1

26.9K 676 280
                                    

Medya: Esas kızımız İrem Elis.

🏀🏀🏀

"Koçun gruba yazdığı mesajı gördünüz mü? Okul açıldığı gibi antrenmanlara başlıyormuşuz..."

Maçı bitirip kenara çekildiğimizde, kızlardan birinin söylediği şeyle herkes aynen demeye başlamıştı. Ben de çantamı toparlamış, elime çikolatalı sütümü almıştım. Yaz tatilinin bitmesine 2 hafta kalmıştı. Çok arkadaşım olmadığından -hatta hiç arkadaşım olmadığından- yaz tatilinde babamla takılmak dışında yaptığım tek şey, okul takımındaki birkaç kızla, sahildeki basket sahasında antrenman yapmaktı. He bir de platonik aşkımı sessizce izlemek.

Ben toparlanıp her zaman ki gibi çikolatalı sütümü içmeye başladığımdaysa, onlar da aralarında duştan sonra yeniden toplanıp kafeye gitme planları yapmaya başladılar. Pek arkadaş canlısı olmadığım ve babam benimle bir şey konuşacağını söylediği için bugün ki planım belliydi.

Kızlara katılamayacağımı söyleyip yanlarından ayrıldığımda arkamdan gelsen şaşardık dediklerine emindim. Ben de böyleydim işte. Babasıyla dünyanın en eğlenceli kızı, dış dünyaya karşı ise asosyal bir manyak..

🏀🏀🏀

Yazın sonlarında olmamıza rağmen hava sıcaktı. Hem keyfine düşkün hem de fiziğine güvenmeyen bir kız olduğum için -ki yaşıtlarıma göre fiziğim oldukça düzgündü- üzerimde babamla ortak dolabımızdan bol bir yeşil tişört ve altımda siyah uzun taytım, kafamdaysa güneşten korunmak için babamın uğurlu şapkası vardı. Kulaklığımda ise ne zaman ne çalacağını bilmediğim şarkılarla eve doğru gidiyordum. Genelde basketbol oynarken dinlemek dışında asla skrillex dinlemezdim. Bu yüzden müzik listem arabeskten rape, rapten yabancı popa geçen karmaşık bir döngüydü.

Kulaklarımı Pinhani'nin Dünyadan Uzak şarkısı doldurduğunda birden bacağımda hissettiğim tüylerle irkildim. Başımı aşağıya korkuyla çevirdiğimde gördüğüm köpekle ayı gibi bağırmaya başlamıştım.

Evet 1.73 boyunda ve 16 yaşında olabilirdim, basketbol oynarken olduğundan fazla devleşebilirdim ama köpeklerden korkuyordum işte. Üstelik sahibi bacaklarımın altından köpeğini almazsa yanlışlıkla ve korkuyla onu çiğneyebilirdim. Ben telaşla çırpınırken sahibi nihayet gelip köpeğini almayı başarmış ve gülümseyerek özür dileyip uzaklaşmıştı.

Nefesimi zar zor düzene soktuktan sonra adımlarımı hızlandırıp sokağın başına gelebilmiştim. Tam o sırada onu gördüm. Sırtında yeşil spor bir çantayla sokağın diğer ucundan evine doğru, yani hemen yan evimize doğru ilerliyordu. Düşünüyordum da saçları bugün her zamankinden daha mı dağınıktı? Daha mı kumraldı rengi? Daha mı kahveydi gözleri? Yoksa ben gerçekten bu platonik aşkım yüzünden kafayı mı yemiştim?

Emre, liseye başladığım ilk günden beri saçma bir şekilde tutulduğum sınıfın çalışkan ama silik olan, 1.80 boylarında, fiziği düzgün ama çok dikkat çekmeyen bir tipiydi. Belki de bu yüzden ona bu kadar tutulmuştum. Biraz bana benziyordu. Tabi bir de komşu olmamız ve neredeyse her hafta babasıyla beraber bizim eve gelmesi, onu izleyip etkilenmem de önemli faktördü. Hiç arkadaşım olmamasını da ele aldığımızda diğerlerine göre birkaç seviye ilerde olan bu ilişkimiz beni ona çekiyordu.

Ben ona çaktırmadan bakmaya çalıştığım sırada birden kafasını kaldırdı ve beni görüp "Selam İrem" diyerek gülümsedi. Basit bir selama karşı sanırım dilimi yutmuştum. Nefesimi tutup cevap vermek için başımı kaldırdığımda babamın sesi ile irkildim. Teşekkür ederim babacım, vereceğim tek kelime cevabı da ağzıma tıktın..

"Elis nerede kaldın?"

Babam elindeki çöpleri konteynıra atarken, ben de kalbimi yerinde tutmaya çalışarak adımlarımı evin kapısına, Emre'ye cevap veremeden doğrulttum. Babam da başlamayan konuşmamızı böldüğü yetmiyormuş gibi, biricik platonik aşkımla sohbete başlamıştı.

Bir tek babam bana ikinci adımla seslenirdi ve sanırım Emre bunu bilen tek kişiydi. Babamla her denk geldiklerinde muhabbet ederlerdi. Hatta benim onunla konuştuğumdan daha çok konuştukları kesindi. Yabani bir İrem Elis'e merhaba deyin.

Eve girdiğimde babamın bir an önce gelmesini bekledim. Evet babam da Emre de benim aşkımdan habersizlerdi ama sanki biraz daha konuşsalar bunu keşfedeceklermiş gibi geliyordu. Birkaç dakika içinde babam eve girdiğinde derin bir nefes alıp mutfağa geçtim. Kendime bir bardak su doldurup babamın konuşmaya başlayışını izledim.

"Evet Elis hanım.. Nasıl geçti antrenman? Üçlükleri dizdik mi?"

Babam, üniversiteyi bitirip satış müdürü olana kadar hayatını basketbola adamış sonrasında da boşlamayıp her fırsatta basketbol oynamış biriydi. En büyük tutkusu buydu ve ben de, o daha bununla ilgili binlerce anısından birini bile anlatmadan onun izinden yürümeye başlamıştım. 4 yaşımdan beri en büyük eğlencem basketboldu ve o da bunu fark ettiğinde dünya biz, bizim oyunumuz ve bizim tutkularımız üzerine dönmeye başlamıştı. Heyecanımız, mutluluğumuz, korkumuz, umudumuz, her şeyimiz, önce ikimiz, sonra da basketbol olmuştu.

Annem, onu hiç tanıyamadan, beni doğururken ölmüştü. Yetim olduğu için de hiç akrabamız yoktu. Babamsa ailesinin tek çocuğuydu. Annemle büyük bir aşkla evlenmişler ve onu kaybettiğinde dünyası yıkılmıştı.

Bazı hikayeler vardır. Karısı ölünce bebeklerini suçlayan babalar, ailesine terk eden babalar ya da çocuğuna sarılan babalar...benim babam çocuğuna sarılan baba gibi babalardandı.

Akraba olarak bildiğim tek kişi babaannem Asiye Hatun'du. Dünyanın en tontiş babaannesi. Sanırım baba ve babaanneden yana yüzüm çok güldüğünden, bir yanım çok eksik ve buruk büyümemiştim. Babaannem Bursa'daydı ama her tatilde ya biz gider onun yanında olurduk ya da o her kafasına estiğinde her özlediğinde soluğu yanımızda İstanbul'da alırdı.

Suyumu içip, elime evdeki basket toplarından birini kapıp gülerek babamın çevresinde dönmeye başladım ve kendi spikerliğimi yaptım.

"İrem Elis... Antrenman maçını çok ciddiye alıyor.. İrem Elis geliyor.. Aman Allah'ım nasıl fakeler bunlar.. Pas mı atacak? Ooo hayır.. Bir adım geri çekildi vee.." topu koridorun sonundaki potaya isabetli atarak bağırdım "Müthiş bir üçlük!..."

Babam kahkahayla saçlarımı karıştırdığında kahkahasına eşlik ederek "Murat Bey yapıyoruz bir şeyler.. Şimdi duşumu alıyorum ve o çok önemli şeyi konuşmak için hemen yanına geliyorum." dedim ve çantamla şapkamı kapıp odama geçtim.

🏀🏀🏀

Duşumu alıp üzerime Jordan tişörtlerimden birini geçirdim. Aynaya saçlarımı düzeltmek için baktığımda bir süre kendimi izledim. Gözlerim hafif çekik ela renk, saçlarım açık kumraldı. Burnum gayet düzgündü ve gülümsemem de tatlı sayılabilirdi. Galiba gerçekten güzeldim. Bazı anlar olur kendinizi çok çirkin ve itici bulursunuz. Benim o anlarım çok fazla oluyordu ama bazen de aynadaki yansımamı seviyordum işte.

Babamın anlattığı ve fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla hem anneme hem de babama benziyordum. Aslında bu da kendimi sevmem de ve bazen fazla beğenmem de etkiliydi.

Aynada abuk subuk surat ifadeleri yapıp, kocaman gülüp, sonrasında somurtup, bir kızıp bir ağlar gibi yaptıktan sonra saçımı tepeden toplayıp, delirmeden önce babamın yanına salona geçtim.

🏀🏀🏀

Şaşkınlıktan dilim tutulmuştu sanırım. Babam, söylediklerine karşılık meraklı ve sorgular hatta biraz da endişeli gözlerle bana bakarken kafamda bir ton şey dönüyordu.

Dışarıda pek görüşmesem de bütün senemi beraber geçirdiğim takım arkadaşlarım, odam, kendime özel saydığım sahil bankları, büyüdüğüm mahalle, anılarım ve en önemlisi Emre...

Ne olacaktı? Her şeyi geri de mi bırakacaktım gerçekten?

Babaannemin yanına Bursa'ya mı taşınacaktık?

Başladığınız tarihi bırakmaz mıydınız? 😇🌸

Son Oyun Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin