YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
53 ''Kanlı Ay''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

36 ''Amare''

12.9K 685 102
By iremuzunay

''Sadece ağlamayı kes,

Bunlar zamanın izleri.

Son şova hoş geldin.

Umarım en güzel kıyafetlerini giyinmişsindir.

Göğe çıkan yola rüşvet veremezsin.

Buradan oldukça iyi görünüyorsun.

Ama aslında iyi değilsin.''

36

Her kızın hayatında, kendisini tamamıyla dibe çekeceğini bilse de körü körüne bağlandığı bir erkek olurdu. Onlar için doğru kişi olmadıklarından emin olsalar dahi bir türlü kendilerini kurtaramadıkları erkekler.

Karşımda duran adama karşı içimde tarif edemeyeceğim duyguların ağırlığı altında ezildiğimi biliyordum. Hissettiğim sevgi değildi, bazen ondan nefret etsem de nefret de duygularım için yeterli bir kelime olmazdı. Bana hissettirdiği duyguya bağımlı hale gelmiştim, bana hayata tutunmayı ve isteklerim uğrunda savaşmam gerektiğini öğretmişti.

Kendime dahi itiraf etmeye çekindiğim düşünceler zihnimi mesken edinirken, hala ona bakıyordum. Ve o anda kendimi durağan hayatımda beni dibe çekeceğinden tamamıyla emin olduğum bu adam için endişelenirken buldum.

''Aras... Eline ne oldu?'' diye sordum.

Telaşla yanına gittiğimde duygularını bir düğmeye basıp da kapatmış gibi ifadesizdi. Ona bir şeyler hissettirebilme umuduyla giderek daha da kırmızıya bulanan elini tuttum. Bunu yaptım çünkü o anda başka ne yapılırdı bilmiyordum. O sırada açık olan banyonun kapısından içeri baktığımda sorumun cevabını almış oldum. Parkelerin üzerindeki bütün o kırılmış parçalar Aras'la bir şekilde benzediğimizin belirtisiydi. O da ruhuna sığmayıp dışarı çıkmak için çırpınan acılarını bir şeylere zarar vererek örselemeye çalışıyordu. Kendine.

''Benimle gel, kanı durdurmamız gerek,'' dediğimde sesimdeki çaresizlik onun bana bakmasına sebep oldu.

Çoğu zaman öfkeyle harlanan bal rengi gözlerini öylesine yüzüme dikmesine değil, gerçekten de beni en içime kadar görmesine.

''Yemeğe geri dön, Atlas.''

Elini elimden çektiğinde odasına doğru yürümeye koyuldu. Kapıyı arkasından kapatırken kanayan elinin yumruk halinde sıkıca kapandığını fark ettim. Giderek her zamanki gibi beni ardında bırakmayı önemsememişti.

Ama bu defa öylece köşede durup gidişini seyretmeyecektim. Banyoya girdiğimde cam parçalarına basmamak için dikkat ettim ama açıkçası o anda o parçalardan biri beni yaralasaydı bile umurumda olmazdı. Tek düşünebildiğim bir şekilde kendisine doğru çekilmeyi kesemediğim o adamın iyi olmasıydı. Dolaplara uzanıp sağlık malzemelerinin olduğu kutuya uzandığımda babamın bunu benim intihara meyilli olduğumu düşündüğü zamanlar için sakladığını hatırladım. Normal bir bilinçte olsaydım eğer, olayın ironisi beni gülümsetebilirdi.

Ellerimdeki kutuyla gideceğim sırada Aras'ın paramparça ettiği aynadaki yansımam beni durdurdu. Aynadaki her şeyi yoluna koyma dürtüsünü bastıramayıp her şeyin daha kötüye gidişini izleyen o kızdan nefret ettiğimi biliyordum. Onu yaralayan bir adamın dahi yaralarını sarmak isteyen o küçük kızdan ölesiye nefret ettim.

Ama bir şeyler yapmam gerektiği düşüncesi zihnimi tamamıyla ele geçirirken tek yaptığım onun odasına gitmek oldu. Bu defa kapıyı çalmamıştım, beni içeri davet etmeyeceğini biliyordum.

Onu gri duvarları olan ve geri kalan her şeyin neredeyse siyah olduğu odasında pencerenin kenarında dikilirken buldum. Benim geldiğimi anlaması için arkasını dönmesine gerek yokmuş gibi mırıldandı:

''Sana yemeğe geri dönmeni söylemiştim.''

Yanına gittiğimde tıpkı bir hayaletmişim gibi beni yok saydı.

''Yemek umurumda değil,'' dedim.

''Yağız'ın iltifatını büyük bir memnuniyetle kabul ederken umurundaydı,'' diye mırıldandı Aras.

Bir süre gözlerimi onun bana bomboş bakan gözlerinden ayıramadım.

''Yağız'ın ve diğer herkesin canı cehenneme, tamam mı?'' Sesim beklediğimden daha yüksek çıkmıştı. ''Şimdi kanı durdurmamız gerek.''

Sağlık malzemelerinin bulunduğu kutuyu yatağının üzerine bıraktım ve tekrardan onun yanına gidip çekingence koluna dokundum.

''Aras lütfen, eline bakmama izin ver.''

Diğer elim yavaşlasa da hala kanamaya devam eden eline gittiğinde canını yakmışım gibi suratını buruşturdu. Bana izin vermesi için gözlerimi ona dikmiştim ve dudaklarından dökülecek o tek kelimelik onayı bekliyordum.

O ise, ''Seni odamda istemediğim konusunda açıktım, bunun nesini anlamadın?'' demekle yetindi.

Ama nedenini bilmesem de onun bu kaba sözlerinin bu defa yalnızca beni kendinden uzak tutmak için söylediğini biliyordu.

''Zorla odama girdiğin günleri hatırlıyor musun? Ben hatırlıyorum ve anlaşılan bu gece ödeşeceğiz.''

Bu sözlerimden sonra belki de ilk defa bana gardını indirdi ve ona ulaşmama izin verdi. Onu yatağına doğru sürüklediğimde yatağının hemen yanında durmuştum.

''Otursana,'' dedim azarlar gibi.

Her daim tıpkı yaramaz bir çocukmuşum gibi benim arkamı kollayan o olsa da bu defa rolleri değişmiş gibiydik. Düz bir çizgiyle somurtmaya alışmış dudakları hafifçe yukarı kıvrılırken yatağına oturmuştu. Bu ani duygu değişimi kalbimin yeniden bozuk bir tempoyla atmasına neden oldu.

''Neden gülüyorsun?'' diye homurdandım. ''Canın yanmıyor mu?''

''Alt üstü bir kesik,'' diye omuz silkindi Aras. ''Daha kötülerini görmüştüm.''

Ona cevap vermek yerine onun kanının bulaştığı ellerimle banyodan getirdiğim kutuya uzandım ve aceleyle pamuğu ve oksijenli suyu çıkardım.

Yarası parmak eklemlerinin hemen üzerinde olmalıydı ama eline bir türlü tam anlamıyla bakmama izin vermemişti. Ama o defa kesiğin ne durumda olduğunu görmem için elini gösterdi.

''Ne yapman gerektiğini biliyor musun?'' diye sordu Aras.

Başımı kaldırıp ona baktığımda gülmüyor olsa da gözlerindeki ifadeden benimle uğraşmak istediği anlaşılıyordu.

''Asla ve asla hastaneye gitmeyeceğinizi ikimiz de biliyoruz ve eğer kan kaybından ölmek istemiyorsanız benden başka bir seçeneğiniz yok Aras Bey."

Oksijenli suyu hafifçe pamuğa döküp kesiğin etrafındaki kanları temizlemeye koyuldum. Bir keresinde annem Gökalp'le bahçede kovalamaca oynarken düştüğümde kanayan dizlerime pansuman yapmıştı. Çocukluğuma dair çok fazla bir şey hatırlamasam da o anı unutamıyordum işte.

Alkolü yarayla direkt olarak temas ettirmemeliyiz, demişti annem. Yoksa canın uf olur. Anladın mı, meleğim?

Dizimdeki sızı kıvranmama neden olacak kadar derin olsa da keyifle kafamı sallamıştım. İşte bu yüzden ben çocukluğumdan kalma bir anıdan hatırladıklarımı uygularken Aras kafasını eğmiş beni izliyordu.

Küçük bir parçanın kanların aktığı yerdeki ete hafifçe batmış olduğunu gördüm. Bunu yapıp yapmamak konusunda emin olamasam da o parçaya uzanıp çıkardım. Bunu yaptığımda Aras'ın dudaklarından küçük bir inilti çıkmıştı.

''Özür dilerim, canını mı yaktım?'' dedim telaşla.

''Sadece bir an önce işini bitir.''

Kutunun içindeki beze uzanıp kenarını kanayan yere bastırarak durmasını bekledim, Aras bu sırada kısık kısık nefes alsa da kendini dizginliyor gibi bir hali vardı. Bir süre sonra kanama durduğunda rahatlayarak sargıyı aldım ve mikrop kapmaması için kesiğin etrafını dikkatle sardım.

İşim bittiğinde ne kadar uzun süredir kaşlarımın çatılmış olduğunu sonradan fark ettim, korkudan dolayı ellerim hala hafifçe titriyordu.

''Bunu neden yaptın?'' dedi Aras başımın hemen üzerinden.

''Neyi?''

''Bana neden yardım ettin?'' diye sordu sabırsız bir sesle.

''Anlaşılan hata ettim,'' dedim etraftaki malzemeleri toplarken. ''Teşekkür etmen gerekirken...''

O anda beni her daim etkisi altına alan gözlerinden kaçmak için her şeyi yapardım. Ama o yüzüme uzanıp sağlam eliyle çenemi kavradığında yine o gözlere yenik düştüm.

''Bana yakın olmaktan nefret ettiğini söylüyorsun, sonra aklımı başımdan alacak kadar bana yakınlaşıyorsun. Bana öyle bir bakıyorsun ki küçük bir kız çocuğuna karşı böyle düşünceler geçirdiğim için kendimden tiksiniyorum...''

İşte yine yasaklı bir bölgede, yasaklı kelimeleri kullanıyordu. Bana tadına bakmam için yasaklı meyveden uzatıyordu, beni cehenneme sürgün etmek için. Ama bu defa beni yanmaktan alıkoyacak iradeye sahip değildim.

''Ben küçük bir kız çocuğu değilim,'' dedim.

Kendimi olduğum yaştan öylesine fazla, öylesine büyük hissediyorum ki... Aramızdaki beş yaş neden beni bir çocuk gibi görmesine sebep oluyordu? O sırada sessiz kalıp birbirimizin gözlerine baktığımız her saniye sonsuzluk gibiydi. Odadaki kasvet giderek yükseldi ve tavana çarpıp bir zehir gibi havaya karıştı.

Bu zehir mantıklı düşünmeyi tetikleyen bir zehir olsa gerekti, zehirden etkilenip bu defa kendini geri çeken Aras oldu. Çenemi kavrayan eli yataktan aşağı sarkan bacaklarının üzerine yerleşti.

''Gitmelisin Atlas,'' dedi düz bir sesle. ''Baban seni merak edecektir.''

"Bir çocuk olmadığımı göreceksin,'' dedim.

Ama o zehir bana etki etmemişti, o anda mantığımı tamamıyla göz ardı edip yalnızca deli gibi atan kalbime kulak kesildim. Belki de asla yapmamam gereken şeyi yapmak üzere olduğumu biliyordum. Küçük bir kız çocuğu olmadığımı kanıtlamam için gereken şeyi. Yüzümü ona yaklaştırdım ve zihnimdeki bütün o uyarılara rağmen gözlerimi kapatıp yasak meyvenin tadına baktım.

İzlediğim tüm aşk filmlerinde iki insanın dudaklarının birbirlerine temas etmesinin neden bu kadar heyecanlı olduğunu düşünürdüm. Bana kalırsa eğer bu bir yabancıyla aynı bardaktan su içmek gibi bir şeydi, tamamıyla mide bulandırıcı. O anda dudağıma baskı yapan dudaklar da midemde bir ağrı oluşturdu ama bu bir bulantıdan ziyade karnımdaki kelebeklerden kaynaklanıyordu. Okuduğum romanlarda gülünç bulduğum o kelebeklerden.

Aras'ı bu dünyadaki hiçbir şeyin şaşırtmayacağını biliyordum ama onu öpebileceğimi, gerçekten öpebileceğimi hesaba katmamış olmalıydı. Birkaç saniye içinde kendini geriye çektiğinde içime işleyen bal rengi gözlerinin irileştiğini gördüm.

Kalbimdeki ilk erkek Kutay olsa da, ilk öpücüğümü ona vermiştim. Ve o bunu yaparken ne kadar çekindiğimi bilse de bana karşılık vermemişti. Beni itmemiş olsa da kendini geriye çekmişti ve hangi açıdan bakarsam bakayım bu ikisinin bir farkı yoktu.

Düşünmeden yaptığım bu şey için kendime lanet okudum. Utanç, hayal kırıklığı ve pişmanlık içimde bir savaş içerisinde galip çıkmaya çalışırken bakışlarımı kaçırdım.

''Ecrin sen...''

Cümlesini tamamlamadı. O anda ne kadar utandığımın farkında mıydı?

''Ben gitsem iyi olur,'' dedim sessizce.

Ayaklanıp kapıya doğru gideceğim sırada beni bileklerimden yakaladı. Kendimi yine onun geniş yatağında otururken buldum, odadaki tek ses hızla atan nabzımdan başkası değildi.

''Senden beklenmeyen şeyleri yapmaya bayılıyorsun, değil mi?'' diye mırıldandı.

Bana gözlerindeki karartıyla baktığında yaralanmamış eli belimdeki yerine tıpkı bir yapbozun kayıp parçası gibi yerleşti. Sargılı olan eliyle çenemi tekrardan kavradığında canının yanıp yanmadığını merak ettim. Başını hafifçe çevirip hiç tereddüt etmeden ağzını benimkinin üzerine örttü, benim aksime ne yaptığından tamamıyla emin olarak. Ve bundan biraz olsun şüphe duymayarak. Gözlerim kasvetle kapandığında bu defa onun dokunuşunun altında kaskatı kesilen bendim. Dudaklarının yumuşaklığı ve belimdeki giderek beni kendi gövdesine çeken eli başımı döndürüyordu. Ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim olmasa da dudaklarımı onun öpüşüne karşılık vermek için beceriksizce kımıldattım.

Zihnimdeki ses bunun koca bir yanlış olduğunu haykırdığındaysa hafifçe geriye çekilmeyi kesemedim. Aldığım kesik kesik nefeslere rağmen o her zamanki gibi serinkanlı ve biraz önceki andan neredeyse hiç etkilenmemiş gözüküyordu. Hala şaşkın olduğunu es geçmezsek tabii.

Yüzüme o kadar yoğun bir duyguyla bakıyordu ki ondan gizlenmek için kafamı
omzuna gömdüm. Biraz önceki yaşanan şey gerçek olamazdı, değil miydi?

''Sorun ne?'' diye mırıldandı kulağıma doğru. ''Hissettiklerin için utanma, Atlas.''

Yüzüme düşen uzun saçlarımı geriye doğru atarken hissettiğim yoğun duyguları kaldırabildiğimden emin değildim. Belimdeki eli beni sakinleştirmek ister gibi sırtımda gezindi.

''Ölmek istiyorum...'' dedim boğuk sesimle. ''Bu doğru değil.''

Beni kolumdan tutarak hafifçe geriye çekti ve böylece tamamıyla kanın toplandığı yanaklarımı görmüş oldu. Benimle alay etmesini bekliyordum ama o çok az karşılaştığım kadar ciddiydi.

''Neyin doğru olup olmadığını düşünmeyi bırak.'' Dudaklarını yanağım ve ağzımın arasındaki noktaya temas ettirdiğinde irkildim. ''Önemli olan neyin doğru hissettirdiği.''

Onun yakınlığının doğru hissettiren bir tarafı da yoktu ama bunu ona söylemedim. O sırada koridordan gelen birkaç ses işitildi. Aras'la bir süre bakıştığımızda kendini hafifçe geriye çekerek benden uzaklaştı. Çok geçmeden odanın kapısı hızla aralanmıştı.

Gelen Eylül'dü.

İlk başta telaşlı haline anlam veremesem de sonradan anlamıştım. Banyodaki kırık aynanın parçalarını görmüş olmalıydı ve oğlunu tanıyan her anne gibi bir şeylerin yanlış olduğunu sezmişti.

''Aras, sen iyi misin? Banyodaki kırıklar...'' Oğlunun elindeki sargıyı fark ettiğinde cümlesini tamamlayamadı, telaşla yanımıza geldi. ''Eline ne oldu?''

Eylül'ü ilk defa bu halde gördüğüme emindim, oğlunun elini avuçlarının arasına alırken ağlayacak gibi bir hali vardı.

''Ben gitsem iyi olur,'' dediğimde ikisi de dönüp bana bakmadı.

Onları yalnız bırakmak en iyisi olacağından kapıya doğru yürüdüm, kapıyı arkamdan kapatmadan önce son işittiğim Aras'ın sesi olmuştu.

''Bir daha sakın geçmişim hakkında konuşma,'' diyen sesi. ''Yoksa yemin ederim bunu yaptığına pişman olursun.''

Odama giderken biraz önceki ruh halinden nasıl bu kadar hızlı çıkabildiğini anlayamadım. Kaç farklı kişiliğe sahipti? Odama girdiğimde ardımdan kapattığım kapıya yaslandım ve içimdeki savaşta galip gelenin kim olduğunun farkına vardım.

Saf, katıksız ve tamamıyla keskin bir belirsizlik.

&

O geceyi, tavanın boşluğunu dikizlerken en büyük düşmanımın yargılamalarını dinleyerek geçirdim. Kendimin. Aras'ın hiçbir zaman ne düşündüğünden emin olduğum söylenemezdi ve bu gece aramızdaki yaşanan şey öylesine uykuya dalmama izin vermiyordu. Dudaklarının temas ettiği dudaklarımı sıkıntıyla o kadar dişledim ki sızlamaya başlamışlardı.

Aras Gürsoy bana ne yapmaya çalışıyordu?

Dışarıdan gelen ışıklar zihnimdeki karanlığa, gerçeklerse eskiden olduğum kıza ait anılara karıştı. Ve ben neredeyse üç sene öncesine ait anılarıma kontrolsüzce çekildim.

*

Sıkıcı ve katlanılmaz geçen lise günlerinden biriydi, üç saat geometrinin sonunda nihayet öğle arasındaydık. O zamanlar da tıpkı şu anki gibi pek de düzgün beslendiğim söylenemezdi. Evde kahvaltı yapmaz, öğle arasına kadar aç beklerdim. Zamanla bu alışkanlığım Kutay'a da bulaşmıştı. Birlikte okulun mikroskopla dahi görünmeyen kaşarlı tostundan veya ekmeği lastik gibi olan sandviçinden yerdik. Uzun kantin sırasında bekleyen o gün o olmuştu, bense ikimiz için masa tutmuştum.

Bir orman kadar yeşil gözleri beni dikizlemiyorken onu incelemek güzeldi. Beyaz okul gömleğinin içerisinde çok şirin görünüyordu, bir de alnına dökülen sarı saçlarıyla tabii. Bizim sınıfımızdaki bir erkekle konuşurken elleri çoğu zaman olduğundaki gibi cebindeydi. Bunu bir nevi refleks haline getirdiğini biliyordum.

Kutay'ı izlediğim görüş alanına birisi girdiğinde aptalca sırıttığımı fark ettim ve derhal kendimi toparladım.

Okulun hayli tanınan kızlarından biri olan Ayça'ydı gelen. Beline kadar uzanan siyah saçları dümdüzdü. Bu haliyle bir şampuan reklamında oynayabilirdi, benimle konuşmaya başladığında bembeyaz dişlerini gördüm. Belki de diş macunu rol modelliği yapabilir, diye düşündüm.

''Ecrin, oturabilir miyim?'' dediğinde cevabımı beklemeden yanımdaki sandalyeye oturmuştu bile.

Gözlerimi devirme dürtümü, evet o zamanlar da bunu sık sık yapardım, yenmeye çalıştığım birkaç saniye öylece geçti, adımı nereden biliyordu?

''Ben Ayça, B şubesinden.''

''Kim olduğunu biliyorum,'' dedim.

Pekala, insanlara karşı bu kadar soğuk davranmayı kesmeliydim. Kız, uzun saçlarını omuzlarından geriye atarken bir an için arkasına döndü. Kantin sırasında bekleyen kişilere neden baktığına başta anlam veremedim.

''Kutay'ı tanıyorsun değil mi?'' diye sordu ağzındaki baklayı ıslatarak.

Kaşlarımı o anda öyle bir çatmış olmalıydım ki kız o tatlı gülümsemesini kesti.

''Evet, ne oldu?'' dedim kaba olmamaya çabalarken.

Kız masada bana yaklaşarak başkalarının duymasından çekinerek, ''Onuncu sınıflar onun bir sevgilisi olduğundan bahsediyor... Merak ettim de gerçekten bir sevgilisi var mı?''

Halk arasında kıskançlık diye nitelendirilen ama gerçekte göğsünüzün bir bıçakla delik deşik edilişine seyirci kalmak olan o duyguyla yeni yeni tanışıyordum.

''Var,'' dedim omuzlarımı dikleştirirken.

Kızın yüzünün düşüşünü keyifle izledim. ''Kim?''

''Tam karşında duruyor,'' diye cevap verdim.

Ayça, dünyadaki en gülünç şeyi söylemişim gibi kıkırdadı. ''Ecrin ben ciddiyim. Onunla tanışmayı gerçekten uzun süredir istiyorum.''

O sırada Kutay elinde iki tane karışık tostla yanımıza gelmişti. Yeşil gözleri önce bana sonrasında Ayça'ya kilitlendi. Bir şey diyecek gibi olduğunda sandalyeden ayaklanıp onun yanına gittim. Koluna girdiğimde neler olduğuna anlam veremiyor gibi şaşkındı.

''Her şey yolunda mı?'' diye sordu Kutay o kadifemsi sesiyle.

''Ayça sevgilinin olup olmadığı konusundaki söylentileri öğrenmeye gelmiş,'' dedim. ''Ben de ona söylentilerin doğru olduğunu söyledim.''

Kutay, şükürler olsun ki durumu bozuntuya vermedi. Bana koşulsuz şartsız her daim güvenirdi ve o zaman da sorgusuzca beyaz yalanıma ayak uydurmuştu.

Boşta olan eliyle elimi tuttuğunda bana değil de Ayça'ya bakıyordu. İlk kez elimi tutuyor değildi elbet ama midemde kelebeklerin dans ettiğini hissettim.

''Ecrin haklı, bir sevgilim var...'' dedi Kutay bana döndüğünde. ''Hemen yanımda duruyor ve ben o kız için deli oluyorum.''

Ayça zoraki bir gülümsemeyle başını sallayarak yanımızdan ayrıldığında Kutay hala elimi bırakmamıştı. Sandalyelere oturduğumuzda birleşmiş ellerimiz onun bacağının üzerindeydi.

''Neden yalan söyledin?'' dedim bir parça da olsa suçlu hissederken.

Kutay o ışıl ışıl gülümsemesiyle dizini dizime değdirdi, bana o kadar anlamlı bakıyordu ki kalbimin bunu kaldıramayacağını düşündüm.

''Yalan söylemedim, senin için deli oluyorum,'' dedi rahatça.

Şaka yaptığını bilsem de küçük bir kız çocuğu gibi yanaklarıma kan toplandı. Üzerime eğilip ısınmış yanaklarıma küçük bir buse bıraktı.

''Ne yapıyorsun?'' dedim kendimi geriye çekerken.

Gözlerim birinin görüp görmediğini kontrol etmek üzere etrafta gezindi, herkes kendi halinde olsa da rahatlamış hissedemedim.

''Sevgilime masum bir öpücük veremez miyim?'' dediğinde omzuna bir tane indirmiştim.

Beni utandırmak onun için asla eskimeyen bir eğlence yöntemiydi.

''Ciddiyim, etrafımdaki kızları bu şekilde uzaklaştırmaya devam edersen eğer sonunda benimle çıkman gerekir,'' diye devam etti sözlerine.

Tostumdan yemeye koyulmadan önce kalbim hala sıcakken ve tamamıyla canlıyken kocaman gülümsemiştim.

''Bu o kadar da kötü bir son olmazdı,'' diye cevap verdim.

*

Yaşamımdaki takvimden bir yaprak daha koparıldığında o gün her zamankinden daha geç uyanmıştım. Başucumda duran telefona uzanıp ana ekran tuşuna dokunduğumda saatin ona geldiğini gördüm. Yatağımda uykunun rehavetinin bedenimi terk etmesi için gerinme hareketleri yapmaya başladım. Doruk'un yanına gitmem gerekiyordu ama bütün kaslarım ağrıyor gibi bitkindim.

Yine de arkadaşımın yanında olacağıma söz vermiştim, onun asla yalnız hissetmesine izin vermeyeceğimi... Yataktan zorla da olsa kalktım ve hazırlanmaya başladım. Üzerime bebek mavisi puantiyeli gömleğimi ve altına en sevdiğim kotumu giyindim. Kabarmış, dağınık buklelere sahip kahverengi saçlarımı insan içine çıkabileceğim bir hale getirdiğimde hazırdım.

Evdeki kimseyle karşılaşmak istediğim söylenemezdi ama ben merdivenlerden inerken büyük ihtimalle çalışma odasına çıkan babamla karşılaşmıştım.

''Nereye böyle?'' diye sordu beni incelerken.

Normal bir baba kız ilişkimiz olsaydı eğer bana günaydın demesi gerekirdi ama onun bu davranışlarına alıştığım için üzerinde durmadım.

''Hastaneye.''

Babamın tıpkı benimkilerin aynısı olan yeşil gözleri bir süre beni süzdü.

''Önce dün gece hakkında konuşacağız.''

''Baba şu anda gerçekten acelem var, lütfen beni daha uygun bir zamanda azarla.'' Merdivenden ineceğim sırada önüme geçerek beni engellemişti.

''Şimdi de beni kaile almıyorsun, öyle mi?'' dedi başını iki yana sallayarak.

''Doruk'un desteğime ihtiyacı var. Durumunun ne kadar kritik olduğunu sana söyledim.''

Bütün o kızgın ifadesinin yerini hayal kırıklığına uğramış hali aldı.

''Öyleyse durma, nasılsa yine buraya döneceksin,'' dedi babam ve öylece yanımdan geçip gitti.

Annemle hala evli olduğu zamanlar da tam anlamıyla bir baba kız ilişkimiz olmasa da aramız şu andakinden herhalde iyiydi. Bana neden bu kadar uzak davrandığından hiç emin olamadım ama ona hiç soramadım da. Onun benden bu denli nefret etmesine neden olacak ne yapmıştım?

Bu konunun enerjimi sömürmesini istemediğimden üzerinde fazla oyalanmadım. İlk defa yaşadığımız bir tartışma değildi ve zamanla en ağır acılar bile körleşirdi. Beyaz spor ayakkabılarımla bahçemizin taş yolundan beni giderek dibe çeken duyguların eşliğinde yürümeye koyuldum.

Bir taksi çevirdiğimde güneş tam tepedeydi ve Antalya'nın kavurucu sıcaklarından biri vardı. Taksiciye gideceğim adresi söyledikten sonra kulaklıklarımı takıp müzik dinlemeye koyuldum. Biraz müzik bütün boktan anları bile eşsiz kılabilirdi.

Derken müzik sesi hafifçe kesildi ve ekrana baktığımda bir mesajın geldiğini gördüm.

''Dün gece yemeğe geri dönmedin ve seni merak ettim. İyisin, değil mi?

-Yağız KANTAR ''

Spor salonunda numaramı istemişti ama kendisinin bana dönüş yapacağını söyleyerek numarasını vermemişti. İşte şimdi ne sebeple olduğunu bilmesem de bana ulaşmayı istemişti.

''İyiyim, yalnızca ilgilenmem gereken bir şey vardı,'' yazıp yolladım.

Kendimi tekrardan müziğe uydurmaya çalıştım ama meraklı bakışlarım telefonun ekranından ayrılmadı. Ne cevap vereceğini beklemekten başka bir şey yapamadım.

''İyi olmana sevindim. Müsait bir zamanda görüşebileceğimiz konusunda sözleşmiştik. Bugüne ne dersin?''

Benimle buluşmak mı istiyordu? Neden?

''Maalesef yapacak birkaç işim var,'' yazarken onun bana ulaşmaya çalıştığını öğrenirse eğer Aras'ın tepkisinin ne olacağını düşündüm.

Ekran iki yeni mesajla aydınlandı.

''Ne kötü...''

''İşlerin biterse eğer seni bekliyor olacağım. Görüşmek üzere.''

Cümlelerinin ne kadar özgüvenli olduğunu fark etmiştim, böyle erkekleri yavan ve klişe bulsam da Yağız'ın klişe bir tarafı yoktu. Yine de bana yakınlaşma çabalarının arkasında bir şeylerin olabileceği düşüncesiyle tetikte olmam gerekiyor gibi hissediyordum.

Hastaneye en nihayetinde geldiğimde Doruk'un kaldığı kata asansörle çıktım. Sayra'nın hala burada olup olmadığını merak ediyordum, dünkü bana karşı katı davranışlarının nedenini de.

Doruk'un odasına doğru yürürken karşıdan gelen sarışın kız benim arkadaşımdan başkası değildi. Her daim ışıldayan suratı o anda o kadar asıktı ki bu beni endişelendirmeye yetti.

''Sayra...'' dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı.

Ela renkteki gözleri yaşlarla doluydu, yanağından aşağı birkaç damla düşüverdi.

''Ne oldu?'' dedim ona yaklaştığımda.

Elimi destek olmak istercesine koluna yerleştirdiğimde bana iki yabancıymışız gibi mesafeliydi.

''Sadece yalnız kalmak istiyorum Ecrin.''

Beni o ruhsuz koridorda bir başıma bırakarak giderken gözyaşlarını sildiğini fark ettim. Arkasından gitmeyi düşünsem de dünkü ve bugünkü sert davranışları beni engelledi. Sebebini bilmesem de bir cihetten ötürü benden uzak kalmayı tercih ediyordu. Ve hayatta kimseyi benimle kalması için zorlayamayacağımı öğrenmiştim.

Onun yerine Doruk'un odasının aralık kapısından içeri girdim, karşılaştığım tablo biraz öncekinden farklı değildi. Doruk kafasını iki elinin arasına almış öylece duruyordu.

''Doruk?'' diye mırıldandığımda mavi gözleri bana yöneldi.

Gidip yatağının kenarına oturduğumda ikisinin tartışmış olabileceğini düşündüm.

''Hoş geldin,'' dedi gülümsemeye çalışarak ama becerebilmiş değildi.

''Sen iyi misin?''

''İyiyim, yalnızca ilaçların etkisiyle biraz sersemledim,'' diye cevap verdi.

Kafamı iki yana salladığımda sözleri beni teskin etmeye yetmemişti.

''Seni tanıyorum, Doruk. Bir sorunun olduğu belli. Sayra'yı da biraz önce ağlarken gördüm.''

Sıkıntılı bir iç geçirip bir süre için pencereden dışarı baktı.

''Bana bu zamana kadar gizlediği bir şeyi söyledi,'' dediğinde sesi yorgundu.

''Neyi?''

''Beni sevdiğini,'' diye mırıldandı.

Sayra'nın ona karşı birkaç yıldır hisleri olsa da arkadaşlık alanından dışarı çıkmaktan korkuyordu. Hislerinin tek taraflı olmasındandı bu korku. Ama bunca yıl sonra ona hislerinden bahsetmesinin sebebi diğer bir korkuydu. Reddedilme korkusu değil, Doruk'un onun duygularını asla bilmeden ölebileceği korkusu.

''Ben elbette ilgisinin farkındaydım ama ona karşı hiç o anlamda bir şey hissedemedim,'' diye devam etti Doruk. ''Berbat biri olduğumu düşünüyorsun, değil mi?''

''Sen berbat birisi olmaya en uzak insansın, Doruk. Sayra'nın hassas bir kız olduğunu biliyorsun, ona yalnızca biraz zaman ver.''

Üzerindeki açık mavi yorganı hışımla ittirdi ve o yataktan iğreniyormuş gibi hızla ayağa kalktı.

''Biraz yürüyelim mi? Bu odada daha fazla tıkılmaya katlanamayacağım.''

Başımı sallayarak yataktan indim ve birlikte neredeyse hiç konuşmayarak bahçeye indik.

Güneş ışıklarının düştüğü bir banka oturup uzun uzun konuştuk, bana daha önce dile getirmediği pek çok şeyden bahsetti. Doruk, hukuk okuyordu ve üniversitedeki birinci senesiydi. Tedavi sürecinden dolayı okulu dondurmak zorunda kalmaktan endişeleniyordu ama bu halde de okula geri dönmek istemediğini biliyordum.

Ona her şeyin bir sebeple gerçekleştiğini ve kötü günlerin herhalde bir gün geride kalacağını söylemek isterdim. Oysa daha benim bile inanmadığım cümlelerle birisine destek olamazdım.

''Peki ya sizin olayınız ne?'' dediğinde kaşlarımı kaldırdım. ''Aras'tan bahsediyorum.''

Bizi hiç de uygun olmayan bir şekilde gördüğü yemek gecesine ait anılar zihnimi ele geçirdi. Bazen keşke hafızamı sıfırlayabilsem ve bana yük olan her bir andan kurtulabilsem derdim.

''Bilmiyorum. Onunla ilgili hiçbir şeyin belirli ve elle tutulabilir bir tarafı yok,'' diye itiraf ettim.

İçimde giderek birikmiş düşünceleri bir başkasına anlatarak özgür bırakmak iyi gelmişti.

''Onu seviyor musun?'' diye sorduğunda ciddiydi.

''Sevmek mi?'' dedim gülerek. ''Onunla aramdaki şey her neyse bunun sevgiyle alakası yok.''

Ben bir şekilde ona bağımlı olmuş gibi hissediyorum, diye düşündüm. Ve ne kadar uzağa gitmeyi istersem isteyeyim, kendimi bir türlü ondan kurtaramıyorum.

''Yine de dikkatli olman gerek,'' dedi Doruk. ''O güveneceğin son insan bile olamaz, bunu sakın unutma.''

Onu teskin etmek ister gibi başımı salladım, Aras'a güvenmeyi bir an olsun aklımdan geçirmemiştim zaten.

Doruk, doktorla randevusunun olduğunu söyleyerek ayaklandığı zaman ben de onunla beraber kalkmıştım. Sabah kahvaltısı yapmadığım için karnım huysuz bir şekilde homurdandı. Canım hastanedeyken bir şeyler yemeyi gerçekten istemiyordu ama yemek yemediğim zamanlar çok halsiz kalıyordum. Ve benim arkadaşıma destek olmak için her daim gülümsememe, gülümseyebilmem içinse enerjiye ihtiyacım vardı.

Bu yüzden o asansörlerden yukarı kata, odasına çıkarken ben de zemin kattaki kantine gitmiştim. Kendime bir patatesli açma ve çay aldığımda boş masalardan birine gözüme kestirip oraya yürümeye koyuldum.

O sırada bir kadın masasından kalkıp geçmem için kenara çekildiğinde duraksadım. Kadın omuzlarının üzerinden bana döndü ve bu tanıdık simayı kolayca tanıdım.

Hayatın garip tesadüflerle örülü bir yer olduğu hakkındaki sözleri yavan bulsam da bu duruma uyduracak başka kılıfım yoktu.

''Ecrin,'' dedi Özlem Teyze. ''Burada ne arıyorsun?''

Geçen gün Kutay'ın ağabeyiyle bu hastanede denk gelmem şimdiyse onun annesiyle karşılaşıyor olmamın hiçbir mantıklı tarafı yoktu.

Özlem Teyze'ye bu hastaneye arkadaşım için geldiğimi söylediğimde bir an için rahatlar gibi oldu. Onun neden burada olduğunu sorduğumda önemli bir şeyin olmadığını söyledi. Geçmişimde yer edinen birisiyle karşı karşıya oturmuş sohbet ederken eski günleri ne kadar özlediğimi fark etmiştim.

''Size söylemem gereken bir şey var,'' dedim bir ara.

''Ne oldu kızım?''

''İnanç yeniden beni rahatsız ederse eğer bilmek istemiştiniz... Geçen gece hastanedeyken gecenin bir saatinde karşıma çıktı. Sanırım beni takip ediyor.''

Bu cümleleri bir anneye karşı söylemek dünyadaki en kolay şey değildi. Kelimeler giderek daha da ağırlaştı sanki ve sözlerimi bitirmek gittikçe güçleşmişti.

Ama ağırlaşan tek şey kelimeler değildi. Kadın beni kendi kafamdaki gerçeklerden çekip alarak dünyanın gerçekliğiyle tanıştırırken kalbim göğsüme sığmıyor gibiydi.

''İnanç seni takip etmedi Ecrin. Çünkü o zaten bir süredir burada kalıyor.''

''Neden?'' diye sordum tereddütle.

Gözlerindeki filizlenmeye yüz tutan yaşlarla, ''Çünkü o iyi değil...'' dedi kadın. ''Ve ben bir oğlumu kaybetmişken diğeri için endişelenmekten çok yoruldum.''

Hayatın sizden çekip aldığı şeyleri tutmaya çalışmanız bir yere kadar fayda sağlardı. Ama her daim yok etmeye aç olan kasırga, kurbanı olarak sizi seçtiyse eğer ondan kaçabilmenize imkan yoktu.

Ve o kasırga durmazdı, ta ki sizi siz yapan her şeyi alana, yaşamla aranızdaki o ince kordonu koparana, size her daim kaybedeceğiniz bir şeylerin olduğunu gösterene kadar.

Continue Reading

You'll Also Like

6.8M 8.1K 19
Karanlığın Hassas Noktası ~Tek Kalp Beş Kardeşlik Serisi -1 (FINAL) Mortena Yayınları farkıyla yakında raflarda olacağız! Tanıtım Hayat hep kurallar...
570K 21.1K 50
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
25.6M 909K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
225K 13.9K 27
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...