"Sadece...30...Gün..."
"Ölüm de doğum gibi, bir sonun başlangıcı..."
Gönlümde büyük bir yara vardı. Öyle halledilecek bir şey de değildi. Bugün kavuşsam yarın kaybedeceğim bir gerçek vardı ortada.
Bugün bitmiyordu, yarın ise çok hızlıydı... Aptal bir zaman anlayışı vardı.
Penceremin camı tıklandığında arabanın kapılarını açtım ve uzun siyah botlarımı zemin ile buluşturdum.
"Say 'hi' to my friends."(arkadaşlarıma 'merhaba' de.) diyen Lui ile etraftaki adamlara baktım.
"I want to say 'wow'."( Ben 'wow' demek istiyorum.) diyerek silahlı çeteye baktım. Gerçekten vay vaydı.
Tabancalar, koca koca silahlar, ne oldukları hakkında ise en ufak fikrim yoktu ama sanki biri keleşti. Keleş miydi?
Kaşlarımı çattım.
"Let's go!"(hadi gidelim!) diye bağıran Lui ile dönüp yüzüne ve sonrasında adamlara baktım.
Herkes arabalara bindiğinde derince nefes alıp eldivenlerimi düzelttim ve elimi Bluetooth kulaklığa attım.
"Artık kavuşma zamanı."
Arabama bindiğimden rotası çoktan belirlenmiş olan yola çıkmıştık. Mimi tarafından hackelenen Google harita'lar üzerinde gezinmiş ve sonrasında aslında ulaşmak istediğimiz yerin görüntülerini almıştık.
Bir bilim merkezi.
Pek de güzel bir bilim merkezi değildi. Türkiye'nin ASELSAN'ı gibiydi. Teknoloji, biyoloji, kimya ve fizik gibi dalların birleşip ülke adına silah üretildiği bir yerdi.
Güzel kısmı fazla teknolojikti ve teknolojiyi avucunda oynatan biri vardı.
Mimi...
"Sonunda beklediğim sahne..." diyerek bir anda ortaya çıkan şeytana göz ucuyla baktım.
"Artık bir anda olmayan şeyler korkutucu gelmeye başlıyor. " dediğimde gülerek siyah saçlarını geriye attı ve siyah bir spor şapka taktı başına.
Bu sefer aşırı ama aşırı derecede yakışıklı bir adamın kılığına girmişti. Kumral bir teni olan, gözleri iri, kaşları kalın ama biçimli bir adamdı.
"Alışkanlık yaparım, doğrudur."
Tek kaşımı kaldırarak yüzüne baktığımda göz kırpıp başını geriye attı ve ellerini öne çıkardı. Tırnaklarından yere dökülen siyah dumanlara merakla bakarken avcu içerisinde oluşan silaha baktım gözlerimi kocaman açarak.
"Onu ne yapacaksın?" dediğimde tek kaşını kaldırarak bana baktı.
"Sence?"
Silahı bir anda yüzüme çevirip ateşlemesiyle çığlık atarak kendimi geriye attım ancak alnıma çarpan mermi, tenime değer değmez, siyah bir toz bulutu olup kaybolmuştu.
"Lan!" diye çığlık attım. "Ödüm koptu!" diyerek elimi kalbime koyduğumda dudağının bir kenarı kıvrılmış ve gülerek gözlerime bakmıştı.
"Alışman gerek diye düşünmüştüm."
Anlamayarak yüzüne baktığımda kaşlarını alayla havaya kaldırdı.
"Gittiğin yerde sana su tabancasıyla ateş etmeyecekler. " dediğinde gözlerinin içine baktım.
"Böyle öğrenmeme gerek var mıydı?" dediğimde gülümsedi.
"Öğretmenin bir şeytansa..."
Derince bir nefes verip doğruldum. Kendime çeki düzen verdikten sonra sürekli merak edip durduğum, aklımdan çıkaramadığım soruyu sordum.
"Onlara bir şey olacak mı?" dediğimde gözlerini gözlerime çevirdi. Kızıl birkaç parça dolanıp duruyordu gözleri içinde.
"Nereden bilebilirim?" dediğinde kaşlarımı çattım.
"Sonuçta geleceği görebiliyorsun." dedim elimin tersiyle diğer elimin içine vururken.
"Hayır, göremiyorum."
Bıkkın, sessiz, sabır dolu bir nefes koy verdim. Küçük bir çocuğa anlatır gibi, zorla gülümsedim, yüzümü ona döndüm.
"Benimkini gördün ama?" dediğimde umursamaz bir tavırla omuzlarını silkti.
"O farklı."
Elimi alnıma vurup dişlerimi sıktım.
"Dalga mı geçiyorsun birader? Sonuçta gördün mü gördün." dediğimde gülerek baktı yüzüme. Sinirli halimden zevk aldığı o kadar belliydi ki ...
"Benim gördüğüm gelecek kararsızdır. İnsanların o anki tercihleri, duyguları ile şekillenir küçük kız. Ayrıca ben sadece duyguların kokusunu alırım. Birinin fikirlerini bilmem için dokunmam gerekir."
Ellerimi ovuşturarak gözlerine baktım.
Yani bu şekilde durursam düşüncelerimden haberdar olamaz?
Derince bir nefes koy verip sırtımı koltuğa yasladım. Kırgın, kızgın... karmakarışıktım. Yapmam gerekeni biliyor ama nasıl yapacağımı bilmiyordum.
Üstelik, boğazıma takılan bir şeyler de vardı. Yemekler, fikirler, kelimeler...
Ağlamak istiyordum ama ölmeden önce ağlayarak vakit kaybetmek de istemiyordum.
"Fazla duygusal oldun küçük kız..." dedi birden bire. Kayıp giden asfalta, arkamızda bıraktığımız lambalara baktım. "Başta şeytandan bile korkmazdın. Zaten ölüm, senin için bir korku değildi."
Gözlerimi gözlerine çevirdim. O ise garip bir ifadeyle yolu izliyordu.
"Şimdi, çok çabuk büyüdüğünü görüyorum. Olmak istediğin kişiden uzaksın. Olman gereken karaktere ise oldukça yakın." Kelimeleri hayli ağır bir şekilde oturuyordu evimin köşesine, beynimin ucuna.
Haklıydı çünkü.
Korktuğum için ağlamak istemedim, ağladığım için utanmak da istemedim. Gülersem mutlu sanırlar sandım. Dalgaya vurursam gerçek olmaz?
'dur' diyen olmadı ya da 'böyle yapmalısın' diyen de. Kendi kendime büyüdüm. Doğrular ve yanlış diye ayrılmadı hayatım. Hatalarım ve başarılarım oldu.
Düştüğüm yerde öğrendim nasıl kalkacağımı, elini uzatan olmadı. Kalktığım zaman ise fark ettim aslında çok yalnız kaldığımı.
Ne başı güzeldi bu hikayenin ne de sonu.
Sadece bize bir rol verilmişti ve geri çeviremiyorduk.
"Ama seni takdir ediyorum." dedi birden bire. "Hayatındaki küçük sorunları dert edip kendini küçük odasına kitleyen küçük bir kız değilsin."
Birden bire kaybolunca oturduğum koltuktan kalkıp etrafa baktım. Neden böyle söylemişti ki şimdi?
Şeytanın ettiği iltifat iyi mi olurdu kötü mü?
Mavi saçlarımı geri atıp önüme döndüm.
Navigasyon haritası üzerindeki kırmızı nokta gözüme ilişti. Sonrasında ise elimi kaldırıp son üç parmağıma baktım. Günler çok hızlı geçiyordu, kaçınılmaz sonum ise çoktan yaklaşmıştı. En azından mutlu ölmek istiyorum. Beni mutlu eden insanlarla...
"Biraz daha hızlanır mısın Mimi?"
Arabanın öne atılmasıyla arka koltuğa geçip dikiz aynasını kendime çevirdim. Mavi saçlarımı iki yandan sıkıca örüp bağladım. Üzerimdeki tişörtü çıkartıp siyah bir boğazlı giydim ve derince nefes verdim. Arabanın içinde giyinmek gerçekten çok zor.
Şortumu çıkarıp bacaklarıma yapışan siyah bir pantolondan sonra bileğimden yukarı gelen bir çizme giyip doğruldum. Kafama siyah bir şapka üstüme de siyah bir hırka giyip derince bir nefes verdim.
Ok, zaten bir işler karıştıracaksan siyah giyinmek farz.
Eldivenlerimi de taktıktan sonra gergince etrafa baktım. Acaba Lui ne planlıyordu tam olarak. Benim yaptığım tek şey Mimi koordinatları bulurken silah atışı yapmaktı.
Gözüm yandaki sırt çantama kaydı. İçine kenarda duran, şeytanın verdiği, şarjörleri atıp biraz da çikolata koydum. Belki lazım olur?
Çantayı da sırtıma geçirdikten sonra silahı yanıma koyup sırt üstü arka koltuğa uzandım.
"Mimi bir şarkı açar mısın? Tam da şu ana uygun olsun lütfen. Gidene kadar biraz kendimi hazırlamalıyım."
Bir iki cızırtıdan sonra arabanın hoparlöründen etrafa yayılan müzik gözlerimi kapatmama sebep oldu. Çünkü her yer karanlık...
Ey protest halkım!
Bana ne yaptın?
İçinizden hiçbirinize ait hissedemiyorum
Davanıza davam diyemiyorum
Bilemiyorum, sorun bende mi? Ne yapsam kendimi?
Anlatsam derdimi
Her yer karanlık. Yarından umudum yok
Aslında sorum çok ve cevaplar sayfalar dolusu önümde
Ne kadar görmek istesem de gözümle
Her yer karanlık...
Her yer karanlık
Hiç ışık yok...