27. BÖLÜM

6.1K 657 134
                                    

Andrew Dover… Vanessa Rhodes…

Bu iki isim İngiltere’ye geri dönüş yolunda sürekli aklımdaydı. Babamın silueti zaten onu düşündüğüm her an zihnimde açılan bir perdeye yansıyordu, hatırlamak için ekstra bir çaba sarf etmeme gerek yoktu. Lâkin annem – anne demek bile artık bana çok yabancı bir terim gibi geliyordu – hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Kendimi zorladıkça, sanki birden bire bir detay yakalayacakmışım gibi defalarca gözlerimi yumup düşünmeye devam ettim ama nafileydi. Çizdiğim hayali portre renksiz ve bomboştu. Üzerine kıyafet geçirilen cansız mankenlerden bir farkı yoktu. O’nu, Vanessa Rhodes’u tanımlayabilecek herhangi bir niteliğe sahip değildim.

Bir – iki defa Joshua’ya annemle ilgili bir şeyler sormaya niyetlendim, fakat sözcükler dilimin ucuna kadar gelmesine rağmen, son anda hep sessiz kaldım. Üzerinden yıllar geçmişti, yaşanan her şey geride kalmıştı ama ben nedensiz bir çekince ve aynı zamanda da kuşku duyuyordum.

Her ne kadar şu an annem konusunda tamamıyla nötr bir hâlde olsam da; biliyordum ki, babamı neden ardında bırakıp gittiğini öğrendiğimde, istemesem bile ona karşı cephe alacaktım.

Çünkü Gerard Byrne’dan – şu dakikadan itibaren onu gerçek adıyla, Andrew Dover olarak anmalıydım! – başka bir adamı “baba” olarak kabullenmeye hiç hazır değildim.

Asla da olmayacaktım…

Kalbimin derinlerinde bir yerde, her soluğumla birlikte beni bir köşeye kıstıran, mızrak delikleriyle boy ölçüşen bir sızı vardı.

Bunca zaman, on yedi yıl boyunca bana kucak açan, iki kişilik bir yuva inşa eden adamın hakkını nasıl ödeyebilirdim ki? Buna mecbur değildi, istese beni annemin kollarına yeniden bırakır ve böyle bir sorumluluğu üstlenemeyeceğini söylerdi.

Öyle ya, kim genç yaşında böylesi bir yükü sırtlanmak isterdi ki?

Kaldı ki; önünde bir hayat vardı, kendisine sil baştan kuracağı bir yaşam… Bu yolda belki karşısına ona eşlik edecek, ömrünün geri kalanı boyunca yanında bulunarak ona destek olacak bir kadın çıkacaktı…

Böyle bir alternatifi niçin elinin tersiyle itmişti?

Üstelik benden nefret etmesi bile beklenebilirdi ondan. Sonuçta Joshua’nın anlattığına göre, bir vakitler anneme âşıktı.

O’nun bir başkasıyla olmayı tercih etmesi ve yıllar sonra yanında bir bebekle çıkagelmesi zaten yeterince kötü bir şeydi. Tüm bunları yok sayıp yüzüne baktığı her seferde ona terk edilmişliğini gösterecek birini neden kendi hayatına dâhil etmeyi seçmişti?

Tüm bu sorular olağanüstü bir hızla benliğimi işgal ediyorlardı. Ve doğru dürüst bir yanıt da alamıyorlardı.

Dewrionların evine – nam-ı diğer akademiye – ulaştığımızda, akşam olmak üzereydi. Evin tüm ışıkları yanıyordu. Melbourne’den buraya kadar olan yol boyunca yanımdan bir an olsun ayrılmayan Chas, bakışlarını teker teker pencerelerde gezdirdi. Belki dışa yansıtma yanlısı değildi, lâkin göz bebeklerinden bile okunabilen bir ifadeyle, onun buraya geri döndüğü için mutlu olduğunu fark etmiştim.

Ne de olsa Nia buradaydı. Kendi kanından, kendi canından birinin varlığı insana sahiden de inanılmaz bir güç veriyor olmalıydı.

Benim bundan böyle, katiyen anlayamayacağım bir histi bu…

Bizi kapıda karşılayan Maggie’nin ardından kalabalık bir Dewrion grubu holü doldurdu, fakat Joshua çok bitkin olduğumuzu söyleyip her birimizin dinlenmeye ihtiyacı olduğunu kibar bir yolla anlattı onlara. Daha çok bir ikaz niteliğindeydi, zira hiç kimse ona karşı çıkma gibi bir girişimde bulunmadı ve tekrardan geldikleri yere döndüler.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapWhere stories live. Discover now