111. BÖLÜM

2.3K 336 80
                                    

Fark ettiğim ilk şey; artık acı duymadığımdı. Gözlerimi hızlıca bedenimde gezdirdiğimde, her bir yanımın sağlam ve yerli yerinde olduğunu görüp rahat bir nefes aldım. Oysa büyülü sözcüğü dile getirdiğim sırada Arkhael'le birlikte kendimi un ufak ettiğimi hatırlıyordum.

O anlar zihnime dolunca, dehşetle irkildim. Eğer böyle bir şeyi yapacak kadar büyük bir güce sahip olduğumu bilseydim, yine böyle davranır mıydım?

Yavaş yavaş durduğum yer şekil almaya başlarken, kendimi tatlı bir turunculuğun ev sahipliği yaptığı bir gökyüzünün altında buldum. Sanki günbatımının yaşandığı bir yerdeydim, insanın içini kıpır kıpır eden, ılık bir hava vardı.

Yalnız başına olmak çoğu zaman sevdiğim bir şey olsa da, bu dinginlik ve sessiz ortam beni biraz rahatsız etmişti. Acaba neredeydim? O büyüden nasıl olmuştu da kurtulmanın bir yolunu bulmuştum?

Birkaç adım atıp ilerlediğim esnada, ansızın durakladım.

Ya Arkhael de benim gibi bundan kurtulmanın bir yolunu bulmuşsa? O zaman çektiğim tüm acı boşa gidecekti.

Hayır! Öfkeli, boğuk bir ses zihnimde yankılandı. Hayır, bu olamaz! O öldü. Ölmüş olmalı. Hem belki biz de ölmüşüzdür. Sadece bunu bize kanıtlayacak bir şeyler bulmamız gerek...

Hızlanıp önümde bir ressamın yetenekli ellerinden çıkan bir tablo gibi serilen yolda ilerlemeyi sürdürdüm. Geçtiğim her yer hayat buluyormuş gibi, yerden fışkıran otlarla ve çiçeklerle kaplanıyordu.

Ne kadar süre yol aldığım konusunda kesin bir fikrim yoktu. Tuhaf bir şekilde yorulmadığımı, aksine her an daha da canlandığımı hissediyordum.

Birkaç bodur ağacın etrafından dolaşıp, mezarlığı andıran bir alana gelince yavaşladım. Gösterişli bir duvarı ikiye ayıran parmaklıklı kapı ışıl ışıl parlıyordu. Gümüşümsü bir tondaydı, üzerinde hiçbir lekenin ya da yıpranmışlığın izini taşmıyordu.

Yanına vardığımda, kapı yumuşak bir ses eşliğinde açıldı ve her tarafı kaplayan sis bana kadar ulaştı.

Dikkatli adımlarla yoluma devam ettim. Kapıdan geçer geçmez, yalnız olmadığımı da öğrenmiş oldum. Her bir köşeden çıkan insanlar benimle birlikte, hiç konuşmadan yürümeyi sürdürdüler.

Onları inceleyecek kadar zamanımın olup olmadığından bihaberdim, ancak yine de kendimi bakışlarımı üzerilerine yoğunlaştırmaktan alamadım.

Hepsi de benim gibi şaşkın görünmesine rağmen, hiçbir şeyi sorgulamıyorlardı. Sanki yalnızca ilerlemeleri gerekiyormuş gibi tek bir noktaya; görünmeyen varış yerine odaklanmışlardı.

"Nerede olduğumuzu biliyor musunuz?" dedim bana en yakın olan bir kadına. 1800'lü yılları anımsatan bir kıyafet giymişti. Fakat saçlarına günümüz modasına uygun bir şekil vermişti.

"Elbette biliyorum," derken başını çabucak salladı. Gözlerinde heyecanını yansıtan bir pırıltı vardı. Bende şu sınıfının en çalışkan ve "inek" olarak nitelendirilen öğrencisini çağrıştırmıştı. Kimsenin bilmediği ama kendisinin bilgi sahibi olduğu konularda hafiften gururlanan öğrenciyi...

Kaşlarımı kaldırıp ondan devam etmesini beklerken kolumdan tutup beni de yanında götürdü.

"Önce şu konuda bir anlaşalım güzellik, öldüğünün farkındasın, değil mi?"

Sesli bir nefes alırken etrafıma daha bir dikkatle baktım. Buradaki herkes ölüydü yani, öyle mi?

Hiç şaşırmamam gerekirken, ufak bir hayrete kapıldığımı hissetmiştim. Oysa Gölge – Ruh kralını ve dolayısıyla da kendimi büyü etkisi altına alırken böyle olacağını biliyordum.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin