gözlerime kapanan parmakların, seni benden çekip almıştı. karanlıkla karşı karşıya kalmak az önceki sahnelerden sonra hiç de hoş değildi. fakat göz kapaklarım göz yatağımın üzerine indiği an, uykunun içerisine kayıp gideceğimi hissettirmişti bana. yine de kalan son gücümü de kullanmak için yanıp tutuşuyordum.

yaralı omzumu umursamayarak sol elimi yüzümden çekmek üzere olduğun eline çıkarmış ve parmaklarımı avucuna yaslarken, dudaklarıma kadar indirmiştim. gözlerim kapalıydı hâlen. avuç içini öpüyorken, açmamak için zor tutmuştum kendimi ama karşılaşacağım bakışlardan çekinmiştim. beni sorgulamanı istemiyordum.

küçük öpücük beni kesmeyince yeniden dudaklarımı teninle buluşturdum. az öncekine göre daha içli bir öpücük, benim dudaklarımı gıdıklıyorken senin de avucunu gıdıklıyor olmalıydı. derin bir nefes aldım ve içime dolan toprak kokusunu memnuniyetle karşıladım.

hayır. elini de bırakmayacaktım. bu eli tutmak için yaramdaki acı sızıları göze almıştım, kolay kolay bırakmazdım. birleşmiş ellerimizi ağır ağır göğsüme indiriyorken kalbimin hizâsında durmuş ve son durak burasıymış gibi hareketimi sonlandırmıştım.

işte şimdi, uyuyabilirdim.*

*başımı yasladığım pencereden kaçamak bakışlarımı ayırıp yeniden senin üzerine çevirdim. benim gibi, arka koltukta, arabanın diğer penceresinde gözlerin kapalı duruyorken, sabah uyandığım andan beri seni bulmak için can atan gözlerim mutluluk ile parlıyordu.

dün gece, ki dün dediğim de birkaç saat öncesiydi, beni kendine öyle bir kilitlemiştin ki sanki büyülenmiş gibi saatler boyu seni izleyebilirdim. kezâ, yola çıktığımızdan beri ara ara seni izliyor olmam da bundan kaynaklanıyordu. yeterince yorulmuştun. uyuyor olmandan memnundum. neyse ki benim evime gidiyorduk ve orada çok daha rahat bir şekilde uyuyabileceğini düşünüyordum.*

"sandığımızdan da teşkilâtlı çıktılar. dün, hastaneyi basmak istemişler ama hazırda bekleyen bir destek ekibi varmış. hâlletmeleri ve temizlemeleri uzun sürmedi."

eh, o zaman biz neden ormanda kaldık?

"yoongi hyung, adamların seni tanıdığını söyledi. göz önünde bulunmamanız için size ses etmedik."

*söylediği şey ile zihnimde beliren sahne, şaşırtıcı değildi.

'bay jeongguk?'

iç çektim. o an bunu nasıl fark etmemiştim, bilmiyordum. gerçek ismim, askerliğimden bu yana gizliydi. özel tim'de görevlendirilmişken jungkook adı altına girmem gerekmişti ve o zamandan beri, jeongguk'u bir yanda saklıyordum. bütün nokta atışlarım ve dönüm noktalarıma şahitlik eden jungkook ismiydi zaten. jeongguk, geçmişte kalmıştı.

ama belli ki birilerinin geçmişinde kalmamıştı.*

başka bir yere gönderebilirdiniz bizi, yıl 2020 ve ormanda ateş yakarak saklanmaya uğraşıyorduk. ayrıca ağrıdan kıçım çıktı benim.

"jungkook, söylenmeyi bırak. zaten bundan sonra işin içinde yoksun, keyfine bak adamım. biz hâlledeceğiz."

sana bir şey diyeyim mi, jongin? yoongi hyungun bu kadar işlevsiz olduğunu gördüğüm bir zaman dilimi daha olmamıştı. hâlledemeyeceksiniz.

"kimin tarafındasın sen?"

gördüğümü söylüyorum, taraf tuttuğumdan değil.

"hah. taehyung ile kalmak sana yaramıyor."

*bakışlarım yeniden seni bulmuştu bu sözle. hâlbuki ben de tam tersini düşünüyor, hissediyordum.

derin bir nefes aldım.

dünyaları almıştın karşına. bununla mücadele etmek kolay olmasa gerekti. ama bir de kendi içinde taşıdığın dünyalar vardı. ve eğer kendini de karşına almışsan nasıl hayata tutunduğunu merak ediyordum. sâhiden bir sebebin yok muydu, ismini böyle lekelerken. yoksa, bilmediğimiz daha birçok ayrıntı mı vardı... dudaklarımı birbirine bastırdım. sanırım sadece bunları merak etmekle sınırlı kalmıyordum.*

*küçük evimin önüne geldiğimizde herkes arabalardan teker teker dökülmüş, beni dostça kucaklayan kapımın önüne dizilmişti. çok büyük sayılmayan evime, yine de rahatça sığabileceğimize inanıyordum. her ne kadar içeri girerken felix'in benim odamı almak istediğiyle ilgili laflarını savuştursam da sanırım, kendi odamı da birine açmam gerekecekti.*

"önce yemek yiyelim. tanrım, şu odanın hâline bak. sen buraya girince kendini kaybetmeden çıkabiliyor musun?"

*yoongi hyungun lafıyla haylaz bir gülümseme takınmıştım. oturma odamda oyun kutuları ve koltuklarda bıraktığım joyistikleri, birkaç şişe içkiyi ve atıştıracak şeyleri görmekten hoşlanıyor olamaz mıydım? burası benim evimdi sonuçta.*

vupsi. küçük sırrım açığa çıktı.

*felix, burayı gördükten sonra odamı unutmuş olacak ki ışık hızında televizyonun karşısına geçmişti.*

"tanrım! oyun oynamayalı beş yüzyıl geçirmiş gibi hissediyorum. mağara adamına döndüm, mağara!"

*odaya geçenleri ya da mutfağa yönelen yoongi hyungu es geçip kapıda öylece dikilen bedenine dönmüştüm. sağlam elinden tutup seni koridora sürüklemeye başladım. benim odama geldiğimizde, düzenli olan tek yerin burası olmasını takdirle karşılıyordum. sen de öyle karşılamalıydın çünkü şanslı kişi olarak seni seçmiştim.*

dinlenmedin doğru düzgün. burada uyu, vakti gelince ben seni uyandırırım.

*yatağımın önüne geldiğimizde elini bırakmış ve göz ucuyla sana bakıp kapıya yönelmiştim. bilmiyorum, o an biraz paniklemiş gibiydim, bir an önce çıkmamın iyi olacağını düşünmüştüm. çünkü ev mahrem bir alanken yatak odası çok daha mahremdi. bir nevi, içimi açmış gibi hissediyordum.

ama gidememiştim. kapıya yaklaşmadan önce duraksadım ve yeniden sana döndüm. kimse görmeyecekti zaten.

bedenine yavaşça yaklaştım ve yeterli yakınlığı elde ettiğimde, uzanıp dudaklarımı saçlarına bastırdım. geri çekildiğimde ise sağlam elim, senden tamamen ayrılmamam için saçlarına çıkmıştı. tutamlarını hafifçe karıştırıyorken bakışlarımı yüzüne indirdim.*

dün terlemiştin epey. uyumadan önce duşa da gir, güzellik.

*dudaklarım hafifçe kıvrılıyorken geri çekilmiş ve kapıya dönmüştüm. sanırım beni bu kadar keyiflendiren şey, bulunduğumuz konumdu. ama gitsem iyi olacaktı, yanlışlıkla bir daha öperdim falan. canımı tehlikeye atmaya hiç gerek yoktu.*

bad guys | taekookWhere stories live. Discover now