YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
53 ''Kanlı Ay''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

32 ''Yapboz''

15.4K 781 177
By iremuzunay

32

            Her mutluluk bir mutsuzluğun bedeli, diye düşünürdüm. Sadece bir şeyleri yitirdiğimizde, bir şeyleri kazanmamıza izin verildiğini öğrenmiştim. Hayatımıza giren, yüreğimize iyi gelen insanlar şüphesiz birer bedeldi. İçimiz sökülene kadar ağladığımız gecelerin, kalbimize aynı anda batırılan bin iğnenin bedeli.

            Benim kader çizgimse, yalnız geçen çocukluğumun ardından bunun kefareti olan güzel birkaç yıl ve sonrasında yeniden tek düze hale gelmiş bir hayattan ibaretti. Peki tüm bu yitirmişliklerden sonra mutluluğu hak etmiş miydim? Bu konuda pek emin değildim.

            Aras gittikten sonra bir süre kadar Yekta'yla sohbet etmiştik. Yekta, garip bir mizah anlayışına sahip bir çocuktu ve böylece zihnim her ne kadar bir kasırgayla darmadağın halde olsa da beni gülümsetebilmişti. Sonrasındaysa beni eve bırakmıştı, numaramı almayı ihmal etmeden tabii.

            Yekta'yı düşündüğümde olayların nasıl sonuçlanacağını az çok tahmin edebiliyordum. Hayatımda bana yaklaşmaya çalışan birkaç erkek olmuştu ama kimse bozuk bir psikolojiye sahip sorunları olan bir kızla ilişkisini sürdürmek istemiyordu. Yekta da o erkeklerden biri olacaktı, ilk bakışta ilgisini çektiğim ama sonrasında soğukluğuma dayanamayıp gerisin geri kaçan adamlardan biri.

            Peki ya benim kalbimin heyecanla çarpması sağlatacak olan neydi? İstediğimin birbirlerine kelepçelenmiş gibi her daim el ele tutuşulan ve insanlara bir sevgilinin olduğunu haykırdığın türden bir ilişki olmadığını biliyordum. Bu tür ilişkileri saçma ve alelade bulurdum. Aradığım şey kalbimde hissettiğim adrenalinle beni yaşama bağlayacak olan bir şeydi. Beni tüketen ama aynı zamanda beni var eden bir şey.

            Salonda bacaklarımı kanepeye boylu boyunca yaymış kitap okuyordum. Zihnimi verebildiğim kadarıyla tabii. O sırada kapının çaldığını işittim. Kapıyı yardımcımız Jale Teyze açmıştı, büyük ihtimalle Eylül gelmiş olmalıydı. Bu yüzden kafamı tekrardan anlamakta zorluk çektiğim kitaba çevirdim.

            Oysa salona giren kişi Eylül değildi. Kumral bir ten, yumuşacık bakan kahverengi saçlar ve iri vücuduyla kuzenim Gökalp'ti. Burada ne arıyordu?

            ''Seni evde bulabileceğimi biliyordum!'' dedi kanepede yanıma oturduğunda. ''Başka nerede olabilirsin ki?''

            ''Senin kadar renkli bir hayatım olmadığı için özür dilerim,'' dedim gözlerimi devirerek. ''Ayrıca laflarını yemen için söylüyorum ki; dışarıdaydım biraz önce eve geldim.''

            ''Vay canına, Ecrin Atlas vahşi dünyada hayatta kalabildi mi?''

            Kitabımla omzuna bir tane indirdim.

            ''Sinirimi bozmak için mi buraya geldin?'

            ''Ne yani en sevdiğim kuzenimi ziyaret edemez miyim?'' Durup gözlerini kısarak beni inceledi. ''Bir dakika... Sen güzelleştin mi? Gözlerin her zamankinden daha yeşil ve saçların her zamankinden daha insan içine çıkabileceğin şekilde...''

            ''Ne istiyorsun Gökalp?'' dedim tahammülsüz bir sesle.

            ''Pekala söylüyorum ama hemen reddetme.''

            ''Hayır,'' deyip kitabıma kaldığım yerden devam etmeye koyuldum.

            ''Ama daha ne istediğimi söylemedim bile.''

            ''İsteğinin ne olduğu cevabımı değiştirmeyecek,'' diye mırıldandım.

            Ben kitabın hiçbir şey anlayamadığım cümlelerini okurken bir süre sessiz kaldı. Bu garipti çünkü istediğini elde edene kadar mızmızlanması gerekirdi. Göz ucuyla ona baktığımda bir elini kanepenin başlığına yaslamış öylece beklediğini gördüm. Dudaklarını aşağı doğru sarkıtmıştı ve canının sıkkın olduğu belliydi.

            ''Pekala, derdin ne söyle bakalım,'' dedim dayanamayarak.

            Üzgün gözleri mutlulukla aydınlanırken bana yaklaştı.

            ''Bir kız var, hoşlandığım bir kız.'' Gözlerimi devirdiğimi fark ettiğinde kafasını iki yana salladı. ''Bu öylesine biri değil. Bu sefer ciddi düşünüyorum.''

            ''Altı yüz ellinci sevgilinde de aynısını demiştin.''

            ''Ecrin ben değiştim, artık düzgün bir adam olacağım.'' Ona inanmam için beni kolumdan tutup sarsma gereği duydu. ''Eğer yardım etmezsen o kızla yapacağımız şirin çocuklar senin yüzünden hiç var olmayacak.''

            Yüzümü buruşturarak ona baktığımda şaka yapıyor gibi bir hali yoktu. Ama Gökalp Gökalp'ti işte. En uzun ilişkisi gün doğumundan gün batımına kadarki süreç kadardı.

            ''Pekala benden istediğin ne?'' diye sordum onun mızmızlanmasını daha fazla dinleyemeyeceğimi anladığımda.

            Kaşlarımı kaldırdığımda yaramaz bir çocuk gibi arsızca gülümsedi. Bu gülümsemeden istediğinin düzgün bir şey olmadığını tahmin etmeliydim.

            ''Gidince anlatırım. Ama önce üzerine uygun bir şeyler bulalım.''

            Üzerime siyah kısa bir elbise giymem için zorlasa da istediğini yapmamıştım. Ama makul derecede bir orta noktada, dizimin bir karış üzerinde biten siyah deri eteğimde ve askılı siyah trikomda anlaşmıştık. Gökalp güzel olmam gerektiğini söyleyip durmuştu. Sanki normal halim onun için yeterli değilmiş gibi...

Onun ısrarcılığının desteğinde, biraz makyaj yapıp dudaklarıma kırmızı bir ruj sürmüştüm. Nereye gittiğimizi öğrenmek için onu zorlasam da ağzını bıçak açmadı. Evde oturup kendi zihnimdeki düşüncelere yenik düşmektense dışarıda olup kafamı dağıtmalıydım belki de. O anda onun babasından arakladığı gri arabasında oturmamın nedeni buydu.

            ''Amcam arabasını kullanmana kızmıyor muydu?'' diye sordum emniyet kemerimi takarken.        

            ''Düzgün bir çocuk olmaya karar verdiğimi söylemiştim, tatlım. Babam artık karışmıyor.''

            Aman ne harika, diye düşünüp kafamı koltuğun başlığına yasladım.

            ''Bu halini görürse eğer asıl kızacak kişi senin baban olurdu.'' Bir an için bakışlarını yoldan ayırıp beni süzdü. ''Hele biricik masum kızını nereye götürdüğümü bilse inme inerdi adama.''

            Masum değildim. Kötülük yapmamak masum biri olmak değildi, kötülük yapmanın düşüncesini dahi taşımayan bir zihne sahip olmaktı asıl masumluk. Ve ben içindeki şeytanların sesini bir türlü bastıramayan bir kızdım. Çoğu zaman da o şeytanlara yenik düşen bir kız.

            En nihayetinde Gökalp arabasını durdurduğunda rahat bir nefes aldım. Ama aynı nefesi nereye geldiğimizi anladığımda sıkıntılı bir şekilde vermiştim.

            ''Tudors Arena'ya mı geldik gerçekten?'' diye sordum.

            Tudors Arena, Kaleiçi'ndeki pub barlardan biriydi. Gökalp'in alkol tüketmeyen bir kız olarak beni neden buraya getirdiğiyse merak konusuydu.

            ''Neden bu kadar sabırsızsın, anlatacağım,'' dedi kuzenim beni mekana doğru sürüklerken.

            İlk başta damsız girilmeyen bir mekan olduğundan beni buraya getirdiğini düşündüm ama dürüst olmak gerekirse o tam bir Kazanova'ydı. İstediği her kızla buraya girebilirdi. Dışarıda hava henüz kararmamış olsa dahi içerisinin loş ambiyansı büyüyen gözbebeklerime yerini bıraktı. Tudors Arena, o anda çok kabalık değildi, bu ortamlara pek girmeyen bir kız olsam da saatin yeterince insan çekecek kadar geç olmadığını biliyordum. Yüksek kokteyl masası ve taburelerin dizildiği, mavi ve kırmızı ışıkla aydınlatılan mekanda servis yapılan yere doğru çekiştirildim.

            ''Artık neden burada olduğumuzu anlatır mısın? Kız meselesi olduğunu söylemiştin,'' diye homurdandım.

            Gökalp işaret parmağını dudağına koyarak sessiz olmamı işaret etti.

            ''Şuradaki kızı görüyor musun? Siyah kısa saçları olan...''

            Görüyordum, kızın en az benimki kadar beyaz teni, siyah omuzlarında biten saçlarıyla kontrast oluşturuyordu. Bir adama içeceğini uzattığında zoraki bir gülümsemeyle dudakları kıvrılmıştı. Belirgin elmacık kemiklerine ve küçük, kavisli bir buruna sahipti.

            ''Beni buraya bunun için getirdiğine inanamıyorum,'' dedim.

            ''Bir barmaide vurulmayı ben mi istedim sence? Ama şu hatuna bir bak! Kaynar su gibi yemin ederim, hem akıyor hem yakıyor.''

            Tatsız şakasına gülmemi beklediğini bilsem de gözlerimi devirmeyi kesemedim. Kuzenimin yeni gözdesinin güzel olduğunu kabullenebilirdim ama Gökalp'in kalbindeki ilk ve son kız olmayacağını biliyordum.

            ''Ben tam olarak neden buradayım?'' diye sordum.

            ''Kız beni tanıyor ve ona olan ilgimin farkında. Hem güzel hem de zeki bir kadın! Dünyada bundan daha tehlikeli bir kombinasyon yoktur. Kadınlar da erkekler gibi rekabetten hoşlanır. Ve bekar bir erkeğin yanındaki kadınlar erkeği daha istenilen birisi haline getirir.''

            Neyi kastettiğini anladığımda kaşlarımı çatmıştım.

            ''Sana abayı yakmış kızlardan biri gibi rol yapmayacağım Gökalp.''

            ''Rol yapmana gerek yok Ecrin'ciğim. Kendin ol yeter,'' dediğinde tekrardan omzuna bir tane indirdim.

            Canını yakmışım gibi omzunu tutarken somurtuyordu.

            ''Tamam bana duyduğun iflah olmaz sevgini belli etmene gerek yok, yalnızca yanımda ol,'' dedi dudağını sarkıtarak.

            Sabır dilenir gibi bir iç çektim ve koluma girerek beni o kıza doğru sürüklemesine izin verdim. Biz taburelere oturduğumuzda kızın koyu renk gözleri önce Gökalp'e, sonrasındaysa bana çevrilmişti.

            ''Hoş geldiniz,'' dediğinde kuzenim ona otuz iki diş gülümseyerek teşekkür etti.

            Kız elindeki boş bardağı arka tarafa götürürken Gökalp'in onu baştan aşağı süzdüğünü fark ettim. Ve tiksintiyle kasılan midemi tutma gereği duydum.

            ''Ne haber güzellik? Görüşmeyeli nasıl gidiyor?'' diye sordu kuzenim.

            Kız, geri döndüğünde ona ters bir bakış atmıştı.

            ''Dün geceden beri mi yani? İyiyim...''

            Histerik gülüşümü bastıramayarak kıkırdadığımda Gökalp beni dürtmüştü.

            ''Bugün aslında Lara tarafına gidecektik ama kız arkadaşım buraya gelmek istedi,'' dedi Gökalp elini sırtıma koyarak.

            Kız bu yalana kanmamış gibi imalı bir şekilde başını salladı.

            ''Ne içersiniz?'' diye sordu.

            ''Ben bir Long Island alayım ama hafif olsun Selen'ciğim. Biliyorsun gece uzun...'' Gökalp kıza göz kırptığında onu ilk defa bir kız karşısında kıvranırken gördüğümü düşündüm. ''Kız arkadaşıma da alkolsüz kokteyllerinizden birini verirsin değil mi?''

            Adının Selen olduğunu öğrendiğim kız kafasını sallayarak tezgahın arkasına gitti. O sırada mekanı incelemek için arkamı döndüğümde etrafın kalabalıklaşmaya başladığını fark ettim. Mavi ve kızıl ışıklar dans etmeye koyulan insanların üzerinde parıldıyordu. Köşedeki sahnede gitarının akordunu yapmaya koyulan, tellerin üzerinde düşen kollarınınsa dövmelerle kaplı olduğu bir adam vardı. Bu birazdan canlı müziğin başlayacağının emaresiydi.

            Yanımdaki kuzenime ''Ne zaman gideceğiz?'' dedim.

            Gökalp bakışlarını Selen'in üzerinden ayırıp bana döndü. ''Daha yeni geldik Ecrin, ne gitmesinden bahsediyorsun sen?''

            Ağzıma hava doldurup sıkıntıyla nefes verdiğimde Gökalp kolunu omzuma atıp bana yaklaşmıştı, bunu yaparken Selen'in onu görüp görmediğini teyit etmek ister bir hali vardı.

            ''Bak, bugün pürüz çıkarmazsan dile benden ne dilersen,'' diye mırıldandı.

            ''İstediğim her şeyi mi?'' diye sordum gülümseyerek. ''Caymak yok sonra.''

            ''Düşeni buldun bir de sen vur.''

            Selen, içeceklerimizi sertçe bıraktığında Gökalp yerinden sıçrayarak benden uzaklaşmıştı.

            ''Afiyet olsun.''

            Kızın sert sesi daha çok zıkkım için, der gibiydi.

            Belki de Gökalp haklıydı, bütün duyguları alevlendirmek için küçük bir kıskançlık kıvılcımı yeterliydi. Meyveli kokteylimin pipetini höpürdete höpürdete içerken buna daha fazla dayanamayacağımı fark ettim ve Gökalp'in yanından tuvalete gideceğimi söyleyerek ayrıldım.

            Hafta sonu olduğundan Tudors Arena hayli kalabalıktı. Etrafımda gereğinden fazla insan olduğunda her şeyin ne kadar da üstüme geldiğinden bahsetmeme gerek yoktu sanırım. Dans eden insanlar geçmeme izin vermediklerinde onlara çarpa çarpa yürümeye koyuldum. Kendimi tuvalete attığımda içeride birkaç kız vardı.

            Aynanın karşısında bana yabancı gelen yansımamı çok uzun süre incelemeyerek avuçlarıma su doldurdum ve suyu suratıma çarptım. Soğuk bir su çoğu şeye iyi gelirdi, ağrıyan bir başa, tek bir noktaya takılı kalan bakışlara ve dağılmış bir zihne... Kendinize gelmeniz için damarlarınıza karışan bir morfin gibi.

            Bir peçete koparıp ıslak yüzümü kurulamaya başladım ve çok geçmeden tekrardan hoparlörlerin müzik sesiyle gümbürdediği insan selinin arasındaydım. Ama kalabalık bu defa belirli bir noktada kümeleşmişti.

            İsimsiz gruplardan biri popüler pop şarkılardan birini seslendiriyordu ve insanlar sahnenin etrafında toplanmıştı. Biraz önce oturduğumuz yere baktığımda Gökalp'in orada olmadığını fark ettim. Neredeydi? Gözlerim kalabalığın arasında onu bulmak için gezindi ama aradığını bulamayarak vazgeçme hissiyatına boyun eğdi.

            Onun yerine çok daha beklenmedik birinin üzerinde dikkat kesildi. Mavi ve kızıl ışıklar uzun boylu ve iri vücutlu bir adamın üzerinde dans ederken... Bir yanıp bir sönerek o bedeni teşhis etmemi sağlarken. Işıkların aydınlattığı surat Yağız Kantar'dan başkasının değildi. Karşısındaki adamla konuşurken benimle olduğundan çok daha başka birisine benziyordu Yağız. İş kıyafetlerinin yerinde siyah deri ceketi ve kot pantolonuyla, tüttürmeye koyulduğu sigarasıyla tamamıyla başka biri gibiydi.

            Karşısındaki adam kafasını yana çevirdiğinde akrep ve yelkovan tekrardan beni bu boğucu tesadüfün içerisine hapsetti. Etraftaki müzik ve insanların oluşturduğu bütün o uğultu durmuştu sanki. Karşısındaki kişi benim biricik arkadaşım Doruk'tu.

            Olayların ne kadar anlamsız olduğunu bir şekilde anlatabilirdim. Doruk ve Yağız'ın yan yana olmasının, köşede bir şeyler konuşmasının garipliğini açıklayabilirdim. Ama bunu beklenmedik bir kasırga bana şiddetle vurmuş gibi hissederken yapamazdım ki...

            Yağız siyah, dipsiz bir kuyuyu andıran bakışlarıyla etrafı kolaçan ettiğinde ceketinin cebine uzandı ve oradan bir şey çıkardı. Tek elini Doruk'un omzuna koyan Yağız, normal bir konuşma gerçekleştirmekten uzaktı. Çünkü biricik arkadaşım, omzundaki eli tiksintiyle itmişti. Ardından cebinde sıkıştırdığı şeyi Doruk'un cebine koyarken tekrardan etrafı dikkatle süzdü Yağız. Az kalsın beni görecekti ki büyükçe kolonun ardına tünedim.

            ''Ecrin... Ne yapıyorsun burada?''

            Bu beklenmedik sesle yerimden sıçramıştım. Arkamı döndüğümde erkekler tuvaletinden çıkan Gökalp'le karşılaştım. Onun buradaki varlığını da yokluğunu da bir anlığına unuttuğumu fark ettim.

            ''Yapmam gereken bir şey var. Ben... Gitmeliyim.''

            Cümlemi zar zor bitirdiğimde bana şaşkınlıktan irileşmiş kahverengi gözleriyle bakıyordu kuzenim. Neden bir anda bu denli garip davranmaya başladığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Ama şu anda benim kadar kafası karışmış olamazdı.

            ''Sen iyi misin?'' diye sordu bana yaklaşırken.

            ''İyiyim... Lütfen soru sorma.''

            Arkamı dönüp biraz önce Yağız ve Doruk'un konuştuğu yere baktım ama benim biricik arkadaşım yoktu, gitmişti. Yağız'sa yanındaki birkaç adamla hala orada dikiliyordu. Biraz önce gördüklerim zihnimde kendini tekrar eden bir plak gibi dönüp durdu. Köşeye sıkışmış Doruk'un, Yağız'ın cebine koyduğu şeyi nasıl da kabullenişi. Omzundaki eli nasıl da tiksintiyle itişi.

            Ardından Sayra ben ve onun birlikte gittiğimiz kahvecide yaşananları hatırladım. Yağız'la karşılaştığımız gün Doruk bizim yanımıza gelip o adamı nereden tanıdığımı sormuştu. Yağız'ı nereden tanıdığını öğrenmek istediğimdeyse bana yalnızca ondan uzak durmam gerektiğini söylemişti.

            Yağız'a doğru yürürken bu defa Aras'ın sözleri zihnimde yankılandı. Yağız'ın düşündüğüm kişi olmadığını ve bu hikayede ondan çok daha acımasız kişilerin bulunduğunu suratımı haykırdığı o sözleri.

            Yağız Kantar gerçekte kimdi? Aras'ın bu denli nefretini nasıl kazanmıştı? Aras'ın kendini öldüren kız kardeşiyle aralarında ne geçmişti ve neden geçmişte bir şekilde değdiği hayatlara hala bu denli yakın olmak istiyordu?

            Dans eden insanları aşarak içimdeki kaynayan öfkeye tutundum. Hırs damarlarımdaki kana karışmıştı ve hiçbir şey bilmemek hırsın damarlarımı parçalayarak dışarı çıkmasına yol açtı. Onun karşısına geçmeli ve bana gerçekleri anlatana kadar da ayrılmamalıydım.

            Yağız'ın gözleri alelade bir şekilde etrafta gezindiğinde bir süreliğine benim gözlerimde odak buldu. Dikkatsiz bakışları gördüğünün gerçek olup olmadığını tahlil etmek ister gibi bu defa daha dikkatle biraz önce olduğum yerde gezindi.

            Ama biri beni kolumdan tutarak gövdesiyle onun düşman bakışlarına siper etti. Kafamı kaldırdığımda bunun siyah kapüşonunu gözlerine kadar indirmiş biri olduğunu gördüm. Bileğimdeki bir korse gibi sıkan parmaklar, canımı yakmaya başladığında yürümeyi kestim. Yabancı, bir an için başını geriye çevirip bana döndü. Oysa gözlerime çivilenen bu gözler bir yabancının gözleri değildi. Aras'ınkilerdi. O anda etrafımdaki bütün insanlar, nesneler silikleşerek yalnızca onu odaklayan bir fotoğraf karesine dönüştü.

            ''Acele et,'' dedi. ''Buradan çıkmamız gerek.''

            Kafamı salladım ve onun kelimelerinin bacaklarımı yönlendirmesine izin verdim. Bu leş yerden çıkmadan önce son gördüğüm belki de ilk defa kafası karışmış görünen Yağız'ın kalabalığın içinde dikkatle gezinen bakışlarıydı.

            Geride kalan her şey yarım yamalak ve tamamıyla soğuktan ibaretti. Aras, civara park ettiği arabasına geldiğimizde bileğimi bıraktı. Askılımın ve eteğimin içerisinde titremeye başladığımı o arabasını açıp içeri bindiğimizde fark ettim.

            Soğuk ellerim bedenimi ısıtmak üzere kollarımda gezinmeye koyuldu ama bunun yazın kar yağmasını ummak gibi olanaksız olduğunu biliyordum. O ana kadar sessiz kalmayı tercih eden Aras, önce siyah kapüşonunu indirmişti, sonrasındaysa hırkasını üzerinden çıkartmıştı.

            ''Bu havada bunlarla dışarı çıkarsan olacağı bu...'' dediğini işittim.

            Tıpkı yaramaz bir çocuğu azarlıyor gibi konuşmasını somurtarak dinledim. Çok geçmeden hırkasını omuzlarıma vücudumdaki ikinci bir deriymişçesine örttü, onun parfümünün ini olan bu kıyafete gereğinden fazla sarıldığımı sonradan anlamıştım. Sebebi soğuk, dedim bana kollarını göğsünde kavuşturmuş bakan içimdeki şeytana. Sebebi yalnızca soğuk.

            ''Isıtıcıyı çalıştırdım. İçerisi birazdan ısınır,'' diye devam etti Aras.

            ''Burada ne arıyordun?'' diye sordum en az vücudum kadar soğuk çıkan sesimle. "Beni mi takip ediyorsun sen?"

            ''Takip ettiğim kişi Yağız. Ve yine seni onun etrafında buluyorum. Kafayı mı yedin sen? Yağız'ın mekanında ne halt ettiğini zannediyordun?''

            ''Yağız'ın mekanı mı...'' diyebildim.

            Aras, saçlarını dağıtarak tutamların alnına düşmesine yol açtı. Ciğerlerine büyük bir nefesin karışmasına izin verirken belki de ilk defa o denli yorgun görünüyordu.

            ''Seni durdurmasaydım Yağız'a ne söyleyecektin?''

            Zihnim tekrardan biraz önceki gördüklerimi bilincimdeki karanlıkta piksel piksel bütünleştirdi.

            ''Doruk'u gördüm. Yağız'la konuşuyorlardı...'' dediğimde sesim fısıltıdan farksızdı. ''Yağız ona bir şey verdi. Arkadaşımı ilk defa o kadar çaresiz gördüm ben.''

            Gözlerim belli bir noktaya takılı kaldı ve o bakıp da hiçbir şey göremediğin ruh haline büründüm.

            ''Bana bak,''  dedi Aras yüzümü ellerinin arasına alıp ona bakmam için beni zorlarken. ''Gözlerime bak. Bu dünyadaki her şeyi kontrol edemezsin, anlıyor musun?''

            Başımı iki yana salladığımda gözlerindeki sert ifade bir buz gibi eriyerek yumuşamıştı.

            ''Her şeyi düzeltemezsin. Doruk seçimini yaptı. Arkadaşını kurtaramazsın,'' diye devam etti Aras.

            ''Bu da ne demek?''

            Biraz önce barda neler olduğunu da Aras'ın neyi kastettiğini de çok iyi biliyordum. İşte bu yüzden bu denli sarsılmış hissediyordum ya. Gözkapaklarını bütün gerçekliği geride bırakabilir gibi bir anlığına yumdu Aras, onları açtığında tekrardan acımasız bakan bir çift gözden ibaretti.

            ''Yağız Türkiye'nin en güçlü uyuşturucu kartellerinden birinde aracılık yapıyor,'' dedi duygudan yoksun bir sesle.

            ''Sen... Neyden bahsediyorsun? Yağız'ın komisyonculuk yaptığını söylemiştin.''

             Sözlerim Aras'ın keyifsizce gülmesine yol açtı.

            ''Asıl kimliğini bilen kişi sayısı bir elin parmağını geçmez elbette. Yediği haltların sayısını da.''

            Sanki duyduklarımı inkar edersem eğer gerçeklerin de değişeceğini sandığım birkaç saniye öylece akıp geçti.

            ''Bu gerçek olamaz... Yağız o kadar kötü biri gibi olamaz.''

            ''Olayların ciddiyetini ne zaman anlayacaksın?'' dedi Aras. ''İnsanlar o kadar göründüğü gibi değil ki...''

            Bu sözlerinin derimi aşarak iliklerime kadar işlenecek bir gerçekliğe sahip olduğunu o zamanlar idrak etmemiştim.

            ''Doruk... Onun Yağız'la ne işi vardı?'' diye sordum.

            Kafamın içindeki çoktan belirlediğim kuramları birer birer yıkmasını bekledim ama yapmadı. Yalnızca sessizce beni onaylamak dışında hiçbir şey yapmadı.

            ''Bu sorunun cevabını çoktan biliyorsun, Atlas.''

            Omuzlarım gerçeklerin ağırlığıyla çökerken ciğerlerime tekrardan hava gitmiyor gibi hissettim. Soluk borumu sıkıştıran bir el varmış gibi. Gerçekler ezici olduğu kadar, zehirliydi de.

            ''Doruk bunu neden yapsın ki? Aklım almıyor... Neden uyuşturucu kullansın?''

            Hangisinin daha şaşırtıcı olduğundan emin değildim, Aras'ın bir şekilde hayat çizgimden içeri davet ettiği Yağız'ın gerçek kimliğinin mi yoksa çoktan hayatımda olan Doruk'un bu kimlikle bir şekilde kesişmesinin mi?

            ''Bu dünyada her şeyin olabileceğini söylemiştin,'' dedi Aras düz bir sesle. ''Haklıydın.''

&

            Doruk'a ulaşmaya çalıştığımı hatırlıyordum, kaç kere aradığımdansa emin değildim. Her defasında telefonu açıp her zamanki espritüel konuşmalarından biriyle cevap verecek sandım. Yanılmıştım.

            Gecenin laciverdi önümüzde seriliyken zihnime Doruk'u derinden bir bağla seven Sayra ilişti. Sayra, hiçbir zaman duygularını açmamış olsa da bazı şeyleri bilmek için dile getirilmelerine hacet yoktu. Bu da onlardan biriydi. Benim biricik arkadaşım, Doruk'un uyuşturucu kullandığını öğrendiğinde ne yapacaktı?

            Bu durumda ne yapılırdı ki? Doruk'u bunu nasıl yaptığını sorgulayarak kuvvetle sarsmak hiçbir şeyi düzeltmezdi. Ah Doruk, neden kendine böyle kirli bir sığınak edindin ki?

            O sırada arabayı kullanmakta olan Aras'ın telefonu çalmıştı, bakışlarını bir anlığına yoldan ayırıp bana döndü.

            ''Baban arıyor.''

            Saatin babamın çoktan evde olmamı istediği akrep ve yelkovanı çoktan geçtiğini anladım. Babam bana da ulaşmaya çalışsa da sürekli Doruk'u aradığımda meşgule düşmüş olmalıydı.

            ''Buyurun Sinan Bey.''

            Aras'ın babama aradaki mesafeyi hatırlatır gibi her seferinde bey diye hitap ettiğini biliyordum. Bir süre sessiz kalıp hattın diğer ucundaki babamı dinledi.

            ''Ecrin yanımda. Endişelenecek bir şey yok.''

            Oysa endişelenilecek bir dünya olay vardı.

            ''Birazdan oradayız, merak etmeyin,'' diyerek telefonu kapattı Aras.

            Kafamı koltuğun başlığına yaslarken omuzlarımdaki onun hırkasına iyice sarıldım, ısıtıcı çalışsa da yeterince sıcak hissetmiyordum.

            ''Baban sinirden köpürmüş vaziyette.''

            ''Umurumdaymış gibi,'' dedim yorgunluk gözkapaklarımı adeta aşağı çekerken.

            Evimizin aşinası olduğum genişçe sokaklarına geldiğimizde bal rengi gözlerini boş bir ifadeyle suratıma dikmişti.

            ''Bu defaki diğerlerinden farklıydı Atlas. Konunun uzamasını istemiyorsan alttan al.''

            O anda umursadığımın ne babam, ne de bu dünyadaki hiçbir şey olmadığını biliyordum. Yalnızca Doruk'a ulaşıp beni omuzlarımdan tutup sarsan soruların cevabını öğrenmek istiyordum. Telefonlarıma çıkmayacağını anladığımda ona mesaj bırakmaya karar verdim. Bana ulaşmasıyla ilgili ve her zaman onun yanında olduğumu bilmesiyle ilgili. Çünkü onun da kimseyi istemediğim günlerde dahi yanımda olmak için her şeyi yaptığını biliyordum.

            Aras, arabayı eve geldiğimizde durdurmuştu.

            ''Kafandaki aptal planın için beni bir uyuşturucu satıcısıyla mı tanıştırdın?'' diye sorduğumda sesim başka birine ait gibiydi.

            Gerçeklerin üzerindeki tozlar sıyrılmış da sonunda asıl resmi görebiliyormuş gibiydim. Bu dünyadaki kimseye değer vermediğinin, kendisinden başka kimseyi düşünmediğinin farkında olsam da bu yaptığına uyduracağım bir kılıf yoktu.

            ''Sana en başından beri olayların ciddiyetini anlatmaya çalışıyordum. Onun arabasına bindiğin gün neden buna karşı çıktığımı zannediyorsun? Gözlerini aç ve gerçek dünyaya bir bak. Dünya bir lağım kadar leş ve insanlar da o lağımdaki bok kadar pislik!''

            Öfkelendiğinde alnında seğiren damar belirginleşmişti ve bağırmayı kestiğinde ona karşımda tıpkı bir yabancı varmış gibi bakıyordum. Gerçekten onu bir şekilde tanıyabildiğime ihtimal vermiş miydim?

            ''Sen de o leş dünyadaki leş insanlardan birisin,'' deyip arabadan indim.

            Arkamdan hiçbir şey söylemedi, söylenecek bir şeyin olmadığını ikimiz de biliyorduk. Hızlı adımlarla bahçede yürürken taş yutmuş gibi hissediyordum. Bu olanlar nasıl hazmedilirdi?

            Eve anahtarımla girdiğimde kimseyle karşılaşmadan odama gitmek istiyordum. Ama uzun koridorda beni bekleyen babamı hesaba katmamıştım. Geldiğimi nereden biliyordu?

             "Saatin kaç olduğundan haberin var mı?'' diye sorduğunda sesi sakindi.

            Ama bu sakinlik, fırtına öncesindeki durgunluktan başka bir şey değildi.

            ''Baba lütfen yarın konuşalım.''

            O sırada arkamdan Aras da gelmişti, açık olan kapıya ve kapının önünde duran babama bakakaldı.

            ''Bu üzerindekilerle mi dışarı çıktın?'' diye sordu babam kısa eteğime ve askılıma hitaben. ''Bu makyaj... Sana ne oldu böyle?''

            ''Hep olmamı istediğin gibi yaşıyorum işte. Normal olmamı istemiştin ve seni temin ederim ki baba dışarıdaki hayat evdekinden çok daha farklı!''

            ''Ses tonuna dikkat et!'' diye bağırdı babam bana bir adım yaklaşarak.

            Aras aynı anda önüme geçerek babamla aramıza girmişti.

            ''Sinan Bey onu dışarı ben çıkardım. Bütün sorumluluk bana ait. Birisine kızacaksanız bana kızın.''

            Gözlerim şaşkınlığımın gölgesinde kalarak ona bakakaldım, neden beni korumuştu? Karşılık olarak babam öfkesini kontrol etmeye çalışır gibi derin bir iç çekti.

            ''Eylül ve ben çocuklarımızın yakın olmasına sevinmiştik... Ama belki de artık bu kadar fazla vakit geçirmemelisiniz,'' dedi babam.

            ''Saygıda kusur etmek istemem ama buna siz karar veremezsiniz,'' diyen Aras ikimizi de şaşkınlığa mahkum etti.

            Gerçekten babama bunları söylemiş miydi?

            Gergin olduğumda hep yaptığım gibi tırnaklarımı avuçlarıma batırdığımı canım acıdığında fark ettim. Hayat domino taşları gibiydi, bir sıkıntı ruhunuza ağlarını bıraktığında pek çok sıkıntıyı da beraberinde getirirdi. Yağız'ın gerçek kimliği ilk domino taşını düşüren ve suratıma inen bir tokat gibiydi. Doruk'un bağımlı olduğunu öğrenmekse ikinci taşı yerle bir etmişti.

            ''Kızımı kötü etkiliyorsan bu kararı verebilirim.''

            Aras'ın uzun gövdesinden uzaklaşıp babama baktığımda benimkilerin aynısı olan yeşil gözleri alev alevdi.

            ''Ne var biliyor musun? Keşke bir baba olduğunu yalnızca otoriterini konuşturduğun zamanlar hatırlamasaydın,'' dedim.

            Odama çıkan merdivenleri giderek beni en dibe sürükleyen yükle çıkarken ağlamamak için dudaklarımı dişliyordum. Doğum ve ölüm arasındaki esnek çizginin, yaşadıkça eksik parçaları tamamlanan bir yapboz olduğunu yeni idrak ediyordum. Annemin hiç gelmemişken gidişi, babamın yalnızca emirlerinden çıkmadığım zamanlar beni bir kızı olarak kabul etmesi yapbozun tamamlanmış bir kenarını temsil ediyordu. Yapbozun diğer tarafındaysa asıl amacının ne olduğunu bir türlü anlayamadığım Aras ve ölümünü bir türlü tahlil edemediğim Kutay kaplıyordu.

            Ve o gece belki de on sekiz yıllık hayatımda tamamlanmayı bekleyen eksik parçalar eksizsiz bir şekilde yerine oturdu. Ortaya çıkan yapboz aynadaki yansımamla karşılaşmak gibiydi. O yapboz kırık dökük, iyileştirilemeyecek kadar hasar almış ve kaybedeceği her şeyi çoktan yitirmiş bir kızın silüetine aitti.

            Yükseldikçe sessizleşen, sessizleştikçe boğulan, boğuldukça teslim olmayı kabul eden bir kızın silüetine.

Continue Reading

You'll Also Like

7.2M 420K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
371K 24K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
1.2M 18.1K 40
İstanbul'un arsız Erkut'u, Mardin'in Barzan Ağa'sı... Yaşadığı iki hayatı da parmağında çevirebilen Zalim Hezeroğlu. Yaşadığı bu iki hayat, nihayetin...
85.1K 5.1K 19
+18 öğeler içermektedir. Dağ sandığım, sırtımı yasladığım, yıkılmaz gördüğüm koskoca Narkotik büro amiri Tuna Atabeyli, dizlerinin üstüne çöküp ayakl...