YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
53 ''Kanlı Ay''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

52 ''Ölüm Avcısı''

2.6K 180 54
By iremuzunay

''Bir kere ihanete uğradın mı anılar sana bataklık olur, hatırladıkça çekerler seni içeri, hatırladıkça affetmek istersin; çünkü affetmek unutmak demek, öncesini hatırladıkça sonrasını unutmak istersin. Çırpınma boşuna, o hançer bir kere saplanınca sırtına... Çıkarmaya kalktıkça iyice kalbine gömersin.''

52

13 Aralık 2015.

Annemin, hayatı uçlarda yaşadığı, mutluyken kanatlarını çırparak göğe ulaştığı, onu gökten yerin en dibine itecek küçük bir sorunda ise, kanatlarını koparıp bir daha uçmak istemediği türden bir hastalığa sahip olduğunu öğrendiğim gündü.

13 Aralık, bana yeniden hayata dönebilmem için uzanan bir elin çekildiği bir gündü aynı zamanda. Küçük bir çocuğun karşıdan karşıya geçerken ihtiyaç duyduğu bir elin onu bir anda bırakışı, o çocuğun yolun tam ortasında kalması demekti.

Aras gitmişti. Kendimi açıklayabilmem için fırsat dahi vermeden. O günden sonra eve gelmemiş, telefonlarımı ya meşgule atmış ya da onlara geri dönmemişti. Onunla konuşmak için evine gittiğimdeyse yalnızca açılmayan kapıya yaslanıp özür dilediğimi söylemiştim. Ve bir de onu gerçekten özlediğimi.

Hayatın tuhaf bir eşitlik anlayışıyla döndüğünü o zamanlar öğrenmiştim, yitirdiğiniz her şeyin karşılığında kazanacağınız bir şeyi verirdi hayat. Bana iyi gelen bir şeyi kaybettiysem de, o günlerde bana destek olan bir şeyi kazanmıştım. Ya da kazandığımı sandım.

Annemin bana hastalığıyla ilgili anlattıklarını dinlerken titremeyecek kadar katılaşmamıştı kalbim. O yıpranmış kalple onu dinleyip anlamaya çalıştım. Bizi geçmişe kolayca götürecek yerlere gidip eski günlerin lafını dahi açmadığımız günler geçirdik. Aramızın iyiye gitmesinin yanında annemle aynı fikirde olmadığımız bir konu vardı.

Annem Kutay'ın beni tekrar üzeceğini ve bu yüzden onunla asla görüşmemem gerektiğini düşünüyordu. Bir kere giden er ya da geç yine terk edermiş. Anneme iki yıl önceki o kız olmadığımı söylememe gerek yoktu, bunu zaten biliyordu. Sahip olduğu tek arkadaşına aşık olan savunmasız Ecrin artık yoktu, yalnızca o arkadaşını affetmeyi seçmişti. İnsan onu ilerlemekten sürekli alıkoyan birini affetmezse devam edemezdi çünkü.

Kutay'ı gerçekten affedip affedemeyeceğimi bilmiyordum fakat onca zaman sonra onun yakınında olmak beni dibe çeken geçmişimin ağırlığını hafifletmemişti. Gözlerini uzak bir köşeye dikip yalnızca hatıralarıyla var olan, ruhu etinden giderek çekilen bir cesede dönüşmekten korkuyordum. Dönüşüyordum da.

''Aklından geçenleri bilmek isterdim.''

Uzun bir süredir hayatımda olan ama kum saatindeki kumları giderek azalan Doruk beni gökyüzü kadar mavi gözleriyle izliyordu. Birlikte her zaman buluştuğumuz kahveciye gelmiştik, Sayra işleri olduğu için bize katılamayacağını haber verdiğinden yalnızdık.

''Beni tanıyorsun, her zaman çok fazla düşünüyorum ve buna engel olamıyorum,'' dedim kahvemin tutamacıyla oynarken.

''İnsanların boş bir kafatasıyla gezdiği bu dönemde nadide bir özellik,'' dedi Doruk. ''Ama öte yandan, son zamanlarda seni tanıdığımdan emin değilim.''

Kaşlarım çatılmıştı. ''Ne demek istiyorsun?''

''Hayatının garip bir evresindesin. Kim olduğundan emin olamıyor, yanıtları mütemadiyen arıyor, bulamadıkça kayıtsızlaşıyorsun. Aynaya baktığında gördüğün senin yüzün ama artık o bedene ait değilsin. Kendi derinin bile sana uymadığını fark ettin ve bir çıkış yolu aradıysan da bulamadın.''

Hayatımın o dönemini daha iyi anlatacak cümleleri kimsenin kuramayacağını bilerek gülümsemeye çalıştım.

''Bu 'garip' evreyi yaşamış biri gibi konuştun,'' dedim.

Doruk kanserin sardığı ciğerleriyle sıkıntılı, derin bir nefes verdi.

''Depresiflik, ölüme yaklaşmanın yan etkisi Ecrin. Seninse önünde uzun, aydınlık bir yol var.''

Gülümsememin dudaklarımda canlanması ve can vermesi bir olmuştu. Hatırlamak istemediğim gerçekler suratıma acımasız bir tokat gibi iniyor ve onları unutmamı mümkünsüz kılıyordu.

''Neden konuyu her zaman ölüme getiriyorsun?'' diye sordum. ''Beni inciteceğini bildiğin halde.''

''Seni asla incitmeyeceğimi biliyorsun, yalnızca senin hiçbir şeyde yıkılmayan güçlü bir kadın olduğundan emin olmak istiyorum.''

O gün fark etmiştim ki yeni bir şeyi kazanmayı ummuyor, yalnızca çoktan sahip olduklarımı yitirmemekle ilgileniyordum.

''İkimiz de yetişkin bireyler olduğumuzda yeniden bu kafeye geleceğiz. Ve sana şık bir ceket giymiş, saçlarını ensesinde sıkıca toplamış, topuklularıyla özgüven içerisinde yürüyen bir kadın olarak elimi uzatacağım.''

Uzun süredir hayal kurmayı bırakmıştım ama gözlerimi kapattığımda geleceğin nasıl olacağını merak etmeyi kesemiyordum. O sırada umutlarımı bir toz bulutuna dönüştürerek benden çalacak tanıdık bir ses kulaklarıma doldu. Oldukça tanıdık ama bir o kadar da alışılmadık.

''Benimle konuşacakların varmış, değil mi maviş?''

Arkamı döndüğümde aramızın bozuk olduğu ve bir süredir görmediğim Aras'la karşılaştım. Gri bir Lacoste tişört, koyu renk bir kot giyinmişti, saçları her zamanki dağınıklığıyla geriye taranmıştı. Yanımdaki sandalyeye oturduğunda parfümünün tanıdık kokusu ciğerlerime doldu. Deniz kenarında büyümüş, denize aşık bir kıza evini hatırlan o esanslı koku...

Yanımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda neden burada olduğunu anlamayarak ona bakıyordum. Beni sahilde bırakıp gittiği günden beri aramalarıma ve mesajlarıma cevap vermediğini hatırladığımda ona hayranlıkla bakan tarafımı öldürüp önüme döndüm.

''Geldiğin için teşekkür ederim,'' dedi Doruk.

Aras gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktığında beni tamamıyla yok sayıyordu, güneş kahverengi saçlarını ve gözlerinin o hoş tonunu belirginleştirmişti. Onun yakınlığından çekinen ben artık ondan uzak kalmaya katlanamıyordum ve kalbimi yoracak kadar iyi görünmesi adil değildi.

''Yalnız olacağımızı sanıyordum,'' dedi Aras.

''Yalnız olacaksınız.'' Doruk bir ona bir de bana bakarak ayaklandı. ''Siz ikiniz konuşurken ben hemen dışarıda bekleyeceğim.''

Pekala, Doruk birkaç gündür suratımın ne kadar asık olduğundan ve Aras'la ettiğimiz kavgadan haberdardı. Ve bana her daim destek olan arkadaşım ikimizi görüştürmenin bir yolunu bulmuştu. Kendi yöntemiyle. Ama Aras Gürsoy'u tanımıyordu.

Yalnız kaldığımızda Aras'ın masanın üzerindeki eli yumruk halindeydi, çene kasları gerilmişti. Gergin olduğunun farkındaydım ama ben onu böylesine özlemişken onun böylesine kayıtsız kalması içimi burkmuştu.

''Aras...'' diye mırıldandım.

Sesim kısık, çekingen ve özlem yüklü çıkmıştı, başını iki yana sallayarak kalkacağını anladığımda kolunu tuttum. Beni apaçık okuyabilen bal rengi gözleri gözlerime değmiyordu ama kollarımı boynuna dolayıp ona sarıldığımda beni görmesi gerekmezdi. Başımı boyun girintisine yaslayıp kokusunu böylesine yakından hissettiğimde beni görmesi gerekmezdi. Beni görmesini değil, yalnızca benimleyken var olduğunu söylediği kalbine ulaşabilmeyi istiyordum. Ölü bir kıza hayata geri dönebilmeyi öğreten bir adamın, o kız için ne anlama geldiğini anlamasını istiyordum.

Ona sarıldığımda bu kez elleri belimdeki yerinde değildi, aramızdakinin küçük bir dargınlıktan daha güçlü olduğunu o an idrak ettim. Beni hafızasından silmiş gibi mesafeliydi. Geriye çekildiğimde buz gibi bakan bakışlarıyla karşılaştım ve ateşe değmişim gibi irkilerek ondan uzaklaştım.

''Üzgünüm, birbirimizi özlediğimizi düşünmüştüm...'' dedim.

Acımasız kelimelerini tereddüt etmeden söyledi. ''Benim ne düşündüğümü bilmek istemezsin.''

İçimde giderek büyüyen bir ateşin kızgınlığı, ona olan özlemimi ezip geçti. Günlerdir içimi kemiren endişeyle kıvranırken, o nasıl da her şeyi bir anda kenara atıp gönül rahatlığıyla uzağa çekilirdi?

''Beni dinlemedin bile, her şeyi açıklayacaktım,'' dedim sessizce.

Gözlerini kısarak bana baktığında böylesine kayıtsız olmasından nefret etmiştim. Aras'ın böyle bir adam olduğunu biliyordum. Kimsenin ne düşündüğüyle ilgilenmez, sert bakan bal rengi gözleri, yalnızca alayla bükülen dudaklarıyla kimseye gerçek kişiliğini göstermezdi. Ama o sabah bana da herkese davrandığı şekilde davranmasından nefret etmiştim.

''Açıklamalarla ilgilenmediğimi biliyorsun, Atlas.''

Aramızdaki sorunun bu defa kelimelerle çözemeyeceğimiz kadar büyük olduğunu idrak ettiğimde kafamı eğdim, tırnaklarımı avuçlarıma batırarak kabullenmeye çalıştım. Ama beni yiyip bitiren çaresizliğin öylece kabullenmeye niyeti yoktu.

''Yağız'la neden buluştuğumun bir önemi yok değil mi?'' diye sordum.

Aras'ın sıkılmış gibi bir iç geçirerek yerinden kalkmasını izledim.

Tamamen bir yabancıya dönüşerek, ''O piç herifin adını duymak istemiyorum,'' diyerek.

O beni arkasında bırakırken bu konuşmanın burada bitmeyeceğini düşündüm. Çantamı ve kot ceketimi alarak peşinden gittim. Yolun karşısına geçip arabasına bindiğinde bir şeyleri düzeltmek için geç olduğunu geç de olsa anlamıştım. Sizi dinlemek istemeyen birinin suratına işitmediği kelimeleri çarpamazdınız. Kaburgalarınız göğsünüze doğru kırılıyor gibi hissettiğinizde, içinizi deşen hüznü boğup atın. Kabullenmek ölümü hızlandırsa dahi daha az hasar verir.

Ben de öyle yaptım, bana hayata dönmeyi öğreten adamın önüne çıkan tek bir tökezlemede nasıl gidebildiğini kabullendim. Ama hışımla Aras'ın arabasının önüne atlayarak yolunu kesen Doruk bunu kabullenmemişti. Bense yolun ortasındaki kaldırımda bütün hikayenin dışında kalmış bir karakter olarak onları izliyordum.

''Ecrin'e bir pislik gibi davranmadan önce onu dinlemeliydin!'' dedi Doruk.

''Arabanın önünden çekil,'' diye karşılık verdi Aras.

''Onu dinlemediysen de beni dinleyeceksin Bay Narsist. O piç herifi Ecrin'in hayatına sokan sendin, canının yanacağından emindin ama bu seni durdurmadı... Her şeyi bildiğini zannediyorsun ama Yağız'ın Ecrin'i tehdit ettiğinden biraz olsun haberin var mıydı?''

Aras'ın direksiyonu kavrayan ellerinin çözüldüğünü gördüm, bir anlık duraksamadan sonra arabasından inip Doruk'un yanına gitti.

''Neyden bahsediyorsun?'' diye sordu Aras. ''Ecrin'i neyle tehdit ediyordu?''

''Cevabı ikimiz de biliyoruz,'' dedi Doruk. ''Ecrin onu bir gün bırakacağından emin olduğu halde sana körkütük bağlandı. Onun için bir tür uyuşturucusun, ona zarar veriyorsun ama seni yine de istiyor... İnan bana onu hak etmiyorsun.''

Doruk arkasını dönüp karşıya geçeceği sırada beni gördü ve yürümeyi kesip duraksadı. Beni kendimden daha iyi anlamasına mı yoksa böylesine çaresiz bir ruh halinde olmama mı daha çok içerlediğimden emin değildim.

Yaşlarla dolu olan gözlerim Aras'ınkilerle buluştuğunda çenemi sıktım, duygularımı tüm çıplaklığıyla gördüğünü bilsem de güçsüzlüğümü açığa vurmayı istemiyordum.

Doruk yanıma gelene dek gözlerimiz birbirlerini esaret altına tutmuştu, arkadaşım yanıma geldiğindeyse ona sıkıca sarılıp gözlerimi yumdum. Kapalı gözkapaklarımdan acımı kanıtlayan gözyaşları yanağıma düşüyordu.

''Buna gerek yoktu ama gerçekten teşekkür ederim...'' diye mırıldandım.

Doruk'un güçlü kolları zayıf bedenimi narince sarmıştı. ''Her şeyin en iyisini hak ettiğini unutsan bile sana hatırlatmak için orada olacağım.''

Gözlerimi açarak geriye çekildiğinde Doruk'un parıldayan gözleri karşımdaydı ama biraz önce Aras'ın olduğu yere döndüğümde kabullendiğimde bile içimi deşen hüznü boğup atamayacağımı anladım. Aras gitmişti.

&

''Gülmenin surat asmaktan daha kolay olduğunu biliyor muydun? Gülmek için 17 kasımızı kullanıyoruz, somurtmak içinse 43 kasımızı.''

Sayra bacaklarını birbirini üzerinde kavuşturmuş, döner koltukta oturarak beni izliyordu. Bense yatağımın içinde saçlarım birbirlerine karışmış, uyumaktan gözlerim şişmiş bir halde bitkisel hayattaydım.

''Tuhaf... Bunu hiç haz etmediğim bir adam da söylemişti,'' dedim.

Yağız Kantar'ı ve garip diyaloglarını hatırlamak şu anda istediğim son şey dahi değildi.

''Senin haz etmediğin bir adam var mı?'' diye gözlerini devirdi Sayra. ''Doğru bir tane vardı ve onun yokluğunda üç çocukla ortada kalmış bir dula benziyorsun.''

''Gerçekten mi Sayra? Bilerek mi yapıyorsun?''

Yorganı tamamıyla üzerime çektim, belki de altında havasızlıktan ölürdüm. Ama konu ölüme gelince dahi istediğimi yapmama izin yoktu.

''Sana verdiğim dersleri hiç dinlemedin, değil mi?'' dedi yorganı üzerimden çekerken. ''Erkekler ayrılık sonrasında karşılarında üzüntüden perişan olmuş kadınları görmek istemezler. Ama dünya yıkılmış da altından sapasağlam çıkmış gibi davranırsan işte o zaman dipleri düşer.''

Sayra'ya başından beri gizlediğim Aras'la ilgili çoğu şeyi anlatmıştım, bu kadar geç haberi olduğu için bozuk atsa da sonrasında başından beri her şeyi yanlış yaptığımı anlamamı sağlamıştı. Üstelik bir erkek nasıl kendinden uzaklaştırılır adında bir kitap yazabileceğimi söylemişti.

''Daha kaç kere söylemem gerekiyor? Aras ve ben ayrılmadık, aramızda hiçbir şey yoktu!'' dedim.

''O halde neden aynı yatakta uyuduğunuzu açıklayabilir misin? Dudaklarınızın birbirine yapışma nedeni de öpüşmek değil, bir kuş gibi birbirinizin ağzına yem kusmanızdı herhalde.''

''İğrençsin!'' dedim yüzümü buruşturarak.

Yastığı alıp ona attığımda gülmeye devam ediyordu Sayra.

''Sen burada depresyona girerken fıstık gibi çocuğu kimler götürüyordur kim bilir?'' dedi umursamazca. ''Ama benim tavsiyelerimi istemiyorsan ağlamaya devam edebilirsin.''

İçimde bir süredir uyuyan kıskançlık tekrardan geri döndüğünde yorganı üzerimden atıp ayaklandım. Ve sonrasında pişman olup olmayacağımı kestiremediğim şeyi yaptım.

''Sarı saçlarının altındaki tuhaf zihninden geçen en az çılgınca olan şeyi söyle, dinleyeceğim,'' dedim.

***

Gelinin kız kardeşi edasıyla süslenmiş bir halde, dantelli beyaz elbisemle, her zamankinin aksine düzleştirilmiş saçlarımla bir yere gelmiştik. Aras'ın ve arkadaşlarının takıldığı mekana. Fakat Sayra'nın kafasında dönen tilkiler bu gece için işe yarayacağa benzemiyordu.

''Onca yolu boşuna geldik, Aras burada değil!'' dedim Sayra'ya dönerek.

''Bu gelmeyeceği anlamına gelmez,'' dedi arkadaşım koluma girerek.

Birlikte boş yerlerden birine gidip oturduk ve ben Aras'ı görebilme umuduyla etrafı izlemeyi sürdürdüm.

''Sana yaptığım bu kıyağı unutmayacaksın!'' dedi Sayra telefonunu bırakarak.

''Ne kıyağı?''

''Birazdan anlarsın,'' diye gülümsedi.

Anladım da. İyi giyinmiş, dönem filmlerinden gerçek dünyamıza yolculuk yapmış gibi görünen epeyce yakışıklı bir çocuk masamıza gelmişti. Sarı kıvırcık saçları ve özenle çizilmiş çene yapısıyla birlikte.

''Merhaba hanımlar,'' dedi reverans yaparak, gözleri olması gerekenden daha uzun bir süre üzerimde kaldı. ''Eşinden boşanmış ve üç çocuğuyla ortada kalan kız sen olmalısın.''

Bana uzatılan elle birkaç saniye bakıştım ve sırıtarak bizi izleyen Sayra'ya döndüm.

''Neler oluyor?'' diye sordum.

''Seyit, benim eski bir arkadaşım Ecrin'ciğim. Ve bu kibar beyefendi bu gece onun damı olmanı kabul etti,'' dedi Sayra.

''Yapmış olamazsın!''

''Aras'ı geri istemiyor muydun?'' dedi Sayra kulağıma doğru. ''Erkekler doğuştan birer avcıdır ve rakiplerinin olduğunu bilmek isterler.''

Sayra pek fazla ilişki yaşamamış olsa da erkekler konusunda çok fazla şey biliyordu ve bunları nereden öğrendiğinden emin değildim. Yalnızca, ondan tavsiye isteyecek kadar umutsuz bir durumda olduğuma içerliyordum.

''Bunu sonra konuşacağız!'' dedim imalı bir şekilde.

Çocuğun eli daha fazla havada kalmasın diye uzanarak sıktım.

''Kusura bakmayın, Sayra sürpriz yapmayı çok sever,'' dedim mahcupça.

''Her şeyden haberim var Ecrin...'' Çocuğun gülümsediğinde bütün bir şehri aydınlatacak beyaz dişleri vardı. ''Kendimi daha az kullanılmış hissetmem için en azından bize bir şeyler ısmarlayabileceğini umuyorum.''

''Pekala,'' dedim imayla.

Çantamı alarak kalktığımda Sayra'ya atabildiğim en ölümcül bakışı atmıştım ama bütün ilgisini dönem dizilerinden gerçek dünyaya fırlamış çocuğa çevirmişti.

Bir şeyler almak için bar kısmına gittiğimde boş olan tabureye oturdum. Harika, içkiyle arası hiç olmayan bir kız olarak ne içmek istediklerini sormayı unutmuştum. Omuzlarımın ardından geriye dönüp onlara baktığımda gülüşerek sohbet ediyorlardı.

''Ecrin?''

Önümü döndüğümde barın diğer kısmında dikilen, aşinası olduğum bir yüze denk gelmiştim. Buraya en son geldiğimizde kuzenim Gökalp'i dayak yemekten kurtaran ve Gökalp'in sızıp kaldığını Aras'a haber veren adamdı. Adından emin olmak için yaka kartını kontrol etmem gerekti.

''Alp,'' dedim.

''Bu gece yalnız mısın?'' dedi imalı bir tonla.

Geçen sefer Aras'la olan oldukça mahrem anımızı gördüğünü hatırladığımda utançla gözlerimi kaçırdım.

''Arkadaşımlayım.''

''Aras bir süredir ortalarda görünmüyor,'' dedi Alp. ''Her şey yolunda mı?''

''Bütün müşterilerle bu kadar ilgileniyor musun?'' diye sordum. ''Yoksa Aras'ın arkadaşı falan mısın?''

''Arkadaş olduğumuzdan emin değilim ama Aras'la en yakın arkadaşım sayesinde tanıştım,'' dedi gülümseyerek.

Her şey alabildiğine ters gidiyordu ve o gece için kibar kalma kotamı doldurmuştum.

''Belki de Aras'ı yakın arkadaşına sormalısın,'' dedim.

''Sana ne vermemi istersin?'' dedi konuyu değiştirerek.

Üç tane alkolsüz kokteyl istediğimde hazırlamak üzere uzaklaştı, geri döndüğünde içeceklerin parasını ödemek için kartımı uzattım.

''Bendensin,'' dedi tepsiyi uzatırken. ''Aras'a onu merak ettiğimi söylemen yeterli.''

İtiraz etmeme dahi izin vermeyip gözden kaybolduğunda Sayra'nın ve sanat eserine benzeyen arkadaşının yanına geri döndüm.

''Neden bu kadar uzun sürdü?'' diye sordu Sayra. ''İçki üretmek için mayalama yaptığını düşünecektim.''

''Bu gece alkolsüz içiyorsunuz,'' dedim tepsiyi onlara uzatarak.

''Bana uyar,'' dedi Seyit. ''Eve arabayla döneceğim.''

Orada kendimi tamamıyla fazlalık gibi hissedeceğim derin bir sohbetin içindeydiler, bense çoktan biten içeceğimin pipetini ısrarla çekiştirmekle meşguldüm. Gözlerim Aras'ı bulma umuduyla etrafta gezinse de elimdeki hiçlikle yetinmek zorundaydım. Kavga ettiğimiz günden beri beni yok saydığı için tam anlamıyla hayalet gibi hissediyordum. Fakat o anda midemdeki ağrı, bir hayaletin hissedebileceğinden çok daha kuvvetliydi. Midemi bozmanın tam sırasıydı gerçekten.

''Kıskandıracağımız adam nerede?'' diye sordu Seyit benim varlığımı hatırlayarak.

''Benim bundan haberim yoktu, her şeyi Sayra ayarlamış,'' diye açıkladım.

Sayra masanın altından bacağıma vurmuştu. ''Maksat birlikte vakit geçirmekti, öyle değil mi Ecrin?''

''Sana vakit geçirmeyi göstereceğim ben,'' dedim tatlı tatlı gülümseyerek.

''Babam erken eve dönmemi istemeseydi bu gece birlikte eğlenmeyi çok isterdim ama ikiniz benim yerime de eğlenin.'' Sayra çantasını takıp hızlıca ayaklandıktan sonra, Seyit'e uzanıp vedalaştı. ''Ecrin sana emanet yakışıklı.''

''Sayra nereye gidiyorsun?'' dedim arkasından ayaklanarak.

Sayra bana sarıldığında kulağıma eğilip ''Sana verdiğim taktikleri hatırla ve onları birebir uygula.''

O giderken arkasından seslenmiştim. ''Seni öldüreceğimi biliyorsun, değil mi?''

Bir an için arkasını dönüp el sallamıştı. ''Katı ebeveynleri olan yalnızca sen değilsin.''

Sonrasında sarı saçlarını savurarak gidişini izlemiştim.

''Seni yiyeceğimden mi korkuyorsun?'' dedi Seyit.

Kendimi her türlü durumda rezil etme potansiyeline sahip olduğum için ne şanslıydım!

''Bu seninle alakalı değil, konu Sayra'nın benimle ilgili şeylere benden habersiz karar vermesi.''

İçeceğini yudumlarken omuz silkinmişti. ''Sayra Sargın klasiliği.''

Gecenin ilerleyen saatlerinde kuvvetli sancının midemi terk edeceğini ummuştum ama durum giderek kötüleşmişti. Sayra kafasında kurduğu planın uğrunda Seyit'le beni yalnız bırakmıştı ve hiçbir anlamda ortak noktamız olmadığından enerjimiz tutmuş değildi. Ayrıca çocuğun üzerine kusma ihtimalim her dakika artarken onunla ne konuşabilirdim ki?

Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda ayaklandım. ''Benim lavaboya gitmem gerek.''

Seyit bir şeyler dediyse de dinlemeyerek yalnızca yürümeyi sürdürdüm, bir süre sonra kolumu tutan bir eli hissettiğimde Seyit'in endişeli bakışlarıyla karşılaştım.

''İyi görünmüyorsun Ecrin,'' diyordu.

Onu bırakıp koşarak tuvalete gittim ve boş bulduğum ilk kabine girdim, midem kuvvetli bir çalkalanmayla yandığında klozete doğru eğildim. Kusmaktan gerçek anlamda tiksindiğimden ötürü kendimi dizginlediğim için boğazım ağrıyordu. Başkalarına yalan söylemeyi beceremesem de kendimi inanmayı istediğim yalanlarla kandırırdım. İyiye gidecek, dediğimde inandırıcıydım. Hep iyiye gider, değil mi?

''Ecrin, neredesin?'' diyordu aceleci bir ses.

Tuvalet kabininin diğer tarafındaki ayakkabıların bir kadına ait olmadığını gördüm.

''Ecrin, kapıyı aç!''

Yerden kuvvet alarak ayağa kalktığımda ve kapının sürgüsünü çektiğimde aramda buzdan bir duvar bulunan adamla o defa karşı karşıyaydım. Bir engel olmadan. Aras'ın karşısında yine en savunmasız, en çıplak halimle dikiliyor, beni apaçık okuyan dikkatli bakışlarından kaçmayı belki de ilk kez istemiyordum.

''Aras...'' diye mırıldandım. ''Ama sen nasıl?''

Beni kolumdan tutarak tuvalet kabininden dışarı çıkardığında etraftaki meraklı bakışlar üzerimizdeydi.

Aras makineden peçete koparıp bana uzattığında neyi kastettiğini anlamıştım. Aynanın diğer tarafından bana bakan ölü kızın yüzü biraz önce kustuğundan dolayı berbat haldeydi. Midemin karnımın içinde döndüğünü tekrar hissettim, yeniden kusmak istemiyordum.

''Burası bayanlar tuvaleti,'' dedi içlerinden biri.

Aras benden uzaklaşıp tuvaletin kapısını açarak dışarıyı işaret etmişti.

''Kendinize bir iyilik yapıp burayı terk edin 'bayanlar','' dedi Aras öfkesini zar zor dizginlerken.

İçerdeki herkes homurdanarak çıktığında kapıyı hızlıca çarparak yanıma geldi Aras. Kapının kilidini döndürmesini şaşkınlıkla izlemiştim.

''Beni böyle görmeni istemiyorum, sen de çık,'' dedim.

Saçlarımı iki eliyle tutarak lavaboya doğru eğilmemi sağladı.

''Kus,'' dedi Aras.

''Seni istemiyorum... Tereddütsüzce arkanda bıraktığın biri için geri dönemezsin.''

Sabırsız bir iç çektiğinde beni tek hamlede kendisine döndürdü, onun bal rengi gözleri, onun kemerli burnu, alt dudağı üst dudağından kalın olan ağzı, onun öfkelendiğinde belirginleşen çene kasları, bana deniz kenarında olmayı hatırlatan kokusu... Sizi bırakan birine uzaklığında kin besleyebilirdiniz ama yakınlığında yalnızca tek bir hissin gerçek olduğunu anlardınız. Yokluğunda o kişiye duyduğunuz özlemin.

''Alkol kullandığın ilaçlarla aynı anda tüketildiğinde ne olur biliyor musun? Seni zehirler.''

Karşısında omuzlarımı dikleştirip güçlü görünmeye çalışsam da yeniden yenildiğimin bilincindeydim, neyi kastettiğini anlamayarak başımı salladım. ''Alkol almadım.''

''İçtiğin kokteyl alkollüydü Atlas ve eğer zehirlenmek istemiyorsan hemen şimdi kusman gerek.''

''Zehirlenmek istemiyorsam demek... Bana bak, düşen omuzlarıma, parıldamayan gözlerime, hayatın etimden çekilişine bak. Tam her şey düzeliyor dediğimde yine kendimi en başında buluyorum bu yarışın. Artık yarışmak istemiyorum.'' Her şeyden büsbütün vazgeçmiş gibiydim. ''Bana bak Aras... Sence ölümden korkan biri gibi mi görünüyorum?''

''Ölürsek ölürüz ama önce yaşayacağız demiştim.'' Yüzümü ellerinin arasına alıp beni sıkıca kavradı. ''Yaşamak için yaşamana ihtiyacım var.''

Yüzümü kavrayan ellerini bileklerinden yakaladım ve uzun süreden sonra onun yakınlığının tadını çıkardım.

''Bunca zamandır bana hayata dönmeyi öğretmek istedin ama sen de en az benim kadar ölüydün... Elini uzattığında tuttum, seninle birlikte yaşamaktan ziyade ölü kalmayı istedim. Sen dışarıdan bakıldığında bile o kadar kusursuzsun ki... Benim gibi tamamıyla hasar almış bir kızın nefesini kestin.'' Ben de tıpkı onun gibi suratını ellerimin arasına aldım. ''Beni öptüğünde ve kollarını bana sardığında kalbim yeniden atmaya başladı. Ama o kalbin yeniden duracağını biliyordum, her şeyin bir gün sona ereceğini. Senin bir gün beni bırakıp gideceğini biliyordum. Bilirsin beni bırakmak zor bir şey değil çünkü ben benim, her zaman somurtan, dünyanın en bayağı kızı Ecrin Atlas. Başından bu hikayenin sonunu gördüğüm halde beni avlamak isteyen bir avcının peşinden gittim...''

''Sen bu hayatta gördüğüm en sıra dışı şeysin,'' diye mırıldandı Aras.

''Bitirmeme izin ver,'' dedim kafamı iki yana sallayarak. ''Onu yeniden hayata döndüren bir adam o kızın canını da alabilir. Ama tekrar o kızı var edemez, anlıyor musun?''

''Bunları sonra konuşacağız, bir an önce kusman gerekiyor,'' dedi Aras.

O anda hayal kırıklığımı dizginleyemeyerek onun göğsünü ittim. ''Bana bakıyorsun, beni duyuyorsun ama beni anlamıyorsun! Hiçbiriniz anlamıyorsunuz!''

Nerede olduğum, kiminle olduğum umurumda değildi, yere çöküp bu defa hıçkırıklarımı dizginlemeyerek ağlamaya başladım. Uzun zamandır içimde biriktirdiğim her şey bir anda özgür kalmış ve zerreler halinde beni yıkmıştı. Aras eğilip yanıma oturduğunda beni sıkıca kavrayıp kendine çekti, her daim nabzımı hızlandıran dokunuşu bu defa ölmüş bir kalbe etki etmedi.

''Yol çok uzun ve benim adım atacak gücüm yok,'' dedim boğuk bir sesle.

''Seni taşırım,'' dedi Aras. ''Benim gücüm ikimize de yeter.''

Beni yaralayan bu adamın beni iyileştirmesine izin veremezdim ama beni ondan başkası da iyileştiremezdi. O halde ben de bu yaranın beni öldürmesine izin verirdim. Yalnızca ruhen değil, olabilecek her şekilde öldürmesine.

Burnumu çekip onun kollarının arasından çıkmaya çalıştığımda bana izin vermedi.

''Seni istemiyorum, artık değil!''

Tuvaletin kapısı tekrardan açılmaya çalışıldığında gözyaşlarımı üstünkörü silip ayaklandım. Aras da nerede olduğumuzu umursuyor değildi ya da içeri girmek isteyen kişileri.

''Hala anlamadın mı? Senin ve benim ayrı yazıldığımız bir son yok.''

''Bu doğru değil...'' dedim tükenmiş hissederken. ''Bu yasak.''

''Yasak olmasa bu kadar haz vermezdi, Atlas.''

Bana yine o tutkuyla kararmış gözleriyle baktığında her şeyi unuttum, bana yaklaştığında ayaklarım geriledi. Sırtımı duvara çarptığımda adil savaşmıyordu ve karşısında yenildiğimi biliyordu. Avını yakalayan bir avcı gibi teskin olarak gülümsedi, elleri belime yerleştiğinde beni sertçe kendisine çekti. Dudaklarını alnımda hissettiğimde gözlerimi kapattım, dokunuşu sonrasında elmacık kemiklerimin tam üzerindeydi. Çok geçmeden kapalı gözkapaklarımı öptüğünde nefesi suratıma düşüyordu, kalbim yeniden kan pompalamaya başladı ve nabzım hızlandı. Gözlerimi açtığımda sıra gerginlikle dişlediğim dudaklarıma gelmiş gibi bana doğru eğildi.

''Seni özledim,'' dedi tam dudaklarımın üzerinde durduğunda.

Tuvaletin kapısı yeniden açılmaya çalışıldığında dahi benden uzaklaşmamıştı ama beni tutmadığından parmak uçlarımda yükselerek ensesine yaklaştım, yakınlığımla kaskatı kesilmişti.

''Ben özlemedim,'' diye fısıldadım.

Kapının kilidini açtığımda birkaç kişi homurdanarak içeri girdi ve bekleyenlerin arasında Seyit de vardı.

Seyit birkaç adımda yanıma gelip omzuma dokundu. ''Daha iyi oldun mu?''

Giderek kendimi daha bitkin hissettiğimi söyleyemedim, ayaklarım yerden havalandığında kendimi yine bir türlü kurtulamadığım adamın kollarında bulmuştum.

''Aras ne yaptığını zannediyorsun!'' diye bağırdım.

''Seni yeniden hayata döndürüyorum,'' dedi beni mekanın çıkışına taşırken.

Aras'ın arabasıyla birlikte yakınlardaki bir hastaneye gelmiştik. Acilden giriş yaptığımızda karşı çıkacak halim dahi yoktu ve durumun düşündüğümden ciddi olduğunu o an kavradım. Sıramızı bekleyip acildeki doktora durumu açıkladığımızda beni derhal içeri taraftaki odalardan birine aldılar.

Aras dosyayı sağlık çalışanına uzattığında orta yaşlardaki adam bana kuşkuyla baktı. ''Kullandığın ilaçla alkol almaman gerektiğini bilmiyor muydun?''

''Ben alkol tüketmedim,'' dedim.

Aras'ın bunu nereden çıkardığını anlamamıştım, ben kokteylleri aldığımda o orada dahi değildi.

''Haberi olmadan alkol aldı,'' dedi Aras. ''Neden işe koyulmak yerine sorularla vakit kaybediyorsunuz?''

Sağlık çalışanı ona ters ters baktıysa da karşılık vermedi, Aras'ın benden daha gergin ve endişeli bir hali vardı.

''Sedyeye oturabilirsin,'' dedi sağlık çalışanı. ''Mideni yıkayacağız.''

Bu sürecin nasıl işlediğini az çok bildiğimden korkuyla Aras'a baktım. ''Acıyacak mı?''

''Kendini kasmaz ve söylediklerimi uygularsan bir sorun olmaz.''

Uzun ince bir boruyu burun deliklerimden mideme doğru yavaşça geçireceklerdi.

''Gırtlağına geldiğinde soluk boruna kaçmaması için yutkunacaksın, anlaştık mı?'' dedi adam.

Endişeyle dudaklarımı dişlediğimi ve ellerimin buz kestiğini fark etmemiştim, Aras yanıma oturup parmaklarımızı birbirlerine kenetleyene kadar.

Burnumdan başlayan ve mideme inen boru boğazımı fena halde acıtıyordu, acı başa çıkamayacağım bir hale geldiğinde Aras'ın elini sertçe sıktım.

''Zor kısmı bitti,'' dedi sağlık çalışanı.

Kusmam için mideme tuzlu su akıtıyorlardı, hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyordum ve boğazımda bir boru varken yutkunduğumda canım fena halde yanıyordu. Ağlamaya başladığımdan dolayı kendimden nefret etmiştim ama bu şeyin bir an önce bitmesini diliyordum.

''Daha çabuk olur musunuz?'' dedi Aras.

''Hasta kusana kadar devam edecek beyefendi,'' dedi adam. ''Yapacak bir şey yok.''

İkinci poşet bittiğinde önümdeki çöp kutusuna eğilip midemdeki her şeyi çıkardım, boğazımdaki boru hala durduğundan acı kesilmemişti. Aras saçlarımın yüzüme düşmesini engellemek için tuttuysa da ben bile o halimden tiksinirken beni bu şekilde görmesini istemiyordum.

''Lütfen artık çıkartın,'' dediğimde bütün güç etimden çekilmişti.

Adam elinde başka bir poşet kutusuyla döndüğünde bacaklarım çok fazla soğuk su tükettiğimde titremeye başlamıştı.

''İlacın zehirlemesi ihtimaline karşı kömür uygulayacağım, biraz daha dayan,'' dedi gülümseyerek.

Başka hastaya bakmak için uzaklaştığında deli gibi üşüyordum, Aras'ın elimi tutan sıcak eli vücut ısımın düştüğünü fark etti. Deri ceketini çıkartıp bana giydirdiğinde ve dağılmış saçlarımı düzelttiğinde kolumu kaldıracak halim kalmamıştı.

Bana yaklaşıp sıcaklığını hissetmemi sağladı. ''Birazdan bitecek Atlas.''

Boru en sonunda burnumdan çıkartıldığında rahat bir nefes aldım ama boğazımdaki ağrı kesilmiş değildi. Sağlık çalışanı tahriş olabileceğini ve kendimi daha iyi hissetmem için serum almam gerektiğini söylemişti.

Aras acilin diğer bir bölümüne yürümemde yardımcı olmuştu ve titreyen vücudumu yatağa bıraktığımda koluma serum takılmıştı. İyi haber şuydu ki serum bittikten sonra eve gidebilecektim ve kan sonuçlarım da çıktıktan sonra tamamıyla rahat nefes alabilirdim.

Aras yatağın ucuna oturmuş çıplak hissettiren bakışlarıyla beni izliyordu.

''Sana alkol almadığımı söyledim, bütün bunlara gerek var mıydı?'' diye homurdandım.

''İçtiğin kokteyl alkollüydü... Alp bunu bilerek yaptı,'' dedi Aras.

Yataktan doğrulmaya çalıştım. ''Neyi?''

Sıkıntılı bir iç çektikten sonra serumun takılı olmadığı elime uzandı ve parmaklarımızı birbirlerine kenetledi.

''Amacı seni çakırkeyif ederek beni kızdırmaktı... Düzenli kullandığın ilaçlarının seni zehirleyeceğini bilmiyordu.''

Bu geceki olaylar parça halinde birleşerek zihnimde bir bütünü oluşturdu ama karşılaştığım tablo belirsiz ve anlaşılmazdı.

''Seni neden kızdırmak istesin ki? Alp'le arkadaş olduğunuzu sanıyordum,'' dedim.

''Alp'le arkadaş değilim Atlas.'' Aras gergince ayağa kalkıp perdeleri çekti. ''Seni daha önce vuran kişileri unutma, yarım bıraktıkları işi bitirmek için hastane odana tekrar geldiklerini de.''

Vurulduğum geceye ait her şeyi anımsamadığımdan polise iyi bir ifade verememiştim ama o anda gözlerimin önünde namlusu başka birine yöneltilen bir silah belirdi. Silahı tutan kişinin yabancı yüzü, beyaz tenli, simsiyah saçlı bir adama aitti. Belki saniyenin onda birinde o namlu bana çevrilmişti ve ateşlenmeden önce söyledikleri tekrardan o andaymışım gibi kulaklarıma doldu.

''İzel için,'' dedim boşluğa bakarak. ''Vurulmadan önce son işittiğim buydu.''

Aras'ın bir cevap vermediğini fark ettiğimde ona baktım, şaşırmış görünmüyordu.

''Biliyordun... Başından beri her şeyi biliyordun,'' dedim.

''Yağız'ın ölüsünü isteyen kişiler var Ecrin... Ve Yağız onu kandırmaya çalıştığımızı anladığında seni aç kurtlarla dolu bir yere götürdü. Bunu sana anlatmıştım.''

Yumurtasını kaybeden örümcek vahşileşecektir, demişti Yağız. Ve bazı örümceklere öldürmek yetmez, ödeşmek isterler. Bazen gerçek başından beri saklanmamıştır ama biz en gizli yerlerde onu bulmaya çalışırız. Dünden bugüne, bir olaydan diğer bir olaya her şey bize gerçeği bulmamıza yardım eder, onu gerçekten istiyorsak eğer.

''Kitabın arasında fotoğrafını bulduğum kızıl saçlı Maria Puder... İzel'di.''

Soru sormadığımı bilsem de bir cevap vermesini istiyordum ama o çenesini kilitlemiş, tek söz etmemişti.

Perdeler bir anda açıldığında ışıkla birlikte gözlerimi kıstım, bu gecenin bittiğini düşünürken belki de yeni başladığını o an anladım.

''İşte buradasınız,'' diyen Yağız'dı.

İş kıyafetlerinin aksine beyaz bir gömlek ve lacivert bir kot giyinmiş sarı saçları her zamanki gibi kısacık kesilmişti. Elindeki kutuyla birlikte yanıma geleceğinde Aras karşısına geçerek onu durdurmuştu.

''Burada ne arıyorsun?'' diye sordu Aras.

Yağız eğleniyormuş gibi gülümsedi. ''Eski dostum... Sen beni izlerken benim kimi izlediğimi zannediyordun?''

''Sana yalnız konuşacağımızı söyledim,'' dedi Aras dizginlediği öfkesiyle.

Yağız onun aksine kayıtsız görünüyordu ve bu gece her zamankinden daha keyifli duruyordu.

''Yalnızca Ecrin'e çikolata getirdim, geçmiş olsun demek için.''

Aras'ın yanından geçip kutuyu komodine bıraktığında siyah gözleri gözlerimdeydi.

''Pekala, tamamıyla dürüst olmalıyım. Bu çikolatayı başka bir şey için daha getirdim.'' Yağız Aras'a döndüğünde sözleriyle onu tahrik etmeyi önemsemiyordu. ''Ateşkesimiz için.''

''Ateşkes mi?'' diye sordum anlamayarak.

''Aras Bey, biraz önce bana mesaj atıp teklifimi kabul ettiğini söyledi.''

Aras kollarını göğsünde kavuşturup duvara yaslanmıştı, bakışlarını dışarıdaki bir noktaya dikmişti.

''Ne teklifi?''

''Sana örümceklerle ilgili anlattığım hikayeyi hatırlıyor musun? Bu hikaye ondan biraz daha farklı, bu hikayede akrep, beyaz köpekbalıkları, kara mamba, aslan ve timsah... Aklına gelen bütün tehlikeli hayvanlardan var. Hepsinin ortak noktası 'ölüm avcıları' olmaları. Bizim ortak noktamızsa...''

Başından beri sessiz kalan Aras eski dostunun karşısına geçip gözlerinin içine baktı.

Eski dostunun yarım bıraktığı cümlesini ''Ölüm avcılarını avlamak,'' diye tamamladı.

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 18.1K 40
İstanbul'un arsız Erkut'u, Mardin'in Barzan Ağa'sı... Yaşadığı iki hayatı da parmağında çevirebilen Zalim Hezeroğlu. Yaşadığı bu iki hayat, nihayetin...
374K 24.2K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
7.3M 420K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
234K 20K 53
"Beyaz sayfaları kirleten siyah hayatlar." Bu hikâye, ne birinin yolculuğa çıkması ne de şehre bir yabancının gelmesi ile başlıyor. Bu hikâye, yarım...