59. BÖLÜM

4.2K 436 49
                                    

Yolculuğumuzun ilk günü dev dalgaların ve kötü hava şartlarının altında, gemi mürettebatını biraz zorlayacak şekilde geçmişti. Bir o yana, bir bu yana yalpalarken, ben de fazlasıyla gergin ve de endişeliydim, çünkü daha önce yalnızca bir defa deniz yolu ulaşımını tercih etmiştim ama o zaman teknoloji tüm nimetlerini cömert bir şekilde ayaklarımızın altına sermişti.

Buradaysa, durum çok farklıydı.

Kendimi coğrafi keşiflerle birlikte sayıları giderek artış gösteren korsan gemilerinin birinde gibi hissetmiştim.

Konfordan ve her türlü rahatlıktan uzak, yasa dışı işler yapmaya elverişli bir ekiple birlikteydim âdeta ve bu seyahat sona erene dek ben karın ağrıları çekmeye mecbur bırakılmıştım.

Neyse ki ikinci günün akşamında, Gölge Adası’nın güney kısmındaki Paleron Limanı’nda durup kendimize konaklayacak bir yer bulabildik. Gerçi adanın kralının küçük kentlerine geldiğini öğrenen bütün Paleronlular sıraya girip onu görebilmek ve kendi evlerinde misafir edebilmek için birbirleriyle yarıştıklarından bu konuda bir sıkıntı çekmeyeceğimiz aşikardı, fakat Arkhael kendisine gelen teklifleri kibarca geri çevirdi. Bana söylediğine göre, Gölge Adası’nın her şehrinde krala ait bir konak bulunuyordu. Herhangi bir seyahat sırasında mola verdiği takdirde, kolaylıkla sığınabileceği bir yer oluyordu.

Limana yakın, üst kattaki pencerelerinden bakıldığında engin denizi görmeyi mümkün kılan konağa ulaştığımızda, yerli halkın hazırlayıp getirdiği yiyecekleri kimse ses çıkarmadan kısa sürede yiyip bitirdi. Herkes fazlasıyla yorgundu. Bu nedenle Kral’ın emriyle yemekten sonra bütün mürettebat dinlenmeye çekildi.

Esasen bizim de onlardan pek farkımız yoktu. Tamam, belki kürekçiler gibi devamlı çalışmamıştık, fakat yine de ortalıkta dolanıyor olmak bile başlı başına bitkin düşmenize bir sebepti o koşullarda.

Kendimi yatağa nasıl attım ve nasıl uykuya daldım, hiçbir fikrim yoktu. Sabah olup da uyandırılıncaya dek deliksiz bir uyku çektim. Öyle ki, gözlerimi araladığım anda, önceki güne kıyasla çok daha pozitif olduğumu fark etmiştim.

Çabucak edilen bir kahvaltının ardından hemen yola çıktık. Arkhael bu akşam, yani üçüncü günün sonunda Estalith Adası’na varacağımızı söylemişti. Bunu öğrenmek beni biraz olsun sevindirdi, zira artık fazladan bir saatimi bile okyanus üzerinde harcamak istemiyordum.

Hafif bir rüzgâr vardı, bu bizi ilk günkü kadar zorlamayacaktı ama yine de tedbiri elden bırakmadan, bütün önlemleri aldılar.

En sonunda, ay gece göğünde yerini aldığında, sisin ve kara bulutların geri çekilmesiyle birlikte Estalith Adası, yıldız ışıklarıyla donatılmış bir hâlde yaklaşık bir buçuk mil ileride kendisini gösterir olmuştu.

Belki son zamanlarda yaşadığım her şey anlık ve de spontane geliştiğinden, olaylara olması gerektiği şekilde bir tepki veremiyordum. Ancak şu an karşımda tüm heybetiyle kendisini gözler önüne seren Estalith’e bakarken, içimde bir daha katiyen hissetmeyeceğim bir umut ışığı filizlendi.

Ait olunmuşluk hissi…

Buraya tamamen yabancıydım, bunun elbette farkındaydım. Fakat bir şeyler beni o adaya doğru âdeta görünmez iplikler yardımıyla çekiyordu.

Hayatım boyunca yalnızca bir defa daha aynı duygulara teslim olmuştum ve o da Lower Slaughter’a taşındığımız gündü.

Her iki seferde de yanımda “Baba” olarak tabir ettiğim insanların olması ise işin garip tarafıydı. Hoş, Arkhael sadece kâğıt üzerinde bir babaydı ki bizim şartlarımızda öyle bile değildi. Resmi olarak babam sayılan adam Andrew Dover’dı ve bunun değişmemesi için de elimden geleni yapacaktım.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin