“Size bir kez daha teşekkür ederim,” dedim mahçup bir ifadeyle. “Beni orada bırakmadığınız ve benimle ilgilendiğiniz için.”

“Hiç önemli değil,” deyip elini salladı Imogen. “Ama kızım, seni ne bu hâle getirdi? Kim sana bunu yaptı?”

Bunu yapan benim…

Zihnimde fısıldayan sesi bir kenara itip hemen mecburi bir yalana başvurdum. Onlara gerçeği anlatmamım mümkünatı yoktu çünkü.

“Bir kaza,” derken ayağa kalkmaya yeltendim, Alex dikkatle kollarımdan tutup beni kaldırdı. Başarılı bir şekilde karşısında dikildiğimde mavi gözleri kısılıp gülümsedi. “Bir kaza geçirdim. Sonrasında olanları hatırlamıyorum. Kumsala nasıl ulaştığım hâlen bir soru işareti. Ama hatırlayacağımı ümit ediyorum,” dedim zoraki gülümseyerek. “Şey, şu anda kendimi iyi hissediyorum. Acaba evime dönebilir miyim?”

“Elbette,” Imogen yatağın ayak ucundan kalkıp yanıma geldi. “Fakat biraz daha dinlenmen şart. Sana bir şeyler getireyim, önce karnını doyur, sonra biraz uyu ve hazır olduğunda biz seni Alex’le istediğin yere bırakırız.”

Bu insanlardaki saf iyilik karşısında gözlerim yaşarmıştı. Imogen’in ellerinden tutup sıktım.

“Çok naziksiniz. Ama ben Kensington’da yaşıyorum. Oraya kadar beni götürmenize hiç gerek yok.”

“Sorun değil canım,” Alex güven vermek istercesine bir elini omzuma koydu. “Altı üstü iki saatlik araba yolculuğu. Hem Imogen’le bize de bir değişiklik olur.”

“Peki,” dedim onları aksine ikna edemeyeceğimi anladığımda. “Fakat uyumak istemiyorum. Gerçekten kendimi iyi hissediyorum. Bir an önce gitsem çok iyi olur. Babam beni merak etmiştir,” o güzel, sarışın kadın aklıma gelince dudaklarım seğirdi. “Annem de öyle. Onlara iyi olduğumu göstermeliyim. Kim bilir ne kadar telaşlanmışlardır?”

“İstersen arayıp haber verebilirsin,” dedi Alex ama bunu kibarca reddettim. Yol boyunca önce kendimi bu yeni duruma alıştırmaya çalışacaktım. Malikâneye varınca sıra onlara gelecekti.

Tam bir balıkçı kasabasında olduğumu bana hatırlatmak ister gibi, Imogen muhteşem şekilde kızarmış bir balık tabağıyla çıkıp geldi. Yanında yeşil salatası ve biraz da kızarmış patates vardı. Kıtlıktan çıkmış gibi önüme konulan her şeyi silip süpürdüm. Demek ölümden dönünce insan bu kadar aç hissediyordu. Acaba Dan de aynı durumda mıydı? Eminim Maggie çoktan onu tıka basa doyurmuştu.

Karnım tok, kendim de canlı ve dinç hissettiğimde yola çıktık. Mersea Adası’ndan ayrılmadan önce Alex ve Imogen incelik gösterip bir giysi mağazasına uğradılar ve üzerime uygun bir pantolon, kazak ve ceket aldılar. Kıyafetlerimi giyinirken onlara defalarca şükranlarımı sundum, bir yandan da çok utanmıştım. Beni hiç tanımayan bu insanlara iyice borçlanmıştım zira.

İki saatlik yolculuk göz açıp kapayıncaya kadar bitti. Bu süreç boyunca Ölüm Diyarı’nı, Kapı Bekçisi’ni ve Arkhael’i düşündüm. Bekçinin bize sunduğu bu fırsat sahiden de paha biçilemez bir şeydi. Ölmüştüm, benimle birlikte Dan ve Arkhael de ölmüştü. Fakat Gölge – Ruh kralı Kapı Bekçisi’yle olan anlaşmasına sadık kalmadığı için cezalandırılmış ve onun tarafından aramızdaki bağ yok edilmişti.

Artık ona bağlı değildim. Kral ölmüştü ama ben yaşıyordum! Ve tabii ki, Daniel da öyle!

İkimizin arasındaki bağ ise aynı şekilde devam ediyordu. O konuda herhangi bir gelişme yoktu. Buna seviniyordum, çünkü bekçi istese Dan’i de orada kalmaya zorlayabilirdi. Onu ne kadar çok istediğini çekinmeden söylemişti.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin