YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
53 ''Kanlı Ay''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

48 ''Perestiş''

3K 213 54
By iremuzunay

48

Çiçek suyla büyür, insan sevgiyle, derdi annem. Çiçeğin güneşe ihtiyaç duyduğu gibi, sevginin de güvene ihtiyacı vardır kızım. Herkes herkesi sevebilir ama insanlar artık sevecek değil, güvenecek birini arıyor.

Hayatlarımız bir bıçak sırtında asılı kalmadan önce birlikte bahçemize türlü türlü çiçeklerden ekerdik. Annemin bir zamanlar yuva denilecek evimizde büyütmeyi en sevdiği beyaz güllerdi. Her zaman çiçeklerle ilgilenmeyi seven bir kadın olmuştu beni doğuran, biraz büyüten, acıyla küçüldüğüm zamanlardaysa beni bırakıp giden kadın.

O zamanlar göğüs kafesimizdeki o küçük organın bize bu denli zarar verebileceğini bilmiyordum. Anne, demiştim onun kucağındayken. İki insan birbirlerini seviyorsa kötüye gidecek ne vardır ki? Ellerini uzun, hırçın dalgalara sahip saçlarımda dolaştırırken giderek büyüyen çiçeklerimizi izliyorduk. Bu şefkat yüklü, sıcak his ne kadar uzakta kalsa da sözleri kafamda canlandırabildiğim kadar yakındı.

Henüz açmayan bir meyvenin kurtlanmayacağı gibi, diye tarif etmişti. Kötüye gidecek her şey de iki kalp arasında canlanan sevgiyle başlar, kızım. Bunu asla unutmamalısın.

Babamla boşandıktan sonra yalnızca evliliğini değil, beni de geride bırakan o kadının eksikliği fevkalade bir noksanlıkla içime dikiliydi. Artık aramızda yalnızca şehirler değil, koca bir kıta vardı. Değiştiremediğin kaderine alışmakla yükümlüsün, dedi bilinçaltım. Alışmak, kabullenmek, boyun eğmek... Bir an bile taşımaya gücünün yetmediği bir kadere nasıl alışılırdı ki?

Aynanın karşısında uzun saçlarını omuzlarından beline doğru özgür bırakmış, hafif bir makyajla dışarıdaki diğer tüm o kızlara benzemiş ama gözlerindeki umutsuz, sert ifadeyle acıdan ibaret olan o yansımaya son kez baktım. Yatağımın üzerindeki telefonum titrediğinde dudaklarımı gererek gülümsemeye çalıştım. Elmacık kemiklerimin hemen altındaki sağ yanağımda belirgin bir gamze açığa çıkmıştı ama saf mutluluk asla ulaşamayacağım kadar derinlerimdeydi.

Üzerime deri ceketimi giyinip çantamı omuzlarıma astığımda odamdan çıkmıştım, Aras beni bu melankolik ruh halinden çıkarmak için bir şeyler yapmak istemişti. Şimdi de beni evin yakınlarında bir yerde bekliyordu.

''Ecrin?''

Yarı karanlık olan koridorda işittiğim sesle birlikte irkilerek duraksadım. Geriye döndüğümde babamın çalışma odasının önünde dikildiği gördüm. Birkaç adımda yanıma geldiğinde bu gece kavga etmemeyi diledim.

''Bir yere mi gidiyorsun?'' diye sordu meraklı sesiyle.

''Biraz hava alacağım,'' dedim gözlerimi kaçırmamak için çaba harcayarak.

Beni kırdığı ve bana yetemediği tüm o zamanlar için üzgün olduğunu söylemişti babam ve bundan sonra aynı şeyleri yaşamayacağımı. Buna her şeyden çok inanmayı istemiştim ama sahte bir tebessümle başımı sallarken cılız bir umut dahi içime tutunmamıştı.

''Seni gideceğin yere götürmesi için Poyraz'a arabayı hazırlatayım...'' dedi babam.

Elini yabancı hissettiren bir şefkatle sırtıma yerleştirdi, aramızdaki onarılamayacak ilişkiyi elinden geldiğinde düzeltmeye çalışıyor, diye düşündüm.

''Yalnız kalmak istiyorum baba,'' dediğimde sesim kırılgandı. ''Lütfen.''

Benimkinin aynısı olan yeşil gözleri düşünceli bir ifadeyle gölgelendi, sessizliği giderek rahatsız edici olmaya başladı.

''Pekala, ama gecikme,'' dedi en sonunda.

Eli sırtımı sıvazladığında uzun süreden sonra belki de ilk defa bana gülümsemişti. Gözlerimin dolmasının nedeni bu defa acıdan değildi. Bir babanın şefkati... Böyle bir şeymiş demek ki.

Sokağın dönemeçli eşiğinde bekleyen siyah arabayı gördüğümde gözümdeki yaşları sildim. Ön koltuğa oturduğumda siyah boğazlı kazağının ve siyah paltosunun içinde gece kadar güzel görünen Aras beni izliyordu.

Üzerime uzanıp beni kendisine çekerek sarıldığında kafamı omzuna gömdüm, tıpkı bir okyanus gibi kokan parfümüyle gevşedim. Geriye çekilmemem onu şaşırtmışsa da beni itmedi, yalnızca yapılı kollarını daha sıkı bedenime sardı.

''Seni görmek için sabırsız olan bir adamı beklettin,'' dedi kulağıma doğru.

''Keşke zaman şu anda dursa...'' diye mırıldandım. ''Şimdi ölmek isterdim, bu şekilde.''

Dudaklarını başımın üzerine bastırdığında bütün umutsuzluklarım silikleşerek görünmez oldu.

''Bu geceden önce ölmeyi istemezdin.'' Belimden kavrayıp doğrulmamı sağladı. ''Bir geceliğine her şeyi unutmaya ne dersin? Yalnızca sen ve ben. Başka hiçbir şey ve hiç kimse olmadan.''

Başımı salladığımda üzerime eğilip emniyet kemerimi takmaya koyuldu, işini bitirdiğinde nefessiz hissedeceğim kadar yakınımdaydı. O hoş renge sahip gözleri vücudumda gezindiğinde nabzım kilometrelerce koşmuşum gibi hızlandı.

''Güzel elbise,'' dedi Aras, bakışları elbisenin açıkta bıraktığı bacaklarımda oyalandı. ''Ölümcül bacaklar.''

Başparmağı alt dudağımda tatlı bir eziyeti sürdürür gibi yavaşça gezindi.

''Aklımı başımdan alan dudaklar.''

Dudaklarımızın birbirlerine dokunmaları an meselesiydi ama kafamı çevirerek koltukta doğruldum. Onun yakınlığına alışmanın kıyısında dahi değildim ve bana hissettirdikleri uzun bir zaman sonra tekrardan atmaya başlayan kalbime iyi gelmiyordu.

''Babam geç kalmamamı istedi, gitsek iyi olur,'' dedim hızlı hızlı.

Kızardığımı fark etmemesi için camdan dışarı bakıyordum ama onun hemen yanımda sırıttığına şüphe yoktu.

''O konuda söz verebileceğimi düşünmüyorum Atlas,'' dedi Aras.

Gecenin alacakaranlığında uzun bir araba yolculuğu yaptıktan sonra arabayı durdurdu. Etrafıma bakındığımda birçok yat ve teknenin halatla bağlandığı bir Marina'da olduğumuzu fark ettim.

''Buraya neden geldik?'' diye sordum.

O ise cevap vermek yerine yine üzerime uzanıp emniyet kemerimi çözdü, kayıştan kurtulsam da içimi endişeyle kemiren sıkıntıdan kaçmama imkan yoktu.

''Kelimeler yok,'' dedi Aras. ''Yalnızca beni takip et.''

Arabadan indiğimizde tıpkı bir yapbozun birbirini tamamlayan parçaları gibi eli yeniden elime kenetlendi. Tenimin soğukluğu onu ürkütmüyordu çünkü o da başlı başına buzdan ibaretti.

İskelede bir süre yürüdükten sonra daha önce hiç görmediğim kadar gösterişli, gece siyahı bir yatın önünde durdu. O saatte, neden orada onunla olduğumu bilmiyordum ama belki de bu kadar fazla düşünmeyi kesmeliydim.

Yata ayak bastığında benim de binmeme yardım etti. Babam ve annem işten vakit bulabildikleri sayılı zamanlarda birkaç günlüğüne bir yat kiralayıp denize açılırdık. Sabaha müptelası olduğum maviliğin ortasında uyanır, aile sıcaklığında güzel bir kahvaltı yapar ve gece ayla, yıldızları izleyerek uyuyakalırdım.

Bir zaman sonra işte yine orada, sonsuz mavinin arasındaydım ama geçmişten bu güne hiçbir şey aynı kalmamıştı. En çok da ben değişmiştim.

''Hadi gel,'' dedi Aras.

Birlikte güverteye açılan merdivenleri tırmandık ve dolunay şeklindeki ay ve ona arkadaşlık eden sonsuz yıldız karşımızdaydı. Gökyüzünü severdim, hiçbir şeye sahip olmayan bir adam bile ona sahipti çünkü.

Güvertenin bir köşesine yerleştirilmiş minder, yastık ve battaniyeyi sonradan fark ettim. İki kişi için. Aras ve benim için.

Arka cebine uzanıp bir çakmak çıkardı ve mumları yakarak etrafın loş, sarı bir ışıkla aydınlanmasını sağladı. Mindere yayıldığında kafasını bana çevirdi ve beni yine o çıplak hissettiren bakışıyla süzdü.

''Gelsene,'' dedi yanını işaret ederek.

Çekingen adımlarla mindere oturduğumda etrafın sessizliği gergince tırnaklarımı avuçlarıma batırma nedenim oldu.

''Bütün bunları planladın mı yoksa?'' dedim ona döndüğümde. ''İçinde umutsuz bir romantik olduğunu bilmiyordum.''

''Umutsuz olduğumu kim söyledi?'' Kolunu omzuma atıp beni gövdesine doğru çekti. ''Kızı kaptım.''

''Ben kazanılması bu kadar kolay biri değilim Bay Gürsoy,'' dedim omuzumdaki elini iterek.

''Bana işkence etmekten keyif alıyorsun, değil mi?''

Gülümsedim. ''Yalnızca benimle dalga geçtiğin zamanların acısını çıkartmayı istiyorum.''

''Cezamı bir günlüğüne iptal et.'' Battaniyeyi kaldırarak daha yakınına gelmemi işaret etti. ''Hiçbir şahsi menfaati göz önüne almadan... Yalnızca soğuktan donmamamız için.''

Gözlerimi devirme dürtümü bastıramadım. ''Bir de bana drama kraliçesi diyorsun.''

Hafifçe doğrulup beni bileğimden yakaladı ve tek hamlede yanına çekti.

''Adil savaşmıyorsun,'' diye homurdandım.

''Evet ama en azından kazanıyorum,'' dedi beni kollarıyla gövdesine hapsettiğinde.

Dudaklarımı aralayıp onunla atışmaya yeniden devam edemedim çünkü orada, hemen yanımda beni kendisine görünmez bir bağla bağlayan gözleriyle bana bakıyordu. Uzamaya başlamış sakal izleriyle, muhtemelen daha önce kırıldığından ötürü kemerli burnuyla, alnına düşen dağınık kahverengi saçlarıyla hemen karşımda.

O gece, kendimi kurtarmaya çalıştığım ama pek sonraları kurtaramayacağımı idrak ettiğim bu adama karşı tamamıyla savunmasızdım. Aras'ın istediği gibi yalnızca bir geceliğine hayattaki her şeyi ve herkesi geride bırakabilirdim belki de.

Bir elim mukavemet edemediğim bir istekle onun o ustalıkla çizilmiş yüzüne uzandı. Ve beni yeniden yaşamanın mümkün olduğuna inandıran adamın yanağında gezindi. Sakalları avucumun içine batsa da soğukluğum onun teninin sıcaklığına karışana kadar çekilmedim, mum ışığının altında bir ateşle aydınlanan gözleri kehribar rengini andırıyordu.

''Burnun... Nasıl kırıldı?'' diye sordum.

Sesim gecenin dinginliğini bozacakmış gibi kısık çıkmıştı.

''Acaba hangi kavgamdaydı? Hmm... Sevgilisi olan bir kızla yattığımda olmuştu sanırım.''

O anki büyülü anımızı bozup lakaytça gülmeye başladı, omzuna bir tane yapıştırdığımda dahi susmamıştı. Kollarının arasından çıkmak için çırpındığımda beni yalnızca daha sıkı tuttu.

''Bırak beni Aras.''

''Beni başka bir kızla hayal etmeye dahi katlanamıyorsun değil mi?'' Gülümsemeyi kesmiş, yüzünü tekrardan yüzüme yaklaştırmıştı. ''Gururumu okşuyorsun Atlas.''

Ve tekrardan nefes almak güçleşmeye başladı, karnımda sıcak bir his vardı ve kalbime aynı anda bin tane iğne batırılıyordu ve bu acı iyi hissettiriyordu. Ve daha önce hiç yaşamadığım türden duyguların altında ezilmekten ölesiye korkuyordum.

Kaşlarını çatarak "Sorun ne Atlas?" dedi Aras.

O böyle sorana kadar ağladığımı fark etmemiştim. Yanağımı ıslatan yaşları eliyle silmedi, bunun yerine dudaklarını her bir gözyaşının üzerine teker teker bastırdı. Henüz tanıştığım ve bana tamamıyla yabancı olan şefkat, bunca zamandır yaşadığım acı dolu anları hatırlatıyordu. Ve hıçkırıklarım dizginleyemediğim bir raddeye geldiğinde beni böylesine güçsüz görmesin diye yüzümü göğsüne gömdüm.

Küçük bir kız çocuğu gibi ağlamayı kes, diyordu benden nefret eden Ecrin. Bunu isterdim, dedi içimde canlı kalan küçük noktam. Bir daha asla ağlamamak için içimdeki bütün hisleri söküp atabilmeyi her şeyden çok isterdim.

''Korkuyorum,'' dedim.

Ne yapacağımı bilmiyorum ve geleceğin belirsizliği beni deli gibi korkutuyor.

''Her şey kül olsa dahi, sana tek bir kıvılcım dahi değmeyecek,'' diye fısıldadı Aras. ''Yemin ederim.''

Korktuğumun ne olduğunu sormasa da yalnızca elini sırtımda gezdirdi ve bana belki de hayattaki en kıymetli şeyi hediye etti.

İhtiyacım olmasa bile tutabileceğim bir yardım eli.

🌑

Sınırlandırılmış hayat takvimimden koparılacak bir diğer yaprak beni güneşli Antalya sabahlarından birine uyandırdı. Bir süre yatağımda uzanıp tembellik ettiğim ve dün geceyi hatırladıkça huzurla dolduğum türden bir sabaha.

Aras dün gece beni geç olmadan eve bırakmıştı ama o kendi dairesine geri dönmeyi tercih etmişti. Babamla olan kavgasından ve Eylül'ün ikimiz arasındaki şey her neyse bunu öğrenmesinden sonra burada kalmamalıydı zaten.

Onu daha dün gece görmüştüm ama içimdeki heyecanlı kıpırtı onu tekrardan görmek istememe yol açtı.

Bu yüzden Aras'ın profil fotoğrafını suratımdaki otuz iki dişlik gülümsemeyle incelemeye başladım. Arabasının içinde otururken kahverengi gözlüklerini takmış, sakallarını tıraş etmemiş ve bu haliyle kemikli yüz hatları daha erkeksi bir hale bürünmüştü. Üzerine gri, göğüs ve kol kaslarına oturan bir gömlek giyinmişti.

Bu adam seninle ne yapıyor, diye sordu benden nefret eden Ecrin. Aklını yitirmediysen bir kendine, bir de ona bak.

Yatağımın karşısındaki boydan aynada yansımamla kısa bir bakışma yaşadım. Pekala, sabahları en güzel halimde olduğum söylenemezdi. Ama ben de idare ederdim, değil mi?

''Hem benim gözlerim yeşil,'' dedim sesli düşünerek. ''Üstelik uzun ve düzgün bacaklarım var.''

Fakat benden nefret eden tarafımın susmaya niyeti yoktu: Yine de Verda'dan güzel değilsin, söylesene Ecrin önünde bir elmas ve bir de çakıl taşı olsa hangisini seçerdin?

''Hey, benim de bir kalbim var. Sen bana biraz önce çakıl taşı mı dedin?''

Harika, sanki psikolojisi normal biriymiş gibi bir de kendi kendimle tartışmaya başlamıştım. Telefonu yatağın en uzak köşesine atacağım sırada hattın düşme sesiyle duraksadım. Heyecanla ekrana baktığımda Aras'ı aradığımı fark ettim.

''Hayır. Hayır. Hayır!'' diyerek çağrıyı sonlandırsam da çok geçti.

Eğer telefonu ilahi bir güç tarafından bozulmazsa aradığımı görecekti ve beni apaçık okuyan Aras Gürsoy, onun WhatsApp fotoğrafını incelediğimi de fark edecekti elbet.

Kasım ayında olmamıza rağmen birden hava ve içindeki her şey alev almaya başlamıştı sanki. Yorganı ayaklarımla itekleyerek üzerimden attım ve terden dolayı nemlenen alnımı sildim. Biraz hava alıp her şeyi esaslıca düşünmeye ihtiyacım vardı.

Üzerime siyah taytımı, kalçalarıma kadar inen beyaz spor hırkamı ve beyaz spor ayakkabılarımı giyinmiştim. Uzun saçlarımı ensemde toplamış ve güneşin yakıcı etkisinden korunmak için siyah kepimi takmıştım. Konyaaltı Sahili'nde yürüyüş yapmayı oldum olası severdim, düşüncelerinin ağırlığı altında ezilen zihnimi ancak tek şekilde rahatlatabilirdim. Deniz kenarında olarak.

Uçsuz bucaksız mavileri izlerken kafamdaki sesleri o defa bastırmadım. İyi bir şeye sahip olup onu yitirmek mi, diye sormuştu Usta Dickens. Yoksa ona hiç sahip olmamak mı daha iyi? Önceleri bu soruya bir şeyi elde edip sonra onu kaybetmek diye cevap verirdim. Ama artık kaybedeceğim hiçbir şeye sahip olmamayı diliyordum. Eğer o şeye hiç sahip olmazsam onun eksikliğiyle nasıl başa çıkacağımı da öğrenmek zorunda kalmazdım.

Ben bu ağır düşüncelerle dolup taşmışken ve sıcak yüzünden iyice mayışmışken gerçekleşecek olan şey gerçekleşti. Şapkam ben neler olduğunu anlayamadan kafamdan çıkarıldı ve bu yüzden hiçbir zaman düzgün bir hale sokamadığım saçlarım daha da darmadağın oldu.

''Günaydın huysuz,'' diyen Kutay'dı.

Kepimi çalıp kendi kafasına ters bir şekilde takan da.

''Bunu istiyorsan bana yetişmen gerekecek,'' dedi arkasına dönerek.

Önceleri de usta bir şekilde sürdüğü kaykayla uzaklaşmaya başladığında koşmak yerine donup kalmıştım. Onun bana eskiden olduğum kızı hatırlatan davranışlarına ve yitirdiğimi anladığım bir anda karşıma çıkmasına alışamamıştım.

Onsuz geçen iki yıl sonra, hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmayı nasıl başarıyordu? Ve dahası benim de o şekilde davranmamı mı bekliyordu?

Şapkamı almak üzere onun arkasından gittiğimde ileride banklardan birine oturduğunu fark ettim. Kepimi çıkartıp yanına koymuştu, biraz önceki gibi keyifli halinden uzak, en az benim kadar düşünceli görünüyordu.

Gidip yanına oturduğumda kafasını çevirip bana bakmadı, ikimiz de aşığı olduğumuz ama bize yalnızca acılarımızı hatırlatan denizi izlemeye başladık.

''Dün açık olduğumu düşünmüştüm,'' dediğimde sesim duygusuzdu.

''Geç kaldığımı biliyorum, neden olduğum hiçbir şeyi düzeltemeyeceğimi de...'' diye mırıldandı Kutay.

''O zaman ne istiyorsun?'' diye sordum.

Bana aynı acıları tekrardan yaşatmak için mi geri döndün?

Kafasını bana çevirip bir orman kadar yeşil gözlerini suratıma dikti, alnını kaplayan saçları güneşin de etkisiyle altın rengiydi, ve küçük, dolgun dudakları düz bir çizgi halindeydi.

''Zaman,'' dedi tek nefeste. ''Zamanımı geri istiyorum. Senden ve sevdiğim herkesten ayrı geçirdiğim zamanı telafi etmek istiyorum. Her şeyin berbat bir rüya olmasını ve bu rüyadan uyanabilmeyi istiyorum.''

Bakışlarındaki tarif edemediğim duygudan çekinerek gözlerimi kaçırdım. Bir zamanlar hayran olduğum bu gözler, o anda yalnızca eski bir dostun gözleriydi.

''Üzgünüm. Bu bir rüya değil, uyanamazsın.'' Buruk bir şekilde gülümsedim. ''Neden bir rüya olmadığını biliyor musun? Hiçbir kabus gerçektekinden daha kötüye gitmez. Her şey en berbat halindeyse rüya görmediğinden emin olabilirsin.''

İkimizin de kelimeleri kullanmadan sessizliğe sığınarak geçirdiği bir zaman sonrasında ayaklandı Kutay. Kaykayını bankın üzerinden aldı ve diğer eliyle de eğilip kepimi kafama geçirdi.

''Bu sabah karşına çıkmamın bir nedeni vardı,'' dedi gamzelerini açığa çıkaran bir tebessümle. ''Annem bir orduya yetecek kadar yiyecek hazırladı ve seni kahvaltıya çağırmamı istedi.''

''Ben... Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum Kutay.''

Bakışlarını kaçırıp sitemkar bir şekilde kafasını salladı.

''Benden nefret ettiğin için annemi de kırmana gerek yok,'' dedi. ''Seni öz kızı gibi seviyor çünkü.''

Her şeyden habersiz olduğum halde beni suçlayarak ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Beni dibe bağlayan geçmişimi ayaklarımdan söküp atmak isterken o geçmişin yükünü giderek ağırlaştıran insanlarla yüzleşemezdim.

''Senden nefret etmiyorum, amacım anneni kırmak da değil!'' dediğimde sesim yüksek çıkmıştı. ''Onca zaman sonra hayatıma girdiğinde her şeyin eskisi gibi olacağını mı düşünüyordun?''

''Her şeye rağmen döndüğümde beni hala seven bir arkadaş bulacağımı düşünüyordum.'' Kaykayını yere koyduktan sonra tek ayağını üzerine yerleştirdi. ''Görünen o ki yanılmışım.''

Verecek bir cevabım kalmadıysa da Kutay beni dinlemeden kaykayıyla uzaklaşmıştı. Bu beni ilk bırakıp gidişi değildi, öldüğünü sandığım ve kendimi toparlamaya başladığım bir anda hayatıma yeniden girmişti. Ve ben sırtımdaki bıçak izlerini hiç bu kadar derinden hissetmemiştim. Aras haklıydı. İnsanları öldükleri için suçlayamazdık ama bize ihanet ettikleri için suçlayabilirdik.

🌒

Bir süre daha Kutay'ın biraz önce beni tek başına bıraktığı o bankta oturmayı sürdürdüm. Kulaklığımı takıp keyfimi yerine getirecek şarkıları dinlemeye başladım ama şarkılar beni keyiflendirmemiş, içinden çıkılamaz bir ruh halinde olduğumu bana göstermişti.

Her şeyin kötü olduğunu söyleyemezdim, aksine babam bana hiç olmadığı kadar iyi davranmaya başlamıştı. Beni ders çalışırken veya yemek masasında gördüğü zamanlar sevgi dolu gözlerle bakıyor, uyuduğumu sandığı zamanlarda üstümü dahi kapatıyordu.

Ve uzun süredir dünyanın yükünü tek başına sırtlanan ben, en sonunda yükümü paylaşabileceğim bir adamın desteğini hissediyordum. Mutluluğun nasıl bir his olduğundan emin değilsem de karnımdaki sıcaklık bana yaşadığımı anımsatıyordu.

Öte yandan ne kadar ihtiyacım olmadığına kendimi ikna etmeye çalışsam da hayatımdaki bir anne figürünün yokluğunu çekiyordum. Artık asla sarılamadığım, hatta birkaç dakikalığına bile konuşamadığım bir anne figürünün.

Hayatın kafamızdaki kadar fevkalade olayları önümüze çıkarmayacağını biliyordum, hiçbir zaman her şeyin tamamıyla yolunda gitmeyeceğini. Yalnızca bu dünyada her şeyin olabileceğini yeni öğreniyordum ve geleceğin belirsizliği beni korkuya boğuyordu.

Kulaklığımdan gelen müzik sesi kesildiğinde telefonumu cebimden çıkarıp ekrana baktım. Ve ekrandaki o ismi görmek bile buzdan ibaret olan bedenimi ısıtmaya yetti.

''Aras?'' diyerek çağrıyı yanıtladım.

''Ecrin?'' dedi beni taklit ederek. ''Beni aramışsın.''

Ah, onun profil fotoğrafını incelerken yanlışlıkla aradığım tamamıyla aklımdan çıkmıştı.

Çekindiğim şeyin ne olduğundan emin değildim ama orada yanaklarıma kanın toplandığını görmediği için minnettardım.

''Yalnızca günaydın demek istemiştim... Şey günaydın.''

''Sabahları gerçekten daha tuhaf oluyorsun,'' dedi gülerek. ''Mümkünmüş gibi.''

Biraz önceki bütün keyifsizliğim yağmurdan sonra bulutların arasından sıyrılan güneş gibi dağıldı. Bir insanın gülme sesi bile nasıl çekici gelebilirdi?

''Seninle anlaşabilmek için gorilce bilmem gerektiğini unutmuşum,'' diye cevap verdim.

Bu sefer daha uzun güldü ve ben de o fark etmese de onunla gülümsedim.

''Erkekleri bilmiyorsun güzelim, erkekler sabah uyandıklarında daha hoş kelimeler duymayı bekler.''

''Nasıl kelimeler duymayı arzu ederdiniz Aras Bey?'' dedim gözlerimi devirerek.

''Diğerleri sıradan erkekler. Beni o güzel dudaklarınla söylediğin her kelime etkiliyor.'' Hattın diğer ucundan gürültüler geliyordu. ''Bu arada seni almaya geliyorum.''

''Neden?'' diye sordum.

''Gorilce bilmediğin konusunda emin misin? Bu kabalığının başka açıklaması olamaz,'' dedi Aras.

''Senin yanında dura dura bir şeyler öğrendim,'' diye lafı yapıştırdım.

Onunla çocuklar gibi atışmamız gerçekten hiç olgunca değildi ama tartışmazsak eğer biz Ecrin ve Aras olmazdık.

''Bu konuşmayı akşama kadar uzatabilirdik elbette ama ciddiyim, on beş dakika sonra evin önündeyim.''

Biraz önce Kutay'la olan konuşmamız aklıma geldiğinde yüzüm düştü.

''Evde değilim, yürüyüş yapmak için sahile inmiştim.''

''Seni oradan alırım o halde... Şimdi kapatmam gerek,'' dedi Aras.

Onu beklerken biraz daha müzik dinlemiş ve biraz daha yürümüştüm. Sonrasındaysa siyah arabası sözleştiğimiz yerde beni almak üzere yolun kenarında durdu. Saçlarını geriye doğru taramış, beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar katlamıştı ve güneş gözlüğü takmıştı.

Beni gördüğünde gözlüğünü burnunun ucuna doğru kaydırıp beni baştan ayağa süzdü. Bu kadar dikkatli bir şekilde incelenmek, özellikle de onun tarafından kendimi diken üstünde hissetmeme neden oluyordu. Daha fazla beklemeden ön koltuğa bindim.

''Güzel tayt,'' dedi Aras bana doğru uzanıp yanağımı öptüğünde.

Sabahın bu saatinde bile neden bu kadar çok parfüm sıkmıştı ki? Üstelik siyah pantolonu ve beyaz gömleğiyle her zamankinden daha şık giyinmişti.

''Neden bu kadar hazırlandın?'' diye sordum.

Bense spor kıyafetlerimin içerisinde, terli bir haldeydim. Gerçekten bu adamla ne işin var Ecrin?

''Senin için,'' dedi alaylı gülümsemesiyle. ''Beğendin mi?''

Onunla yüzlerimiz bu kadar yakın olduğunda ve o beyaz dişlerini açığa çıkartarak bana her gülümsediğinde geriliyordum.

''Nereye gideceğiz?'' diye konuyu değiştirdim.

Etkileyici göründüğünden emin bir şekilde göz kırptı ve arabanın kontağını çalıştırdı.

''Sürpriz.''

Sürprizlerin iyi şeyleri çağrıştırması gerekirdi, banaysa hep ters gidecek olayları anımsatıyordu. Babam baş başa yemek yiyeceğimiz akşam nereye gideceğimizi sorduğumda sürpriz demişti. Ve sonrasında beni Eylül'le ve en başından beri haz etmediğim Aras'la tanıştırmıştı. Babamın yeni bir kadınla evleneceğini de o gün öğrenmiştim.

Arabayı daha önce hiç gelmediğim gösterişli bir kafenin yakınlarına park etti ve eli elimi güven hissiyle sararak yalnız olmadığımı hatırlattı. Ama her iyi şeyde olduğu gibi, uzaktan bile bu kadar güzel görünen bu adamı her an yitirecekmiş gibiydim. Fırtınalı bir havada yağmurdan korunmak için açtığınız şemsiye gibi. Şemsiyenin sizi yağmurdan korumaya yetmeyeceğini biliyorsunuz ama öylece kapatıp ıslanmayı da kabullenmiyorsunuz.

Kafeden içeri girdiğimizde lavaboya gideceğini haber vererek bir yere geçmemi istedi Aras. Güneşin sıcaklığını düşürdüğü, dışarıya bakan boş masalardan birine oturdum. Son zamanlarda pek iştahım olmasa da o sabah spor yaptığımdan ötürü midem açlıkla yanıyordu. Bu defa Aras'ın beni bir şeyler yemem için zorlamasına gerek kalmayacaktı.

Yanımda birinin beklediğini fark ettiğimde dışarıyı izlemeyi kesip başımı döndürdüm. Gelenin garson olması gerekirdi, siparişimi almak için. Ona birazdan sipariş vereceğimizi söylerdim, Aras gelince.

Ama değildi. Gelen; beni doğuran, biraz büyüten, acıyla küçüldüğüm zamanlardaysa beni bırakıp giden kadındı. Bu dünyada beni en çok yaralayan, yine de benzersiz bir sevgiyle, en çok ve mütemadiyen seveceğim kadın.

Annem.

Continue Reading

You'll Also Like

1.4M 73.7K 61
"Beni sevdiğini söyledin!" "Yalandı" dedi acımasızca Yapma diyemedim, beni bununla imtihan etme diyemedim. Ne yapmam gerekiyordu?
TAKINTI By 🌙

Teen Fiction

1.9M 33.5K 36
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
298K 20.8K 43
Bir iki üç, Saklanması güç. Dört beş altı, Hayatını senden çaldı. "Dünya'yı terk etti bir Ruh..." -Herdem yayınları ile kitap oldu
399K 15K 48
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...