37.Şeytan ile Anlaşma: Sadece 💯 Gün

En başından başla
                                    

     "O zaman biz çıkıyoruz." diyen Polar ile birkaç fısıltı oldu. Merakla dinlesem de hiçbir şey duyamamıştım.

   
      Alt dudağımı sarkıtıp uyumaya çalıştım. Birkaç ayak sesi, bir iki takırtı, gıcırtı. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Gitmişlerdi sanırım.

     Kolumu gözlerimden çekmeden bir şarkı mırıldandım.

    "Gecenin en siyahında, umudun bittiği yerdeyim..."

     Derince bir nefes aldım.

    "Gecenin en siyahında, umudun bittiği yerdeyim..."

      Gereksiz, alay dolu bir gülüş peyda oldu.

     "Köşeyi dönsem ölüm..."

      Bana beni anlatan güzel bir şarkı.

     "Düz gitsem hayat..."

      Gözlerimin üstündeki kolumu çektim.

     "Gölgeler içindeyim..."

       Dolan gözlerimden usulca akan bir damla yaşın sessiz sessiz tenimden süzülüşünü hissederken biri elini saçlarıma koydu.

      Gözlerimi açtım telaşla.

      "Girmemiş miydin?" dediğimde kahverengi gözleri uzunca yüzümde gezindi. Ürkütücüydü. Görüyor gibiydi çünkü. Gözlerimin arkasındaki acıyı biliyor gibiydi.

      "Canın, bu kadar çok mu acıyor?" dediğinde yutkundum. Ağlamayacağım, ağlamayacağım; diye diye bu hâle gelmemiş miydim zaten? Belki de ağlamam gereken yerde oturup ağlamalıydım. Lazımdı çünkü. Nefes gibi, ihtiyaçtı çünkü.

        Alt dudağım titrerken başımı hafifçe salladım. Saçlarımın arasındaki eli alnıma doğru çıktı ve baş parmağıyla alnımı okşamaya başladı.

     "Anlatmak ister misin?"

      İsterim.

      Hem de çok.

      Ama anlatırsam daha da erken ölürüm...

      Başımı zorla sağa sola salladığımda yanıma oturdu. Dirseğini baldırına yasladı, alnımı usul usul okşamaya başladı.

      "Ağlamak ister misin?"

        Başımı aşağı yukarı salladığımda hafifçe güldü.

      "Ağladığında çirkin olduğunu bildiğin hâlde mi?" dedi ortamın havasını dağıtırken.

       Başımı yine aşağı yukarı salladım.

       "Tabii ki istersin. Acıyan benim gözlerim. "

         Yutkundum.

          Benim de acıyordu. Ağlamaktan. En kötüsü de aklımda kötü bir tilki daha olmuştu.

       Yapmam gereken şeyler vardı. Birini bulmam. Ama tamamıyla iyi olduğunu nasıl anlayabilirdim ki?

       Sen iyi birisi misin Yiğit?

       Senin sayende yaşayabilir miyim?

       Peki, iyi birisini şeytana getirdiğimde o ne yapacaktı?

        Aklım giderek karışmaya başlamıştı.

       "Ne düşünüyorsun da yüzün böyle çekilmez bir hâl aldı?" dediğinde gözlerimi kırpıştırıp yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. Ancak alnımdaki baş parmağıyla ittirmiş, beni geri yere yatırmıştı.

       "Neden asker oldun?" dedim birden bire.

      Elini alnımdan çekti hızlıca. Kahverengi gözlerindeki güçlü ifadenin birden kaskatı oluşunu izledim. Ateşe dokunmuş gibi, benden uzaklaştığında kaşlarım çatıldı.

      "Ben biraz odun getireceğim." dediğinde oturduğum yerden dönüp arkama baktım. Polat'ın getirdiği onlarca oduna.

      "Gerek yok." dediğim sıra o çantaların yanından bir hırka alıp giyinmeye başlamıştı.

      "Sen anlamazsın." diyerek çıkmak için basamaklara gitmişti ki bağırdım.

     "X!"

      Durup ayaklarına baktı. Yüzünü bana dönmeyişi onun için endişelenmeme sebep olmuştu. Dışarıdan kusursuz gözüküyordu. Hiç sorunu yokmuş gibi. Hiç canı yanmıyormuş gibi.

      O an anladım ki "kusursuz" diye bir şey yoktu. Yiğit de kusursuz değildi. Belki de onun bile kalbini kıran şeyler vardı.

      "Odun getirmene gerek yok." dedikten sonra derince nefes aldım. "Anlatmana da gerek yok. Kaçmana hiç gerek yok."

      Yürümek için ayağını kaldırdığını görünce hızlıca son sözlerimi söyledim.

      "Çünkü bazı şeyler anlatılmaz, hissedilir! Ben anlatmadım, ama senin acımı hissettiğini hissediyorum. Ben de seninkini hissettim." dedim en son. "Bu yüzden, bir şey olursa eğer. Ya da olmasın, benim için fark etmez. Her zaman saçlarını okşayabilirim. Senin gibi..."

     Başını çevirdiğinde kahverengi gözlerinin içine bakıp gülümsedim.

     Kusursuz insanlar olmadığı gibi kusursuz hayatlar da yoktu.

     Hiçbir şey söylemeden çekip gidişi kalbimde garip bir boşluk oluşturduğunda sıkıntıyla gözlerimi tırnaklarıma çevirdim. Günlerin böyle hızlı giderken birine bağlanman ne kadar mantıklı Mina?

      Söyle bana?

      Bunca zaman işine aşık, sürekli çalışan, hırslı bir kızken ölümün ucundayken başka birine bağlanmanın sebebi neydi? Ne sanıyorum? Birine bağlanırsam onun beni kurtarabileceği mi?

      Mümkün müydü?

      Prensin beni kötünün elinden kurtarması? Saçma bir peri masalı.

      Ama şeytan ile anlaşma yapmak da fantastik değil miydi? Yıldızları içmek?

      Tırnaklarımdaki 40 siyah gül, 60 kırmızı gül... Dalga geçer gibi yavaş akan zamanın öleceğimi öğrendiğim günden beri hızlı akması falan. Ciddi ciddi dalga geçiyor olmalıydı.

      Ellerimi yumruk yapıp gözlerimi başka bir tarafa çevirdikten sonra kendimi sırt üstü yere attım.

      Aptallık etme Mina.

      Birine bağlanmak gibi bir aptallığa düşme...



  
 

Şeytan İle Anlaşma "KİTAP OLDU!"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin