YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

53 ''Kanlı Ay''

2.9K 192 64
By iremuzunay

Bir gün iyi niyetli kurbağa akrebe yardım eder. Akıntının ortasında kurbağa sırtında korkunç bir acı hisseder. İkisi de akıntının içine doğru sürüklenirken kurbağa sorar akrebe:

"Niye yaptın akrep kardeş? Bak şimdi ikimiz de öleceğiz."

Akrep döner ve şöyle der: "Ben akrebim, napayım benim huyum bu."

53

Ayın karanlığı dağıtan ışığı kendisinden değildir, yalnızca güneşin ışığının bir yansımasıdır. Fakat aya ışığı olmadığı halde güneşten daha özel bir yetenek bahşedilmiştir. Uzayda bulunduğu yere göre bir kısmı karanlık, diğer kısmı aydınlıkta kalır. Kendini gizler, gizini açığa vurur, bir bakmışsın tamamıyla karşındadır, bir bakmışsın tamamıyla yok olmuştur.

Tıpkı insana benzer bu yüzden, farklı göründüğü her şekil için bir safha adı takılmıştır insan tarafından. Tüm yüzeyini aydınlık görmemize izin verdiğinde ona Dolunay deriz, tümüyle karanlığa gömüldüğünde ise Yeniay. Hilal, ilk dördün, şişkin ay, son dördün diğer safhalarıdır.

Pek çok kimliği vardır, bu kimlikler yalnızca bulunduğu konuma göre değişir. Bu yüzden ışığını aldığı güneşten üstün, ışığı yansıtamayan insanla türdeştir. Tıpkı ay gibi, bir parçası her daim gizlidir insanoğlunun. Nerede bulunduğu, kim olduğunun apaçık cevabıdır. Bu yüzden biri tanınmak istendiğinde kiminle olduğu değil, nerede olduğu hesaba katılmalıdır.

''Yağız'la nasıl aynı tarafta olursun?''

Birinin kiminle olduğu değil, nerede olduğu önemlidir, diye tekrarladı bilinçaltım. Birinin neden o yerde olduğu daha önemlidir, diye cevapladım. Birini neyin oraya ittiği ve oraya hapsettiği daha önemlidir.

Serumum bittiğinde ve kan testimin sonucunda bir şey çıkmadığında eve dönmeme izin verilmişti. Zehir kanıma karışmadan yok edilmişse de bir ilaçtan daha kuvvetli bir zehir beni ele geçirmişti ve bu defa beni öldürmeden bırakmaya niyeti yoktu.

Bütün gece bir kurtçuk gibi içimi kemiren endişe, kemiğime kadar beni yiyip bitirmişti. Hala yaşıyordum, hala oradaydım ama cevabını veremediğim sorular mütemadiyen aklımdaydı. Neden yaşıyordum, nasıl ölecektim... Ve bundan sonra ne olacaktı?

''Bazen iki düşman ateşkes eder, ortak bir düşmanı ezebilmek için,'' dedi Aras.

''İki düşman nasıl birinin diğerine ihanet etmeyeceğini bilir?'' diye sordum.

''Bir kere boğazını sıkıp öldüremediğinde, gırtlaklayamadığın düşmana tabii olursun.'' Kapanmak üzere olan gözkapaklarının arasından yorgun gözlerle bana baktı. ''Geç oldu Atlas, eve gir.''

''Yağız'ın bahsettiği ölüm avcıları... Kimden söz ediyordu?''

''Buna daha fazla karışmayı istemezsin, gözlerini dikip ölmeni bekleyen akbabalar etrafındayken.''

Tıpkı ay gibi yine gizlediği bir tarafı vardı, emniyet kemerimi çözüp indiğimde onun da aynısını yaptığını gördüm. Yanıma gelip tereddütsüzce beni bileğimden tuttu ve serumun takıldığı yerdeki yara bandına dokundu.

''Canını yakanların, yanacak bir canı kalmayacak,'' dedi Aras.

''Peki ya senin etrafındaki akbabalar? Onlarla savaşırken nasıl yara almadan kalacaksın?'' diye sordum.

Gözlerindeki umursamazlık, kazanmayı arzulayan, kaybetmeyi önemsemeyen bir adama aitti.

''Ya her şeyden uzaklaşacağım ya da öleceğim. Benim için başka seçenek yok.''

İnsan bir kere karanlığa adım attığında karanlık ona yapışır, onunla bütünleşir, ondan ibaret olur... Gittiği her yerde kendini davet edeni takip edermiş. Aya benzesek de ondan farkımız bu, bir kere karanlığı seçen kişinin gördüğü aydınlık yalnızca bir yanılsama, bir seraptır.

Bastıramadığım bir koruma güdüsüyle eline uzanıp parmaklarımızı birbirlerine kenetledim, bize kimin zarar vermek istediğini bilmesem de onu bu şekilde yakınımda tutarsam ikimiz de zarar görmeyiz sandım. ''Hangisini seçeceksin?''

Aras boşta olan eliyle çenemi kavradı, başparmağı elmacık kemiğimin üzerindeydi, kafasını eğdiğinde alnını alnıma yaslamıştı. Donmaktan bir adım erken, yanmaktan bir adım geç, bir yasağı çiğnemekti ona yakın olmak. Bir günahı işlemek, yasaklı elmadan ısırmak ve en nihayetinde cennetten kovulmak.

''Kalacağım,'' dedi Aras. ''Peki ya sen Atlas... Sen ne yapacaksın?''

O gece anlamıştım, öyle bir hikayeydi ki bu; kimse için mutlu son yoktu, güçlü olan gücünü heba ederken ölecekti, güçsüz olan güçlü olmaya çalışırken. Asıl mesele ölmek değildi, nasılsa herkes ölecekti. Mesele bir şeyin uğrunda ölmekti, bazen bir aşığın, bazen ailenin, bazense henüz verilmemiş bir adaletin uğrunda ölmekti mesele.

''Ecrin!''

Adım seslenildiğinde gözkapaklarımı aralayıp önce karşımdaki adama baktım, o ses uğrunda ölmeyi göze alabileceğim adama ait değildi. Beni ölürken izlemeyi tercih etmiş bir adama aitti.

Günah işleyenler bunun bir bedeli olacağını bilirdi elbet, yalnızca o bedelin olabildiğince geç gelmesini umut ederlerdi. Geç veya erken fark etmezdi, affı olmayan her günah günahkarını cezalandırmak üzere geri dönerdi.

Ve o gece günahımın cezası beni ziyarete gelmişti.

''Baba?'' dedim.

Babam, kolayca öfkelenen ve öfkesi saman alevi gibi parlayıp sönen bir adamdı. Beni küçüklüğümden beri sıkı kurallarla yetiştirmiş, bu kuralların biricik kızını dışarıdaki tehlikelerden koruyacağını zannetmişti. Geriye dönebilseydim eğer ona söylerdim, bir çocuğu en çok ailesi yaralayabilirdi. Bir çocuğun evi hem onun sığınağı hem de onun savaş verdiği cephesiydi.

''Eve gir Ecrin,'' dedi babam.

''Baba...'' diye yineledim kısık çıkan sesimle.

Cümlemin devamı dudağımda acı bir tat bırakarak kaybolduğunda yalnızca yaklaşan kasırganın uğultularına kulak kesildim.

''Senin ne kadar aşağılık bir adam olduğunu biliyordum. Fakat Ecrin senin gibi değildi, onu neye zorladın?'' dedi babam.

Benimkilerin aynısı olan yeşil gözleri Aras'a odaklanmıştı, onun için çoğu zaman görünmez olduğumun farkındaydım ama o anda bana bakması ve beni görmesini her şeyden çok istiyordum. Annemle ayrıldığında onunla yaptığı evlilikten kalan bir artıkmışım gibi beni bir kenara atmasını nasıl sineye çekerdim?

''O beni bir şeye zorlamadı, ben çocuk değilim,'' dedim.

''Benim evimde kızıma nasıl bu gözle bakarsın?" diye bağırdı babam.

''Baba içeri geleceğim tamam mı? Lütfen gidelim.''

Babama doğru bir adım attığımda Aras benden hızlı davranarak önüme geçti, uzun gövdesinin arkasında kalakalmıştım.

''Ecrin seninle olmak istemiyor,'' dedi Aras.

Kafamdaki bir ses her şeyin daha kötüye gideceğini haber veriyordu. Ve bu kötü sonu değiştirmek için hemen şimdi bir şeyler yapmam gerektiğini.

''Aras her şey daha kötüye gitmeden bırak gideyim,'' diye mırıldandım.

Babamın suratındaki öfkeli ifade kayboldu, küçümseyen bakışlarını üvey oğluna dikmişti. ''Öyleyse kızım neden seni değil de beni seçiyor?''

''Hala anlamadın değil mi? Ecrin hiçbir zaman seni seçmedi, sen onun için bir zorunluluksun,'' diyordu Aras.

Her şeyi mahvederek büyüyen kasırganın bu defa durdurulamaz olduğunu hissettim. Ne babam ne de Aras geri adım atacak kişilikte değildiler.

''Sözlerine dikkat et seni adi herif. Ecrin'i kandırabilirsin ama beni kandıramazsın. Ben sana baktığımda senin o leş içini görüyorum.''

''Peki benim size baktığımda ne gördüğümü biliyor musunuz Sinan Bey? Eşine ve çocuğuna şiddet uygulayan güçsüz ve iradesiz bir adam... Ailenizi sevgileriyle yanınızda tutamadınız ve sevgiden çok daha güçlü bir silahı kullandınız. Korkularını.''

Babam Aras'ın üzerine atılıp onu gömleğinin yakalarından kavradı, ikisini bu hikayenin dışında kalmış bir figüran gibi yalnızca izleyebiliyor, bir şeyleri katiyen düzeltemiyordum.

''Benim işlediğim hiçbir günah kefaretsiz kalmadı, hepsini ödedim!'' dedi babam. ''Sen daha doğmamışken ben senin şu an geçtiğin yolları bitirmiştim! Şimdi kızımı benim elimden sen mi alacaksın?''

Aras babama öfkeden ziyade alaylı bakışlarla bakıyor, onun gömleğini tutan ellerinden kolayca kurtulabileceği halde babamla eğleniyordu.

''Sizi temin ederim, benim yürüdüğüm yolda siz tek bir adım atamazsınız Sinan Bey.''

Aras'ın arkasından ayrılıp bulunmam gereken yere, aynı kanı taşıdığım adamın yanına gittim. Kanın diğer her şeyden önce geldiği öğretilerek büyümüştüm. Ama babamı seçme nedenim Aras'ın zarar görmesini istemiyor oluşumdandı, benim yüzümden kimsenin canının yanmasına gerek yoktu. Bu kendimi ateşe atmak dahi olsa, günahımın bedelinden kaçamayacağımı biliyordum.

''Baba hadi eve girelim,'' dedim kısık sesimle.

Babam Aras'ın gömleğinin yakalarını hışımla bıraktığında bana öyle bir baktı ki bu bakışı asla unutamayacağımı düşündüm. Benden iğreniyormuş gibi, onun midesini bulandırıyormuşum gibi.

Beni kolumdan tutarak eve doğru çekiştirmeye başladığında kasırgayı durduramayacağımı o an anladım. Bu kasırga her şeyi yok etmek üzere başlamıştı ve amacını gerçekleştirmeden kaybolmayacaktı.

Omuzlarımın arkasından Aras'a baktığımda arabasına binmek üzere olduğunu gördüm, gitmeme öylece izin mi vermişti? Ben o zarar görmesin diye babamla gidiyorken o nasıl birazdan başıma gelecek şeyleri önemsemezdi?

Eve girdiğimizde babam kolumu ancak bırakmıştı, kapıyı sertçe arkamızdan çarptığında adımlarım geriye gidiyordu. Günahımın bedelinden kaçamayacağımı herhalde biliyordum ama cezanın bu kadar ağır olacağını hesaba katmamıştım.

''Sen benim sahip olduğum tek şeydin!'' dedi babam. Çok sevdiği antika heykeli alarak yere fırlattığında tırnaklarımı avuçlarıma batırdım, her şeyin düzeleceğini söyleyen tarafım beni, benden nefret eden Ecrin'le baş başa bırakmıştı.

''Hayatımda hiç kimseye sana değer verdiğim kadar değer vermedim!'' dedi bana doğru yaklaşırken.

''Baba lütfen sakin ol.''

Sinir krizi geçirdiğinin farkındaydım, öfkesini kontrol edemeyen bir adamdı babam. Ve öfkelendiği anlarda her şeyi yapabilen bir adam.

''Küçüklüğünden beri sorunluydun sen, hiç normal olmadın! Oysa tek istediğim herkes gibi sıradan bir çocuğa sahip olmaktı!''

Kaçmamam için beni kollarımdan sıkıca tuttuğunda gözlerindeki ifadeden korkuyordum, her şeyi yapabilecek bir adamın gözleriydi bu.

''Annene çekmişsin, o lanet olası kadına! Onun gibi sorunların var, onun gibi hastasın!''

Gözlerimi kapatıp yalvarmaya başladım. ''Baba lütfen bırak beni... Lütfen.''

''Sezen'le neden boşandık biliyor musun? Senin yüzünden! Doğumunun her şeyi düzeltmesi gerekirken bizi sen ayırdın!''

Kafamı iki yana salladım, ondan kurtulmaya çalıştıkça parmaklarını etime daha çok geçiriyordu. ''Ben bir şey yapmadım, böyle olmasını ben istemedim...''

''Yeni eşimin oğluna fahişelik yaparken ne düşüyordun? Hayatımı tekrardan mahvetmeyi mi?''

Ellerimi kulaklarıma götürüp onu duymamayı istedim, kolumu tuttuğundan bunu yapamamıştım. Dudaklarımı endişeyle dişlemeye başladım, o bana bağırdıkça daha da sert bir şekilde.

''Ben fahişelik yapmadım,'' diye fısıldadım.

Ben sadece yaşıyormuş gibi hissetmek istedim, içimdeki bu boşluk kapansın istedim. Ben de sadece normal bir kız olmak istedim baba...

''Ama bu defa hayatımı mahvedemeyeceksin! Eylül'den boşanmayacağım, senin ahlaksızlığına rağmen!''

Bu sözleri son raddeydi, kimse bana bunları söyleyemezdi. Hiç kimse. Karşısında çaresizlikle çöken omuzlarımı dikleştirdim ve ona her defasında yenilen küçük kız çocuğunu diri diri ateşe verdim.

''Sen kimsin ki beni yargılıyorsun? Aras haklıydı, sen insanları korkuyla yanında tutarsın çünkü sevgileriyle bunu asla yapamazsın!''

Babamın kollarımı kavrayan parmakları gevşedi ve beni bıraktığında geriye yalnızca kuvvetli bir acı kalmıştı. Parmak boğumları kızıl bir iz bırakarak tenime geçmişti, biraz önce tuttuğu yer şiddetle yanıyordu.

''Sevgi hakkında ne biliyorsun sen? O şerefsizin sana değer vereceğini mi düşündün? Erkekler senin gibi hasarlı, ruhsal sorunları olan kızlara dönüp bakmazlar bile.''

''Aras bana değer verdi, senin hiç vermediğin şekilde! Anlıyor musun?'' diye bağırdım.

''Öyleyse neden seni yalnız bırakarak öylece gitti?'' Sözleri bir bıçak darbesi gibi birer birer bedenime saplandı. ''Annesinin, babasının bile sevemediği bir kızı kim sever sanıyorsun?''

Daha fazla dizginleyemediğim gözyaşları beni tekrardan güçsüz bir kıza dönüştürürken son bir şey söyledim. Katıksız bir kin içime sığmayıp zerrelere dönüşerek dudaklarımda hayat buldu.

''Sakın öfken dindikten sonra gelip benden özür dileme. Seni bu defa affetmeyeceğim, seni ölene kadar affetmeyeceğim.''

Bu evde yaşadığım on sekiz yıl geride kalmışsa da kaç defa ruhumun dahi beni terk ettiğini hissederek odama çıktığımı hatırlamıyordum, kaç defa bu defa daha kötüsü olamaz dediğimi ve kaç defa daha da kötüsünün olduğunu...

Odanın ışıklarını yakmadan pencerenin pervazına gidip oturdum, babamın önünde ağladıysam da o anda tek bir gözyaşı dahi akmadı gözlerimden. Gökyüzüne bakıp ayı görürsem belki bir parça hayatta hissederdim, o gece ay dahi benimle değildi. Onu çok seven bir hayranını böylesine yıkılmış görmek istemediğinden tamamıyla gizlenmişti belki de.

Benim içim sökülene dek ağlamam gerekirdi, öyleyse bu yavan, bu katıksız hissizlik de nereden çıkmıştı? Babamın parmaklarının izi kaldığı yere tırnaklarımı batırmaya başladım, bir şeyler hissedene kadar, bu dünyada gerçekten yaşadığımı hissedene kadar.

Uzun tırnaklarım derimi çizdiğinde dudaklarımdan bir inilti çıkmıştı, hala hayatta olduğumu bu şekilde anladım. Hayatta olduğum sürece acının asla beni bırakmayacağını da. Tam saplandığım bu çukurdan çıkacağım derken birisi tırmandığım merdiveni çekiyor ve beni mütemadiyen düşmeye bırakıyordu.

O anda konuşmak istediğim tek kişi annemdi, beni en az babam kadar yaralayan kadının kollarında ağlamak istiyordum. Ta ki aptal gözyaşları kesilene dek.

Telefonumu salonda unutmuş olmalıydım, o anda aşağıya inip babamı tekrardan görmektense derimin yüzülmesini tercih ederdim.

''İnsan bir arpa yol almaz mı?'' diye mırıldandım.''Yanımda olacak ve hep yanımda kalacak birini aramak boşa çaba mı?''

Gökyüzüne tekrar bakıp ayı aradım, onu bulamayacağımdan emin olduğum halde. Hayat da hep böyle değil miydi, mutluluğu kovalar, sevgiyi umut ederdik; gerçekten var olmadıklarını bildiğimiz halde. Onları yakaladığımızı sandığımız anda sonsuza kadar kaybedeceğimizden emin olduğumuz halde.

Yalnızca gözkapaklarımı kapatıp bir çıkış yolunu hayal ettim, beni Harikalar Diyarı'na götürmeyecek ama beni buradan çekip çıkaracak o tavşan deliğini. Beni buradan başka herhangi bir yere götürecek bir delik, yemin ederim cehenneme açılsa dahi oradan atlardım.

☽☽

Babamla ettiğimiz kavganın üzerinden bir hafta geçmişti, Eylül eve gelmiyordu ve başından beri boşanmalarını istediğim halde suçluluk duygusu peşimi bırakmıyordu. Belki de babamın haklı olduğunu düşünüp vazgeçtiğim çok zaman oldu, onun açtığı temiz sayfasını yalnızca kirletmemiş o sayfayı koparıp atmıştım ben.

Telefonuma ve laptopuma el koymuştu babam, evden dışarı adım atmama izin yoktu ve o işe gittiği zamanlar beni gözetlesinler diye Jale Teyze'yi ve Poyraz Ağabey'i tembihlemişti. Eğer bu eve benim arkadaşlarımdan birini alırlarsa onlara olan güveninin biteceğini ikaz ederek.

Ettiğimiz her kavgada üç gün içerisinde gelip benden özür dilerdi babam, yaşlarla dolu olan gözlerini saklayarak. Ağlamaklı sesinden bilirdim gerçekten üzgün olduğunu, onunla küs kalmayı beceremezdim. Ama bu defa kusur yalnızca onda değildi, babamın beni incittiği ortadaydı ama ben de onun canını yakmıştım, gözümü dahi kırpmadan... Aras Gürsoy ile olan yakınlığımın cennetten sürgün edilmek olduğundan emindim ve bu beni ondan uzak tutmaya yetmemişti.

Aras ise benden uzak kalmak konusunda bir güçlük çekmiyor olsa gerekti. Benimle irtibata geçmeye çalışmamıştı bile, bir şeyi istediğinde onu kesinlikle yapabilen biriydi. Belki de seni düşündüğün kadar istemiyordur, dedi benden nefret eden tarafım.

Babamın nefret dolu gözleriyle bana bakarak kurduğu cümleler tekrardan kulaklarıma doldu. ''Annesinin, babasının bile sevemediği bir kızı kim sever sanıyorsun?''

Dünyanın acımasız bir yer olduğunu biliyordum ama yine de bir insanı sırf ailesi sevmiyor diye kimsenin de sevmeyeceği düşüncesi aşağılık bir kanıydı. Böyle insanların daha çok sevilmesi gerekirdi, adaletin eşitlikle sağlanabilmesi için.

Kapı tıklandığında bir süredir okuduğum ama aklımı veremediğim kitabı kenara koydum.

''Ecrin müsait miydin?'' diyen Jale Teyze'ydi.

Günlerdir konuştuğum tek kişi oyken başka kim olacağını tahmin etmiştim ki? Bana getirdiği yemek tepsisini çalışma masamın üzerine bıraktı.

''Aç değilim,'' dedim ona bakmadan.

''Kızım bak zaten kuş yavrusu gibi küçücük kaldın, kendini böylesine harap etme.''

Günlerdir odama en sevdiğim yemekleri getirse de iştahım kesilmişti, Kutay'ın ölüm haberini aldığımda da yemek yemem için zorlanmıştım. Giderek zayıfladığım için yüz kemiklerim dahi belirginleşmişti.

''Üzülmemi istemiyorsan ne yapman gerektiğini biliyorsun,'' dedim alınganlığımı gizlemeyerek.

''Baban sana yardım ettiğimi duyarsa eğer her şey daha kötüye gider, birkaç gün daha sabret...''

Ona arkamı dönüp kitabımı tekrardan aldım ve okuyormuş gibi yapmaya başladım. Jale Teyze ne kadar zor günler geçirdiğimi biliyordu ve ondan istediğim küçük bir ricayı dahi kabul etmiyordu.

Kapının kapanma sesini işittiğimde gittiğini sanmıştım ki yatağın kenarı bir ağırlıkla çöktü.

''Seni üzgün görmeye dayanabilir miyim ben?'' dedi kısık bir sesle. ''Bu öğlen Aras aradı ve sana bir mesaj iletti.''

Onun adını duyduğumda heyecanla yatakta doğruldum. ''Ne mesajı?''

''Bu gece Kanlı ay tutulması var, yirmi bir otuzda başlayacak, dedi.''

Kaşlarım çatıldığında hayal kırıklığımı gizlemedim. ''Bu kadar mı? Başka bir şey söylemedi mi?''

''Ecrin'in hoşuna gidecek diye de belirtmişti, sonra kapattı... Tuhaf çocuk.''

Aras Ay'ı ne kadar sevdiğimi iyi biliyordu ama onca şeyden sonra bana söyleyeceği tek şey nasıl bu olurdu?

''Sinan Bey oyalandığımı fark etmeden aşağı insem iyi olur,'' dedi Jale Teyze. ''Yemeğin hepsi bitecek, yoksa kalbimi kırarsın ona göre.''

Başımı belli belirsiz salladığımda odamdan çıkarak beni yalnız bırakmıştı, giderek küçülerek beni boğacağını hissettiğim dört duvarın arasında yapayalnız. Tek başına.

Dolabımın yanındaki duvar saatine baktım, dokuzu yirmi geçiyordu. Pencereden dışarıya baktığımda tutulmanın başlamak üzere olduğunu gördüm, ay hafiften kararmaya başlamıştı. Ay'ın bir kısmı karanlıkta kalmıştı ve tutulma devam ettikçe tamamıyla karanlığa bürünüp sonrasında koyu kırmızı bir rengi alacaktı. Aldığı bu renkten ötürü bu tutulmaya 'Kanlı Ay' denilirdi.

En azından bu gece ay gizlenmeden tamamıyla yanımda olacaktı, bir geceliğine de olsa buna tutunabilirim diye düşündüm. Pencerenin kenarındaki çıkıntılığa oturup bacaklarımı karnıma çektim ve kafamı göğe çevirdim. Aras'ın da aynı gökyüzünün altında bir yerde benimle izlediğini düşünerek. Onu olan özlemim dargınlığımı ezip geçecek kadar güçlüyse de bir şeyleri düzeltmek için uğraşmıyor oluşunu kaldıramıyordum.

Kapım tıklandığında saatler sonra duyduğum bu sesle irkildim, Jale Teyze tabakları almak üzere gelmiş olmalıydı.

''Kapıyı çalmana gerek yok Jale Teyze,'' dedim.

Kapı açıldığında hala dışarıyı izlediğimden ona dönmemiştim.

''Kapıyı çalmadan içeri girmemi isteyecek kadar güvenini kazandığımı bilmiyordum.''

İşittiğim bu sesle birlikte hışımla geriye döndüm ve kısacık kesilmiş sarı saçları, çoğu zaman giydiği takım elbisesi ve dudaklarından ayrılmayan alaylı gülümsemesiyle Yağız Kantar'ı gördüm.

''Sen... Burada ne arıyorsun?'' diye sordum.

Babamla çalıştığı için bu eve uğradığı olurdu ama odama çıkması bir ilkti, hem de babam evdeyken buna nasıl cüret edebilmişti?

''Kelime dağarcığına yeni kelimeler eklemelisin, biliyorsun. Bir örnek vermeme izin ver.'' Odama rahat bir şekilde girip döner sandalyeme yayılarak oturdu. ''Benden sonra tekrar et: Merhaba kurtarıcım.''

İşaret parmağımı ona doğru kaldırıp ikaz ettim. ''Odamdan hemen çık, yoksa babamı çağırırım!''

Siyah gözlerinde her zamanki küçümseme vardı. ''Öyleyse durma ama kendisi bu gece erken yattığından onu rahatsız etmek istemeyiz.''

''Ona bir şey mi yaptın?'' dedim yanına gittiğimde. ''Yağız babama bir şey yaptıysan...''

Bakışları kolumdaki morluğun üzerinde dolaştı. ''Onun canını yakmam seni üzer miydi? O senin canını yakmışken.''

Gerginlikle dudaklarımı dişlerken bir süre sessiz kaldım, veremediğim cevap onu keyiflendirmişti.

''Kurtarıcına karşı tam bir huysuz olsan da bu gece sana yardım edecek tek kişiyim. Eşyalarını topla, bu evden kurtulacaksın.''

''Seninle hiçbir yere gelmem, Aras seninle işbirliği yapmayı nasıl kabul etti bilmiyorum ama sen güveneceğim son kişi dahi değilsin,'' dedim.

''Ay Tutulması için gerekenleri bilirsin. İçinde yaşadığımız Dünya, her daim bir parçası gizli olan Ay yani sen ve bir de Güneş...'' Yağız ayağa kalktığında uzun boyunun yanında kendimi küçücük hissetmiştim. ''Eh güneş de ben oluyorum.''

Saate baktığımda dokuz buçuğa geldiğini gördüm ve Aras'ın mesajını hatırladım. Kastettiği şey Yağız'ın bana geleceği ve ona güvenmem gerektiği miydi?

''Önce Aras'la konuşmak istiyorum,'' dedim.

''Ben de süper güçlerimin olmasını... Ama bilirsin, her istediğini elde edemez insan.''

Yağız pencerenin yanında durup yukarı baktı. ''Vakit gelmiş görünüyor, fikrimi değiştirmeden sözümü dinlemen yararına olur.''

Söylediklerini görmezden geldim. ''Babama bir şey yaptıysan eğer...''

Yağız bana bakmıyordu, tüm dikkatini dışarıdaki bir noktaya vermişti. Neler olduğunu anlamadığım bir anda güçlü bir ses işitildi ve refleks olarak kulaklarımı kapattım. Gürültü kesildiğinde yumduğumu fark etmediğim gözkapaklarımı araladım ve odamın penceresinin paramparça olduğunu gördüm. Yerler cam parçalarıyla doluydu.

Yağız pencereden uzaklaşarak duvara yaslanmıştı ve en az benim kadar hazırlıksız yakalanmışa benziyordu.

''Hemen buradan çıkmalıyız!'' diye bağırdı.

Eğilerek pencerenin önünden geçip yanıma geldiğinde beni kolumdan yakaladı ve onu takip etmemi sağladı.

Kolumu ondan kurtarmaya çalışarak sordum. ''Neler oluyor? Biraz önce ne oldu?''

Yağız merdivenlerde duraksayıp bana döndü, kesik kesik nefes alıyordu. Gözlerinde ilk defa alaydan başka bir ifadenin varlığını fark ettim, kaybetmekten korkuyordu.

''Ay tutulmasının olduğu dönemlerde birçok felaket yaşanabilir, denizlerde gelgitler, sel felaketleri, tsunami ya da depremler... Bu gece biz de bir felaketle karşı karşıyayız ve bu felaketten kurtulmalıyız.''

Cevap vermemi beklemeden beni yeniden çekiştirmeye başladı ve merdivenlerden aşağı salona gitti. Salondan bahçeye açılan kapıdan geçecekti ki koltuğun üzerinde bilinçsizce yatan babamı gördüm.

''Babam... Ona ne yaptın?'' dedim kolumu kurtardığımda.

Koşarak babamın yanına gittiğimde nabzı olağan halinden daha yavaştı, ölü olmasından terk farkı yavaşça inip kalkan göğsüydü. Ondan nefret edebilirdim, ona kin besleyebilirdim ama herkesi kaybetsem bile onu kaybedemezdim. O benim babamdı, her şeye rağmen damarlarımda akan kan onun kanıydı.

''O iyi, yalnızca birkaç saat uyuyup uyanacak!'' dedi Yağız.

Evin diğer tarafından işitilen bu defa daha şiddetli sesle birlikte donakaldım, Yağız beni kollarımdan tutarak ayağa kaldırdı. O sırada bir erkek sesi koridorda yankılanmıştı.

''Kaçamayacağını biliyorsun Kantar, bu defa değil!''

Sakin adımlarla nerede olduğumuzu biliyor gibi salona girdiğinde onunla ilk göz göze gelen ben oldum. Orta boylu, beyaz tenli ve kömür karası uzun saçları olan bir adam. Yüzünde gözünü kırpmadan birine zarar verebilecek bir ifadesi olan bir adam.

''Bir bok bildiğin yok Çakı!'' dedi Yağız. ''Bu defa da.''

Ve cebinden çıkardığı silahını tereddütsüzce ateşler ateşlemez beni yakaladı ve bu defa canımı yakıp yakmamayı önemsemeden çekiştirmeye başladı. Bahçeye çıktığımızda bahçenin diğer tarafındaki garajdan çıkmamız gerekecekti. Arkamızdan silah seslerinin geleceğini zannetmiştim ama etrafımızda ölüm sessizliği vardı. Çıkış kapısına geldiğimizde bir an için kurtulduğumuzu düşünmüştüm ama rahatlayacak vaktim olmadı.

Siyahlar içinde yüzlerinde maske olan iki adam karşımızdaydı, ciğerlerim havasızlıkla yanarken soluklarım alabildiğine hızlanmıştı.

''Senin derini canlı canlı yüzeceğim ama kızın zarar görmemesi için yalvarabilirsin,'' dedi adamlardan biri. ''Bir faydası olacağını zannetmem ama yalvarman babamın hoşuna gidecektir.''

''Beni ne çabuk unuttun Çekiç? Bir yılanın derisini yüzerek onu öldüremezsin, kestiğin derinin üzerine yeni bir deri giyer ve senin canını almak için geri dönerim.''

Yağız namlusu ona yöneltilen iki silaha rağmen öylesine serinkanlı duruyordu ki, yanındaki bense baştan ayağa titriyordum. Adrenalin ve korku bedenimi ele geçirmişti.

Kolumu bıraktığında diğer pantolonunun kenarına uzandı ve ikinci bir tabanca daha çıkardı.

''Babaya selam söyleyin, yakında yanınıza o da gelecek,'' dedi Yağız.

Bir an bile düşünmeden elindeki iki silahı da aynı anda ateşledi ve önümüzdeki iki adamı öylece vurdu. Kulaklarımı tırmalayan sesle birlikte korkuyla gözlerimi yumdum, oysa yerde son nefeslerini veren iki adamdan korkmuyordum. Beyaz gömlekleri kızıla boyanan iki adam, tıpkı Ay'ın o geceki yüzeyi gibi kan içinde çırpınıyorlardı... Midemin karnımın içinde hareketlendiğini hissederken ayaklarım geriledi. Yağız tereddüt etmeden ve şüphe duymadan nasıl kolayca birini vurabilmişti?

Kolumu tekrardan tutmak üzere bana yaklaştığında kafamı iki yana salladım.

''Sen... Sen bir katilsin!'' diye bağırdım. ''Seninle gelmeyeceğim.''

''Aras'a bir söz verdim, seni ona götüreceğim. Bir katil bile verdiği sözü tutmalıdır,'' dedi Yağız.

Yüzünde hiçbir pişmanlık yoktu, siyah gözleri bir şahinin dikkatiyle etrafı kolaçan ediyordu. Uzak bir yerden siren sesleri geldiğinde yeniden huzursuzca kıpırdandı, beni orada bırakıp gitmek istediğinden emindim ama gitmiyordu. Sebebi verdiği söz olamazdı, nefret ettiği eski dostu için yakalanma ihtimalini riske atmayacak bir adamdı Yağız. Öyleyse neyin peşindeydi?

''Polisler gelmeden gitmeliyiz Ecrin,'' dedi.

Kafamı iki yana salladım. ''Ben suçlu değilim, senin aksine. Kaçmama gerek yok.''

Yağız onun sabrını zorluyormuşum gibi öfkeli görünüyordu. ''Sen suçlu değilsin, sen uğruna suç işlenen birisin... Emin ol, sen olmak daha kötü.''

Neyi kastettiğini anlamayarak ona baktığımda üzerime atıldı ve bu defa kasti olarak canımı yakarak beni onunla gitmeye zorladı.

Yağız'ın arka sokaktaki arabasına bindiğimizde birkaç polis arabası evimizin önüne gelmişti ve içeri girmeye hazırlanıyordu. Onların yanından olayla hiç alakası olmayan iki kişi gibi öylece geçtik, bizi fark etmediler. Ama polisler fark etmedi diye bu olay hiç yaşanmamış mıydı gerçekten?

Yerde çırpınarak son nefeslerini veren o iki adamın görüntüsünü böylesine netken nasıl hiçbir şeyi yaşanmamış sayabilirdim ki?

''Babam... Babamı evde bıraktık, ona bir şey olduysa...'' Cümlemi tamamlayamamıştım.

''Seni temin ederim ki Sinan Atlas'a bir şey olmaz,'' dedi Yağız iğneli sesiyle.

''Nasıl bu kadar emin konuşabilirsin?'' diye sordum. ''O adamları gördüm, önüne çıkan herkese zarar verebilecek adamlardı.''

''Akrepler kıskaçlarını birbirlerine batırmaz.'' Bir an için yoldan ayırdığı ruhsuz bakışlarını üzerime dikti. ''Baban da onlar gibi.''

''Kim gibi? Neyden bahsediyorsun sen?''

Cebine uzandığında telefonunu çıkardı ve bir numarayı tuşlayıp kulağına götürdü. Arabayı öylesine hızlı sürüyordu ki ani dönüşlerinde savrulmamak için kemerimi taktım.

''Genelde kurtardığım insanların daha az konuşmasını tercih ederim Aras,'' dedi Yağız. ''Unutmuşum... Ben kimsenin kötü adamlardan kaçmasına yardım etmem, ben kötü adamların kaçacağı bir adamım.''

Bir süre hattın diğer ucundaki eski dostunu dinledikten sonra gülümsedi.

''Ecrin ve senin sandığınızdan daha çok ortak noktanız var, o da onu koruyacağıma dair verdiğim söze sadık kalmayacağımı düşünüyordu.''

Dikiz aynasına bir süre baktıktan sonra küfür savurdu, geriye döndüğümde birbirlerinin aynısı olan iki arabanın hemen arkamızda olduğunu gördüm. Bunun yoldaki herhangi bir araba olması için her şeyimi feda ederdim.

Yağız telefonu ağzına götürdü. ''Beş dakika içinde konuştuğumuz yere gel!''

Telefonu aralık olan camdan dışarı fırlatıp gaza asıldığında korkmuş birine benzemiyordu, daha ziyade bu kovalamacadan haz alıyordu. Telefonunu neden dışarı attığını anlamamıştım, o gece yaşanan hiçbir şey anlamlı gelmiyordu.

Bacaklarım titriyordu ve ellerim buz kesmişti. ''Ne yapacağız?''

Yağız ıssız görünen bir sokağa saptı. ''Bir suçluyla birlik olmayacağını düşünüyordum, beni etkilemeyi başardın Ecrin.''

Emniyet kemerinin kayışlarına sıkıca tutunup bekledim, kanlı ayın getirdiği bu felaketin dinmesini... Çünkü başka ne yapılırdı bilmiyordum.

Çok geçmeden Yağız işlek olmayan dar yollarla çevrili bir patikada durdu, geriye baktığımda arkamızdaki arabaları göremedim.

''Onları atlattık mı?'' diye sordum.

Yağız biraz önce yaşanan her şey çok sıradanmış gibi dışarı çıktı ve arabasına yaslandı. Emniyet kemerinden kurtulup yanına gittiğimde bakışlarını Ay'a dikmişti.

''Önce tamamıyla karanlığa gömüldü, sonrasında kanlandı... Sırada ne var biliyor musun?'' dedi Yağız.

''Aydınlanacak,'' diye cevapladım. ''Tutulma bittiğinde eskisinden daha parlak görünecek.''

Sözlerim onu teskin etmişti, bir süre yüzümdeki her ayrıntıyı incelendiğinde kafasını salladı. ''Aras'ın seni neden Ay'a benzettiğini anladım.''

Kaşlarım çatılmıştı. ''Nedenmiş?''

Yukarıdaki yoldan bir arabanın bize doğru yaklaştığını gördüğümde refleks olarak Yağız'ın yanına gittim.

''Aras gelmeyecek mi?''

Yağız kalçasını arabasından ayırıp gelenlere doğru yürüdü. ''Cevabını bildiğin soruları sorma, küçük kız.''

Gelen Aras değildi, bizi takip eden arabalardan biriydi. Yağız benden uzaklaştığında aşağı yola baktım, bize doğru gelen bir araç daha vardı. Bize yaklaştığında bu defa sormama lüzum yoktu, Aras gelmemişti.

Etrafımızın tamamıyla kuşatıldığını ve sonumuzun geldiğini düşündüm. Yağız'la ikimizi birlikte tutan bir son, bir kere merminin nasıl bir tadı olduğunu öğrenmişken yeniden vurulmak istemiyordum. Bu şekilde ölmek istemiyordum, dikişlerim daha yeni kaybolmuşken yine kurşunu hissetmek istemiyordum. İstemiyordum işte!

''Ecrin!''

Adımın oldukça alelade olduğunu düşünürdüm, adımı hiç sevmemiştim. Ecrin, Tanrı'nın hediyesi manasına geliyordu ve babamın geçen günkü sözlerinden sonra anlamıştım ki, ailemin hayatına bir hediye olarak değil bir ceza olarak girmiştim. Onların sevmek zorunda kaldıkları bir cezaydım ben, onların büyütmek ve katlanmak zorunda kaldıkları bir ceza.

Ama arkamdaki üçüncü sokakta Aras'ı görmek, Aras'ı hatırlamak istemediğim o geceden sonra görmek ve adımı onun sesinden duymak... Fevkalade bir histi.

Yağız'ın telaşlı sesini işittim. ''Aras'a koş!''

Sonrasında yalnızca kulağımı tırmalayan silah sesleri vardı, hiçbir yere bakmadım, arabasının içinde beni bekleyen Aras'tan başka hiç kimseye.

Arabanın kapısını açıp bindiğimde silah sesleri kesilmişti, Aras tekerleklerin çığlık atmasına neden olacak şekilde U dönüşü yaptığında yolun ortasına baktım. Takım elbiseli adamlar ateş etmiyorlar, birlikte bir noktada duruyorlardı.

Yağız'ın hareketsiz bir şekilde yattığı yerde.

''Aras... Yağız vurulmuş!''

Yağız, tıpkı karanlığa gömülen ay gibi öylece geride kalmıştı.

''Aras ona yardım etmeliyiz!'' dedim.

Bana cevap vermeden yalnızca ıssız yolda arabayı sürmeye devam etti. Bu defa onun kolunu tutup onu sarstım.

''Aras beni duymuyor musun? Yağız vuruldu!'' diye bağırdım.

Arabayı ani bir frenle durdurduğunda direksiyonun üzerindeki elleri yumruk halindeydi.

''Bu gecenin böyle biteceğini biliyordu, her şeyi planlamıştı,'' dedi Aras.

Yaşadığım her şey öylesine ağır gelmişti ki kabullenmemek için direniyordum, ağlamamak için çenemi sertçe sıktım ama aptal gözyaşlarını durduramadım.

''O senin arkadaşındı... Onu... Onu nasıl o halde bırakırsın?'' dedim titreyen sesimle.

Aras yüzüme bakmıyor, önümüzdeki boş yolu izliyordu.

''İkimiz de birbirimizle oynuyorduk, ikimiz de birimizin önce ihanet edeceğini biliyorduk... Yalnızca ilk hamleyi yapanı merak ettiğimiz için oynadığımız bir oyundu bu.''

Aras Gürsoy'u bir parça da olsa tanıdığımı düşünürdüm, kimseye göstermediği kişiliğini bana gösterdiğine inanırdım. Ama yanımdaki adama baktığımda onu hiç tanımadığımı fark ettim, acımasız sözleri kanımı dondurmuştu.

''Gözümün önünde iki kişi öldü, babamı baygın haliyle evde bıraktım ve beş dakika önce yanımda olan adam vuruldu... Belki çoktan ölmüştür. Bütün bu olanlara nasıl oyun dersin?'' dedim.

Bana baktığında gözlerinde hiçbir ifade yoktu, bomboştu. ''Sana insanların ay gibi olduğunu söylemiştim. Herkesin bir parçasını gizlediğini, en karanlık parçasını. İşte bu da benim gizlenmiş tarafım.''

''Herkes bir parçasını gizleyebilir ama herkes gözünü bile kırpmadan adam öldüremez,'' dedim. ''Yağız sözünü tutmak için kendini feda etti, beni kurtarmak için vuruldu! Geri döneceğim, sen istediğini yapabilirsin.''

Arabadan indiğimde uçsuz bucaksız görünen yolda yürümeye başladım, bacaklarımda en ufak bir güç dahi kalmasa da bunu yapacaktım, bunu yapmak zorundaydım.

Ondan kaçtığım adam çok geçmeden bana yetişip önüme geçmişti, onu tekrardan gördüğümde sevineceğimi düşünmüştüm ama hissettiğim hayal kırıklığıydı. Karanlığa ait olduğunu söyleyerek kötü şeyler yapmak yalnızca aciz insanların numarasıydı.

Onu belki de ilk defa öyle çaresiz gördüm, her zaman gösterdiği yıkılmaz adamdan eser yoktu.

''Yağız ölmeyecek ama bizim buradan gitmemiz gerekiyor, Atlas,'' dedi acı çeker gibi.

''Sen de Yağız gibisin... Konu ölüme geldiğinde öylesine eminsiniz ki...''

Beni durduramayacağını anladığında birkaç adımda bana yaklaşıp elime uzandı ve parmaklarımızı birbirlerine kenetledi.

''Kendini bile bile ateşe atmayacak kadar kurnaz bir adam o... Benim güvenimi kazanmak için en değer verdiğim şeyi kullandı.''

Sıcaklığı buz kesmiş parmaklarımı ısıtırken öylesine yorgundum ki ona yaslanmak istedim, beni yorulduğumda taşıyacağını söylemişti. Ve ayakta duracak halim dahi yoktu.

''Neyi kullandı?'' dedim gözlerimi kapatarak.

Onun her defasında mantıklı düşünmemi engelleyen güzel yüzüne bakmak istemiyordum.

''Seni.'' Alnını başıma yasladığında birbirlerinden güç bulmaya çalışan iki bedenden ibarettik. ''En değer verdiğim şeyi kasıtlı olarak tehlikeye atıp sonrasında onu kurtardı.''

Sesi bütün korkularımı dağıtır gibi yumuşacıktı, ona teslim olmayı istedim. Onu tanımadığımı düşünsem de bu yabancıya sarılarak içim sökülene kadar ağlamayı istedim.

''Bunu neden yapsın... Neden hayatını riske atsın Aras?''

Çenemi narince kavrayarak ona bakmamı sağladı ve içime işleyen bal rengi gözleri bir an için her şeyi unutmama neden oldu. Bir eli yanağımdayken diğeri sıkıca belimi kavramıştı. Bu dokunuş, bu koku, bu gözler bu adam... Sevginin en büyük zaaf olduğunu o an anladım, çok kötü şeyler yapmış birinin o kötü yanını dahi sevebileceğinizi.

''Ona borçlanmam için,'' dedi Aras. ''Yağız saplandığı bataklıktan çıkamayacağının farkında ve beni de yanına çekmeden batmaya hiç niyeti yok.''

Continue Reading

You'll Also Like

122K 10.2K 73
#58 "Kirli ruhun, tutsak bedenleri..." Doğrular ya da yanlışlar. Kurallar ve yasaklar... Hayatın kendisiyle tanışan bir grup gencin çevreleriyle olan...
85.1K 5.1K 19
+18 öğeler içermektedir. Dağ sandığım, sırtımı yasladığım, yıkılmaz gördüğüm koskoca Narkotik büro amiri Tuna Atabeyli, dizlerinin üstüne çöküp ayakl...
6.8M 8.1K 19
Karanlığın Hassas Noktası ~Tek Kalp Beş Kardeşlik Serisi -1 (FINAL) Mortena Yayınları farkıyla yakında raflarda olacağız! Tanıtım Hayat hep kurallar...
1.3M 60.3K 73
İlk aşkın acısını hala duyumsayan bir kalp tekrar aşık olabilir miydi? Arya, kendine bu soruyu sorduğunda iş işten çoktan geçmişti... Genç kızın t...