YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
53 ''Kanlı Ay''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

5 ''Benimle Misin?''

52.7K 1.6K 101
By iremuzunay


''BENİMLE MİSİN?''

          Hayata neden siyah gözlüklerle baktığımı merak ediyor olabilirsiniz, neden bu kadar depresif bir ruhun etten bir vücutla bir bütün oluşturduğunu. Sizi hikayemin miladına götürmeliyim, her şeyin başladığı o güne... Sekizinci sınıfın ilk günlerine kadar yalnızlığın demlerinde yaşıyordum. Kimse benimle arkadaş olmak istemiyordu, okula gider ve bütün gün kimseyle tek kelime etmeden eve gelirdim. Teneffüste sınıftan çıkardım, sanki dışarda buluşacağım hayali bir arkadaşım varmış gibi. Okulun bahçesinde en göz önünde olmayan yere geçerdim ve gizlenip diğerlerinin yakantop oynayışını, ip atlayışını falan izlerdim. Onları izlerken de gözlerim dolardı çoğu zaman, ağladığımı sanki biri fark edecekmiş gibi bakışlarımı ellerime dikerdim. Tırnaklarımı avucuma batırma alışkanlığım da buradan geliyor.

Daha küçük yaşta kırılmış bir kızdım ben, uçmak için bahşedilmiş kanatları koparılan bir kız. Bu dünyaya adapte olamamıştım işte, diğerleri gibi değildim.

Yine bir okul gününde, beden dersindeydik. Herkes gibi ben de eşofmanlarımı giymiştim ve sonrasında her zamanki yerime geçtim. Ağaçların gizlediği o yere tünedim, bütün sınıf birlikte yakantop oynuyordu ve kimse yokluğumu fark etmemişti. Görünmez gibi bir şeydim zaten.

İşte o an, her şeyi başlatacak o cümleyi duydum, her şeyi başlatacak o çocukla bu ilk konuşmamdı.

''İnsanlardan soyutlanmak için güzel bir yer,'' diyen çocukla.

Kalbim bu beklenmedik sesle pırpır atmaya başlamıştı, ürkek gözlerimi sesin sahibine çevirdim. Alnına dökülen sarı saçları ve kocaman yeşil gözleriyle bizim sınıftaki bir oğlandı. Aslına bakarsanız adını bilmiyordum çünkü o da genellikle yalnız takılan ve çok konuşmayan biriydi.

''Burada ne arıyorsun? Onlarla oynaman gerekmiyor mu?'' diye sordum çekingence.

''Aptal bir top oyunu, çok ezikçe,'' dedi çocuk, bana biraz daha yaklaşıp o büyük gözlerini suratıma dikti. ''Ne havalı bilmek ister misin?''

Yanaklarım onun bu yakınlığıyla kızardı ve belli belirsiz kafamı salladım.

''Sen. Buradaki en havalı kız sensin. Diğerleri o kadar sıradan ki, senin özel olduğunu fark etmek için iki saniye bakmak yeterli. Eh, buradaki en havalı çocuk da benim. Neden birlikte takılmıyoruz?''

Ne diyeceğimi bilemeyerek bir süre sessiz kaldım ve o benim bu utangaçlığıma samimi bir gülümsemeyle karşılık verdi. Eğer tam şu anda ona cevap vermezsem çocuk benim tam bir ucube olduğumu düşünecekti ama o benim ailem dışında iletişim kurduğum tek kişiydi işte. İletişim kurma konusundaki beceriksizliğimi mazur görmeliydi.

Elini bana doğru uzattığında ''Benimle takılmak ister misin?'' diye yineledi.

Uzanıp elini sıktığımda elimin soğuk oluşunun ona garip gelmemesini umdum. Kimse yanında bir buzdolabıyla gezmek istemezdi, değil mi? Ama o ne elimin soğukluğunu ne de aşırı tuhaf ve asosyal bir kız olmamı önemsedi.

''Adının ne olduğunu sorsam bu kaba bir davranış olur mu?'' dedim kısık bir sesle.

Çocuk iki elini de okul pantolonunun cebine soktuğunda soruma gülmüştü.

''Adım Kutay ve hayır olmaz.''


Parmağımda hissettiğim sızıyla elimi çektim ve kanla karşılaştım. Geçmişi hatırlamak, özellikle sizi en çok yaralayan şeyleri, iyi bir fikir değildi. Sabahki yürüyüşten sonra eve dönüp kendime atıştırmalık bir şey hazırlıyordum ve şimdiyse tam zamanlı bir sakar olarak parmağımı kesmiştim. Elimi suyun altına tutup bir süre bekledim.

O sırada ''Merhaba Ecrin,'' diye bir ses duydum. ''Aras evde mi?''

Omuzlarımdan geriye baktığımda dün geceki kaküllü kız olduğunu fark ettim. Hani şu Özdemir Asaf'ın şiirinin Tangöze'ye ait olduğunu söyleyen kız.

''Bilmiyorum, en son yürüyüşe çıkmıştı,'' dedim.

İşin doğrusu onu kumsalda bıraktığımdan beri görmemiştim ve tekrardan görme isteğim de yoktu.

Kız bir sandalye çekip oturduğunda suyu kapatıp kanın durup durmadığını kontrol ettim ve ardından yara bandıyla sardım.

''Elini mi kestin?'' diye sordu Verda.

''Küçük bir sıyrık.'' Pekala, konuyu değiştirmem gerekiyor gibi hissettim. ''Kendime bir şeyler hazırlıyordum da sen de ister misin?''

Verda, kaküllerini düzelttikten sonra gülümsedi. Bu sıcakta onlarla bunalmıyor muydu acaba?

''Teşekkür ederim tokum. Aslına bakarsan arayıp gelmeliydim, Aras'ı evde bulmayı beklemem saçmalıktı.''

O sırada gizlendiği yerden çıkmış gibi bir anda mutfağa Aras girdi, üzerinde onu kumsalda bıraktığımdaki gibi hala siyah eşofmanı ve siyah tişörtü vardı. Saçları nemli gözüküyordu, terlediği belliydi.

''Erkencisin,'' dedi Verda'ya bakarak.

Hemen yanımda durup tezgaha yaslanmıştı.

Verda imalı gözleriyle kolundaki saati işaret etti. ''Neredeyse öğlen oldu.''

Onları izlemeyi kesip ananası doğramaya devam ettim, Aras uzanıp tabağımdan bir ananas çaldı. Gözlerimiz birbirlerinin odağını bulduğunda sanki elini biraz önce tabağıma daldıran o değilmiş gibi ''Bir şey mi oldu?'' diye sordu.

Derin bir nefes alıp verdim ve sakin kalmaya çalışarak ''Hayır,'' dedim.

Aras, uzanıp elimi tuttuğunda neden bunu yaptığını anlam veremedim ama bal rengi gözleri doğrudan parmağımdaki yara bandına odaklanmıştı.

''Parmağından bahsediyorum,'' dedi düz bir sesle.

Elimi ateşe değmişim gibi bir refleksle geriye çektim. Neden aptal, küçük bir sıyrığın üzerinde bu kadar duruyorlardı ki? Bahsettiğim şey tam olarak buydu, acınız fizikselse, gözle görünür bir yerdeyse herkes yanınıza koşardı ama kırık içinizde bir yerlerdeyse kimsenin umurunda olmazdı.

Meyve tabağımı alıp ikisine son kez baktım ve mutfakta onları yalnız başına bırakmadan önce ''Size iyi eğlenceler,'' dedim. İnsanları sevmiyordum ama bu anti sempati tanımadığım insanlar için on katı kadar fazlaydı. Yabancılarla yeterince vakit geçirmiştim ve kendim olabildiğim tek yere, odama giderken içimdeki o boşluk hala oradaydı.

Acıdan başka bir şey hissetmek istiyordum, neden geçmişin geride kaldığını ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını kabullenemiyordum?

İçinde bulunduğum ruh haline hiç de iyi gelmeyecek bir şey yaptım, dizüstü bilgisayarımdaki fotoğraf galerimi açtım. Kutay'la çekilmiş çok fazla fotoğrafımız yoktu, elimdekileriyse neredeyse ezberlemiştim. Birisini özlediğimde onun fotoğraflarına bakardım ben. Onunla birlikte çekildiğimiz rastgele bir fotoğrafa tıkladım yine. O kolunu omzuma atmıştı ve birlikte saçma bir bilimkurgu filminden çıkmıştık. Kutay, yüzünü bana çevirmişken bense doğrudan kameranın lensine bakıyordum. Dudaklarımızdaki gülümseme sonsuza kadar öyle kalacaktı. Biz bu anı sonsuzluğa sıkıştırmıştık.

Gözlerimin dolmaması için olabildiğince çaba harcadım ama beceremedim. Kutay gitmişti ve asla geri gelmeyecekti. Bana arkadaşlığın en temiz halini gösteren o çocuk bir kuş gibi uçup gitmişti hayatımdan. Onsuz geçen iki buçuk sene geride kalmıştı ama ben onu özlemeyi bir türlü kesememiştim. Allah'ım neden en sevdiklerimiz bizi en önce terk eder? Sevgimiz onları bizimle tutmaya neden yetmez?

Odamın kapısı çalındığında hızla yanaklarımdaki yaşları sildim. Ağladığımı birisinin görmesini istemiyordum, beni güçsüz göstereceği için değil. Karşımdakine hislerimi anlatmaya çalışmanın boşlukta sesimi duyurmaya çalışmakla eşdeğer olacağından.

''Müsait misin?'' diyerek içeri girdi Aras.

Odama çoktan giren birisine müsait olmadığımı söylemenin ne faydası vardı ki?

''Girebilirsin dediğimi hatırlamıyorum.''

Ses tonumun duygusal çıktığını fark ettiğinde dikkatli bakışlarını üzerime dikmişti.

''Eğer grip değilsen ve burnun bu yüzden kızarmamışsa biraz önce ağladığına bahse girebilirim.''

Dolu gözlerimle gülümsedim, hüzünlü bir gülümsemeydi bu.

''Kaybedersin.''

Bakışları dizüstü bilgisayarımdaki açık kalan fotoğrafa kaydığında onu kapatmam için çok geçti. Yine de o telaşla aniden kapağı kapattım.

''Değer verdiğin birisi mi?'' diye sordu Aras.

Ona bir açıklama borçlu olmadığımı biliyordum, hem neden merak ediyordu ki?

''Neden buraya gelmiştin?'' dedim konuyu değiştirerek.

Bana temkinli gözlerle bakmayı sürdürerek bir süre sessiz kaldı.

''Hayata dönmek istemediğini söyledin ama ben sana neyin iyi geleceğini biliyorum.''

Pekala, derin bir iç çekip yatağımın başlığına yaslandım. Benden ne istiyordu ve neden beni yalnız bırakmıyordu? Dahası neden bir anda bu kadar duyarlı davranmaya başlamıştı?

''Bana ne iyi gelecekmiş?'' diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

Odamın büyük bir bölümünü dolduran kitaplığa baktı.

''Hayat kitaplardaki gibi değil, boktan bir yer. Sen de kitap karakteri değilsin. Gerçeğiz biz, bütün o acılar da gerçek. Neden mükemmel gözüken aptal karakterlerle dolu kitapları okuyorsun? Sana gerçek hayatın ne olduğunu gösterebilirim, belki o zaman yaşamanın nasıl bir his olduğunu anlarsın.''

''Yaşamam veya ölmem seni neden ilgilendiriyor?'' dedim düz bir sesle.

Gözlerinin rengi farklıydı, yüz hatları güzeldi ama onda doğru olmayan bir şeyler vardı işte. Sanki bir kısmını karanlıkta bırakıp geri kalanı aydınlık olan ay gibi. Bir tarafı güven veren, diğer tarafı güvensizlik kavramını heceleyen.

''Bana canlı lazımsın Atlas. Baban ve annemin ayrılmasını istiyorsan eğer.''

İşte şimdi ilgimi çekmeye başlamıştı, düğünden sonra onunla bu konuyu konuşmayı amaçlamıştım ama bir türlü fırsat olmamıştı.

''Aklından tam olarak ne geçiyor?'' diye sordum.

Yüzüme sabitlediği bakışları meydan okuyordu, yüreğimde tuhaf bir heyecan hissettim.

''Öncelikle benimle misin, değil misin?''

''Öncelikle aklındaki şey ne?'' diye yineledim. ''Boş bir kağıda imza atmamı bekleyemezsin.''

Dudaklarında eğreti duran gülüşüyle, kendinden emin bir şekilde bana doğru birkaç adım attı.

''Birbirine aşık gibi gözüken bir çiftten daha iyi ne vardır biliyor musun?'' diye sordu. ''Birbirine gerçekten aşık olan bir çift.''

Söylediklerine anlam veremeyerek içimdeki rahatsızlık veren hisle yüzleştim ama o benden bir cevap beklemiyordu zaten.

''Tokio'nun da dediği gibi, sonuçta her şeyin mahvolması için aşk iyi bir nedendir."

La Casa De Papel'den alıntı yapmıştı. Onunla hiçbir ortak noktamın olmadığını düşünsem de aynı diziyi izlediğimizi fark etmek tuhaftı.

''Daha açık konuşur musun?'' dedim onu tam olarak anlayamadığımdan.

''Ortada mahvolacak bir evlilik var ve bu evliliği mahveden şey aşk olacak.''

Adrenalini damarlarımda hissedebiliyordum, göğüs kafesimi delip çıkmak isteyen kalbimi de.

''Hangi aşk?'' diye sordum titreyen sesimle.

Uzanıp çenemi kavradığında başparmağı nazik olmayan bir şekilde yanağımda gezindi. Ardından asla geriye alamayacağı sözcükler dudaklarından korkusuzca döküldü.

''Senin ve benim aşkım.''

Continue Reading

You'll Also Like

234K 20K 53
"Beyaz sayfaları kirleten siyah hayatlar." Bu hikâye, ne birinin yolculuğa çıkması ne de şehre bir yabancının gelmesi ile başlıyor. Bu hikâye, yarım...
941K 65.3K 38
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
85.1K 5.1K 19
+18 öğeler içermektedir. Dağ sandığım, sırtımı yasladığım, yıkılmaz gördüğüm koskoca Narkotik büro amiri Tuna Atabeyli, dizlerinin üstüne çöküp ayakl...
1.2M 18.1K 40
İstanbul'un arsız Erkut'u, Mardin'in Barzan Ağa'sı... Yaşadığı iki hayatı da parmağında çevirebilen Zalim Hezeroğlu. Yaşadığı bu iki hayat, nihayetin...