YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
53 ''Kanlı Ay''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

28 ''Destek''

12.8K 745 88
By iremuzunay

28

            Henüz hiçbir şey bilmediğiniz dünyada sizi kollarının arasına alan, uykusuz gecelerinizde bir rüya kapanı gibi başınızda bekleyen, ağladığınızda dudaklarınızdan çıkacak ilk kelimenin sahibiydi ''anne''.

            Ve o anne size koşulsuz şartsız canından verebilirdi çünkü siz onun bir parçasından yaratılmışsınızdır zaten. İlk emekleme, ilk okula başlama, ilk kez okumayı öğrenme, ilk gözyaşları ve ilk kalp ağrısı... Kendinizi hep ona sığınırken bulurdunuz. En azından dünyadaki çoğu insan için bu böyle işlerdi. Ama karşımdaki uzun süredir görmediğim kadına baktığımda benim için aynısının geçerli olmadığını biliyordum.

            Zihnimde çırpınan onca sese rağmen o an sadece ''Anne?'' diyebilmiştim.

            O ise oturmakta olduğu koltuktan ayaklanıp yanıma geldi. Kendimi bir anda onun koruyucu kollarının arasında bulurken aşinası olmadığım hissin ağırlığı altında ezildim. Ellerim ona sarılmak için mukavemet edilemez bir açlık çekiyor, gururumsa beni engellemek için onun tam karşısında dikiliyordu.

            ''Seni çok özledim...'' dedi kokumu içine çekerken.

            Ruhumdaki buz bedenime genişleyerek bana onun kollarından uzaklaşmam için komut verdi. Ben de öyle yaptım. Birkaç adım geriye çekildiğimde mavi gözlerindeki hayal kırıklığını kolayca tanıdım. Bu ifadeyle her gün aynaya baktığımda karşılaşıyordum.

            ''Neden geldin?'' diye sorduğumda sesim bana bile yabancı gelmişti.

            ''Bu da ne demek Ecrin? Tabii ki seni görmek için.''

            Yüzündeki o güçlü kadın imajı bir an için düşerek üzüntüsünü ele verdi.

            ''Bir kızının olduğu şimdi mi aklına geldi?''

            O sırada Eylül'ün de burada olduğunu tamamıyla unutmuştum, ta ki o da koltuğundan kalkıp ayaklanana dek.

            ''Ecrin geldiğine göre artık gidebilirsiniz Sezen Hanım,'' dedi Eylül. ''Sinan da buna izin verdi zaten.''

            Eylül'e baktığımda oğlununkiler kadar keskin bakan gözleri ve kırmızı ince dudaklarıyla meydan okuyan bir hali vardı. Onun perspektifinden düşünürsem eğer durumun ne kadar rahatsız edici olduğunu anlayabilirdim. Kocasının eski eşiyle birlikte kahve içmek zorunda kalmıştı. Babamın nerede olduğunu bilmesem de demek ki annemin buraya geldiğinden haberi vardı ve onunla gitmeme izin vermişti.

            Kimse bana fikrimi sormuyordu tabii, ne hoş.

            ''Ecrin eşyalarını toplar toplamaz gideceğimizden emin olabilirsiniz,'' dedi annem iğneli bir sesle.

            ''Nereye gideceğiz?'' diye sordum.

            ''Bu gece çok güzel bir otelde baş başa kalacağız, güzelim.'' Uzanıp uzun saçlarımı şefkatle okşadı. ''İstemez misin?''

            Onun karşısında bütün öfkemi unutuyor olmak yorucuydu ama o annemdi işte. Kanımdan, canımdan annem. Nasıl olur da ona kızgın kalabilirdim? Onu bu kadar uzun süre sonra görmüşken nasıl kafamı çevirip ondan uzaklaşabilirdim?

            ''Telefonlarıma çıkmadın, sana ulaşmaya çalışmıştım...'' dedim kırgınlığımı sesime yansıtarak.

            Annemin bir okyanus kadar mavi gözleri bizi dinleyen Eylül'e kaydı. Ardından sanki hayatımızdaki her şey yolundaymış gibi kocaman gülümsedi.

            ''Bütün bunları neden sen hazırlandığında konuşmuyoruz meleğim?''

            Burada eski eşinin yeni karısının yanında benimle olan sorunlardan bahsetmek istemiyor gibiydi. Başımı sallayarak onayladığımda benden nefret eden tarafım bu yaptığıma karşı çıkmaya hazırlanıyordu. İçimdeki bir parça da olsa beni seven Ecrin'se annemle gitmemi ve onun söyleyeceklerini dinlememi öneriyordu. Kaybedeceğim her şeyi kaybetmişken olacaklardan korkmak diye bir seçenek yoktu. Zaten giderek derine batıyordum ve bu karmaşadan boğulmadan kurtulamayacağımı biliyordum.

            Odama çıktığımda tatlı bir heyecanın hislerimi ele geçirmesine izin verdim, uzun süredir bir şeyler için heyecanlanmamıştım sonuçta. Ne olursa olsun annem bu dünyadaki en sevdiğim insandı ve bu sadece kan bağından ötürü değildi.

            Onu tanıyan herkesin de bildiği gibi Sezen Akay, istediği her şeyi elde etmiş, ayakları yere basan asil bir kadındı. Gençliğini geride bırakıyor olsa dahi bu güzelliği için söz konusu değildi. Bazen nasıl onun gibi bir kadının kızı olduğumu sorguladığım olurdu. Çünkü aynaya baktığımda gördüğüm kız oldukça alelade ve hayattan çekilmiş bir ruhu taşıyordu.

            Yanıma pijamalarımı ve kişisel bakım eşyalarımı aldığımda sırt çantamı kapattım. Sanki annemin tekrardan beni tek başına bırakacağından ürker gibi hızlı adımlarla aşağı indim. Annemin beni dışarıda beklediğini biliyordum. Eylül'se ortalıkta gözükmüyordu. En azından bu, durumu daha az garipleştiriyordu.

            Kapıyı açtığımda annemle göz göze geldik, üzerindeki kıyafetleri detaylıca inceleme fırsatını o an buldum. Siyah dizlerinde biten şık bir elbise ve yine siyah topuklularını giyinmişti. Güzel bir kadındı. Ama onun güzelliği fizikselliğinden öte davranışlarındaydı. O anda o bana gülümserken birisine kızgın olup aynı anda onu sevebileceğinizi daha iyi anlamıştım.

            ''Buraya gelmen sürpriz oldu,'' dedim birlikte bahçe kapısına yürürken. ''Beklemiyordum.''

            ''Sürprizlerin olayı beklenmedik zamanlarda, beklenmedik şekillerde yapılmasıdır, kızım.'' Koluma girdiğinde bir yabancı bana dokunuyormuş gibi kaskatıydım. ''Sen giderek güzelleşiyor musun bana mı öyle geliyor?''

            ''Güzel olmadığımı ikimiz de iyi biliyoruz,'' dedim ona bakarken.

            ''Kendine haksızlık etme. Bütün erkeklerin kalbini kıracak kadar güzelsin Ecrin.''

            Ona şaka yapmamasını söyleyeceğim sırada bahçe kapısından içeri birisinin girdiğini fark ettim. Ayaklarım benden izin almadan dururken Aras'la göz gözeydik. Bakışları bir an için anneme kaydığında şaşırdığını gizleme gereği duymadı.

            Beni eve bıraktıktan sonra geri gelmeyeceğini düşünmüştüm, fikrini değiştiren neydi?

            ''Merhaba,'' dedi Aras.

            Gergin hissetmeyi kesemeyerek bakışlarımı kaçırdım. Bu hitap benden çok annemeydi. Tabii Aras yanımdaki kadının annem olduğunu tahmin edebilmişse eğer. İçimdeki rahatsız eden ses ondan bir şeyin kaçmayacağını hatırlattı.

            ''Eylül Hanım'ın oğlu olmalısın.''

            Aras'ın belli belirsiz kafasını salladığını fark ettim.

            ''Aras Gürsoy,'' diyerek elini uzattı. ''Siz de Ecrin'in annesi olmalısınız.''

            Annem dudaklarını zoraki bir gülümsemeyle bükerken uzatılan eli sıktı.

            ''Sezen Akay ve evet, annesiyim.''

            Ortamdaki rahatsız edici hava nefes almamı güçleştirdiğinde en iyisinin gitmek olduğunu biliyordum.

            ''Gitmemiz gerekiyor,'' diye mırıldandım.

            Aras'ın karanlıkta üzerimde hissettiğim bakışları dikkatliydi. Arabada benimle tek kelime konuşmayan adama ne olmuştu?

            ''Nereye gittiğinizi sorsam kabalık etmiş olur muydum?'' dedi Aras gülümseyerek.

            ''Ecrin'le baş başa kalıp uzunca konuşacağımız bir yere.''

            Annemin detay vermeden sorusunu cevaplamış olması hayranlık uyandırıcıydı. Aras zeki bir adamdı, bir şekilde hep istediği cevapları duymaya alışkındı ama henüz annemle tanışmamıştı.

            Yanımızdan geçmeden önce bakışları son kez üzerimde oyalandı.

            ''Pekala, size iyi eğlenceler.''

            Aras'ı ve geceyi ardımızda bırakırken annemin arabasıyla baş başa kalıp uzunca konuşacağız o yere gidiyorduk. Ona kırgın olan tarafımı geride bırakmamı sağlayan onu koşulsuz şartsız seven Ecrin'di. Her şeyi darmadağın eden kasırga bizi yıkıntılarının arasına almadan önce son düşündüğüm buydu.

            Annemle birlikte Antalya'nın gözde otellerinden birisine gelmiştik. Bana nasıl olduğumla, neler yaptığımla, derslerin nasıl gittiğiyle alakalı bir dünya soru sormuştu. Ama gerçekten önemli olan konulara değinmemiştik. Neden o yoğun işlerinin arasında en nihayetinde hayatta olduğumu hatırladığını konuşmamıştık.

            ''Bir şeyler yemek ister misin?'' diye sordu annem.

            Birlikte ayırttığı çift kişilik bir yatağı bulunduran geniş odaya çıkmıştık. İçimdeki beni uçurumun dibine sürükleyen dürtüyle gözlerimi kaçırdım. Kim annesine aralarında aşılmaz bir duvar varmış gibi uzak hissederdi ki?

            ''Sadece söyleyeceklerini duymak istiyorum...'' dedim midemdeki boşluğu yok sayarak. ''Bunca zaman sonra neden geldin?''

            Annemin bir okyanus kadar mavi olan gözleri bir süre sessizce suratımda gezindi.

            ''Seni özlediğim için geldim tabii ki... Neden bunu sorup duruyorsun Ecrin?''

            ''Var olduğumu hatırladığın için teşekkür etmeliyim sanırım.''

            Annem birkaç adımda yanıma gelip yatakta yanıma oturduğunda bitkin görünüyordu. En az babam kadar, belki de ondan daha fazla mükemmeliyetçi bir insan olduğundan hep daha iyisini yapmak için çabalardı ama şu anda yüzündeki bu yorgunluk bedensel değil gibiydi.

            ''Son zamanlarda ikimizin hayatında da kolayca özümsenmeyecek türden şeyler oldu, kızım. Bu olayların beni sarstığı kadar seni de sarstığını biliyorum. Kendimi toparlayabilmek için o kadar çok uğraştım ki geçmişimi geride bırakıp tekrardan o eski güçlü Sezen olmam gerekiyordu... Bu sürede senin yanında olamadığım için gerçekten üzgünüm.''

            O güçlü kadının omuzları çöküp hassas tarafı açığa çıktığında ne hissetmem gerektiğinden emin değildim. Boşanma süreçleri ve babamın yeni bir kadınla evlenmesinin onu etkilediğini biliyordum ama babamdan uzaklaşırken beni de yakınında istemediğini kabullenmek kolay değildi.

            ''Sana ihtiyacım vardı...'' dedim ruhsuz bir sesle. ''O evde tamamıyla yalnız ve yabancı hissettiğimde sana ihtiyacım vardı. Kalbimdeki koca boşluktan acı sızarken sığınacak bir anneye ihtiyacım vardı! Babamı hayatından çıkarırken aynısını bana da uyguladın. Sana babamı hatırlatacak hiçbir şey istemediğin için beni de istemedin...''

            Bütün düşüncelerimi açığa çıkartmanın rahatlığıyla gevşedim. Ta ki onun o okyanus gözleri yaşlarla dolana dek. Soğuk ellerime uzanıp onları sıcak parmaklarıyla tuttuğunda bunu yapmasını beklemiyordum. Bütün kırgınlıklarımı geriye atıp ona teslim olamazdım.

            ''Bunca zaman korkunç bir anne oldum. Ve babanla olan sorunlarımızın altında kalanın sen olduğu için üzgünüm... Geçmişe geri gidip hatalarımı düzeltemem ama bundan sonra sana aynı şeyleri yaşatmayacağıma söz verebilirim. Beni affeder misin?''

            O kafasını kenetlenen ellerimize odaklamışken ve tamamıyla çaresiz dururken kendi acılarımı tamamıyla unutmuştum. Ona her ihtiyacım olduğunda yanımda olmamasını, söylediği gibi babamla olan sorunlarının beni bir enkaza dönüştürmesine izin vermesini unutmuştum. Kalbimdeki katılık bir an için yumuşarken onun gözyaşlarını silmeye koyuldum.

            ''Lütfen beni bir daha yalnız bırakma,'' diye mırıldandım.

            Gözlerindeki yaşlarla bana gülümsediğinde bu gardımı indirişimin kaçıncı yenilgim olduğundan emin değildim. Bana uzanıp bedenimi kollarının arasında aldığında hissettiğim şefkat duygusu tamamıyla yabancıydı. Bir elim tereddütle sırtının üzerinde duraksadı ama sonrasında geçmişi veya geleceği düşünmeden onun sarılışına karşılık verdim.

            ''Asla. Asla yalnız kalmayacaksın.''

            Annem odaya yiyecek bir şeyler söylediğinde ben de oturmuş telefonumda geziniyordum. Tek arkadaşım olan Sayra'yla annemin gelmesi hakkında konuşmuştuk. Sayra annem konusunda aldığım karar karşısında bana destek olmuştu. En yakın zamanda buluşmak istediğini de yazmıştı.

            O sırada telefonuma başka bir mesaj geldi. Çok fazla bildirim alan birisi olmadığımdan duraksadım. Mesajın sahibini görmekse her şeyi daha da garipleştirdi.

            ''Ne yapıyorsun?'' diyordu Aras.

            ''Yanlış kişiye falan mı mesaj attın?'' diye yazıp gönderdim.

            Annem hala içerdeydi ve neden beni bu kadar beklettiğini anlamamıştım. Telefonuma gelen bildirimle meraklı bakışlarımı ekrana çevirdim.

            ''Senden daha depresif ve somurtkan başka bir Ecrin varsa yanlış kişiye mesaj atmış olabilirim.''

            Sanki o karşımdaymış ve beni görebilirmiş gibi gözlerimi devirdim. Yeni bir mesajla telefonum titredi.

            ''Şu anda gözlerini devirdiğini biliyorum ve bu çok saygısızca.''

            Nedenini tam olarak bilmesem de kendimi aptalca sırıtırken buldum.

            ''Senden daha huysuz ve sinir bozucu bir Aras olmadığına göre tam olarak doğru kişiyle konuşuyorsun.''

            O çevrimdışı olduğunda profilindeki fotoğrafı incelemek için adına tıkladım. Hangi ülke olduğunu bilmesem de yurtdışında çekilmiş bir fotoğraftı. Üzerinde gri polo yaka tişörtü ve koyu renk pantolonuyla kameranın lensine bakmıştı. Dudakları çoğu zaman olduğu gibi gülümsemekten uzak, düz bir çizgi halindeydi. Güneş ışığının etkisiyle kahverengi saçları daha da açık gözüküyordu ve gözlerinde siyah bir güneş gözlüğü vardı.

            O sırada onun fotoğrafının üzerinde mesajı göründü.

            ''Yanlış anlaşılmaları çözmemize sevindim. Ayrıca bir soru sormuştum.''

            Kaşlarımı çatarak neyi kastettiğini anlamaya çalıştım ama sonrasında konuşmanın başına gittiğimde bana ne yaptığımı sorduğunu hatırladım.

            ''Ne yaptığım neden umurunda?''

            ''Üvey kardeşimi merak etmiş olamaz mıyım?'' demişti Aras.

            Dudaklarımdaki koca gülümsemeyle cevap yazdım.

            ''Üzül diye söylüyorum, henüz ölmedim.''

            ''O güzel günleri de göreceğiz elbette,'' yazmıştı Aras. ''Ayrıca evin sensiz harika olduğunu bilmek istersin diye düşündüm.''

            ''Tadını çıkar çünkü bu mutluluğun sonsuza dek sürmeyecek.''

            O sırada annem içeriden geldiğinde telefonu elimden bıraktım.

            ''Neye gülümsüyorsun böyle?'' dedi annem merakla.

            ''Bir hayvan belgeseline denk geldim de. Ayılar falan vardı,'' dedim gülüşümü bastırmaya çalışarak.

            Mutlu olmaktan korkan bir kız olsam da bu defa her şeyin kötü olacağından endişelenmiyordum. Şu anda belki de son zamanlardaki en huzurlu anımdaydım. Çünkü annem, bu dünyadaki en sevdiğim insan yanımdaydı. Korkununsa hiçbir şeye yaramadığına tanık olmuştum.

            ''Yemeklerimiz birazdan gelir,'' dedi annem yanıma oturduğunda.

            Kafamı sallayarak ona gülümsediğimde, krem rengi kanepede yanıma oturmuştu.

            ''Bugün kapıda karşılaştığımız çocuk... Adı neydi?'' diye sordu annem.

            ''Aras'ı mı kastediyorsun?'' diye cevap verdim anlamayarak.

            ''Evet şimdi hatırladım... Onunla aran nasıl?''

            Bakışlarımı kaçırma dürtümü engellemeyerek bir süre için sessiz kaldım. Konu neden ona gelmişti anlamıyordum.

            ''Birbirimizden pek haz ettiğimiz söylenemez,'' dedim dürüstçe.

            Annemin okyanus mavisi gözlerindeki imayı kolayca tanıdım. İnce kaşları temkinle yukarı kalkmıştı.

            ''Bana biraz meraklı birisiymiş gibi geldi. Ve tekin birine benzemiyor.''

            ''Tekin birisi değil,'' dedim hemen.

            Bu konuda hiç kimsenin farklı düşüneceğini zannetmiyordum. Aras Gürsoy, bu dünyadaki güvenilecek son adam dahi olamazdı. Ki eğer yeterince akıllıysam ona güvenmemem gerektiğini de belirtmişti.

            ''Seni rahatsız etmiyor, değil mi?'' dedi annem.

            Bakışlarımı tekrardan onun mavi gözlerinden çekip ellerime diktim. Kaynağını bilmediğim bir yumru boğazımda düğümlenmişti. Cevap vereceğim sırada odanın kapısı tıklatıldı.

            Oturduğu yerden kalkarken ''Yemek servisi olmalı,'' dedi annem.

            Kafamı sallayarak ona gülümsediğimde sorusuna cevap vermekten kurtulduğum için rahat bir nefes verdim. Konu ne zaman Aras'a gelse, garip bir baskının bütün vücudumu sıkıştırdığını hissederdim. Telefonumun ana ekran tuşuna bastığımda iki yeni mesaj bildirimi vardı. Aras Gürsoy'dan.

            ''Hiçbir mutluluk sonsuza dek sürmez,'' yazmıştı.

            ''Umarım annenle her şey yolundadır.''

            Bu söylediklerinde ciddi olup olmadığını kestiremeyerek bir süre ekrana bakakaldım. Bugün arabadayken benimle konuşmak istemeyen halini hatırladığımdan şu anki yazdıkları pek anlamlı gelmiyordu.

            Mesajına cevap vermek istemiyordum, sebebi onun samimi olup olmadığına karar verememem miydi yoksa başka bir şey miydi bilmiyordum. Annem elindeki yiyecek kutusuyla geri döndüğünde telefonu tekrardan bırakıp ayaklandım.

            ''Pizza mı söyledin?'' diye sordum neşeyle.

            ''En sevdiğin yiyeceği tabii ki unutmadım,'' dedi elindeki kutuyu masaya bıraktığında.

            Bana kanımı ısıtacak kadar sıcacık gülümsediğinde bütün çekincelerimi yenerek ona atıldım ve ona sıkıca sarıldım. Ona sarılmak isteyip sarılamadığım her anın günahını çıkartır gibi kuvvetle.

            ''Keşke hiç gitmesen...'' dedim kısık bir sesle.

            ''Bunu ben de çok isterdim,'' dedi hüzünle. ''Ama durumları biliyorsun.''

            İşi nedeniyle belirli bir yerde düzenli bir hayat yaşayamadığını biliyordum, mahkemenin velayetimi babama vermesinin sebeplerinden biri buydu zaten.

            ''Biliyorum ve bugünü hiçbir şeyin bozmasını istemiyorum,'' diye mırıldandım. ''Hadi bir şeyler yiyelim.''

            Annemden ayrı geçen her bir anı telafi eder gibi dolu dolu bir akşam geçirdik. Birlikte yemek yemiştik ve uzun uzun konuşmuştuk. Kendimi hayatımın karambole yuvarlanmasından hemen önceki o günlerdeymiş gibi hissetmiştim. Birkaç eksik dışında. Kutay.

            Ama hayattaki on sekiz yılı geride bırakmamın ardından her zaman bir şeylerin eksik olacağını öğrenmiştim. En mutlu anlarınızda bile bir şeyler yarım kalmıştır. Mutluluğu iliklerinize kadar hissettiğinizde temkinli olmanız gerekirdi. Çünkü her gülümseme acı dolu bir anın emaresiydi. Üzgün olduğunuzdaysa umut var demekti, çünkü hayat sadece sizden bir şeyler çaldığında size yenilerini vermeye hazırlanırdı.

            Otelin geniş yatağında annemin kollarının arasında kıvrılmışken tam olarak bunları düşünüyordum. Elimi göğsümün üzerindeki kolun üzerine yerleştirdim. Ölü olduğunu kabullendiğim kalbim sakin bir tempoyla atıyordu. Belki de sadece atmaya devam etmesini sağlayacak bir şeyler arıyordu. Son zamanlarda hayatımdaki birçok şeyde olduğu gibi ben de değişmiştim. Tekrardan bir şeyleri umut ediyordum ve bu tehlikeliydi. Beklentiler size en ağır zararları verirdi.

            O sırada telefonum titrediğinde zihnime bir ağ gibi örülmüş düşüncelerden sıyrıldım. Annemi uyandırmaktan çekinerek yavaşça komodine uzanıp telefonumu aldım. Ama ekranda hiçbir bildirim yoktu.

            Telefonu yerine bırakacağım sırada annemin telefonunun ışığının yanıp söndüğünü fark ettim. Bildirim ona mı gelmişti? Merakın omuzlarımı kavrayıp beni sarstığı birkaç saniye usulca geçti. Onun telefonuna bakmam doğru değildi. Ama neyin doğru neyin yanlış olduğunun artık bir önemi yoktu.

            Ana ekran tuşuna bastığımda telefon aydınlandı. Bir konuda haklıydım, bildirim annemin telefonuna gelmişti. Kuzey diye birisinden.

            ''Ecrin'le yurtdışı meselesini konuştun mu? Yarınki uçuşu erteleyemeyeceğimizi biliyorsun.''

            Bir mesaja en fazla ne kadar bakılabilirse o kadar uzun süre baktım. Adını dahi duymadığım bu kişi beni nereden tanıyordu ve yurtdışı meselesi de neydi? Kafamı çevirip yanımda uyuyan anneme döndüğümde yine aşinası olmadığım bir kadına bakıyor gibi hissettim.

            Daha bu akşam gelmişti ve yarın geri mi gidecekti? Üstelik bu defa başka bir şehre değil başka bir ülkeye. Eğer iş için çıktığı klasik bir seyahat ise neden bu konuyu benimle konuşması gerekiyordu?

            Annemin karnımın üzerindeki kolundan kurtulup yataktan çıktığımda uykusunda kıpırdansa da uyanmadı. Ciğerlerimdeki bütün hava çekilmiş gibi nefes almaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden otel odasının balkonuna çıkmıştım. Serin bir rüzgar bedenime hoyrat bir esintiyle çarparken mutluluğumun bu kadar kısa sürmesini beklemiyordum.

            Uçsuz bucaksız görünen koyu renk göğün, göğü parçalara ayıran bulutların ve ışığını yeryüzüne bahşeden ayın altında tamamıyla yalnız gibiydim. Yapayalnız. Tek başına. Ne kadar çok çabalarsam o kadar çok uzağına düşüyordum her şeyin. Sanki benden başka herkes bu dünyaya adapte olabilmişti ama ben bir şekilde uyum sağlayamamıştım işte.

            ''Ecrin ne yapıyorsun burada?''

            Balkonun kapısı aralayan annemi görmek hiçbir şeyi daha iyi yapmadı. Ruhsuz bakışlarımı ona diktiğimde telefonunun elinde olduğunu fark ettim.

            ''Benimle konuşacağın herhangi bir şey var mı?'' diye sordum.

            Annemin mavi gözleri karanlıkta dipsiz bir kuyuyu andırıyordu. Neden biraz önce bana en yakın olan insanken şimdi iki yabancı haline gelmiştik?

            ''Mesajı gördün demek...'' Hiçbir şeyde güçlük çekmeyen o kadının kendisini ifade etmesi için o anda kelimeler yeterli değil gibiydi. ''Hollanda'ya gitmem gerekiyor, bir süre orada kalacağım. Gitmeden önce seni görmek istedim.''

            ''Ne kadar süreliğine gidiyorsun?'' dedim düz bir sesle.

            Annem sıkıntılı bir iç geçirip kısa bir süreliğine gözkapaklarını yumdu. Onları açtığındaysa yorgun bir ifade yüzüne yerleşmişti.

            ''Yeni bir proje aldık ve o ne kadar sürerse...''

            O anda ona bir cevap verebileceğimden emin değildim, ayrı şehirlerde yaşadığımızda bile birbirimize bu denli uzak düşüyorsak o Hollanda'dayken nasıl olacaktı?

            ''Neden işlerini bir anlığına bırakıp bir kızının olduğunu hatırlamıyorsun?'' dedim öfkeyle. ''Beni sen doğurdun. Babam ve sen bir çocukla ilgilenebileceğinizi düşünmüyorsanız beni neden doğurdun? Çünkü eğer fikrimi sorsaydınız doğmak istemezdim!''

            Bana doğru uzanıp koluma dokunacaktı ki geriye çekildim.

            ''Meleğim lütfen... Baban da ben de seni çok seviyoruz.''

            ''Vicdanını rahatlatmana izin vermeyeceğim, bu defa değil.''

            Onu orada öylece bırakıp içeri girdim, komidinin üzerinden telefonumu ve çantamı aldığımda annem de arkamdan gelmişti.

            ''Ecrin bu saatte nereye gidiyorsun? Lütfen oturup konuşalım.''

            Kapıdan çıkacağım sırada beni kolumdan yakalamıştı, ona döndüğümde çaresizce bana baktığını gördüm.

            ''Sen ve babam birbirinize sandığınızdan daha çok benziyorsunuz.''

            Kolumu ondan kurtarıp geniş koridorda yürüdüğümde bu defa arkamdan seslenmemişti veya beni durdurmaya yeltenmemişti. Zaten sarf edeceği hiçbir kelime beni orada kalmaya ikna edemezdi. Asansörü beklemek istemediğimden aşağı yönelen merdivenlere ilerledim ve otelin beni zehirlemeye başlayan havasından kurtulmak için aceleyle basamakları indim.

            Ama dışarı çıktığımda da nefes alabilmek mümkün değil gibiydi, hiç ışık yokmuş gibi. Kıyafetlerim gecenin soğuğunda titrememe engel olacak kadar kalın değildi. Otelin önünde durmuş hala ayakta kalacak gücüm olmasa da dikiliyordum. Hala buradayım, bakın bu da beni yıkmadı.

            Peki ya gerçekten tek bir bütün halinde olduğum söylenebilir miydi? Bazen keşke duyguları bu kadar derinden hisseden bir kız olmasaydım diye düşünürdüm. Dünya mı çok acımasızdı, yoksa sadece ben mi çok hassastım?

            Şimdi ne yapacaktım? Gidecek neresi vardı? Kim kalbimdeki kesiklerden sızan bütün o sızıyı durdurmam için bana yardım edecekti? Gerçekten her şey şu anda olduğundan daha iyiye gidecek miydi?

            Kafamı göğe kaldırıp çaresizce kasvetli karanlığa doğru mırıldandım. Allah'ım lütfen yardım et, bütün bunlarla nasıl başa çıkılır bilmiyorum. Gözlerim hissettiğim ağrıyı somutlaştıran o düşman gözyaşlarıyla doldu ve ben ellerimi suratıma kapatıp ağlamaya başladım. Ağlamak beni güçsüz bir kıza dönüştürdüğünden dolayı ağlamaktan nefret ederdim ama bir şekilde içimdeki tarifsiz sızıyı açığa çıkartmam gerekiyordu. Onu özgür kılabilmek için.

            Çok geçmeden üzerime düşen yağmur taneleri göğün bana verdiği cevap olmalıydı. Tek ağlayan sen değilsin. Yağmuru her zaman seven birisi olduğumdan nedensizce gülümsedim. Benimle ağladığınız için teşekkür ederim.

            Telefonum kotumun arka cebinde titrediğinde onu çıkardım ve ekrana baktım.

            ''Yarın seninle bir şey konuşmalıyım,'' diye yazmıştı Aras. ''Ama şimdilik iyi uykular, Atlas.''

            Yalnızlığı iliklerime işlediği o gecede benim varlığımı hatırlayan tek kişinin o olması garipti. Belki de o anda yaslanabileceğim tek omuz onunkilerdi. Ona güvenemeyeceğimi bilsem de bir yanım çoktan onun güvensiz gülümsemesine teslim olmuştu. Doğru olup olmadığını umursamadan rehbere girdim ve onun adına tıkladım. Geriye kalan tek şey onu aramaktı ve ben de öyle yaptım.

            Hattın düşmesini titreyen vücudumla sabırsızca bekledim.

            ''Ecrin?'' diyerek telefonu açtı.

            ''Aras... Beni almaya gelir misin? Ben ne yapacağımı bilmiyorum...''

            Telefon zarar görmesin diye otelin büyük sütunlarının altına tünedim.

            ''Bir şey mi oldu?'' diye sorduğunda ağlamayı kesemiyordum.

            Yağmurun ve gözyaşlarımın ıslattığı yüzümü kendimden tiksinir gibi sildim.

           ''Ben otelin önündeyim... Çok yağmur yağıyor.''

            ''Hangi otel? Annen yanında değil mi?''

Annem hiçbir zaman yanımda olmadı ve olmayacak, diye düşündüm. Dönüp otelin adının yazdığı metalden levhaya baktım.

           ''Grand Park Lara'dayım. Yanımda kimse yok.''

            ''Sakın bir yere ayrılma, tamam mı? Hemen geleceğim.''

            ''Tamam...'' diyebildim sadece.

            Hattın kapanma sesini işittiğimde kendimi tekrardan yapayalnız hissettim. Ellerim titreyen vücudumu ısıtabilecek sıcaklıktaymış gibi kollarımda gezindi. Benimle ağlamaya başlayan gök ben ağlamayı kessem de şiddetle yağmayı durdurmamıştı. Gece tüm kasvetiyle karşımdaydı ve ben korkuyordum. Hayattan, insanlardan, gelecekten. Her şeyden.

            Ayakta daha fazla dikilemeyeceğimi anlamamı sağlayan bitkinlik kaslarımda zonklarken Aras'ın gelip gelmeyeceğinden şüphe ettim. Geleceğini söylemişti ama konuşmamızın üzerinden ne kadar geçmişti? Bir saat mi yoksa bir buçuk saat mi?

            Gözkapaklarım ağırlaşarak daha fazla onları açıkta tutamayacağım şekilde kapandı. Daha fazla ayakta kalamayacağımdan küçük bir kız çocuğu gibi yere doğru kaydım ve bacaklarımı karnıma çekerek duvarın soğukluğuna yaslandım. Her şeyden umudumu kestiğim o anda aşinası olduğum siyah araba görüş alanıma girdi. Ve o arabadan inen bana tanıdık gelse de bir o kadar yabancı olan adam.

            ''Neden burada bekliyorsun? Ne oldu?'' demişti Aras yanıma geldiğinde.

            ''Lütfen soru sorma... Sadece beni buradan götür,'' dedim titreyen sesimle.

            Ayağa kalkmam için elini uzattığında tereddütsüz onu kavradım ve ayaklandım.

            ''Şu haline bir bak, baştan aşağı ıslanmışsın.'' Üzerindeki paltosunu hızla çıkarıp omuzlarıma sardığında endişelenmişten çok öfkeli gözüküyordu.

            Beni kolumdan tutarak arabasına götürdüğünde açtığı kapıdan içeri bindim. Kapıyı arkamdan kapatıp hızla şoför koltuğuna geçmişti. Yağmur arabanın camlarına çarparak süzülürken kendimi güvensiz hissediyordum. Ve bu defa, bunun Aras'ın yakınında olmamla bir alakası yoktu.

            ''Geldiğin için teşekkür ederim,'' dedim bir süre sonra.

            ''Neler olduğunu anlatacak mısın? Annen nerede?'' diye sordu.

            Bakışlarımı en az benim kadar öfkeyle dolu olan geceye diktim, konuştuğumda sesim bana bile yabancı gelmişti.

            ''Annem yurtdışına gidecekmiş... Ve uzun süre orada kalacakmış. Benim varlığımı hatırlayıp aylar sonra Antalya'ya gelmesinin nedeni vedalaşmakmış.''

            Duygusuz cümlelerim ruhsuzca dudaklarımdan çıkmıştı. Sanki kendi annemden değil de tamamıyla başka birinden bahsediyor gibi konuşmuştum.

            ''Ebeveynler tam anlamıyla hayal kırıklığı olabiliyor,'' diye mırıldandı Aras.

            Aramızda tekrardan sadece yağmur sesinin ve gök gürültüsünün işitildiği bir sessizlik cereyan etti.

            ''Bazen gerçekten neden yaşadığımı anlamıyorum,'' dedim ona bakarken. ''Ölseydim kimsenin hayatında hiçbir şey değişmezdi.''

            ''Bu sözlerin kardeşiminkilere çok benziyor. O şu anda ölü ama yokluğu o kadar çok kişinin hayatında düzeltilemez hasarlar oluşturdu ki...''

            Kafamı çevirip ona baktığımda otel ışıklarının aydınlattığı suratı ifadesizdi, şu anda karanlıkta kalan bal rengi gözleri gözlerime değmekten kaçınır gibiydi. O anda kendi hayatımdaki bütün o eğreti sorunları unutup onun dudaklarından çıkacak kelimelere odaklanmıştım.

            ''Keşke onu tanıyabilseydim. Gerçekten iyi biri olduğuna eminim...'' diyebildim.

            Aras, arabanın kontağını çalıştırıp otelden uzaklaşmadan önce bana baktı. Ama o bu konunun üzerinde daha fazla durmak istemiyor gibiydi.

            ''Nereye gitmek istersin?''

            ''Ev hariç her yere,'' dedim.

            Kafasını sallayarak lastiklerin su birikintisinden kolayca kaymasını sağladığında bana verdiği ceketine sıkıca sarıldım. Onun parfümünün sindiği ceket, bana beklenmedik bir anda düşmanımın uzattığı elin bir yansımasıydı ve ben belki de ilk defa Aras'a karşı kendimi uzak hissetmedim.

            Arabayı park ettiğinde nerede olduğumuzdan emin değildim, etraf bir hayli karanlık görünüyordu. Yağmur azalmıştı ama tam anlamıyla da durmuş değildi. Islak kıyafetlerim üzerimde kurumuştu ve her daim üşüyen bedenim buzdan kıyafetler giyiyormuşum gibi titriyordu.

            ''Neredeyiz?''

            ''Benim evimde,'' dedi üzerime eğilip emniyet kemerimi çözerken. ''Hasta olmak istemiyorsan acele et.''

             Onun bir evinin olduğunu yeni öğrendiğimden şaşırmıştım. Daha önce bundan hiç bahsetmemişti. Ev haricinde her yere gitmek istediğimi kastettiğimdeyse bunun onun evi olmadığı açıktı. Damarlarımdaki kana garip bir heyecan karışırken bir parça da olsa gerildiğimi yok sayamazdım.

            Onunla baş başa mı olacaktık?

            Dışarıda beni beklediğinden çantamı omzuma takıp arabadan indim. Aras, arabasını kilitlediğinde beni beklemeden önden yürümeye koyulmuştu.

            Büyük bir sitedeki bir apartman dairesiydi. Asansöre bindiğimizde katın numarasını tuşladı. Böylece yirmi birinci katta oturduğunu da öğrenmiş oldum. Bakışlarım aynadaki yansımama gittiğinde saçlarımın tamamıyla ıslanmış ve her zamankinden daha koyu renk durduğunu gördüm. Aras'ın ceketi omuzlarımdan kalçamın hafif aşağısına kadar uzandığından ve tamamıyla dağıldığımdan tuhaf görünüyordum.

            ''Kendinden nefret etmeyi ne zaman keseceksin?'' diye sordu Aras. Bakışlarımı hemen yanımda duran ve aynada bana bakan gözlerine sabitledim. ''Kendine nefret ettiğin birisine bakar gibi bakıyorsun. Sanki kendinden tiksinir gibisin.''

            ''Belki de tiksiniyorumdur,'' dedim omuz silkinerek.

            ''Gerçekten farkında değilsin, değil mi?''

            ''Neyin?'' diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

            ''Ne kadar nadir olduğunun.''

            Şu anda ciddi olmadığını ve sadece şaka yaptığını düşünmek isterdim ama gülmemişti. Hatta o anda o kadar sert ve ciddi duruyordu ki bu gerilmeme yol açmıştı. Asansörün kapıları açıldığında onun dairesinin bulunduğu kata geldiğimizi anladım.

            Dar ve uzun koridorda yorgun adımlarımla onu takip ettim. En nihayetinde bir kapının önünde durduğumuzda cüzdanından çıkardığı kartla kapıyı açtı. Geçmem için kenara çekilmişti ama ayaklarım bulunduğu yere sabitlenmiş gibi hareket edemedim.

            ''Bir sorun mu var?'' diye sordu.

            ''Hayır.''

            İçeri girdiğimde etraf tamamıyla karanlıktı, gözbebeklerim büyürken onun da içeri girip arkamızdan kapıyı kapattığını işittim. Bir düğmeye bastığında holü sarı bir ışık doldurdu.

            Beyaz duvarların çevrelediği, sade eşyalarla doldurulmuş salonu inceledim. Garip insan suratlarıyla çizilmiş birkaç tablo vardı. Bir tane tablodaysa silueti olmayan çıplak bir kadın resmedilmişti. Sertçe yutkunarak geriye doğru bir adım attığımda sırtımı bir şeye çarpmıştım. Daha doğrusu birine.

            Kafamı çevirip omuzlarımdan arkaya baktığımda Aras geriye çekilerek benden uzaklaştı. Ne zaman yanıma gelmişti ki?

            ''Üzerini değiştirmen gerek,'' diye mırıldandı.

            Bana uzattığı kıyafete uzanıp aldığımda bal rengi gözleri suratımdaydı. Onunla sayısız defa aynı evde yalnız kalmıştık, peki şimdi neden bu kadar gerilmiş hissediyordum?

            ''Tamam...'' dedim ve gördüğüm ilk kapıdan girdim.

            Girdiğim yer geniş bir banyoydu, kapıyı arkamdan kilitleme dürtümü bastıramadım. Bana kendi tişörtlerinden birini vermişti, üzerimdeki ceketi ve ıslak giysileri çıkartıp salaş tişörtü giyindim. Aras'ın ve benim boy farkımızı göz önüne alırsak eğer tişört pek de kısa olmamıştı. Aynadaki yansımama baktığımda annemin ben gitmeden hemen önceki çaresiz bakışları zihnimde canlandı. Babamın hayatındaki en büyük hata benmişim gibi bakan yeşil gözleri... Aras asansörde kendimden nefret etmemem gerektiğini söylemişti. Asla hiçbir şeyi doğru yapamayan ve hiçbir şeye yetemeyen bir kız nasıl kendisinden nefret etmeyi kesebilirdi ki?

            Tişörtün eteklerini iyice aşağı çekiştirerek banyodan çıktım. İçeriden gelen sesleri işittiğimde hayalet adımlarla sesin kaynağına yürüdüm. Aras'ı mutfakta tezgahın önünde dikilirken buldum. Arkası dönük olduğundan ne yaptığını tam olarak görmemiştim. Bir şey arar gibi dolabın kapağını açtığında varlığımı fark etti ve özensizce bana bakan gözleri sonrasında bütün dikkatini bana verdi.

            Kısılan gözleri kendimi diken üzerinde hissedeceğim kadar uzun bir süre üzerimde gezindi. Aramızdaki sessizlik beni boğmaya başladığında gırtlağımı temizledim.

            ''Ne yapıyorsun?'' diye sordum onun yanına gittiğimde.

            ''Kahve,'' dedi bakışlarını önündeki su ısıtıcısına diktiğinde.

            Ona bir teşekkür borcumun olduğunu hatırlayarak mırıldandım.

            ''Beni orada yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim...''

            Dolaba uzanıp iki tane bardak çıkarırken beni yok sayar bir hali vardı.

            ''Etme,'' dedi düz bir sesle. ''Buna bir anlam da yükleme. Her başın sıkıştığında sana destek olamam. Kendi başının çaresine bakmayı öğrenmen gerek."

            Bana üzerinden buharlar çıkan kahve bardağını uzatırken bir anda neden böyle davrandığını anlamamıştım.

            Düşündüğüm ama hiçbir şekilde dile getiremediğim şeyleri daha fazla içime atmak istemediğimi fark ettim.

            ''Bir kalbin yokmuş gibi davranmak zorunda değilsin,'' dedim. ''Her zaman kötü adam rolünü üstlenmene gerek yok.''

            O da kahvesiyle birlikte mutfaktan çıkacaktı ki söylediklerim onu durdurmuştu.

            ''Bir kalbim olduğunu veya rol yaptığımı sana düşündüren ne?'' diye sordu.

            Bardağımı tezgaha bırakıp tekrardan onun yanına gittiğimde kaşları çatılmıştı ve bu haliyle ürkütücü bir görüntüsü vardı. Ama o anda ne kadar korkutucu durursa dursun ondan korkmuyordum.

            ''Hislerim. Hislerim bana senin kötü şeyler yaşamış iyi bir insan olduğunu söylüyor.''

            Bir elimi çekingence onun göğsüne uzattığımda nefes almayı dahi unuttuğum birkaç saniye öylece geçti. Soğuk parmaklarımı onun kalbinin üzerine yerleştirdiğimde nasıl attığını hissedebiliyordum.

            ''Hislerim bana bir kalbinin olduğunu ve onun sadece kan pompalamaya yaramadığını söylüyor.''

            O sırada avuçlarımın altındaki kalbinin atışlarının hızlandığını fark ettiğimde nutkum tutulmuştu. Bu ne anlama geliyordu? Aras'ın yoğun bir duyguyla kararmış bal rengi gözleri şaşkınlığımı okuyabilmişti.

            Kalbinin üzerindeki elime uzanıp onu nazik olmayan bir şekilde kavradı, dudakları bir an gülümser gibi oldu ama sonrasında bunun bir yanılsama olabileceğini düşüneceğim kadar duygusuz bir ifadeye büründü.

            Elimi sertçe kavrayarak göğsünden uzaklaştırdı ve bana sanki daha önce hiç tanışmayan iki insanmışız gibi baktı.

            ''Hislerinin doğru olmaması ne kötü,'' dedi ve beni her zamankinden daha yalnız hissetmeme yol açarak tek başına bıraktı.

Continue Reading

You'll Also Like

230K 14.4K 27
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
85.1K 5.1K 19
+18 öğeler içermektedir. Dağ sandığım, sırtımı yasladığım, yıkılmaz gördüğüm koskoca Narkotik büro amiri Tuna Atabeyli, dizlerinin üstüne çöküp ayakl...
297K 14.7K 54
'' Dolunay...'' diye fısıldadı Okyanus, gözleri gözlerimde gölgelenirken. '' Yakamozum olur musun? ------------------------------ Okyanus Aslan; deni...
17.4K 840 17
bungou stray dogs tepki "edgarallanpoe" etiketinde 1. 23.7.2023 "anime" etiketinde 101. 27.7.2023 "chuuyanakahara" etiketinde 2. 21.7.2023 "bungostr...