YASAK MEYVE

By iremuzunay

1.4M 49K 5.2K

Hayatın kimilerine göre daha acımasız davrandığı bir avuç insanın yaşamı er ya da geç kesişir. Yaşam piyesind... More

KISIM I - LILITH
2 ''Düşüş''
3 ''Ölüm Gibi Bir Şey''
4 ''Kelebek Etkisi''
5 ''Benimle Misin?''
6 ''İyi Olan Kazansın''
7 ''Filmin En Güzel Yeri''
8 ''Savaş Bayrağı''
9 ''Denizler Cinayet İşlemezler''
10 ''Nereye Çağırsan Gelirim''
11 ''Aile Yemeği''
12 ''Kaçınılmaz Olan''
13 ''Zaten Kırılmış Bir Kızsın''
14 ''Adapte Ol Ya Da Öl''
15 ''Şeytanın İni''
16 ''Acımasız Niyetler''
17 ''Karanlık Taraf''
18 ''Her Bir Zerrem''
19 ''Geçmişin Kuklası''
20 ''Lilith'in Çocuğu''
21 ''Gece Hayaleti''
22 ''Geç Kalınmışlık''
23 ''Göl Evi''
24 ''Kalplerdeki Dikenler''
25 ''Bastırılmış Duygular''
26 ''Yolun Sonu''
27 ''Namlunun Ucu''
28 ''Destek''
29 ''Hareket Vakti''
30 ''Av''
31 ''Aynı Kutuplar''
32 ''Yapboz''
33 ''Murphy Kanunları''
34 ''Veda''
35 ''Kan''
36 ''Amare''
37 ''Sinek Valesi''
38 ''Yara''
39 "Lilyum Çiçeği"
40 ''Maria Puder''
41 ''Avcı''
42 ''Yasak Meyve''
43 ''Berceste''
44 ''Sirayet''
45 ''Tavşan Deliği''
46 ''Kasırga''
47 ''Ateş''
48 ''Perestiş''
49 ''Vuslat''
50 ''Eksik Hikaye''
51 ''Örümcek''
52 ''Ölüm Avcısı''
53 ''Kanlı Ay''
54 "Fotoğraf"
55 ''Sıfırın Altı''
56 ''Aya Kadar ve Geri''
KISIM II - AZAZEL
''Schrödinger'in Kedisi''
''Doğum Günü''
''Kasımpatı''
''Mutlu Son''
"Sınır Kişilik Olmak"
''İkinci Hayat''
''Dipten, En Tepeye''
''Çekim Yasası''
''Göğe Bakma Durağı''
''Masumiyet Müzesi''
"Yeniden İyi Biri Olmak"
"Yorgunum ve Ağrılar"
''İyileşmek Üzerine''
''Altın Vuruşlar''
''Son Akşam Yemeği''
''Amadeus ve Salieri''
FİNAL - "Dip"

"Yol Ayrımı"

639 52 16
By iremuzunay

Seçim.

Yanlış ya da doğru yapılan her seçim hayatımızı bina eden usta işçilerdir. Bir kirişin onu bağlayan zeminle bütünlüğü gibi kararlarımız da yaşadığımız hayatla sıkı sıkıya bağıntılıdır. Her gün hevesle uyanılan hayatları yaşayanlar, akıllı seçimlerinin konforunu sürerler; gömülmeyi bekleyen ölülerse yeniden başlama cesareti göstermemenin kefaretini.

Seçimler kaderin üzerinde ölümcül önem taşıyorsa dahi, seçimden daha yetkili bir söz sahibi vardır: Şans. Diğer bir deyişle değiştirilemeyenler... Kimileri şansa inanmaz, bu kimselere göre düzenin çarkları yalnızca verilen emeklerle dönen bir mekanizmadır. Fakat tüm çabalarına rağmen istediğini elde edemeyenlerin üzerindeki kara bulutlar, asgari bir çalışmayla en yukarıya çıkarılanlar, şansın ispatı değil midir? Sokakta mendil satan çocukların, dilediği her oyuncağı elde etmiş yaşıtlarına imrenen bakışları şansın varlığının ispatı değilse nedir?

Bu dünyada iki insan prototipi var: şanslı doğanlar ve şansını kendi yaratmak zorunda bırakılanlar. İşte seçimler, şanssızlığı üzerlerine kazınan kişilere bahşedilmiş ufak teselliler. Bir gün şanslı doğanlara katılabilme ihtimallerinin tesellisi.

Bense tanımlanmış tüm bu sınıflandırmaların dışındayım, şanslı doğduysam da bu ayrıcalığı pek önce tükettim. Şimdi dizginleri ele geçirip kendi şansımı yaratma vakti.

YOL AYRIMI

Aras'ın kendisine sığınılanı koruyan güçlü kolları, kendi bedenini üşüyen bedenime siper etmişti. Denizden çıktığımızda üzerime yapışan ıslak iç çamaşırlarımla karşısında güvensiz dikilirken, o beni rahatsız hissettirmeyerek kamaradan getirdiği havluyu omuzlarıma örtmüştü.

''Geri dönmek istemiyorum, keşke hep denizin ortasında, diğer herkesin, her şeyin önemsiz olduğu bu yerde kalabilsek,'' dedim.

Bana dünyadaki en güzel şeymişim gibi beğeniyle bakıyordu. ''İstediğin kadar burada kalabiliriz Atlas.''

''Gerçek dünyadan sonsuza dek kaçamaz ki insan, onunla yüzleşmeli, savaşmaya devam etmeliyiz.''

Örtündüğüm havluyu kendine çekerek beni kendi gövdesine çekti. ''İşte benim kadınım.''

Yüzünü boyun girintime gömdüğünde burnunu tenime değdirerek beni kokladı, denizden yeni çıktığımdan iyi kokmadığımdan emindim. Dudakları boynuma bir buse bıraktıktan sonra geriye çekildi. Aras hiç açığa çıkmamış kadınlığımı hatırlatıyordu bana, insanlara olan sınırlarını yalnızca benim için ihlal eden; beni bir hava, su kadar isteyen bu adamın bağlılığı bana fevkalade bir güç bahşediyordu.

''Kaptan dümeninin başına geçip ve bizi kıyıya götürmeyecek mi?''

Oyunbaz gülümsemesinin ışıltıları gözlerine ulaşmıştı. ''Belki de kaptan sen olmalısın, dün gece epey hevesliydin.''

''Dün geceyi unutabilir miyiz? İç gıcırdatıcı şeyler yaptığımı anımsıyorum,'' dedim yüzümü buruşturarak.

''Sana uyuman için şarkı söylememi istemeni unutmak o kadar kolay değil.''

Bu kısmı zihnim canlandıramadığından itiraz ettim. ''Öyle bir şey yapmadım.''

''The Big Bang Theory dizisinde Sheldon'ın hastalandığındaki şarkısını söylememi isteyip durdun.''

Bu şarkıyı komikleştiren, sözlerinden ziyade dizideki karakterin çevresindekileri zorlayarak söylettirmesiydi, sözler birkaç kelimeden ibaretti: Soft kitty, warm kitty, little ball of fur. Happy kitty, sleepy kitty, prr, prr, prr...*

*(Yumuşak kedi, sıcak kedi, küçük tüy yumağı. Mutlu kedi, uykulu kedi, pır, pır, pır.)

Zihnimdeki hafıza sarayında bu anıyı bulamadıysam da Aras'ın bu şarkıyı dizideki gibi söylediğini hayal ettim. Bu tuhaf ve gülünç hayalle gülümsemiştim, içimdeki sıcak his çok geçmeden beni dehşete düşürdü. Eskiden ölüyken ve hayattan bir şey beklemezken pervasızca yaşardım fakat şimdi... Şimdiyse kaybetmekten deli gibi korktuğum bir şeye sahiptim.

Kıyıya dönerken bakışlarım uzak bir köşedeki ufuk noktasında takılı kalmıştı, kıyıya yaklaşmak sorunlarımı da çağrıştırmak anlamına geliyordu. Kaygılar kafatasımı yararak beynimin her tarafına ağlarını bıraktılar, bu ağlar toplandığında benden çalınan şüphesiz huzurumdu.

Diken üzerindeydim, dün kahveciye gelerek onu Aras'la görüştürmemi istemişti Yağız Kantar. Saat belirtmeden, yalnızca yarın depoda bekleyeceğini söylemişti.

Dümenin başında dikilen Aras'a ''Yağız'ın geçen gece söyledikleri hakkında ne düşünüyorsun?'' diye sordum.

''Yağız Kantar bir Joker ve bir Joker'in sözlerine itimat edilmezsin,'' demişti Aras. ''Ama bir Joker'in sözlerine kulaklarını da tıkayamazsın. Dikkat kesildiğinde apaçık işitmesen de duyabileceğin şeyler fısıldayacaktır.''

''Yağız dün iş yerime geldi, seni onunla görüşmen için ikna etmemi istedi. İyi bir hikaye ve kanıt vaat etti.''

''Bana bunları şimdi anlatıyorsun...'' Aras gergince sakalını, ardından saçlarını ovuşturdu. ''Benim yüzünden hayatına sızan o aşağılık adam senin etrafında ve sen bunu benden gizliyorsun.''

''Gizlemiyordum... Dün gece hayatlarımızdaki kasırgadan uzakta baş başa vakit geçiriyor ve eğleniyorduk.'' Yumruk halindeki eline uzanıp tuttuğumda sert bakışlarına yumuşak sesimle karşılık verdim. ''Bunu bozmayı istemedim Aras.''

Bakışlarındaki öfkenin odağının ben olmadığımı bana sarıldığında anladım, Yağız'dı.

''İyi bir hikaye vaat ediyorsa, gidip o hikayeyi dinleyeceğim,'' dedi Aras.

Başım yaşamaktan vazgeçmiş bu adamın canhıraş çarpan kalbinin üzerindeydi. Hayattan umutları kalmadığında dahi ölümü seçmeyenlerin tek bir amaçları var, diye düşündüm. Onları ölüme mecbur bırakanlarla ödeşmek. İntikam ölümden bin kat güçlüydü.

''Sana yakınlaşmaya çalışmasının ardında bir bityeniği olmalı,'' dedim huzursuzca.

''Yağız beni herkesten daha iyi tanıdığını düşündüğünden satranç tahtasında galip olacağından emin... Unuttuğu şeyse, benim de onun örümcek zihninin her bir ağını ezbere bildiğim.''




Şehir merkezinin dışına itilmiş, başlı başına terk edilmişlik taşıyan sokakların inindeydi Yağız'ın deposu. Daha önce birkaç kere geldiğim bu izbe sokağa bu defa yalnız girmiyordum. Aras'ın yanımda olması içimi rahatlatmalıyken endişe içimi deşen bir bıçak gibiydi, o kırık dökük kapıdan girerken anlamıştım galiba o gün orada olmamız gerektiğini.

Yanlış yerde, yanlış zamanda bulunmak kaçınılmaz bir felaketle sonuçlanırdı. Bildiğim yolu izleyerek derme çatma eşyalarla kurulmuş geniş kısma girdiğimizde Yağız'ın varlığına dair biz iz yoktu.

''Bana ihanet ettiğin bu depoda yıllar sonra beni görmeyi istemişsin.'' Aras'ın sesi boş duvarlara çarparak yankılandı. ''Misafirlerini bu şekilde mi karşılıyorsun Yağız?''

Bu sinyali bekliyormuş gibi koridorun diğer ucundan adım sesleri işitildi, siyahlar içindeki ince, uzun vücut Yağız Kantar'a aitti.

''Geçmişi maziye gömmelisin, tıpkı eskiden olduğun adamı gömdüğün gibi,'' dedi Yağız.

Aras ona doğru adımlar atarak aralarında mesafeyi kapattı. ''Aynı yanlışları yapıp farklı sonuçları beklemek aptallara göre. Sen de değişmelisin.''

Yağız'ın siyah gözleri bir anlığına bana çevrildi. ''Senin gibi iyi adam rolü yaparak hayatımı bir kadına adamak değişmekse eğer... Ben almayayım dostum.''

Aras hınçla Yağız'ın gömleğinin yakalarını kavradı. ''Bana dostum deme seni aşağılık piç!''

Aralarında kelimeler olmadan anlaştıkları bir sessizlik cereyan etmişti, sessizlik bir daha uğrak etmemek üzere sona erdiğinde ürpererek onları izliyordum.

''İzel'in sana aşık olmaması benim suçum değildi.'' Yağız'ın sesi gömleğinin boğazını sıkıştırmasından dolayı boğuktu. ''Sana hiçbir zaman ihanet etmedim, o narsist kaltağa yaklaşma nedenimi biliyordun.''

Aras Yağız'ın suratına bir yumruk savurduğunda gayriihtiyarı onları durdurmak yaklaştım fakat ikisi bir hayaletmişim gibi varlığımı yok saymıştı.

''Sen bana ihanet etmekle kalmadın! Kardeşime ihanet ettin, aptal planının için onu aldattın!''

Duyduklarımla donup kaldım. İzel Akçalı, Aras'ın eski sevgilisiydi, Yağız ise o zamanlar Aras'ın kardeşiyle bir ilişki içerisindeydi. İzel Aras'ı gerçekten aldatmış mıydı?

''İlkim senin yüzünden intihar etti! Kardeşimin katili sensin!'' diye bağırdı Aras.

Yağız bu defa midesine aldığı darbeyle kasılarak dizlerinin üzerine çöktü, acı içinde kıvranması gerekirken bir mazoşist gibi acısından haz duyuyordu. Yağız pantolonun kenarına uzanıp oradan bir şey çıkardı, çıkardığı şey siyah metalden bir tabancaydı. Yağız'ın tabancayı Aras'a doğrultacağını düşünerek irkildim ama tabancayı eski dostuna uzattı.

''Sana ödeşme şansı veriyorum Aras. Dişe diş, kana kan...''

Aras tereddüt etmeden tabancayı alarak namlusunu Yağız'ın suratına çevirdi, parmağı basmak üzere tetiğe yaslıydı.

''Aras sonradan pişman olacağın bir şeyi yapma!'' diye bağırdım. ''Yağız'ı öldürmek ondan ziyade sana zarar verir.''

Karşımdaki bağımlı olduğum adamın yüzü değil, intikam için yaşayan ve isteğini yerine getirmeye ramak kalmış bir adam vardı. Ödeşmeye olan hırsı, kısılmış gözlerinden ve öfkeyle genişlemiş burun deliklerinden okunuyordu.

''Seni öldüremeyeceğimi düşünüyorsun, değil mi Yağız? Maalesef bu düşüncen pek uzun sürmeyecek, tetiği çektiğimde mermi kafatasını üç saniyede delecek.''

Yağız karşısına korkusuzca dikildi. ''Beni öldürebileceğini biliyorum ama öldürmeyeceksin. Bir cinayetten aklanmak için böylesine çabalarken başka birini öldürmek akıl karı değil. Beni öldürürsen anlatacaklarım da benimle beraber yok olacak... Sonsuza dek.''

Zamanın kırılgan olduğunu o anladım, birkaç saniye hayatlarımızı darmadağın etmeye yeterdi. Zaman acımasızdı, gözünü kırpmadan bizleri paramparça etmek için hareket ederdi.

''Aras o buna değmez. Silahı indir, lütfen...'' dedim çaresizce.

Elim onun silahını kavrayan koluna yerleştirdim, güneş ışıklarının giremediği depoda, kafasını bana çevirdiğinde gözbebekleri katran siyahıydı. Silahı almak için hamle yaptığımda itiraz etmedi, avucumdaki metalin ağırlığına rağmen rahat bir nefes koy verdim. Parmak uçlarımda yükselerek ona sarıldım, harabe hayatlarımızı daha da parçalayacak bu girişimden vazgeçtiği için minnettardım.

Geriye döndüğümde Yağız tilki gülümsemesiyle bizi izliyordu.

''Karşılama merasimini geçtiğimize göre iş konuşmaya başlayalım mı?''

Silahın ucuyla işaret ederek ültimatom verdim. ''Bunun altından da bir şey çıkarsa seni kendi ellerimle vururum.''

''Siz birbiriniz için yaratılmışsınız,'' dedi Yağız alayla. ''Beni izleyin.''

Yağız bizi beklemeden yürürken kaskatı kesilmiş Aras'a döndüm, burada olmak onu boğuyormuş gibi gömleğinin yakasını gevşetmişti.

''Söyleyeceklerini dinleyip buradan gideceğiz,'' dedim sessizce. ''Eğer yalan söylüyorsa bir şey kaybetmeyiz ama doğru söylüyorsa bunu riske atamayız. Seni kurtaracak her şeye ihtiyacımız var.''

Aras ellerimizi birbirlerine kenetlerken gülümsedi, keyifsiz ama oyunbaz bir gülümsemeydi. ''Unutma, eğer bunun altından bir şey çıkarsa ona vuracaksın.''

Yağız'ı takip ettiğimizde dar koridorun sonundaki odayı anahtarla açıyordu, deponun diğer kısımlarına göre düzgün bir şekilde yerleştirilmiş odaya ilk girişimdi. Aras ise buraya daha önce geldiğini gösteren bir aşinalıkla etrafı incelemedi.

''Size ne ikram edeyim?'' diye sordu Yağız.

Aras tahammülsüz bakışlarını ona dikti. ''Gerçekleri, kısa ve öz olsun.''

''Konuşmayı sevmeyen buzdan bir adam, yine de kızları bir mıknatıs gibi kendine çekiyor.'' Yağız bir anlığına bana döndüyse de dikkatini tekrardan dizüstü bilgisayarına çevirdi. ''Umarım açsınızdır çünkü duyduklarınızla epey doyacaksınız.''

Aras tehditkar bir tınıyla homurdandı. ''Yine kelime oyunlarıyla manipüle etme çabasındaysan...''

''Bu defa yalnızca konuşmayacağım, göstereceğim.''

Yağız dizüstü bilgisayarının ekranını bize çevirdi, bir video kaydıydı bu. Genç bir adamın bir odaya girişinin yukarıdan çekilmiş bir videosu.

''İzel'in hastane odasının güvenlik kamerası,'' diye açıkladı Yağız.

Aras bir şahinin dikkatiyle ekrana bakıyordu. ''Çetin İzel'in kuzeni, onun odasına girmesi olağan bir durum.''

Yağız dizüstü bilgisayarı Aras'ın kucağına bırakıp sağ üst köşeyi işaret etti. ''Tarihe bak, eski dostum.''

Aras'ın yüz ifadesindeki değişim Yağız'ın bu defa blöf yapmadığının kanıtıydı. Çetin, Eşref Akçalı'nın evinde gördüğüm bana nazik davranan çocuktu. Nazik ve gizemli. Onun tüm bunlarla bağlantısı neydi?

''Çetin İzel'in ölüm saatinden yedi dakika önce odasına girdi,'' dedi Yağız. ''Mahkemenin elindeki kanıtlarda en son odaya giren sen olduğun için cinayetin asıl şüphelisiydin, bu video dengeleri değiştirecektir.''

''Bu kaydı nereden buldun?'' diye sordum.

''Çetin bu görüntüleri benim saklamamın daha güvenli olduğunu düşündü, kendinden başka kimseye güvenmemesi gerekirdi.''

''Odanın önündeki güvenlik kameraları etkisiz haldeydi,'' dedi Aras.

''Kameralar etkisiz halde değildi, çalınmıştı,'' dedi Yağız. ''Video kaydı en başından beri kayıptı, ellerindeki kanıt niteliğindeki tek görüntü Aras'ın lehine olan görüntüydü. Aras'ın cinayetten on beş dakika önce odaya girişi ve bir daha çıkmayışı.''

''Bu kadar şaibeli bir cinayetin güvenlik kamerası kayıtlarını nasıl sızdırırlar?'' diye sordum.

Yağız simsiyah gözleriyle bana bakıyordu. ''Onur satılıktır Ecrin. Yeterince para önerirsen eğer, herkesi satın alabilirsin.''

Kanım donmuştu. ''Çetin kuzenini neden öldürsün?''

''Çetin ve İzel birbirlerinden nefret ediyordu ama yine de oturmayan parçalar var,'' dedi Aras. ''Bu kayıt adımı aklanmama yetmez, yalnızca mahkeme sürecini uzatır.''

''Buradan bakıldığında aleyhindeki en küçük kanıta ihtiyacın var gibi görünüyor.'' Yağız dizüstü bilgisayarını alıp kapağını kapattı. ''Üstelik kalan zamanını demir parmaklıkların ardında değil de şirin kız arkadaşının parmaklarının arasında geçirmeyi yeğlemez miydin?''

Aras'ın çene kasları kasıldı. ''Bu görüntülerin karşılığında ne istiyorsun?''

Yağız bir adım önde olmanın hazzıyla gülümsedi. ''Ne istediğimi adın gibi biliyorsun eski dostum.''

''Önce görüntüleri vereceksin ve sana aradığının nerede olduğunu söyleyeceğim.''

''Ya ilk hamleyi yaparsın ya da oyunu oynamayız. Bu arada sakın bilgisayarıma el koymayı düşünme, görüntüler yüksek korumayla şifreli ve ikinci yanlış denemede kendini imha edecek şekilde ayarlı.''

Aras büyük bir ikileme hapsolmuş, ellerini birbirlerine kavuşturmuş ve düşünceli bir şekilde işaret parmağını dudağının üzerine yerleştirmişti.

''Bana bir gün ver, sana kararımı bildireceğim.''

''Zaman işliyor Aras, hepimiz için.'' Yağız yüzündeki kibirli ifadeyle odada volta atıyordu. ''Senin içinse daha hızla.''

🌙


Aras avukatıyla görüşmesi gerektiğini söyleyerek beni şehir merkezine bırakmıştı. İşe gitmeme birkaç saat olduğundan bu vakti müphem sebeplerden ötürü Sayra ile buluşarak geçirmeye karar vermiştim. Yağız Kantar, arkadaşımın gözünü kör edecek şekilde onu hakimiyeti altına almıştı.

''Seni özledim,'' dedi bana sıkıca sarılırken.

Kirazlı pijamalarının içinde saçları dağınık bir halde beni karşılamıştı, evin içinde dahi görünüşüne dikkat eden birine göre fazla dağılmış. Gözaltları morarmış, beyaz teni sararak solgunlaşmıştı.

''Hasta mısın? İyi görünmüyorsun,'' dedim şüpheyle.

''Geçen gün yağmurda epey ıslanmıştım, soğuk algınlığı başlangıcı yaşıyorum galiba.''

''Doktora gitmedin değil mi?''

Sayra'nın suçlu bir çocuk gibi bakışlarını kaçırması her şeyi açıklıyordu. ''Tamam yarına kadar geçmezse gideceğim, oldu mu? Ayrıca sen de en iyi halinde değilsin, iyice zayıflamışsın.''

Yemek yemeyi unutturacak olaylar zincirinin içinde yaşamaya çalışırken birkaç kilo vermiştim. İçimde hissettiğim fiziksel boşluk yiyeceklerin kapatamayacağı kadar psikolojik bir boyuta ulaşmıştı.

Sayra beni kolumdan yakalayıp mutfağa çekiştirdi. ''Annem yemem için bir sürü şey hazırladı ve hepsini bitirmem konusunda ültimatom verdi. Bu kalorileri alırken yalnız olamam.''

Annesinin hazırladığı kahvaltılıklar, poğaçalar ve portakal suyu masada dokunulmamış halde duruyordu. Bu güzel sofranın karşısında, sabahtan beri bir şey yemediğimden midem karnıma baskı uygulayarak guruldadı.

Birlikte kahvaltı ederken bunun geleneksel kahvaltılarımızdan biri olmadığının bilincindeydik, Sayra'nın duyduğu dedikoduları anlattığı, benim dakika iki kere gözlerimi devirerek onu dinlediğim zamanları geride bırakmıştık. Ben mizacım gereği her daim soğuk, asık suratlı biriydim ama arkadaşımın bu sessiz, nefesi çekilmiş hali hayatın darbesiydi. Hayat er ya da geç umut eden ruhları boğar ve onları ölümü bekleyen et parçalarına dönüştürürdü.

Sayra sıklıkla telefonunu kontrol ederken tedirgindi, birkaç lokma dışında ağzına bir şey almamıştı.

''Birinden haber mi bekliyorsun?'' diye sordum.

''Sana anlatmak istediğim şeyler var ama beni yargılayıp anlamayacaksın Ecrin,'' dedi Sayra.

''Konu Yağız Kantar mı?'' Cevap vermeyerek kafasını eğdi. ''O adam tehlikeli Sayra. Her şeyi geçtim, seni uyuşturucuya alıştırdı... Hastanede tedavi gördüğün günleri nasıl unutursun?''

''Herkes dış görünüşüm için bana yaklaşır, biliyorsun. Ama beni tanıdıklarında gerisin geri kaçarlar. Sanki dışımın aksine içim iğrençmiş gibi... Sanki sevilmeye layık değilmişim gibi. Yağız'sa gerçek benliğimi gördüğü halde beni bırakmadı Ecrin. Uzun süredir değer görmeyi, takdir edilmeyi bekledim. Yağız'a ihtiyacım var. İstediğimi elde etmişken duygularıma sırtımı dönmeyeceğim, bedeli ne olursa olsun,'' dedi Sayra.

Dudaklarımı aralayıp ona gerçekleri söylemeliydim, hayatta ilk defa birinin onu gerçek kişiliği için sevdiğini düşünen canım arkadaşıma nasıl aslında sevilmediğini söyleyebilirdim? O yıkılmaz gülümsemelerinin ardında gizlediği kırılganlığından haberdarken, ona onu paramparça edecek sözleri nasıl sarf edebilirdim?

''Yağız seni bir şeylere zorlarsa ya da canını yakarsa bana söyleyeceksin,'' dedim ona sarılırken.

''Kimse Sayra Gündoğdu'yu istemediği şeye zorlayamaz.'' Kollarımdan kurtulup çatalına yiyeceklerden batırdı ve ağzıma tıktı. ''Daha az konuşup daha çok yemeye ne dersin?''

🌙

O gün hayatta kendi emeğimle kazandığım ilk parayı almıştım, babamın verdiği harçlıkların yanında önemsiz bir meblağda olan maaşımı. Saatlerce ayakta durduğum, hasta, üzgün, mahvolmuş bir halde olsam da çalıştığım günlerin karşılığı banka hesabıma yatırılmıştı. İşten çıktığımda hava yine zifiri karanlıkla simsiyahtı, tramvaya binerek evimin yoluna koyuldum. Evimden kastım duvarlarla inşa edilmiş Aras'ın dairesi değil, Aras'ın kendisiydi.

Tramvaydan indiğimde sürekli gözümün takıldığı ama içeri girmediğim pastaneye uğradım, Aras'ın sevdiği San Sebastian Cheescake'lerden aldım. İlk defa kendi paramla bir şeyler almanın gururunu taşıyarak beni bağımlı olduğum adama götüren sokakları arşınladım.

Büyük bir sitedeki yirmi birinci kattaki daireye geldiğimde zili çaldım, kısa bir bekleyişin ardından kapı açıldı.

''Seni ne kadar az gördüğümü düşünürsek, her gün çalıştığın yere gelme fikrine ısınmaya başlıyorum,'' dedi Aras.

Elimdeki poşeti kapının pervazına bıraktım. Parmak uçlarımda yükselip sakal izlerinin üzerine dudaklarımı bastırdım, losyonu harika kokuyordu. Dinginleştirici ve erkeksi.

''Benden uzak duramıyorsunuz değil mi Aras Bey?'' dedim gülerek.

Pantolonumun kemer deliklerine parmaklarını geçirip beni kendine çektiğinde gözleri kararmıştı, başını boyun girintime gömdüğünde midemde kelebeklerin kanat çırpındığını hissettim.

''Bu tartışmaya açık bir konu değil, senden uzak duramam Atlas.''

Geriye çekilip pastaneden aldığım poşeti işaret ettim. ''Bu saatte yemek yemediğini söyleme sakın, çünkü en sevdiğin pastadan aldım.''

Üzerimi değiştirip Aras'ın oversize tişörtlerinden birini giyindim. Tişörtün pamuklu yapısının rahatlığından ziyade onun kokusunu bedenimde taşımak hoşuma gitmişti. Aras Gürsoy, bana bahşedilen en özel şeydi ve beni mümkün olan her anlamda hayata bağlıyordu.

Mutfağa döndüğümde Aras kahve makinesinde filtre kahve yapmıştı, üzerinden buharlar çıkan kupayı bana uzatırken bakışları bir şahinin dikkatinde vücudumda gezindi.

''Benim tişörtümü giymişsin.''

''Kabul etmelisin ki bana daha fazla yakıştı,'' dedim.

Aras elindeki kupayla birlikte arkama geçti, kupayı önümdeki masaya bıraktığında kollarını masanın iki yanına yaslayarak beni hapsetti.

Dudakları kulağıma temas ettiğinde etkileyici ses tonuyla mırıldandı. ''Tişörtümün içinde nefesimi kessen de onu çıkardığın halini yeğlerim Atlas.''

Yavaşça çekilip yanıma oturduğunda damarlarımdaki kan hızlanmıştı, yanaklarımın ısındığını fark etmemesi için pastadan yemeye koyuldum. Utangaçlığım onun kötü adam gülümsemesiyle beni süzmesine neden olmuştu.

Konuyu değiştirerek ''Pastadan yemeyecek misin?'' diye sordum.

''Gecenin bu saatinde pasta almak neyin nesi?''

''Bugün ilk maaşımı aldım, ilk maaşla tatlı almak adet gibi bir şeydir,'' dedim.

Aras elimi kavrayarak dudaklarına götürdü, bir buse bıraktı. ''Sen çok güzel bir şeysin.''

Ona hissettiklerim göğsüme sığmıyor, benden bile daha kuvvetli bir duyguya dönüşerek varlığını sürdürüyordu.

Pastadan yiyip kahvelerimizi içerken sohbet etmiştik, bugün benden ayrıldıktan sonra neler yaptığını anlatmasını beklediysem de o konuyu açmamıştı Aras. Dudakları neşe kırıntılarıyla yukarı kıvrılsa da yüzündeki keyifsiz, düşünceli asıklığı fark etmiştim.

''Konuşma fırsatımız olmadı, Yağız'ın söyledikleri hakkında ne yapacaksın?'' diye sordum.

''İstediğini alamadığı takdirde elindeki video kaydını bana vermeyecek.''

''İstediği şey ne?''

Sıkıntıyla iç geçirdi. ''Eşref Akçalı'nın kenevir bitkisini yetiştirdiği büyük bir serası var, esrarı bu serada üretip satıyor. Yağız bu yeri öğrenmek istiyordu, yüklü miktarda esrarla ülke dışına kaçıp kendi işini yapmak için.''

''Peki ya sen bu yeri nereden biliyorsun?'' dedim merakla.

''Eşref Akçalı bana güvenirdi, ileride onun işini devralmamı isteyecek kadar. Yağız'ın şeytani planlarını sezmiş gibi onu hiçbir zaman işin kalbine yaklaştırmadı. Yalnızca kirli işlerini yaptırıp tacirlik yapmasına izin verirdi.''

''Eşref Akçalı sana bu kadar güveniyorsa eğer neden torununun cinayetini senin işlediğine inandı?''

Aras kafasını birbirlerine kavuşturduğu ellerine eğmişti. ''Bu işi artık yapmak istemediğimi söylediğimde ona ihanet etmiş oldum. Birine beslediğin sevgi ne kadar kuvvetliyse nefret de o denli keskin olur.''

''Bu yeri Yağız'a söylersen eğer, bir sürü insanı zehirleyecek,'' dedim sesli düşünerek. ''Ama söylemezsen elindeki kayıtları alamazsın.''

Bal rengi gözleri hırsla parıldadı. ''O video kaydı benim kurtuluş biletim olabilir, bir gün seni kaybedeceğim korkusu olmadan yeni bir hayata sahip olabilirim.''

Yüzünü ellerimin arasına aldığımda uzun kirpikleri düzgün bir kıvrılmayla gözaltına değiyordu. ''Başka bir yolu olmalı, görüştüğün müfettiş ya da avukatın bir şey bulamadı mı?''

''İki yıl önce işlenen bir cinayet, kanıtlar taze değil, maktulün bedeniyse toprakta çoktan çürümüştür,'' dedi omuz silkinerek.

Hissettiği çaresizliği kendi bedenimde taşıyordum, gözlerim aptal yaşlarla doldu. ''Neden kimse bir şey yapmıyor? İşlemediğin bir suç yüzünden bütün hayatın boyunca kilit altında tutulamazsın!''

Aras beni güvende hissettiğim tek yere, kollarının arasına çektiğinde başımı göğsüne yaslayarak gözyaşlarımı serbest bıraktım. ''Neden her şey bu kadar zor? Seni kaybetmek istemiyorum!''

Elleri beni yatıştırmak üzere sırtımda gezindi. ''Birbirimizden uzakta olsak dahi, yalnızca kalbime değil, bedenime sonsuza dek sahipsin Atlas. Benim sahibimken beni asla kaybedemezsin.''

Geriye çekilip onu büyük bir açlıkla öptüğümde usta bir şekilde bana karşılık verdi. Sandalyeler temasımızı engellediğinden beni belimden kavrayıp ayaklandı, dili ağzımın içinde yerini bulurken beni tezgaha kaldırmıştı. Bir anlık duraksamada artık yüzlerimiz aynı hizada olduğunu fark ettim, bacaklarımın arasındaki boşluğa geçtiğinde sabırsızca dudaklarımızı yeniden birleştirdi.

Kalbim göğüs kafesimi delmek üzere şiddetle çarpıyordu, midem dokunuşuyla birlikte tatlı bir sancıyla kasıldı. Ellerini kalçamın üzerine yerleştirdiğinde dudakları nabzımın hızla attığı boynuma, oradan da köprücük kemiğimin üzerinde öpücüklerini devam ettirmişti. Boynumdaki hassas noktayı dişlediğinde boynum bir yay gibi gerildi, hissettiklerim öylesine ağırdı ki onun bacaklarını çevreleyen bacaklarım titriyordu.

''Senin de bana sahip olmanı istiyorum,'' dedim tek nefeste. ''Her anlamda.''

Sözlerim onun hafifçe geriye çekilip bana bakmasını sağlamıştı, şehvetle kararmış gözlerini, kemerli burnunu, alt dudağı, üsttekinden daha kalın olan ağzını hayranlıkla inceledim. Altın orana yakın, güzel suratının her detayını zihnime kazımak için.

''Emin misin?'' Alınlarımızı birbirlerine yasladığında soluğu yüzümdeydi. ''Canını yakmak istemiyorum Atlas.''

Cevap vermek yerine onu öptüğümde, zayıf bedenimi güçlü kollarıyla kavrayarak beni kucakladı ve nazikçe gecenin içine götürdü. O gece birbirlerinden güç alarak yaşayan iki ölünün, tek bir bedene bürünerek ölümsüzlüğe eriştiği geceydi.

Gözlerimi aralayıp tavanın boşluğuyla karşılaştığım, kendime dair hiçbir şeyi anımsamadığım üç saniye. O saniyeleri takip eden, nerede olduğumu, kim olduğumu, beni ben yapan her korkuyu, hayali zihnime nakşeden saniyeler izledi. Ve ben belki de ilk defa uyandığım için, kendim olduğum için pişman ve yenilmiş hissetmiyordum.

Yanımda uyuyan adamın çoktan uyanmıştı, bakışlarımız birbirlerini bulduğunda gülümsedi.

''Günaydın Atlas,'' dedi yüzüme düşen saçları ittirirken.

Elimi onun sakal izlerinin üzerine yerleştirdim, güneşin ışıklarıyla kısılan gözleri tamamıydı bal rengiydi. ''Beni uyurken izlemeyi kesmeyeceksin değil mi?''

''Yalnızca uyurken somurtmuyorsun.'' Baş parmağı alt dudağımda gezindi. ''Uyurken dudakların hep aralık oluyor, bu halinle öylesine etkileyici oluyorsun ki seni öpmemek için seni izlemeyi bırakmam gerekiyor.''

Dün geceye ait anılar aklıma geldiğinde utanç içinde oradan kaçmayı istedim, kimsenin bana ulaşmaması için inşa ettiğim sınırları aşmıştı Aras. Bedenimin, kalbimin sahibi olması değildi beni ürküten, ruhumdaki hakimiyetiydi. Beni acıtma maharetine sahipti bu adam, eğer bir gün onu kaybedersem bir daha asla bir bütün olamayacağımdan korkuyordum.

Sessizliğimi yanlış anlayan Aras ''Ne oldu? Canın mı yanıyor?'' diye sordu.

Bedenimde hissettiğim sızı dün geceye göre hafiflemişti, kafamı iki yana salladım.

''Seni seviyorum,'' dedim ilk defa bu kelimeleri sarf ederek.

Yalnızca bir erkeğe değil, bir insana onu sevdiğimi ilk kez söyleyişimdi. Sevgide hep fakir bırakılan biriydim ben, oysa şu anda beni önemseyen, değer veren birinin var olduğunu bilmek bir hayal gibiydi. Yeryüzündeki cennet gibi. Cennetteyken kovulabilirdiniz de, bir hata buna yeterdi.

''Sakın bana ihanet ederek bunu mahvetme,'' diye devam ettim. Konu insanlara gelince her daim hayal kırıklığına uğradığımdan bunu belirtme gereği duymuştum.

Çıplak bedenim yalnızca çarşafla örtülüydü, yatakta karın kaslarının sertliğini hissedeceğim kadar bana yaklaştı.

''Sana tapıyorum Ecrin, sen bu hayatta istediğim tek şeysin.'' Burnunu burnuma sürttüğünde gözkapakları teslimiyetle örtüldü. ''Sana asla ihanet etmem.''

Tıpkı onun gibi gözlerimi yumarak ona inanmayı istedim, bu denli hasarlıyken en güvendiğim yerden gelecek bir darbe ölümcül olabilirdi. En huzurlu anımda dahi bir çatlakla her şeyin mahvolma ihtimali beynimi kemiriyordu. Neden olayları akışına bırakıp herkes gibi bir adım sonramı hesaplamadan, kaygısızca yaşayamıyordum? Neden insanların beni kolayca bırakabileceğini, benden vazgeçmenin çok kolay olduğunu düşünmeden edemiyordum?

Birlikte kahvaltı yaptığımızda, Aras üzerini değiştirip göğsüne yapışan beyaz gömleğini, siyah keten pantolonunu giyinmişti. Gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıyırmış bu çekici adamın, benim gibi alelade bir kızla birlikte olması dışarıdan nasıl görünürdü?

''Bir yere mi gidiyorsun?'' diye sordum dalgın dalgın.

Beynimi kemiren şüphe, başımda katlanılmaz bir acıyı peyda etmişti. Beni apaçık okuyabilen Aras, huzursuzluğumu fark etmesin diye yüz kaslarımı zorlayarak gülümsedim.

''Yağız'la görüşeceğim.''

Hayat bir alışverişten ibaretti, aldığınız her şeyin karşılığında bir bedel öderdiniz. Aras'ın özgürlüğün karşısında ödemek zorunda olduğu bedelse, birçok insanın zarar görmesine neden olabilirdi. Dün geceki kararsızlığının yerini, hamlesini kurgulamış özgüvenli bir adam almıştı.

''Kararını verdin mi? Ona seranın yerini söyleyecek misin?''

''Bir planım var.'' Aras alnıma sıcak bir buse bıraktığında içimdeki buzlar erir gibi oldu. ''Seni ararım.''

Evde bir başıma kaldığımda, internetten izlediğim diziden odağımı kaybedecek kadar başım ağrımaya başlamıştı. Babamın evinden ayrıldığımdan beri kullanmadığım, bir süredir aklımda olup vakit bulamadığım baş ağrıma iyi gelen ilacı alma vakti gelmişti anlaşılan.

Eve en yakın eczaneye yürüyerek gittiğimde, yıllardır kullandığım ilacın adını çalışan adama söylemiştim. Eczacı bir anlığına uzaklaştıktan sonra tekrardan yanıma gelmişti.

''Bu ilacı reçetesiz alamazsınız,'' demişti orta yaşlı adam.

Bu ilacı daha önce hiç kendim almamıştım, babamın varlıklı evinde yaşarken benim her ihtiyacımı karşılayacak birileri olmuştu etrafımda.

''Ağrı kesici için bunu kullanıyordum, önerebileceğiniz başka bir ilaç var mı?'' diye sordum.

Adamın kalın çerçeveli gözlüklerinin ardındaki bakışlarda şaşkınlık vardı. ''Söylediğiniz ilaç bir ağrı kesici değil hanımefendi, güçlü bir antidepresan.''

''Bir yanlışlık olmalı, bizzat doktorumun baş ağrım için verdiği bir ilaç bu,'' diye açıkladım kendimden emin bir şekilde.

Adam yine arka tarafa giderek bir süre sonra yanıma döndü, bana uzattığı şey bilgilendiren bir broşürdü. ''İstediğiniz ilaç bu, ağır depresyonun yanı sıra, kişilik bozukluklarını tedavi etmek için kullanılan bir antidepresan.''

Continue Reading

You'll Also Like

298K 20.8K 43
Bir iki üç, Saklanması güç. Dört beş altı, Hayatını senden çaldı. "Dünya'yı terk etti bir Ruh..." -Herdem yayınları ile kitap oldu
860K 38.4K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
122K 10.2K 73
#58 "Kirli ruhun, tutsak bedenleri..." Doğrular ya da yanlışlar. Kurallar ve yasaklar... Hayatın kendisiyle tanışan bir grup gencin çevreleriyle olan...
575K 21.1K 50
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...