YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
53 ''Kanlı Ay''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Yol Ayrımı"
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

"Yorgunum ve Ağrılar"

483 42 5
By iremuzunay

"İşte küçük bir gerçek.
Öleceksiniz.
Bütün uğraşlara rağmen hiç kimse sonsuza dek yaşayamaz."
Kitap Hırsızı, Markus Zusak

70

İnanç'ın hayatıma girmesiyle özünü deneyimlediğim kardeşlik bağı; tek çocuk olarak büyütüldüğüm, nadiren ilgilenildiğim, zorunlu bir gereksinimden dolayı ailem tarafından kabul görmeye çalışıldığım zamanlarda yabancı bir duyguydu. Bir kardeşe sahip olmamam, anne babası farklı olan arkadaşlar edinip bu noksanlığı doldurma çabamı tetiklemişti. Kutay'ın gidişinin ardından, lisede o sarı parlak saçlarıyla bir güneş gibi hayatıma girmişti Sayra Gündoğdu.

Kader hiçbir zaman, alelade bir rastlantıyla hayatımıza iliştirmezdi insanları, başarılı veya başarısız kurulan her bağın olmamız gereken kişilik için çıktığımız bir merdiven basamağıdır.
Sayra'nın nasıl bir arkadaş olduğundan ziyade, nasıl bir insan olduğundan bahsetmeliydim.

Sayra'ya uzaktan bakan hiçbir göz onun bir kuğu zarifliğindeki bedeninden başka bir noktaya kaçıramazdı odağını, buna rağmen o kendini asla beğenmez, sürekli yeterince iyi olmadığını düşünürdü. Sürekli daha güzel görünebilme meşgalesindeydi, bazen kendini aç bırakarak yemek yemez, sıklıkla bakım yaptırırdı.

Psikolojide bu semptomlar Dismorfofobi'nin belirtisidir; bu rahatsızlığa sahip kimseler, günlük meselelerin ortasında, sohbetler sırasında, masada otururken, okurken; aslında her yerde ve günün her saatinde, çirkinlik korkusu ile savaşırlar.
Sayra bu rahatsızlığını benim dışımdaki herkesten gizliyordu, kendi değerini fark edemeyecek kadar kırılgan, güvensizdi; bütün çabalarına rağmen asla yeterli olmadığını kanıksamıştı bir kere.

Babasınından görmeyi hak ettiği sevginin yokluğunu, başka erkeklerden talep eder olmuştu. Tıpkı babasının davrandığı gibi kendisine kötü davranan erkeklere aşık oldu, hor görüldüğü yeri terk etmesi gerekirken o yere köklerini saldı. Sevilmediğini hissettiğinde, o sevgiyi haketmek için istemediği şeyleri dahi yapardı Sayra. Yağız Kantar'ın onu terk ettiği gün, o mutfak dolabına yaslanmış ağlarken onu teselli ederken söylemiştim:

"Kendin tarafından kabul görmek, başkalarının kabulünden çok daha önemlidir."

İşte o gün, böylesine iyi bir dostun, hiçbir şey haketmediğini düşünse de dünyadaki tüm güzel şeylere layık olan kızın doğum günüydü. Dorukla sürpriz partimiz için ayarlamalar yaparken, nereden haberi olduğunu bilmediğim kuzenim Gökalp da bize yardım etmek için kollarını sıvamıştı.

Bir yapboz parçasını ait olmadığı yere zorlar gibi hayata uyum sağlamaya, etrafımdaki insanların doğal bir güdüyle yaptığı şeyleri başarabilmek için çaba harcamıştım, oysa şimdi... En nihayetinde yapbozdaki doğru parçalar doğru yerlere oturmuşçasına, o yapbozu bitirmenin çocuksu şenliğini taşıyordum.

Sayra'ya dönersek, kendisine bir doğum günü partisi düzenlediğimizden emin ve o partinin nasıl olmasını istediğini anlatıp duruyordu. Spontane gelişen şeylerden hoşlanmaz, kendisi için alınacak hediyeyi bile kendisi seçmek isterdi. Bu defa beklediğini bulamayacak, bulduğundansa hoşnutsuzluk duymayacaktı. Kaleiçi'ndeki akşam sekizden sonra müzik yapan bir mekanda kutlamada karar kılmıştık, bilindik Türkçe şarkılara eşlik ederek hayatımızın tekdüzeliğinden sıyrılıp eğleneceğimizi umuyordum.

Organizasyon konusunda hevesli davranıyordu Gökalp, Sayra okuldan eve geldiğinde karşısında yeni basacağı yirminci yaşını temsil eden helyumlu balonları bulacaktı karşısında. Gökalp balonları yaptırdıktan sonra onun odasına koyarken biricik arkadaşımı koruma güdüsüyle onu uyardım:
"Sayra'nın çok özel bir kız olduğunu unutma, sen onun vurdumduymaz tavırlarına, neşe dolu görünüşüne aldanma. Çok hassas biridir o, içinde bütünüyle kırılgan ve güvensizken güçlü durmaya çalışır... Seni biliyorum, kızları bir eğlence, bir kaçış olarak gören erkeklerdensin sen. Hiçbir kıza bu şekilde davranmamalısın ama eğer Sayra'ya yanlış yaparsan..."
"Sayra'dan hoşlanıyorum Ecrin, zannettiğin gibi acımasız niyetler falan da beslemiyorum. Senin endişelerini yatıştırmak için ona evlenme teklifi etmem mi gerekiyor?" demişti Gökalp ondan beklenmeyecek bir ciddiyette.

"Her hoşlandığı erkek onu kendi başına onaramayacağı biçimde yaraladı, ona güzelliği için yaklaşıp onda hasarlar bırakıp gerisin geri kaçan erkeklerden olma yeter."

"Konu Sayra'yken kalbi kırılacak kişinin ben olduğumu seziyorum," dedi Gökalp geleceği seziyormuş gibi. "Halletmem gereken birkaç şey daha var, akşam görüşürüz."

Kuzenim gittiğinde döküntüleri toparlamaya, evi temizlemeye başladım, Sayra bulaşık yıkamaktan nefret eder, yemek kalıntılarını yıkarken midesinin bulandığını söylerdi.

Evimizdeki kurallara göre her gün birimiz bu meşakkatli görevi üstleniyorduk, bugün sıra Sayra'da olsa da, onun doğum günü jesti olarak bulaşıkları ben yıkamıştım.
Sonrasında akşam icin hazırlanmak üzere dolabımın karşısına geçtim, Aras da işi olmazsa uğrayacağını söylemişti. Önceleri, kimsenin nasıl göründüğümle ilgili söylemlerine kulak asmayan benliğim, o anda yalnızca bir kişinin, bana hayata dönmeyi öğreten ölü bir adamın beğenisini kazanma meşgalesindeydi.

Kan rengi, kırmızın en koyu tonundan askılı bir elbise giyindim, Aras beyaz tenime en çok kırmızının yakıştığını düşünüyordu. Havanın serinliğinden ötürü deri ceketimi giyindiğimde kapı çalmıştı.

Delikten kontrol ederek kimin geldiğine baktım, kalbimdeki heyecanlı çırpınışların eşliğinde kapıyı açtım.
"Geldin," dedim parmak uçlarımda yükselip ona sarılırken.

Kararmış gözleri üzerimde büyük bir özveriyle gezindi. "Buna değdi."

"Gelmeseydin atacağım triplerden kurtulmak için buradasın, değil mi?"

"Onun için..." Saçlarımı geriye ittirerek boynuma dudaklarını bastırdı. "Ve bunun için."

Loş ışığın altında, gözlerinin bal rengin koyulaşmıştı, o gözlerin benim en kusurlu bulduğum taraflarımı bilmesini, buna rağmen diğerleri gibi kaçmayıp eksiklerimi bana unutturmasını, beni kusursuz bir kadınmışım gibi hissettirmesini seviyordum.

Belimin kıvrımından kavrayarak beni kendi gövdesine doğru çekti, hayati bir ihtiyaçla onun ıslak, sabırsız öpüşüne karşılık verdim.

"Gitmemiz gerek," dedim geriye çekildiğimde.

Beni duymamış gibi tekrardan dudaklarımızı birleştirdi.

"Aras," dedim.

Homurdanarak geriye çekildi. "Pekala, gidip Sayra'nın doğum gününü kutlayalım."

Kaleiçi'nde gecenin nabzının attığı sokaklarda Gökalp'in ayarlamasını yaptığı mekana gitmiştik.

Kendisine hazırlanan sürprizden tamamıyla haberdar olan Sayra'yı, yanımıza Gökalp getirmişti. Yanımdaki sandalyeye oturup bir an için Türkçe pop şarkılarından birini söyleyen soliste dikkatini verir göründü, çok geçmeden sabırsızca kulağıma eğilip

"Pastam nerede kaldı? Umarım meyveli değildir, meyveli pasta sevmediğimi biliyorsun," diye söylendi.

"Her şeyi kontrol altına almak zorunda değilsin, Sayra. En azından bu gece için. Arkana yaslan ve anın tadını çıkarmaya çalış, bunu hakediyorsun," dedim.

Kırmızıya boyadığı, ince dudaklarıyla gülümsedi, gözlerine ulaşamayan imitasyon bir mutlululuk kıpırtısıyla sahneyi izlemeye koyuldu.

Bense, hareketli ışıklarla aydınlanan sahneden bakışlarımı ayırıp yanımdaki sandalyeden bir kolunu benim sandalyeme yaslamış Aras'a döndüm. Alnına dağınık bir şekilde düşen kahverengi saçları, hilal biçiminde kıvrılan uzun kirpikleri, güzellik standartlarına uymasa da onu tamamlayan kemerli burnu, yeni tıraş olmasına rağmen hemen uzamış sakal izlediyse nasıl da güzeldi! Güzelliği tasvir ederken dünyadaki en iyi görünen adamın o olduğunu ima etmiyordum, Aras Gürsoy benim tek düze hayatıma bahşedilmiş en kıymetli, en güzel şeydi.

Müziği dinlerken eğlenen hali beni de keyiflendirmişti.

"Buraya zorla gelen birisine göre fazla eğleniyorsun," dedim.

"Bu şarkıyı severim, doğum günlerindense haz etmem."

Elini belimdeki kıvrıma yerleştirdiğinde, bir yavru kedi gibi başımı geniş omuzuna yasladım. Ona yakın olmanın, onun okyanus kokulu parfümünün kokusunu ciğerlerime çekmenin huzuruyla gevşedim, şarkının sözlerine kulak kesildim.

"Ben yağmurları durdururum,
Kopamıyorum nedense senden.
Gel, güneşini al yanında
Sol yanımda sen, bi' tarafım engel.
Ben yağmurları durdururum,
Kopamıyorum nedense senden.
Gel, güneşini al yanında
Sol yanımda sen, bi' tarafım engel."

Onunla göz göze gelebilmek için kafamı kaldırdım.

"Nakaratı çok güzelmiş, şarkının adı ne?"

"Mert Kıyak, Gel."

"Kulağa klişe geldiğinin farkındayım ama çiftlerin kendilerine ait şarkıları olur." Heyecanla doğruldum. "Bu şarkı da bizim olsun."

"Klişelerden haz etmediğini sanıyordum."

"Klişe şeyler konusunda radikal bir karar aldım. Önemli olan sıradanlıkları uygulamak değilmiş, önemli olan anı biriktirmekmiş."

Aras kafasını saçlarıma gömüp içimdeki buzları eriten sıcaklıkta bir buse bıraktı.
"Edebiyat yapmana bayılıyorum."

Gecenin ilerleyen saatlerinde sahnedeki siyah saçlı, ay tenli kadın solist gürültüyü bastırarak "Bugün çok özel bir kızın doğum günüymüş! Bu şarkıyı doğum günü kızına armağan edelim," demişti.

Melek Mosso'nun Doğum Günü şarkısını seslendirmeye başladığında, Sayra ilginin odağı olmaktan hoşnut bir şekilde gülümsüyordu.

Çalışanlar onun en sevdiği profiterollü pastasını getirdiğinde, canım arkadaşım çocuk şenliğinde mumlara üflemek üzere eğilmişti.

"Bir dilek tut," diye araya girdi Gökalp.
Mumların aleviyle aydınlanan ufak, güzel suratı somurttu. "Dileyeceğim o kadar şey var ki, bir tane seçemem."

Sonrasında ellerini dua eder gibi birbirilerine yasladı, gözlerini kapatıp dileğini dilemiş olacak ki mumları üfledi.
Yanına gidip biricik arkadaşıma sıkıca sarıldım. "Doğum günün kutlu olsun, sen olmasan Dünya aynı olmazdı."

"Biz buna Sayra Gündoğdu olma sanatı diyelim," dedi saçlarını savurarak.

Uzun arayıştan sonra aldığım hediyesini açmaya koyulacağı sırada Doruk yanımıza gelmişti.

"Nice mutlu yaşlara, her şeyin en güzelini hakettiğini unutma," dedi Doruk kendi hediyesini uzatırken.

"Beni duygulandırmayı kesin, makyajım bozulacak."

"Ağlamadan önce bunu görmeyi isteyebilirsin."
Gökalp ona mor bir kurdeleyle bağlanmış ufak bir kutu uzatmıştı, Sayra bu kurdeleyi çözdüğünde kutunun içindeki her neyse onun yüzünü düşürmüştü.

"Bana takvim mi aldın?"

"Sayfaları çevir," dedi Gökalp.

Sayra sayfaları karıştırdığında takvimdeki yaprakların hepsinin doğduğu yıldan bu sene 2 Aralık'ı gösteriyordu.

Sayra kollarını Gökalp'in boynuna dolayarak ona sarıldı.
"Bu şu ana kadar aldığım en özel hediye, teşekkür ederim."

Gökalp halinden memnun gülümsedi.
"En sevdiğin kazağına kahve püskürttüğümü unutturacak kadar özel mi?"

Ani bir hareketle geri çekildi canım arkadaşım. "İnan bana, o yaptığını hatırlamamak istemezsin."

Saat gece yarısını geçtiğinde, mekanda eğlence devam ediyorduysa da yorulduğumuzdan ve yarın erken kalkmamız gerektiğinden dağılmaya karar vermiştik.
Başımı Aras'ın omuzlarından kaldırdığımda ellerimiz hala birbirlerine yaslıydı, elimin soğukluğundan rahatsız olmamasını, aksine her fırsatta oksijensizlikten solgun
"Yavru kediden farkın yok," dedi Aras. "Uykun mu geldi?"

Gözkapaklarım ağırlaşarak kapanmak üzereydi, bastıramadığım esnemeyle kafamı salladım.
"Uykunu açsak iyi olur, sana bir sürprizim var."

Onun tarafından yapılan sürprizlerin beklentilerimi doyuramadığı olmamıştı, yine de uykumun kolay kolay açılacağını zannetmiyordum.

"Sürpriz mi? Doğum günü kızı ben değilim."
Bana doğru eğildiğinde önce soluğu, sonrasında dudakları boynuma temas etti, geriye çekilmeden söylediği sözcükler tenimi karıncalandırdı.

"Dünyada umursadığım tek kız sensin."
Beni ikna etmek için yine o keskin bakışlarını, beni etkilediğini bildiği dokunuşlarını silah olarak kullanıyordu.

"Adil savaşmıyorsun," dedim kaşlarımı çatarak.

Işıkları gözlerinin karanlığını buğulandıran etkileyici bir gülümsemeyle omuz silkindi. "En azından kazanıyorum."

Mekandan çıktığımızda, Sayra fazla içtiğinden ötürü çakırkeyif bir halde yalpalayarak yürüyordu. Gökalp onun hemen yanında, düşmemesi için koluna girmişti.

"Pençelerini arkadaşımın üzerinden çek, onu nereye götürüyorsun?" dedim Gökalp'e.

"Sayra'yı eve bırakacağım Ecrin, onun bu halinden yararlanacak kadar karaktersiz olduğumu düşünüyorsun?"

Onunla tartışmak istemediğimden ayakta zor duran Sayra'ya döndüm, onu bu halde bırakamazdım.

"Hadi gel güzelim, eve gidelim," dedim.

"Eve gitmek istemiyorum, bütün sorunlar o dört duvara girdiğimde başlıyor."

"Dinlenmen gerek Sayra yarın okul var."

Kafasını hiddetle iki yana salladı.
"Okulu ya da zorunlu olarak katlandığı hiçbir şeyi düşünmek istemiyorum, yalnızca yıldızları izlemek istiyorum."

"Sayra ile ben ilgilenirim, sen erkek arkadaşını bekletme," dedi Gökalp.

Geriye döndüğümde Aras arabasına yaslanıp ellerini ceplerine sokmuş beni bekliyordu.
"Onu sağ salim eve getir," dedim önemli bir şey olmayacağını düşünerek.

"Kötü bir namımın olduğunu biliyorum ama Sayra' ya asla zarar vermem," dedi Gökalp.

Sayra'nın Gökalp'in arabasına binmesini içimdeki huzursuz düşüncelerlerle izledim, içgüdülerim kuvvetli olduğundan mı kötü olayları önceden seziyordum, yoksa  her şeyden şüphe ettiğim için hayat kafamın içindekini gerçeğim haline dönüştürüyordu, bilmiyordum. Beni böylesine yoran, kafatasıma baskı yapan, o huysuz, o nefret dolu, o kuşkucu sesi söküp atabilsem... O müddet mutlu, o müddet sıradan biri olabilir miydim?

Koluma dokunulduğunda karamsarlığımın karanlığından gerçekliğin zift karasına çekildim. Bazen kendime dahi yabancılaşıyorken, etrafımdaki insanları tanıdığımı düşünürdüm? Aras oksijen yetersizliğinden buz kesen ellerimi avuçlarında tuttu, elimin kenarına bir buse bıraktı.
"Artık benimle ilgilen, çünkü ben de aynısını yapacağım," dedi.

Arabasına bindiğimde radyoda Kaan Boşnak'ın Yorgunum ve Ağrılar'ı çalıyordu, Aras'ın sıklıkla yoldan ayırıp bana diktiği bakışlarını karşılıksız bıraktım. İçimde üzüntümü dahi boğan, bütün duygularımı emen bir parazit vardı sanki, bu parazite konak olanların da bildiği gibi, mutsuzluğun dahi özlenildiği zamanlar vardı.

"Yorgunum ve ağrılar, kırıklarım var... Eziklerim çiziklerim..." diyordu Kaan Boşnak. "Kendimi çok yüksek bir binadan atmış da, ölmemiş gibiyim."

Başarısız intihar girişimleri, hayatından vazgeçen, herkesten umudunu kesip ölüme sığınan birinin; ölüm tarafından dahi kabul edilmeyişinin dışlanmışlıklarını taşır. Hasar almışsındır, acı her bir hücreni kemirmektedir, yorgunsundur ama ölememişsindir.

Başımı koltuğun başlığına yaslayıp gözlerimi kapattım, hissizliğimi fark eden Aras'a yalnızca uykumun geldiğini düşündürme çabasındaydım. Beni böylesine dibe çeken duyguyu kendime dahi açıklayamazken, bütün duygularıma tesir edebilen adama ne sessizliği ne de gerçeği verebilirdim.

Bilinmezliğin hiçliğinde sıkışmış, kafamın içindeki prangalardan kurtulmaya çabalarken arabanın sallantılı kesildi. Aras arabayı durdurmuş olmalıydı, bense hala uyuyor numarası yapmaya devam ediyordum. Arabadan indiğini kapatılan kapıyla duyumsadım, çok geçmeden benim tarafımdaki kapı açıldı ve kollarının beni kucakladığını hissettim.

Gözlerimi aralayıp onunla yüzleşmeye hazır değildim, beni nereye götürdüğünü merak eden tarafım huzursuzca kıpırdanmama neden olmuştu.

"Uyumadığını biliyorum, Atlas," diye mırıldandı Aras.

Tabii ki biliyordu, benim hakkımdaki her şeyi böylesine apaçık görebildiği için karşısında savunmasız hissettim. Yine de oyunu sürdürmeye devam edip gözlerimi aralamadım, onun cesur yakınlığının, onun cüretkar dokunuşunun, onun okyanus kokusunun hazzını yaşadım.

Sevdiğiniz birisine böylesine yakınken, geri plandaki her şeyin önemini yitirir, zaman adeta duraksar, midenizin tatlı bir sancıyla kasılırken sonsuza dek o anı yaşamak isterdiniz.

Yüksekten düşen her şeyin anında paramparça olacağı gibi, mutluluğunuz ne denli şiddetli ise, neşenizin ağzınızda küle dönüşmesi de o denli hızlı olacaktı.

Bu dünyadaki en sevdiğim insan, beni bir anda yere bıraktığında gayriihtiyarı uyuyor numarasına son vermiştim.

"Bir anda bırakılır mı, ya düşseydim?"

Ellerini belimdeki girintiye yerleştirmiş, beni sıkıca kavramıştı. "Düşmene izin vermezdim."

"Çok rüzgar var, neresi burası?" dedim karışan saçlarımı toparlamaya çabalarken.
"Adrasan."

Gözlerimin tanık olduğu ambiyans büyüleciydi, bu tanıklığı kelimelerin fırça darbeleriyle bir tablonun tuvaline aktarabilseydim keşke... Gecenin karanlığında siyah bir örtüyle üzeri örtülmüş, uyuklayan denizi çevreleyen yüksek dağlar bir annenin anaçlığında kolluyordu.

"İnsanların aksine, deniz asla hayal kırıklığına uğratmaz," dedim.

"Asıl görmen gerekeni görmedin."

Aras beni omuzlarından kavrayıp geriye döndürdü, işte o zaman üzeri led ışıklarıyla çevrelenmiş karavanı, karavanın önündeki kamp sandalyelerini ve gecenin soğuna karşı bir çatışma içerisindeki kamp ateşini fark ettim.

"Bütün bunları ne zaman hazırladın?"

"Planlamasını yaptım diyelim," dedi Aras gülerek. "Bu gece Ay tutulması var, Türkiye'den izlenebilecek."

Beni en üzeni, en mutlu edeni böylesine iyi bilmesi, Ay ve deniz gibi derinden bağlı olduğum iki şeyi, tek bir gecede bana armağan edişi... Değer görmek değerliydi, Aras Gürsoy tarafından değer görmekse paha biçilemezdi.

Kamp sandalyesine oturduğumda, Aras karavana girmişti, bense ellerimi ateşin sıcaklığına uzatıp gökteki siyahlığın içerisinde parıldayan Ay'ı seyre durmuştum.

Aras geri döndüğünde bana bir kupa uzatmıştı, üzerinden buharlar çıkan bardağı burnuma götürdüğümde kakaonun o güzel kokusu ciğerlerime doldu.

"İyi ki doğmuşsun, somurtkan," demişti Aras birden bire.

Ona döndüğümde ciddiydi, ateşin ışığıyla aydınlanan gözleri kehribar rengine dönüşmüştü. "Bugün benim doğum günüm değil ki."

"Geçen sene doğum gününde yanında olamamıştım, ondan önceki sene de. Bu dünyadaki en sevdiğim insanın iyi ki doğduğunu söylemek için belirli bir günü beklememe gerek yok."

Aras cebine uzanıp bir kutu çıkardı, kutunun içinde ince gümüşten bir yüzük vardı.
"Ay'a kadar ve geri, seninle olmak istiyorum. Eğer bu sahip olduğumuz tek hayatsa, kum saatinde giderek azalan zamanımın hepsini sana adamak istiyorum. Peki ya sen Atlas, kum saatindeki kumlarının tamamını bana adar mıydın?"
Ay'a kadar ve geri. Onunla aramızda geliştirdiğimiz derin anlama sahip bir söylemdi.
Ay'a kadar ve geri, duyulan sevginin aradaki üç yüz seksen dört bin dört yüz kilometreye kadar ve Ay'dan Dünya'ya olan mesafeden daha fazla olduğunu anlatmak için kullanılan eski bir deyişti.

"Ay'a kadar ve asla dönmemek üzere," dedim gözlerime dolan mutluluk yaşlarıyla. "Seninle olacağım."

Aras sandalyemi çekip beni öpmüştü, dudaklarının dudaklarıma temas etmesi, Ay'ın Güneşle karşı karşıya geldiğinde adına tutulma denmesi gibi sıradışı bir olaydı. Onun dudaklarının benim dudaklarımla buluşması, bir kıyametti. Bu benden daha güçlü bir duyguydu, ona yakınındayken her şeyimi feda ederek ölüyor, sonra bir Anka kuşu gibi yeniden doğuyordum.

Aras elimi tutarak beni ayağa kaldırdı, birlikte karavana girerken telefonumun ceketimin cebinde çaldığını duyuyordum. Önemsemedim.
Aras üzerimdeki ceketi çıkartıp boynuma cüretkar öpücükler bırakırken aptal bir zil sesini neden önemseyecektim ki?

O sabah Aras'ın kollarının arasında uyandım, bacaklarımız birbirlerine dolanmıştı, birbirimizden ayrı geçirdiğimiz günlerin günahını çıkardığımızı düşündüm. Gerçekten bir günlüğüne kaçabilsek de, her zaman sıradan, boğucu hayatımıza dönmekle yükümlüydük. Kaçırmamam gereken önemli bir dersim vardı, sahi saat kaçtı?

Dün gece bir kenara attığım ceketimin cebindeki telefonuma uzandım, saatin kaç olduğuna dikkat edemedim. Ekrandaki bir sürü cevapsız çağrı ve mesaj buna engel olmuştu.
Çağrıların çoğu Gökalp'ten, birkaçı Doruk'tan ve yalnızca bir tanesi Sayra'dan idi.

Yataktan nasıl bir endişeyle doğrulduysam da, gelen mesajları nasıl bir hissizlikle okuduğumu anlatamam. Buz kestim, gerçek olduğuna ihtimal vermedim, her şey bir rüya olsun istedim.

Hayatta seçim yapma şansına sahip olduğumuza inanan biriydim, verdiğimiz bir karar diğerini tetikler ve bu döngü sonsuza değin devam ederdi. Verilen tek bir yanlış karar, domino taşları gibi bütün yanlış kararları doğururdu. Hayatta bir kapı kapanırsa, yenisi açılmazdı nazarımda, bütün kapılara da kör kilit vurulurdu. Bu kötümserlik değil, gerçekçilikti.

Mesajların içerisinde yalnızca bir tanesi beni böylesine paramparça etmiş, bir kabullenmeme haline yenik düşürmüştü.

"Ecrin neredesin?" diye yazmıştı Gökalp. "SAYRA ÖLDÜ."

Continue Reading

You'll Also Like

298K 20.8K 43
Bir iki üç, Saklanması güç. Dört beş altı, Hayatını senden çaldı. "Dünya'yı terk etti bir Ruh..." -Herdem yayınları ile kitap oldu
5K 1.4K 200
Hergün bir tane Sevgili Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ) 'in İsimi Şeriflerini öğreniyoruz 🌹 Sizde biz...
85.2K 5.1K 19
+18 öğeler içermektedir. Dağ sandığım, sırtımı yasladığım, yıkılmaz gördüğüm koskoca Narkotik büro amiri Tuna Atabeyli, dizlerinin üstüne çöküp ayakl...
588K 21.4K 50
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...