biliyordum. ama bir çıkış yolu aramaya hep devam etmiştim.*

"çikolatamın içi dışı çilek oldu, jungkook. bıktı çocuk ya..."

*odanın kapısına birkaç metre kala jimin'in de benim gibi senin yanına geldiğini tekerlekli sandalyesinin yönünden anlamıştım. bana her seferinde laf atmaya çalışıyor ama hiçbir zaman karşılığını alamıyordu. kalan son gücümü kimseye harcamak istemediğim içindi. ama o an, birazdan seni göreceğimin heyecanıyla ve de biraz canlanmam gerektiğinin bilinciyle jimin'e karşılık vermeye karar verdim.*

avukat mı oldun başımıza? çekilsene ayak altından, bebeğim beni bekliyor.

"bak ya! seni gebertirim ulan."

jimin. bir gün bana olan kinin sayesinde ayaklanacaksın diye ödüm kopuyor.

"JUNGKOOK. SENİN DİLİN PABUÇ KADAR OLMUŞ DUYMAYALI."

*sırıtıp ona dil çıkarıyorken biraz sonra jaehyun ve yoongi hyung da bize katılmışlardı. poşeti jaehyun'a uzatıp içinden pastayı alıyorken kısa bir nefesle yüzüme bir gülümseme kondurmuştum. sonra yoongi hyungun yardımıyla kapıyı açmıştık. bütün gözler üzerimize dönüyorken ben, kendi odağıma bakıyordum sadece.*

"aslan parçası jungoo'm gelmiş, aman da aman."

*felix'in sesini ve jackson'ın gülüşlerini uzaktan gelen bir melodi gibi duyuyordum sana bakmaya devam ederken. onların buraya gelmesinin iyi bir fikir olduğunu düşünmüştük. aslına bakarsak biraz durgunlaşan ortamımıza renk katmışlardı. onları gördüğün zamanki sevincini hâlâ görebiliyordum gözlerinde. bu yüzden memnundum. ama eskisi gibi değildim. birkaç defa benimle konuşmaya çalışmışlardı ama ben konuşmaktan kaçınıyordum. bunu fark etmiş olmalılardı.

bakışlarımı senin kıvrılan dudaklarında gezdirmeye devam ettim. birbirimizi gördüğümüzdeki o heyecanı dışarıdan bakan herkes görebilirdi. ilk kez âşık oluyormuş gibiydik her seferinde. sen bile şimdi apar topar yatağından kalkıp bana gelmek için ayaklandığında hevesli bir çocuk gibiydin bana kavuşmayı bekleyen. benim için de öyleydi. her tarafı bembeyaz olan oda bile renkleniyordu bir anda gözümde.

tıpkı sensizken her tarafının simsiyah olacağını bildiğim gibi.

kapının önünde dikilmeye devam ediyordum bana gelesin diye. o an onlarca hayal dolaşmıştı kafamın içinde. bana gelirdin, öpüşürdük. bana gelirdin, flörtöz bir diyalog yaşanırdı aramızda. elimden pastayı alıp boynuma sarılırdın belki. ya da dans ederdik, herkesin ortasında. gülüşürdük, sanki bugün en mutlu günümüzmüş gibi.

ama bana gelmemiştin. gelememiştin. ismim dudaklarından döküldükten belki saniyeler sonra gözlerimin önünde yere yığılışını izlemiştim anlamsızca.

sanki senin düşüşünle beraber bütün dünya başıma yıkılmış gibi. bir anda gözlerimin önü simsiyaha boyanmıştı. bir anda bütün sesler kesilmişti. bir anda ben, koskocaman dünyadaki en yalnız insan oluvermiştim. çünkü yoktun. çünkü bana gelmemiştin.*

"TAEHYUNG!"

"tanrım. ne olur ölmesin, bir şey yapın. ne olur."

"sakin ol, sevgilim tamam mı?"

"bir şey olmayacak. gitmeyecek, gidemez."

bad guys | taekookМесто, где живут истории. Откройте их для себя