YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
53 ''Kanlı Ay''
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

54 "Fotoğraf"

2.2K 123 21
By iremuzunay

''Bunu bu akşam günlüğüme yazacağım.''

''Neyi?''

''Ateşten eli yanmış bir çocuğun ateşi hala sevdiğini.''

Dorian Gray'in Portresi, Oscar Wilde

54

Siz hiç sergilenmekte olan bir oyun bitmeden perdelerin çekildiğini gördünüz mü? Hayat da rollerin paylaşıldığı bir piyes, seyirciler gidişatını değiştiremez bu oyunun. Oyun duraksamaz, hayat bahtsız bir senaryoya ve oyundaki bedbaht kimselere rağmen devam eder. Hatta bilir misiniz, böylesine savunmasız bulduğunda insanı öyle bir yüklenir ki hayat... İnsan çatır çatır çatırdar, insan ezilir, nefesleri deşer ciğerini; işte der şimdi öleceğim. Ama ölmez.

            Bir felaketten kıl payı kurtulmak, diğer bir felakete gözü kapalı teslim olmaktır. Kazandıkları önünde, kaybettikleri arkasında, aydınlık sağ tarafında, karanlık sol tarafındayken kurtulabileceğine kim inanır?

            Kurtuluş hayali bir kapıdan geçtiğinde kucaklamaz insanı, kurtuluş yalnızca ölümün acılı kadehinden tadıldığında armağan edilir. Her insan biraz ölüdür ve yalnızca ölüyken özgürdür.

            ''Neredeyiz?''

            Karanlık oda gözleri bitkinleştiren bir ışıkla aydınlandığında pencere kenarında genişçe bir yatak ve eskimeye yüz tutan birkaç eşyayla dolu bir oda olduğunu gördüm.

            ''Güvende olacağın bir yerde,'' dedi Aras.

            Benden hızlı davranarak kapıdan girmiş ve onu boğan bir şeyden kurtulur gibi ceketini koltuğun üzerine çıkarmıştı. Eve girerken kapıda bekleyen birkaç adamın yanından öylece geçmiştik ve uzun süre koruduğum sessizliğimi o anda bozmuştum.

            Bedenimin ağırlığını taşıyan bacaklarım daha fazla ayakta dikilemeyecek kadar yorgun düştüğünde yatağa oturdum. Peki ya acımasız düşünceleri taşıyarak yorgun düşen zihnimi nasıl dinlendirecektim?

            ''Üzerini değiştirmen için dolapta birkaç giysi var.''

            Aras kalçasını pencere pervazına yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Yine o buzdan adama dönüşmüş, iki yabancıymışız gibi mesafeli davranmaya başlamıştı.

            ''Bütün bunları başından beri planlamıştın,'' dedim. ''Başından beri ne olacağını biliyordun.''

            ''Bu gece yaşananları ben bile beklemiyordum.''

            Kafamda dönüp dolaşan soruyu sordum. ''Peki ya şimdi ne olacak?''

            ''Kana susamış ölüm avcıları inlerinden çıkacak ve avlanacaklar.'' Kapıdan çıkmadan bana son kez baktı. ''Uzun bir gündü, dinlenmeye ihtiyacın var.''

            Odada yalnız kaldığımda içimi sıkıntıya boğan her şeyi geride çalışarak ayaklandım. Dolabın kapağını açtığımda birkaç kıyafet düzgünce yerleştirilmişti, Aras uzun bir süre burada kalacağımı mı düşünmüştü?

            Babamla kavga ettiğimizin ve bana asla unutamayacağım kötü kelimeler söylediğinin farkındaydım. Ama yine de ailenin sahip olduğumuz ilk ve en özel şey olduğunu düşünüyordum. Ailemizi seçemezdik, onların bize nasıl davranacaklarını ve onların yaptıkları hataların bedelini ödeyeceğimizi... Seçemeyeceğimiz diğer bir şeyse onları her şeye rağmen sevmeye devam edeceğimiz gerçeğiydi.

            Işıkları kapatıp yorganın altına girdiğimde, dizlerimi küçük bir çocuk gibi karnıma çekip uyumaya çalıştım. Bu yabancı yerde, kendi derim bile yabancı gelirken bazı şeyleri geride bırakamayacağımı düşündüm. Gözlerimi her kapattığımda tekrarlanan görüntülerle huzursuzca kıvranmayı kesememiştim.

Beni böylesine huzursuz eden o gece önümde can çekişen iki adamın görüntüsüydü. Onların acı dolu inlemelerini işitmemek için kulaklarımı kapatmanın faydası yoktu, kan içinde kalmış bedenlerini unutmak için gözlerimi perdelemem tesirsizdi. İnsan onu her daim kovalayan geçmişinden bu şekilde kaçamazdı. Bazen anılar öyle acımasızca hatırlatırlardı ki kendilerini... Bir mermi beyninize saplansın ve unutmak istediğiniz her şeyi siliversin isterdiniz.

            Odanın kapısı açıldığında gözlerimi kapatmış, adım seslerine kulak kesilmiştim. Yatağın diğer tarafı ağırlıkla çöktüğünde yanıma gelenin kim olduğunu biliyordum. Benim zaafım. Kirpiklerimin arasından ona baktığımda üzerine rahat kıyafetler giyindiğini gördüm. En ufak bir kımıldama hissetmediğimde yüzümü ona çevirmek ve onu o beni izlemezken izlemeyi istedim.

            ''Uyumayı her şeyden fazla sevdiğini sanıyordum.''

            Aras'ın sesini işittiğimde onun da uyumadığını anlamıştım, ona doğru döndüğümde bu defa karşılaştığım bir yabancının gözleri değildi. Gözlerinde sadece bana bakarken gördüğüm o parıldamayla benim elimi tutan, bana hiç kimsenin sarılmadığı şekilde sarmalayan zaaf noktam.

            ''Bazen seni hiç tanımadığımı düşünüyorum,'' dedim sessizce.

            ''Bazı zamanlar aynaya baktığımda karşımdaki kişiyi ben de tanıyamıyorum,'' dedi Aras.

            Kaşlarımı çatmıştım. ''Seni tanıyamadığım zamanlardaki adamdan hoşlanmıyorum.''

            Annem bir keresinde hayatımız boyunca kendimizden zıt karakterleri aradığımızı söylemişti, yanımdaki adama baktığımda Sezen Akay'ın annelik konusunda olmasa da çıkarımlar konusunda iyi olduğunu düşündüm. Aras Gürsoy tüm dünya üzerine gelse bile önemsemeyecek biriydi, yapmak istediklerini her koşulda gerçekleştiren biriydi ve konu çekinmeye geldiğinde... Benim aksime böyle hassas, kırılgan duygulara sahip değildi.

Her şeyin darmadağın olduğu o gece uzanıp beni kendisine çektiğinde bağımlısı olduğum bu yakınlıkla gözkapaklarımı kapattım, gerçekleşmeyecek bir rüyada hayali birine dokunur gibi ona sarıldım. Her an yok olacağını bilerek, korkuyla ama sıkı sıkı.

            ''Seni öyle bir yerde saklamak istiyorum ki...'' Bir eli sırtımda belli belirsiz geziniyordu. ''Kimse zarar veremesin, kimse canını yakamasın. Öyle ki seni kendimden bile uzakta tutmak istiyorum.''

            Ona bakma isteği, kalbimin ilk başta bozuk bir tempoyla; sonrasında ise dizginlenerek beni adrenalinle doldurması uyandırıyordu. Çenemi göğsüne koyup onunla göz teması kurdum. ''Böyle zamanlarda o mekanik kalbe sahip adama dönüşüyorsun... Ama ben benimleyken var olduğunu söylediğin o kalbin nasıl attığını duyabiliyorum.''

            Parmaklarımı bu defa çekinmeden atletinin açık bıraktığı göğsünde gezdirdiğimde kasılmıştı, dokunuşumun onu etkilediğini görmek beni bir anlığına teskin etmişti.

            ''Ben kötü adam rolü yapan iyi bir adam değilim, Atlas. Sana her şeyin iyi olacağını vaad edemem çünkü benim gibiler için mutlu son yoktur.''

            ''Sonu nasıl biterse bitsin, içinde senin de olduğun bir hikayede var olmak istiyorum,'' dedim.

            Boğazından çıkan erkeksi ses nadir bir şekilde sakindi. ''Gitmene izin vermeliyim... Bunu neden yapamıyorum?''

            ''Gitmek istemiyorum,'' dedim.

            Benden uzaklaşıp ruhsuz bakışlarını duvarın boşluğuna dikmişti. Nihai bir sonu o duvarda görebiliyormuş gibi gergince çene kaslarını sıkmıştı.

            ''Bir gün sözlerinden pişman olacaksın ve senden uzak durmadığım için benden nefret edeceksin.''

Fakat ruhları birbirlerine bağlı olan iki insanın bedenlerini ayırmak ne boş bir çabadır. Kaderin yollarını kesiştirdiği kişiler birbirlerinden kopsa dahi er ya da geç yeniden birbirlerini bulacaktır.

Her zaman aramızdaki mesafeyi aşmak için çabalayan o olsa da o gece ne kadar çaresiz ve bitkin düştüğünü görebiliyordum. Yorulduğumda ona yaslanmam gerektiğini söylemişti, o gece kendimi tamamıyla zayıf hissetsem de bedenimdeki en ufak güç kırıntısını dahi almasını istedim. Kafamı göğsüne yaslayıp ona her an kaybedecekmişim gibi sarıldım, sıkıca ama temkinle.

            ''Nefret etmeyeceğim... Benim gibiler için de mutlu son diye bir şey yok.''

            Güneş yeni bir güne doğarken, gecenin tüm kötülüklerini silmeye and içerdi. En kötü anlarımda dahi uyuyup uyanınca geçecek, diye düşünürdüm. Geçmese dahi etkisi azalacak, uykunun bir şeyleri düzeltme yetisi vardır. Uykunun iyileştiremeyeceği şeyler de bulunuyordu elbette fakat öyle çıkmaz bir noktadaydım ki en küçük umut ışığına dahi tutunabilirdim.

Dünkü yaşananlardan geçmişin yırtılan sayfasında kaybola dursun, yeni bir gün yeni olasılıklarıyla gelip çatmıştı. Aras kolunu omzuma atmış, beni bu yabancı evde bir koridordan diğerine götürüyordu. Yeşilliklerle dolu gösterişli bahçeye çıktığımızda çalışan kadın bize selam vermişti. Hazırladığı masanın tamamıyla yiyeceklerle dolu olduğunu görmüştüm. Aras oturmam için bir sandalyeyi çektiğinde bu nahif hareketler onda öyle eğreti duruyordu ki gülümsemeden edemedim. O yanımda iştahlı bir şekilde kahvaltı ederken bense meyve suyumu yudumlamakla meşguldüm.

            ''Neden yemiyorsun?'' dedi Aras.

            ''Canım istemiyor,'' dedim.

            Son zamanlarda iştahsızlığımdan dolayı epey kilo vermiştim. Kaslarım zayıftı, ortalama bir boya sahipsem de matah bir fiziğim yoktu. Ben elimi çeneme yaslayıp somurturken Aras çatalına bulduğu her şeyden batırıp yemem için ağzıma götürmüştü.

            ''Bugünden itibaren sağlıklı bir şekilde kilo almana yardımcı olacağım,'' dedi.

Ciddi olup olmadığını anlamayarak ona baktığımda çatalındaki domates üzerime döküldü.

            ''Pantolonumu kirlettin!'' diye homurdandım.

            Ben üzerimdeki lekeyi peçeteyle silerek çıkarmaya çalışırken, o ise eğlendiğini gizleme gereği duymamıştı.

            ''Yıkamadan izi geçmeyecek,'' dedim.

            O klasik özgüveniyle eğilip yüzlerimizi yakınlaştırdı. 

''Öyleyse sen de rujunu bana bulaştır ve ödeşelim,'' dedi.

Elimi omuzlarına koyup onu durdurdum. ''Bu şekilde yırtacağını düşünüyorsan yanılıyorsun.''

Gülümsemesi dolaşım sistemime iyi gelmiyordu. ''Denemeye değerdi.''

Dudaklarının benimkilere değeceği o anda gözlerimi yumdum, ona yalnızca etten bir bedenle değil, sahip olduğum her bir zerreyle teslim olduğumu biliyordu. Bir süre devam eden bekleyiş, sandığım gibi midede kelebekler hissettiren bir sonla bitmedi.

''Çifte kumrular uyanmış bile!''

Duyduğum sesle gözlerimi açtığımda Aras'ın benden uzaklaştığın ve bir yere baktığını fark ettim. Omuzlarımın ardından dönüp aşinası olduğum sesin sahibine bakakaldım.

            ''Amca...'' Aras'ın kaşları şaşkınlıkla kalkmıştı. ''Hafta sonundan önce gelmeyeceğini zannediyordum.''

            Gergin olduğumda hep yaptığım gibi tırnaklarımı avuç içlerime batırırken kafamı yere eğmiştim. Aras'ın amcası Uygar Bey ile daha önce karşılaştığımda da o sert bakışlarından rahatsız olmuştum. Biraz önce şahit olduğu andan sonraysa yere bir çukur kazıp kendimi oraya gömmeyi diliyordum.

            ''Zannetmek boşa çabadır oğul, insan hep zannetmediği yerden vurulur.'' Yaşlı adamla göz göze gelmeye cesaretim yoktu. ''Küçük hanım beni gördüğünüze sevinmediniz mi?''

            Kafamı kaldırdığımda kan yanaklarıma toplanmış ve beyaz tenimi bir allık gibi renklendirmiş olmalıydı. Uygar Bey, gülümsemesine rağmen çattığı kaşları, tecrübelerinin okunduğu yüzüyle diken üstünde hissettiren biriydi.

            ''Biraz önce gördükleriniz için gerçekten mahcubum... Bu evin size ait olduğunu bilmiyordum,'' dedim.

            Yanımdaki sandalyede oturan Aras elini belime yerleştirdi. Bunu güvende hissetmem için yaptığının farkındaydım ama amcasının gördüklerini unutturmama yardımcı olmuyordu.  

            ''Göründüğüm kadar korkutucu değilim küçük hanım... En azından misafirlerime karşı.'' Uygar Bey özlem dolu bir iç geçirdi. ''Uzun yollara dayanamayacak kadar yaşlıyım, biraz dinleneceğim. Siz kahvaltınıza devam edin.''

            Yaşlı adam yanımızdan uzaklaştığında Aras'ın belimdeki elini ittirdim. İçimde beni yiyip bitiren bir kurtçuk vardı sanki ve geriye endişeden başka bir duygu emaresi bırakmıyordu.  

            ''Neden bana amcanın evinde olduğumuzu söylemedin? Rezil olduk...''

            ''Senin sorunun bu, herkesin ne düşüneceğiyle ilgilenmen,'' dedi Aras. ''İstediğin şekilde yaşa ve sonunda ne olursa olsun.''

            ''Senin kadar umursamaz olamadığım için beni yargılama.''

            Sandalyeden kalktığımda hazırlıksız yakalanmıştı, bir anlığına durup etrafıma dikkatlice bakındım. Buraya ait değildim, burada olmamalıydım. Peki ya gideceğim neresi vardı ki? Bütün hayatımı geçirdiğim evimizden ve babamdan kaçmamış mıydım? Bir çeşit ruhsal hastalığa sahip olduğu için beni terk ettiğini öğrendiğim anneme mi gidecektim? Kaslarımın eriyerek tüm gücünü yitirdiğini ve her daim sırtlandığım yükleri artık taşıyamayacağımı hissettim.

            ''Nereye gidiyorsun?'' diye sordu Aras.

            Kafamda dönüp duran cevabını yanıtlayamadığım o soru.

            ''Herkes beni merak etmiştir,'' dedim.

            Gerçekten merak ettiklerinden emin değildim.

            Aras benden hızlı davranarak önüme geçtiğinde kapının önündeki iki güvenlik görevlisi de dikkatlerini üzerimize çevirmişlerdi.

            ''Dünkü yaşananlardan sonra öylece dışarı çıkamazsın,'' dedi.

            ''Beni buraya hapsetmeyi mi planlıyorsun?'' diye sordum.

            Sıkıntılı bir iç geçirdi. ''Seni güvende tutmayı planlıyorum.''

            ''Peki ya kalmak istemezsem... O zaman ne kadar ileri gidersin?''

            O anda güneş ışıklarının altında aydınlanan suratı onunkilerdi ama içindeki ruhu taşıyan adam kimdi bilmiyordum.

            ''Ne kadar gerekirse,'' dedi ciddiyetle.

            Güvenlik görevlisi araya girdi: ''Bir sorun mu var Aras Bey?''

            O anda zamanın yavaşlayarak duraksadığı, geri kalan her şeyin yok olarak yalnızca kalbimdeki garip sızlamayla baş başa kaldığım bir andı. Uzun süredir istediğiniz şeye ona tam ulaşacakken sonsuza dek kaybetmiş gibi hissettiğiniz oldu mu hiç? Katıksız bir düş kırıklığı hissidir, ulaşamadığınız şeyi artık istemiyormuş gibi yapmanız kifayetsizdir. Dünyadaki geri kalan her şeyi elde etseniz dahi, aklınız bir zamanlar en çok istediği o şeyde kalacaktır.

            Bir seçim yaptığınızda heba ettiğiniz tüm o olasılıkların sizi her daim istediğiniz hayata ulaştırabileceği ihtimali duygusal bir cehennemdi. Yanlış seçim yaptığınızı ancak yolun sonuna geldiğinizde anlardınız fakat çoktan alevli kapılar üzerinize kapanırdı.

            Benim için tamamıyla yasak meyve olan bir cezaya bakar gibi ona baktım, ona bakmak acı verdiğinden arkamı dönmem gerekti. İnsan onu her daim kovalayan geçmişinden gözlerini çevirerek kaçamaz, dedi bilinçaltım. Dün gece sığındığım bu evin belki de asıl savaş alanım olduğunu bilmeyerek yalnızca yürümeye başladım.

--

            Güneş bir dost gibi sıcaklığını üzerime düşürmüştü ve ben şehrin manzarasını gözler önüne seren bahçede dolu bir zihinle geziniyordum. Hiçbir hapishane böylesine gösterişli olmazdı herhalde ama Aras'ın biraz önceki sözleri buradan istediğim zaman ayrılamayacağımı kanıtlıyordu.

            ''Küçük Hanım!''

            İşittiğim sesle arkamı döndüğümde evin balkonundan eğilmiş bana bakan Uygar Bey'i fark ettim.

            ''Gelin bu ihtiyarla bir kahve için,'' dedi Uygar Bey.

            Bir anlık duraksamanın ardından kabul etmenin bir zararı olmayacağından başımı salladım.

            Merdivenleri çıkarak üst kata gittiğimde onu şehrin manzarasına açılan birçok pencerenin olduğu salonda buldum. Beni gördüğünde hafifçe doğrularak gülümsedi ve eliyle yanındaki koltuğa geçmemi işaret etti.

            ''Misafirim olmaktan mutlu gözükmüyorsun,'' dedi.

            ''Haberler sizin kulağınıza da gitmiş...''

            Orta yaşlarda esmer bir kadın kahvelerle birlikte geldiğinde konuşmak üzere araladığı dudaklarını mühürlemiş gibi sessizleşmişti. Kadına teşekkür ettiğimde çok geçmeden odadan çıkmıştı.

            ''Her horoz kendi çöplüğünde öter,'' dedi adam. ''Ve horozlar çöplüğündeki her hareketten haberdardır.''

            ''Böylesine gösterişli bir eve çöplük demek yakışık almaz... Fakat ben buraya ait değilim.''

            ''İnsanın yalnız olduğu her yer onun çöplüğüdür. Bu ev de yaşlı, huysuz ve hayli yalnız bir adama ait bir yer.''

            ''Eşiniz vefat mı etti?'' diye sordum.

            Kahvenin tadına baktığımda öylesine sertti ki yüzümü buruşturmayı kesememiştim.

            Uygar Bey bakışlarını uzaklara dikip hüzünle gülümsedi. ''Hayat içtiğin şu kahveden daha acı bir yer doğrusu... Hiç evlenmemiş ve ömrünün sonuna gelmiş bir adamdan daha acınası biri var mıdır?''

            ''Sadakat mı daha iyidir yoksa sevgi mi?'' diye sordu adam.

            ''Sadakate güvenmezsiniz, herkes ihanet etmesi gerektiği zamana kadar sadık kalır,'' dedim.

            ''İnsanların sevgileri yerine sadakatlerine güvenebilirsin Ecrin.'' Gözlerindeki mutsuzluğa rağmen dudakları yukarı kıvrıldı. ''Sevgi insanı öylesine güçsüzleştirir ki sonuna kendi rızanla gidersin... Doğru kişiye duyulan sadakat ise hayat kurtarır.''

            Nasıl cevap vereceğimi bilemeyerek bakışlarımı kaçırdım ve kahvemden bir yudum aldım. 

            ''Oğlum kendinden fazla seni düşünüyor,'' dedi Uygar Bey. ''Ama bu onu ilk defa böyle görüşüm değil.''

            Kahvenin acı tadı damağımda kaldığında duraksadım, Aras'ın kitabının arasında fotoğrafını sakladığı kızın yüzü gözümün önüne gelmişti.

            ''İzel'e olanlardan haberdarım,'' dedim gergince kıpırdanırken.

            ''Altın içinde yaşayan altın bir kız için ne kötü bir son.''

Gözlerini uzak bir noktaya dikip bir süre sessiz kaldı.

            Kızıl uzun saçları, kehribar rengi gözleri ve ufak, dolgun dudakları olan Lilith... Onu kabuslarımdan birinde görüp ürperdiğim anı hatırlamıştım. İzel'in hayaleti yanımızdaymış ve bizi izliyormuş gibi gergince kıpırdandım.

            ''İntihar etmiş olması beklenmedik olmalı,'' dedim en sonunda.

            Merakım Uygar Bey'in dikkatinden kaçmamıştı.

            ''İzel Akçalı, kimsenin zarar vermeye dahi yeltenmeyeceği kadar güçlü bir kadındı. Fakat zaaflarımız küçük hanım, bizi mahvederler.''

            O kızı daha tanımak, Aras'ı daha iyi anlamak demekti, bu yüzden sonuna kadar sorularıma cevap arayacaktım.

''Onun sonunu getiren şey neydi?'' dedim.

            Uygar Bey ise bilinçli olarak merakımı besleyen cümleler kuruyor gibiydi.

''İzel bir madde bağımlısıydı, polisler onun cesedini bulduklarında ve otopsi yapıldığında altın vuruşla öldüğünü açıkladılar.''

            Bir insanın ölümü... Karşımdaki adamın ağzından alelade çıkan kelimeleriyle nasıl tarif edilirdi? Her gün son bir umutla uyanıp çabalamaya devam ettiğimiz hayatımız sona erip ruh etimizden çekildiğinde, şanslıysak arkamızdan birkaç gün ağlanacaktı... Çok geçmeden ağlayanlar varlıklarımızı unutarak kendi var oluş mücadelelerine döneceklerdi. İnsanoğlu her şeye, ölüme bile alışabilirdi.

            ''Amca.''

            Aras'ın sesini duyduğumda yaşlarla dolu gözlerimi kaldırıp kapıya baktım. Bakışlarımız bir an için birbirlerini bulduğunda ettiğimiz kavgayı hatırladım. Aras'la anlaşamadığımızın farkındaydım, onunla yan yana olduğumuzda dışarıdan nasıl gözüktüğümüzü biliyordum. Öncelikle onun ölü olan kardeşinin yerine geçmiştim, sonrasında da ölü olan...

            ''Ne zaman geleceğini düşünüyordum, geç bile kaldın oğlum,'' dedi Uygar Bey.

            Aras birkaç adımda gelip yanımdaki boş yere oturduğunda tırnaklarımı avuç içlerime batırıyordum, bu benim gerildiğimde yaptığım bir şeydi. Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrimin olmadığı zamanlarda yaptığım bir şey.

            ''Her şey yolunda mı?'' dedi Aras.

            ''Meraklanma kız arkadaşınla yalnızca laflıyorduk,'' dedi Uygar Bey. ''Aras benim arabamı alıp Ecrin'i gitmek istediği yere götür.''

            ''Dünden sonra daha temkinli olmalıyız,'' dedi Aras.

            İhtiyar adam moraran gözaltı torbalarıyla bitkin görünüyordu. ''Dün ben yoktum, bugün ise geri döndüm.''

            ''Amca...'' dedi Aras.

            Uygar Bey kaşlarını çatmış, koltuğunda doğrulmuştu. ''Sözümü ikiletme oğul.''

            Aras'ın bir anlık duraksamanın ardından belli belirsiz başını sallayarak ayaklandığını gördüm. Amcasına verdiği değer ve duyduğu sadakatin ne kadar derin olduğunu o an anladım. İnsanların sevgileri yerine sadakatlerini tercih ederim, demişti Uygar Bey. Sevgi insanı öylesine güçsüzleştirir ki sonuna kendi rızanla gidersin... Doğru kişiye duyulan sadakat ise hayat kurtarır.

            Tutmam için elini uzattığındaysa birden beşe kadar saydım. Ne yapacağıma karar vermek için yeterli bir süre değildi belki ama daha fazla beklersem eğer uzattığı eli tutacağımı biliyordum. Ayağa kalkıp Uygar Bey'e selam verdim ve benden nefret eden tarafıma yenilenerek salonu terk ettim.

            Çıkış kapısında bekleyen güvenlik görevlileri bu defa gitmemize izin vermişlerdi, evden uzaklaştığımızda Aras arkamda yürüyordu. İkimiz de konuşmayı tercih etmemiştik. Arabasını park ettiği yere geldiğimizde kaldırımda dikilmeye devam ettim, omzunun arkasından dönüp o dikkatli bakışlarını üzerime dikti.

            ''Gelmiyor musun?''

            ''Taksiyle gideceğim,'' dedim.

            Cüzdanımın ve telefonumun yanımda olmadığını bir an için unutmuştum ama taksi parasını gittiğim yerde ödeyebileceğimi düşündüm.

            Aras sıkıntılı bir nefes verdi. ''Buna ne zamana kadar devam edeceksin?''

            Bunca zaman boyunca tutunduğum o cılız umut ışığı sönmüş gibi kayıtsızdım.

            ''Babamı dün o halde bırakıp kaçtım... Onu görmeliyim,'' dedim sessizce. ''Sensiz gitmem daha iyi olur.''

            Onu eli silah tutan, gözlerini acımasızlık bürümüş adamlarla birlikte, o bilinci kapalı bir şekilde yatarken bıraktım. Hangi çocuk babasına bunu yapar ki?

            Birkaç adımda yaklaşıp yanıma geldiğinde kolumu tutup babamla ettiğimiz kavgadan kalan morluk izlerini gösterdi.

            ''O adam için hala endişeleniyor musun?'' dedi Aras. ''Yaptığı her şeye rağmen, sana, annene yaptıklarına rağmen?''

            Umutlarını yitirmiş, bütün duyguları birbirleriyle savaş halinde olan herkes gibi omuzlarım düşük bir şekilde karşısındaydım.

            ''O benim babam!'' dedim çaresizce. ''Bana ve anneme kötü şeyler yaşattığı doğru ama kalbimi durduramam, kendimi sorgulasam da kendimden nefret etsem de... Hatta ondan nefret etsem de onu sevmeyi durduramam! Anlıyor musun?''

            Ağlamamak için çenemi sıktığımda beni yalnızca izlemekle yetinmişti, arkamı dönüp gitmenin en iyisi olduğuna karar verdim. Böylesine karmaşık duygularımı ben dahi anlamazken, bir başkasının, özellikle de onun anlamasına imkan olmadığını biliyordum.

            Gözyaşlarımızdan utanmamalıyız, demişti Dickens. Çünkü gözyaşları dünyanın kör edici tozunu yatıştıran kalbimizi yıkayan yağmura benzer... İçinizdeki tarifi olmayan acının somut bir kanıtıydı gözyaşı, bazen insanın boğazını yırtan bir yardım çığlığı, bazense yara bere içindeyim deme şekliydi. Ama mutluluğun böylesine kısıtlı olduğu, mutsuzluğun ise bir sınırının olmadığı bu dünyada daha fazla gözyaşı istemiyordum.

            Karşıdan gelen taksiyi durdurmak için elimi kaldırdım, benden nefret eden tarafım zihnimin uzak bir köşesinde yargılayan bakışlarıyla beni izliyordu. Kaybedeceksin, diyordu burnunu kıvırarak. Her şeyi kaybedeceksin.

            Taksi durduğunda kapıyı açmak için uzandığım sırada birinin beni sıkıca tuttuğunu hissetim, zayıf bedenimin güçlü kollar tarafından çevrildiğini. Çenesini kafamın üzerine yaslayıp bana sıkıca sarıldığını.

            ''Binme,'' diye mırıldandı Aras. ''Her şey için üzgünüm.''

            ''Sana yolun uzun, benimse devam edecek gücümün olduğunu söyledim... Beni taşıyacağını söylemiştin ama sen yalnızca yolumu kesiyorsun.''

            ''Zarar görmeni istemiyorum, benim yüzümden daha fazla acı çekmeni,'' dedi Aras.

            ''Yalnızca normal biri olmak istiyorum.'' Vücudumdaki bütün kaslar güçsüzleşmişti sanki. ''Aynaya baktığımda hasarlı bir kız görmek istemiyorum.''

            Çok mutlu bir aileye sahip olmasam da aynı evin içinde yaşayabilen, aynı masada yemek yiyebildiğim bir aileye sahip olmayı istiyordum. Küçüklüğünden beri birinin gelip beni kurtarmasını bekleyen, yorganın altına saklanıp ağlayan bu kızı özgür kılmak istiyordum.

            ''Sorun diğerlerinde... Hassas bir kalbe sahip olduğun için farklı hissetme. Duygusuz ve kötü insanların arasında normal olan sensin.''

            ''Beni böylesine boğan bu hikaye ne zaman bitecek?'' dedim sessizce.

            ''Yakında,'' dedi Aras. ''Ama bu hikaye düşündüğünden daha iyi bir sonla bitecek Atlas.''

            Dün gece Yağız'la terk ettiğim evime uzaktan bakıyordum, bir gecede bile hayatınız baştan aşağı değişebilirdi. Bir gecede kanlı canlı gördüğünüz biri artık nefes almıyor olabilirdi, içimden bir ses Yağız'ın da dün geceden sağ çıkamadığını söylüyordu.

            ''Bir polis ekibi dışarıda bekliyor,'' dedi Aras.

            Dün evimizin bahçesinde iki tane adam vurulduğu için olay yeri incelemesi yapılmış olmalıydı. Zihnimde beliren o adamların can çekişen görüntüsüyle yüzümü buruşturdum.

            ''Ben hemen döneceğim,'' dedim. ''Senin arabada kalman daha iyi olur.''

            Aras durumdan hoşnut görünmüyordu. ''Polisler senin de ifadeni alacak, baban yanından gitmene izin vermeyecek.''

            Direksiyonun üzerinde yumruk halindeki elini tutup parmaklarımızı birbirlerine kenetledim. ''Seni bekletmeden geri geleceğim.''

            Aras zoraki bir gülümsemeyle başını salladı ve uzanıp gamzemle dudağımın arasındaki yeri öptü. Başımı utandığım zamanlarda hep yaptığım gibi omzuna gömdüm, bu defa onunla aramızdaki manevi uzaklığı kapatmak için. Onun parfümünün ini olan boyun girintisine yaklaştığımda kasıldığını hissetmiştim. Bana yakın olmak onun da gerilmesine neden oluyordu ve benim hissettiklerim düşünülünce bu adil olsa gerekti.

             ''Aramızdaki tatsız şeyleri unutalım ve bir daha tartışmayalım. Anlaştık mı?''

            Cevap vermediğinde başımı kaldırıp ona baktım, uzak bir noktaya odaklanmıştı.

            ''Gitmemiz gerek,'' dedi telaşla. ''Kemerlerini tak.''

            Geriye çekildiğimde çoktan kontağı çevirerek arabayı çalıştırmıştı bile.

            ''Neler oluyor?'' diye sordum anlamayarak.

            ''Evi bekleyen yalnızca polisler değil, dün geceki adamlar da pusu kurmuş.''

            Dikiz aynasından baktığımda dün gece gördüğüm adamlardan birinin sokağın köşesinde dikildiğini fark ettim.

            ''Neden hala buradalar?''

            ''Dünkü yarım bıraktıklarını tamamlamak için.'' Çene kasları açığa çıkmıştı, arabayı tekerleklerin çığlık atmasına neden olacak kadar hızlı sürüyordu. ''Şimdi neden bu kadar endişelendiğimi anlıyor musun?''

            Sıkıntılı bir nefes vererek gözlerimi dışarıya çevirdim, Yağız'ın yanında olduğum için bir mermi karnıma isabet etmişti ve yara iyileşmeye başlasa da dikiş izleri bakiydi. Ve yine dün gece Yağız'ın yanında olduğum için hayatım tehlikede miydi?

            ''Neden Yağız'ın peşindeler?'' diye sordum.

            ''Asla geçmemen gereken yasaklı bölgeler vardır, o sınırı aşmakla kalmadı. Sınırı ortadan kaldırdı.''

İlk tanıştığımız zamanlarda birlikte yürüyüş yaptığımız sahile geldiğimizde arabayı uygun bir yere park etmişti. Neden durduğu konusunda bir fikrim yoktu, babamı görmeden döndüğümüz içinse canım sıkılmıştı ama bu konuyu tekrardan açmayı istemiyordum.

''Babana telefon etmek ister misin?'' dedi Aras.

Kendi telefonum cezalı olduğum için elimden alınmıştı ve onun bunu teklif etmesine sevinmiştim. Onu göremesem dahi sesini duymaya ihtiyaç duyuyordum, içimdeki beni endişeye boğan kurtçuklardan kurtulmak için.

''Teşekkür ederim,'' dedim telefonu alırken.

''Hemen dışarıdayım,'' dedi Aras.

Rehberden babamın telefon numarasını bulup aradığımda tuhaf bir heyecanın damarlarımda gezindiğini hissettim.

''Seni aşağılık herif! Beni ne yüzle arıyorsun?'' dedi babam hattın diğer ucundan.

''Baba... Benim,'' dedim titreyen bir sesle.

''Ecrin sen misin? Nerelerdeydin? Seni o kadar merak ettim ki...''

''Ben iyiyim, dünden sonra senin de iyi olup olmadığını öğrenmek için aradım,'' dedim.

''Evine dön kızım, her şey için özür dilerim. Sana korkunç şeyler yaşattım ama kendimi kontrol edemiyorum. Öfke kontrolü problemim olduğunu biliyorsun, bazen kendimi tanıyamıyorum bile...''

Sesindeki üzgün tını içimde uzun zamandır iyileştirmeye çalıştığım bir yarayı kanatmıştı.

''Eve şu anda dönemem.''

Bakışlarım beni biraz ileride bekleyen Aras'a yöneldi, sigarasının dumanını içine çekiyordu.

''O herifin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorsun, sana zarar verecek,'' dedi babam.

''Bana zarar vermeye çalışan kişiler var ama Aras onlardan biri değil.''

''Neyden bahsediyorsun?'' diye sordu telaşla. ''Yoksa Kutay denen o çocukla mı ilgili?''

Duyduklarım karşısında duraksadım, telefonu sıkıca kavrayan elim gevşedi.

''Sen Kutay'ın hayatta olduğunu nereden biliyorsun baba?'' diyebildim.

''Annen onunla görüştüğünü ve senin için endişelendiğini söyledi,'' dedi bir süre sonra. ''Kulağa akıl dışı geldiğini biliyorum ama o çocuktan da uzak durmalısın Ecrin.''

''Anlamıyorum... Neden hayatıma böyle kısıtlamalar koyuyorsun?''

''Bana güveniyorsan sözümü dinle ve evine dön,'' dedi babam. ''Eğer dönmezsen o pislik herifi polise şikayet edeceğim.''

''Baba sakın böyle bir şey yapma, olaylar senin düşündüğün gibi değil!'' Cevap alamadığımda telaş içinde yineledim. ''Baba duyuyor musun? Lütfen böyle bir şey yapma.''

Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp ekrana baktığımda aramanın sona erdiğini gördüm. Neden ne diyeceğimi dinlemeden telefonu öylece kapatmıştı ki?

Koltuğun başlığına yaslanıp önümdeki uçsuz bucaksız maviliğe gözlerimi diktim. Deniz bu hayatta en sevdiğim şeylerden biri ama acılarımı hep suratıma çarpıyor, diye düşündüm. Önceleri bana destek olsa da deniz artık sadece canımı yakıyor.

Arabanın kapısı açıldığında ve Aras geri döndüğünde kendimi toparlamaya çalıştım ama duygularım konusunda yalan söylemeyi beceremiyordum.

''Her şey yolunda mı?'' diye sordu Aras.

''Beni bir yere götürmeni istesem yapar mıydın?''

Kaşları yukarı kalktığında beni bir süre inceledi, ardından başını salladığında arkama tekrardan yaslandım ve her şeyin koca bir kabus olmasını dileyerek gözlerimi kapattım.

---

''Uzun sürmeyecek,'' dedim emniyet kemerimi çözerken.

Aras huzursuz gözlerle etrafı kolaçan ediyordu. ''Kutay'ı özlediğini bilmiyordum.''

''Onunla konuşmam gerektiği için buraya geldim,'' diye açıkladım.

Durumdan hoşnut görünmese de isteğimi yerine getirdiğini için minnettardım.

''Telefonum sende kalsın, bir şey olursa amcamı ara.''

''Bir sorun olmayacak, biraz rahatlaman gerek,'' dedim telefonu ceketimin cebine koyarken. ''Tekrardan teşekkür ederim.''

''Senin için yaptıklarımı benim bile aklım almıyor,'' dedi Aras.

Uzanıp onu yanağından öptüğümde dahi o gergin halini korumuştu. Arabadan inip eskiden sürekli geldiğim eve yürümeye başladım. Eski ve dökülmeye yüz tutan bir evde Kutay, ağabeyi İnanç ve annesi Özlem Teyze ile birlikte yaşıyorlardı. Maddi durumlarının pek iyi olmadığını biliyordum, hayatımın tamamıyla değişmeden önce Kutay bana bu yüzden hep mesafeli davranmıştı.

Zile bastığımda zaman daha yavaş akarak uzun bir süre beklediğimi zannetmeme yol açmıştı. Oysa kapı hafifçe aralandığında Özlem Teyze'nin alıştığım güler yüzüyle karşılaşmadım.

''Ecrin?'' dedi şaşkınlıkla.

''Merhaba Özlem Teyze, Tanrı misafiri kabul eder miydiniz?''

Bir anlık duraksamanın ardından başını sallayarak beni içeri davet etti. Eskiden Kutay'la birlikte okuldan çıkıp birlikte film izlediğimiz kanepeye oturdum. Anıların bazen tutunacak tek dal olması, bazense yaranızı kanatmak isteyen bir düşmana dönüşmesi ne garipti.

''Ortalık dağınık olduğu için kusura bakma kızım,'' dedi kadın mahcubiyetle.

''Olur mu öyle şey? Rahatsızlık verdiğim için siz kusuruma bakmayın asıl.''

''Ben sana soğuk bir şeyler getireyim,'' dedi Özlem Teyze.

''Lütfen zahmet etmeyin, çok kalmayacağım... Buraya Kutay'ı görmek için geldim.''

Geldiğimden beri rahat görünmese de o anda telaşlı göründü.

''O evde değil... Ağabeyi ile dışarı çıkmıştı,'' dedi.

''Bu kötü oldu, onu görmem gerekiyordu.'' Ayağa kalktığımda bakışlarım duvardaki aile tablosuna kaydı. ''Kutay'ın ölmemiş olması en çok sizi mutlu etmiştir.''

Bakışlarını kaçırdı. ''Yeniden bir arada olduğumuz için mutluyum.''

''İnanç kardeşinin yaşadığını söylediği için onun hasta olduğunu düşünmüştünüz,'' dedim.

Hastanede karşılaştığımızda İnanç'ın bir çeşit kişilik bozukluğu yaşadığını ve düzenli olarak doktoruyla görüştüğünü söylemişti Özlem Teyze.

''Ecrin'e böyle mi anlattın anne?''

Kafamı çevirdiğimde Kutay'ın kapının girişinde yaslanıp bizi izlediğini gördüm.

''Kutay... Bu konunun dışında kalmalısın,'' dedi annesi.

Aile meselesinin arasında kalmış gibi hissetsem de düşündüklerimi gizleyemedim. ''Kutay'ın dışarıda olduğunu söylemiştiniz.''

Özlem Teyze'nin yüzüne çaresiz bir ifade yerleşmişti, koyu renk gözlerini bana çevirdi.

''Ecrin şu anda iyi bir zaman değil, lütfen başka zaman uğra,'' dedi yalvarır gibi.

Kutay birkaç adımda yanıma geldiğinde beni bileğimden kavradı.

''Ecrin hiçbir yere gitmiyor ve artık gerçekleri öğrenecek,'' dedi Kutay.

''Oğlum sakin ol, her şeyi mahvedeceksin!'' diyordu annesi.

Kutay ağlamak üzere olan annesine bir an için baktı. ''Her şey zaten mahvoldu.''

Beni odasına götürdüğünde kapıyı arkamızdan kapattı eski arkadaşım. Bilgisayar masasının önündeki sandalyeye oturmamı sağladıktan sonra önümde diz çöktü.

Yeşil gözlerinde sahip olduğum ilk arkadaşıma ve ilk hoşlandığım çocuğa dair bir iz aradım ama değişmişti. Sarı saçları da eskiden olduğu gibi alnına dökülmüyor, onları kestirip sola doğru tarıyordu. Yalnızca dış görünüşünden kaynaklı bir değişiklik de değildi bu, iki buçuk yıl bir insanın başka bir insan olması için yeterince uzun bir süreydi. Eskiden her günümü birlikte geçirdiğim Kutay Evirgen de artık tamamıyla başka biriydi.

''Kaleiçi'ndeki yerimizde oturduğumuzda sana anlattıklarımı hatırlıyor musun?'' dedi Kutay.

Başımı salladığımda sözlerine devam etti.

''Babamdan yıllarca nefret ettim, bizi bırakıp gittiği için...'' Hüzünle gülümsedi. ''Oysa nefretimi hak etmeyecek kadar iyi biriymiş, annem İnanç'la birlikte beş parasız ortalıkta kaldığında onunla ilgilenip onu sevmiş. Babam hakkında çok fazla şey bilmiyorum ama iyi bir adam olduğundan eminim. İnanç'ın öz kardeşim olmadığını öğrenmekse benim için bir travmaydı.''

''O gün hikayenin sana ait kısmını anlattığını söylemiştin, geri kalanının annemde saklı olduğunu. Ama annem bana hiçbir şey anlatmadı,'' dedim.

''Herkes sevdiklerinden bir şeyler saklar, onların iyiliği için yaptıklarına kendilerine inandırırlar. Gerçekteyse sırlar yalnızca her şeyi mahvedecek bir sonun geri sayımını başlatır.'' Kutay cümlelerini özenle seçiyor gibiydi. ''Gerçekleri duymayı gerçekten istiyor musun?''

''Beni endişelendiriyorsun... Ama soruna gelirsek, evet istiyorum.''

''Sezen Hanım bir gün benimle görüşmek istediğini söyledi, sözleştiğimiz yerde buluşana kadar senin de bizimle olacağını zannediyordum... Oysa yanılmışım, sen orada değildin. O buluşmadan haberin dahi yoktu. Annenin beni hiçbir zaman sevmediğini biliyorsun ama o gün bana öyle gözlerle baktı ki eski kıyafetlerimden ve kendimden utandım.''

O anı yeniden yaşıyormuş gibi üzgün görünüyordu, ona destek olmak için omzuna dokundum.

''Utanacağın hiçbir şey yok,'' diyebildim. ''Annemin neden seninle buluştuğunu anlamıyorum.''

''Kızıyla görüşmeyi kesmemi söylemek için, ikimizin arkadaşlık etmesinin mümkün olmadığını anlamam için. Ona senin hayatından çıkmayacağımı söyledim. Masadan kalkıp gideceğim sırada çantasından bir zarf çıkartıp masaya koydu...''

Annemin bunları yapabildiğine inanamıyordum. ''Sana para teklif ettiğini söyleme sakın.''

''Keşke o zarfın içindekiler para olsaydı Ecrin... Vereceği para yalnızca gururumu zedelerdi. Ama zarfı açtığımda içinde yalnızca fotoğraflar vardı, hayatımda her taşı yerinden oynatacak fotoğraflar.''

Ellerini yüzünün arasına gömdüğünde bir süre hareketsiz kaldı, onu bileklerinden tuttuğumda kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Yeşil gözleri kanla dolmuş, gözaltıysa morlaşmıştı.

''O fotoğraflarda annem vardı ve senin baban...'' dedi düz bir sesle.

Onun kolunu tutan parmaklarım gevşemişti. ''Neyden bahsediyorsun sen?''

''Annem ve baban yıllar önce ilişki yaşamışlar ama baban annemi terk edip gitmiş... Annem karnındaki çocuğuyla bir başına kalmış, ailesi ise evlenmeden hamile kaldığı için anneme sırtını dönmüş.''

''Bu gerçek olamaz, böyle bir şey olamaz,'' dedim başımı iki yana sallayarak. ''Babam annemi aldatmaz bir kere, öyle bir adam değil o!''

''Gerçekleri istedin, kapalı bir kartı açıktan sonra geri kapatmayı istemenin önemi olmaz,'' dedi Kutay.

''Kutay senin neyi kastettiğinden haberin var mı? Özlem Teyze'den bahsediyoruz ve benim babamdan...''

Kutay ayağa kalkıp çekmecelerinden birinden bir fotoğraf çıkarttı ve bana uzattı. Kenarları yırtılmış, epey yıpranmış bir kağıda basılmış bir fotoğraf. Babamın gençlik fotoğraflarındaki haliyle birebir aynı olan bir adam ve Özlem Teyze'ye benzeyen gencecik, güzel bir kadının vesikalığıydı bu.

''İki buçuk yıl önce senin yaşadıklarının aynısını yaşadım,'' diye mırıldandı Kutay.

Fotoğrafı tutan ellerim titremeye başlamıştı ve bütün vücudumun buz kesti. Babam ve annemin hiçbir zaman mutlu bir evlilikleri olmadı ama babam nasıl başka bir kadınla annemi aldatabilir? Ve bu kişi nasıl bana arkadaşlığı ve sevgiyi öğreten çocuğun annesi olur?

Kutay yanıma oturarak beni sarstığında dahi hiçbir şey hissetmemiştim. ''Ecrin, beni korkutuyorsun. Lütfen kendine gel...''

''Özlem Teyze'nin karnındaki çocuk İnanç mıydı?'' dedim titreyen sesimle.

''Ona kötü günlerinde yanında olan adamın yardımıyla çocuğunu dünyaya getirmiş, yani benim babamın yardımıyla.''

Her zaman keşke bir kardeşim olsaydı diye düşünürdüm. Annem ve babamın kavga ettiği zamanlar bana sarılarak benimle birlikte ağlayacak bir kardeşim. Sahip olduğum bütün şaşalı oyuncaklarımı paylaşabileceğim bir kardeşim, hatta evdeki ölü sessizliği bozarak benimle kavga edecek bir kardeşe sahip olsaydım.

''İnanç benim kardeşim mi?'' diye sordum.

İkimizin de yaşlarla dolu gözleriyle birbirimize baktığımız o an sonsuza kadar sürsün istedim, onun bana duymaktan korktuğum cevabı vermemesini. Başını salladığında sol gözünden bir yaş döküldü, bir yerde okumuştum. 'Mutluluktan ağladığımızda ilk yaş sağ gözümüzden, üzüntüden ağladığımızdaysa sol gözümüzden akarmış.'

Birinin kalbime aynı anda bin tane iğne batırmasını yavan bir mutsuzluğa nasıl sığdırırdım? Tüm dünya ayaklarımın altından kayarken, hayat bir mat ile beni alaşağı etmişken yalnızca mutsuz olduğumu nasıl söylerdim?

''Sana inanmıyorum...'' dedim gözyaşlarımı tiksinerek silerken. ''Bir fotoğraf anlattıklarını kanıtlamaya yetmez.''

''İnanç da kabul etmedi, bu yüzden DNA testi yaptırdı...'' dedi Kutay.

Hışımla ayağa kalktığımda daha fazlasını dinlemeyecektim. ''Aklını kaçırmışsın sen, öldüğün konusunda bile yalan söyleyen birini dinlemeyeceğim!''

Odanın kapısını hızla açtığımda karşımda Özlem Teyze'yi buldum, onun da gözleri yaşlarla doluydu.

''Ecrin Sinan'ın evli olduğunu bilmiyordum yemin ederim...'' dedi kadın. ''Ben her şey için özür dilerim.''

Ona yalnızca bir an bakıp yürümeye devam ettim. Yalan söylüyorlar, diye tekrarladım. Bu gerçek değil, böyle bir şey gerçek olamaz. Her şey bir kabustan ibaret, birazdan uyanacağım ve ne kötü bir rüyaydı diyerek hayatıma devam edeceğim.

Evin kapısını açıp dışarı çıktığımda bir şey bütün hislerimi göğsümden söküp almıştı. Hissizliğin Tanrı'nın bize duyduğu merhameti olduğunu o an anladım. Titreyen bacaklarımla birlikte arabaya yürüdüm, Aras orada beni bekliyordu işte. Her şey yolunda, bakın her şey kaldığı gibi devam ediyor.

Arabaya bindiğimde kötü bir rüyadan uyanmış gibi ona sarıldım, öyle sıkı sarıldım ki beni gördüğüm kabustan uyandıran oymuş gibi. İlk başta şaşırsa da çok geçmeden ellerini belime yerleştirip kafasını saçlarıma gömdü.

''İçeride bir şey mi oldu güzelim?'' dedi sakin sesiyle.

''Sadece buradan gidelim, neresi olduğu fark etmez.''

Hafifçe geriye çekildiğimde alınlarımızı yasladı ve burnunu ağladığımdan dolayı kızarmış burnumu değdirdi.

''Yorulduğunda seni taşıyacağım, düşmene asla izin vermem,'' diye mırıldandı.

Sahip olduğum son gücü kullanır gibi gülümsemeye çalıştım, gerçekten bir sorun olmadığını tüm dünyaya kanıtlar gibi. Biraz önce duyduklarım, biraz önce öğrendiklerim birer kurmacaymış gibi. Emniyet kemerimi taktığında kontağı çalıştırdı. Geçmişimden ibaret olan bu evi geride bırakırken son gördüğüm yolun ortasında duran ve arkamızdan bize bakan eski dostumdu.

''O evde neler oldu?'' diye sordu Aras.

''Her ne yaşandıysa unutmak ve o anı hiç yaşamamış olmak istiyorum,'' dedim.

Ağlamaktan dolayı ağırlaşmış gözkapaklarımı kapatıp uyumayı düşündüm, uyuyup uyanınca her şey daha iyiye giderdi çünkü. Bitkin olduğumdan neredeyse uykuya dalacaktım da, eğer Aras arabayı bir anda durdurmasaydı.

Uyku akan kirpiklerimin arasından onun ön camı indirdiğini izledim.

''Ehliyet ve ruhsat lütfen,'' dedi bir polis memuru.

Aras aracın torpido gözüne uzanıp istediklerini polis memuruna teslim etti. Rutin bir kontrol olduğunu düşünerek etrafa bakındım ama bizden başka kimseyi durdurmamışlardı.

''Aras Bey, sizi emniyete kadar götürmemiz ve ifade vermeniz gerekiyor,'' dedi memur.

''Bir yanlış anlaşılma olmalı,'' dedi Aras.

Babamın bugün telefonu kapatırken söylediklerini hatırladım. Eğer eve gelmezsem Aras'ı şikayet edeceğini... Ama bunun yalnızca bir blöf olduğunu düşünmüştüm, gerçekten bunu yapmış olamazdı, değil mi?

''Avukatınız gelene kadar sessiz kalma hakkına sahipsiniz... Zorluk çıkarmadan bizimle gelin.''

Aras'la bakışlarımız birbirlerini bulduğunda şaşırdığını görebiliyordum.

''Memur Bey ne ile suçlandığımı dahi bilmiyorum,'' dedi Aras.

Babamın şikayeti yüzünden işlerin bu hale geldiğine ihtimal veremiyordum, babamın yaptıklarından dolayı içimde ona karşı katıksız bir öfke kaynıyordu.

''Babam size şikayet etmiş olmalı ama Aras hiçbir şey yapmadı... Ben kendi rızamla onun yanındayım ve reşidim,'' dedim.

Polis memuru ve Aras bana döndüğünde o günün daha ne kadar kötüye gideceğini merak ediyordum. Ve o anda da her şeyin her daim daha kötüye gideceğini söyleyen Murphy Kanunları karşıma çıkmıştı.

''Aras Bey, kasten adam öldürme suçundan zanlısınız.''

Continue Reading

You'll Also Like

568K 21K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
85.1K 5.1K 19
+18 öğeler içermektedir. Dağ sandığım, sırtımı yasladığım, yıkılmaz gördüğüm koskoca Narkotik büro amiri Tuna Atabeyli, dizlerinin üstüne çöküp ayakl...
48.2K 13.6K 36
"Seni uyardım! "Dişlerini sıkarak konuştuğunda onu ilk gördüğüm anda ki öfkesiyle yüz yüze geldim "şimdi buradan gidiyorsun! "Bir elini kolumdan çeke...
122K 10.2K 73
#58 "Kirli ruhun, tutsak bedenleri..." Doğrular ya da yanlışlar. Kurallar ve yasaklar... Hayatın kendisiyle tanışan bir grup gencin çevreleriyle olan...