben bu yaşıma kadar tek başıma geldim. Beni merak etme. "

  
        Aldığı nefesler ritmik bir hâl alırken düşünceli bir ifadeyle tavana baktı.

     "Kaybetmekten korkuyorum." dedi birden bire. "Kaybetmek hoşuma gitmiyor."

     Gözlerinde bir zamanlar, yaşanmış ve acısı kalmış, bir savaşın izleri vardı. Belimdeki elinin gerilişinden, yüzündeki o küçük mutsuz ifadeden belliydi. Onun kendinden emin tavrına tezattı bakışları.

      "Acaba sen..." dedim ellerimi yanağına koyarak. "...çok tatlı bir şey misin?" diyerek dikkatini dağıtmak, gezindiği 'geçmiş' adlı dar sokaktan çıkarmak istedim.

      Başarılı da oldum sanki.

     Bal rengine dönmüş olan kahverengi gözleri gözlerime döndü. Hafifçe gülümsedi, gözleri kırıştı. Hüzün, hayali bir yaş oldu ve gözlerinden aktı.

      İçimden ilk defa uzanıp onu öpmek geldi. Cesurca, özgüvenlice, kendime güvenerek. Alt dudağımı hafifçe ısırdım. O beni defalarca öpmüştü oysa ki. Neyden çekiniyordum?

     Bir özgüven patlaması ile gözlerimi kapatıp dudaklarına uzandım. Kendime gülerken öptüm. Gülerek öpmek...

     Utanarak geri çekildiğimde boğazım düğümlendi. Nefes almak için ağzımı açarken cama çarpan birkaç karga ile bedenim irkildi. Yiğit'in gözleri ise çoktan kırmızı birer köze dönüşmüştü.

     "Keyfin çok yerinde gözüküyor küçük kız?"  dedi sırıtarak.

     Nefes almak için kendimle savaş verirken ellerini belime koymuş, beni bir kukla gibi yönetmiş, dizlerinin üzerine oturtmuştu.

     "Yaptığımız anlaşmayı unuttuğunu düşünüyorum? Ölmek mi istiyorsun?"

     Sanki sesi duvarlara çarpıyor, bir duyduğumu defalarca duyuyordum. Bedenimi hareket ettirebilsem yapacağım ilk şey kulaklarımı kapatmak olurdu.

     Nefes almaya çalıştım. Artık gözlerim dolmaya başlamıştı. Canım acıyordu. Canım yanıyordu. Ruhumu sanki bedenimden söküp almaya çalışıyordu.

      "Zaman çok hızlı geçiyor. Göz açıp kapayıncaya kadar yolu yarıladın ama sen bunun farkında değil gibisin."  diyerek elini yanağıma koyduğunda birden nefes almaya başladım.

     Ciğerlerime dolan hava ile gözlerim kapanırken elini sırtıma koydu ve saçlarımı okşamaya başladı.

     "Ölüm kolay değil, ölüm şaka değil. Ölüm, doğum gibi, dünyadaki tek hakikat küçük kız. Asla bir kuralı yok."






Şeytan İle Anlaşma "KİTAP OLDU!"Where stories live. Discover now