39. BÖLÜM

5.5K 602 86
                                    

Saatler alan bir yolculuk olmuştu bizimkisi. Normalde atlas üzerinde baktığınızda dip dibe görünen Galler ve İngiltere, aralarındaki yolu aşmak için kullanılan dört tekerli aracın hızıyla mukayese edildiğinde, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını bir kez daha hatırlatmıştı bana.

Londra’dan ayrılırken gece yarısına yaklaşmıştı saat, katran karası bir gökyüzü altında terk etmiştik orayı.

Şimdi ise ufukta solgun sarıyla birleşen turuncu bir renk cümbüşü vardı. Menai Strait nehrinin üzerine kurulan Pont Britannia Köprüsü’nden geçerken sulara vuran güneş ışıklarının göz kamaştırıcı parıltısını bir iç çekişle birlikte izledim.

Bir süredir hiç ses çıkarmadan, başımı cama yaslamış bir şekilde dışarıyı seyrediyordum. Diğer türlü yapıp da her an Sthenis’le burun buruna gelmeyi reddetmiştim. Zaten ondan yeterince nefret ediyordum, bir de mecburen ona katlanmak zorundaymışım gibi hissetmeye hiç hevesli değildim.

Bu sebeple yavaş yavaş yükselen güneşin aydınlattığı kıyı şeridi boyunca süren rotaya yöneltmiştim bütün dikkatimi. Adanın merkezine, popülasyon açısından daha zengin olan yerleşim yerlerine değil de, daha ıssız ve daha gözden uzak noktalarına doğru ilerlediğimizi fark etmiştim.

Galler’le ilgili çok şey bildiğim söylenemezdi, o yüzden baktığım her yeri zihnime not etmeye çalışıyordum. Bunu hem kendim için, hem de Chas ve Nia için yapıyordum.

Onların da yanımda olmasını nasıl da isterdim!

Tabii ki bu koşullar altında değil…

Nehrin üzerinde suyu yararak kendisine yol açan bir tekneyi izlerken, genç Dewrionlarla birlikte buraya çok daha farklı bir sebepten dolayı geldiğimizi hayal ettim.

Bana anneleri Eira Clifford’un memleketi olan bu toprakları birlikte keşfetmemiz için öneride bulunduklarına ve benim de itiraz etmeden bu teklifi kabul ettiğime dair bir sahne canlandı gözlerimde.

Bunun düşüncesi bile o kadar güzeldi ki!

Araç sahil yolundan ilerlemeye devam ederken, yol sola doğru kıvrıldı ve çakıl taşlarıyla kaplı kumsalı gerimizde bırakıp, yeşil tarlalarla çevrili alana geçiş yaptık. Etrafta hiç kimse yoktu, sadece göz alabildiğince yeşillik ve ağaçların arasından görünen nehir vardı. Birçok yerle kıyaslandığında, doğaya burada insanlar tarafından dokunulmamış olduğunu söyleyebilirdim. Tabiatın her zerresinde saf ve sade bir güzellik vardı.

“Hey Sthenis,” şoför olan ruh arabanın hızını azalttıktan hemen sonra başını arka tarafa çevirdi. “Manastırın ziyarete açılışına daha dört saat var. Bence bunu çok iyi değerlendirmeliyiz. İnsanlar buraya doluşmadan önce buradaki işimizi halletsek mükemmel olur.”

Sthenis dalgın dalgın çevresine bakındı. Onunla aynı manzarayı seyrediyor olmama rağmen, neyi kaçırdığımı merak ettim. Çünkü Gölge – Ruh transa girmişçesine, gözlerini bile kırpmadan izliyordu dört bir yanını.

“Doğru, haklısın Lorin. Hiçbir şey sekteye uğramamalı. Buraya kadar geldik, bundan sonrasını da başarıyla tamamlamamız gerekiyor.

Rahipler de manastıra gelmiş olmalılar. St. Cybi’den yola çıkmalarının üzerinden bir saat geçti. Eminim şu an manastırın muhtelif yerlerinde bizi bekliyorlardır.”

Taş bir yapı görüş alanımıza girdiğinde, Sthenis daha da heyecanlanır oldu. Bir an evvel araçtan atlayıp dışarıya çıkmak ister gibiydi.

Bense aksine, bu yolculuk hiç bitmesin istiyordum, zira bana ne yapacaklarını, başıma ne gibi bir belanın geleceğini kestiremiyordum.

Ama içten içe her ne yapmayı planlıyorlarsa, bunun beni bir gram bile hoşnut etmeyeceğinden de emindim.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapWhere stories live. Discover now